31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
“Kamu yönetimi reformu” adı altında kapsamlı saldırılar için start verilmiş durumda!

Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler

İştahları kabartan bir rant, yolsuzluk
ve vurgun kapısı

Bu yerel seçimler de, tıpkı diğerleri gibi, düzen partileri arasında siyasi ve iktisadi rant kavgasıyla geçecektir. Yerel yönetim kademeleri, bir takım resmi verilere yansıyacak ve bazı sınırlı operasyonlara konu olacak kadar, herkesin iştahını kabartan büyük bir rant, vurgun ve her türden yolsuzluk kapısıdır; bankacılıktan sonra en büyüğüdür. Zira yerel hizmetler için ayrılan kaynakların amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını denetleyecek mekanizmalar önemli ölçüde işlevsizdir ya da düzenin kendi iç mantığı içinde bu böyle kalmaktadır. Örneğin hükümetteki bir parti için yandaşlarını, yakın çevresini memnun etmenin en kolay yolu, yerel hizmetler için ayrılan kaynakların bu çevrelere ihale adı altında aktarılması, buraların birer arpalık olarak kullanılmasıdır. Düzen partileri ve bu partilerde saf tutan biti anlanmış şahsiyetler için bu kapıları tutmak, herşeyden önce böyle bir önem taşıyor. Belediye başkanlığı yarışına milletvekilliğine oranla daha fazla ilgi gösterilmesinin nedeni de budur.

Elbette düzen ve düzen partileri için yerel seçimler siyasal bir anlam da taşıyor. Düzen için, merkezi politikalarını yerellerde uygulayacak temsilcilerini seçmektir amaç. Halk tarafından seçilmiş olsa da, en büyüğünden en küçüğüne kadar yerel yöneticiler, devletin yerellerdeki sivil uzantıları ve temsilcileridir. Yapı ve işleyiş böyle kurulmuştur; buna biraz olsun direnenleri, mali destekten yoksun bırakılmaktan tutun da görevden almaya kadar varabilen akibetler beklemektedir. Düzen partileri ise yerel seçimlerde arpalıkları ele geçirmenin yanı sıra siyasal etkilerini yerel yönetimlere doğru genişletmeyi hedeflerler. Bunlar, bilinen ve beklenen şeyler.

Oysa, bu sınırlarda kalan olağanlaşmış ve kalıplaşmış yerel seçimler, artık geride kaldı. Uluslararası sermayenin IMF, DTÖ, OECD, DB vb. aracılığıyla yürüttüğü saldırılar şimdiye kadarki bu klasik siyasal ve iktisadi çerçeveyi aşan yepyeni anlam ve önem katmaktadır olaya. Hesaplar ve beklentiler, dünün klasik çerçevesine sığmayacak ölçüde büyümüş ve artmıştır. Yerel yönetimleri ve dolaysıyla seçilecek yerel-mahalli yöneticileri kapsamlı bir “reform” programı, kamu hizmetlerinden yararlanan nüfusun ezici bir çoğunluğunu ise tarihi önemde yeni bir saldırı bekliyor.

Uluslararası tekelci sermaye, serbest dolaşımın önündeki engelleri kaldırmak, merkezi ve yerel yönetimler eliyle verilen kamu hizmetlerini piyasalaştırmak için 90’ların başından itibaren bir dizi plan-program çıkarttı. Bu planlardan bir tanesi de, merkezi idarelerin elindeki yetki ve hizmetlerin yerel yönetimlere devredilerek tasfiye edilmesi; yerel yönetimlerin görev ve yetkisine bırakılan hizmetlerin özelleştirilmesi; buradaki istihdamın azaltılması; yerel yönetimlerin uluslararası tekellerin at oynattığı birer çiftliğe dönüştürülmesidir. GATS (hizmet ticareti genel anlaşması), bu yeni yapılanmanın yerel yönetimler alanını daha yakından kesen, bağlayıcı çerçeve kararlar, taahütler ve hükümler içermektedir.

GATS’ın içeriği, bazı akademisyenlerin ifade ettiği gibi, “yerelleştirerek globalleştirme” hedefine hizmet edecek bir tarzda, özel olarak düzenlenmiştir. Sermaye devleti, 26 Mart 1995’te altına imza attığı GATS’ın gereklerini, esas olarak, ancak AKP hükümetinin kurulmasından sonra yerine getirmeye başlamış, geçen yılın bahar aylarından başlayarak bir dizi yasa taslağını hazırlamıştır. Ve şimdi, parsanın büyüğünü götürmek için ellerini ovuşturan uluslararası tekeller, dört gözle tüm düzenlemelerin bir an önce yapılmasını beklemekte, IMF aracılığıyla habire baskı yapmaktadırlar. Kimin hangi sıfatla seçileceğinin hiç mi hiç önemi yoktur onlar için.

Sermaye iktidarı, bu gerçekleri gözlerden saklayacak bir seçim oyununu tezgahlamaya, klasik bir yerel seçim atmosferi yaratarak, emekçileri bu oyunun parçası yapmaya çok özel bir önem veriyor. İşçi ve emekçiler ise bu yeni saldırıların fazlaca farkında değiller. Taraf olarak siyasal sahneye çıkan bir takım siyasal güçler ise (reformizm, düzen solu, daha özelde Kürt solu, burjuva milliyetçi İP ve baştan savmacı sendikalar) ise meseleyi çarpıtmak için ellerinden geleni yapıyor, böylece sermayenin işini kolaylaştırıyorlar. Kürt reformizmi, bunu bir takım ulusal hakların kullanılmasının önünün açılması olarak görürken, İP ve CHP gibi düzen solu partileri ise, sözde reformları merkezi devletin zayıflatılması, yerel yönetimlerin şeriatçı ve bölücü mihrakların etki alanına terkedilmesi olarak gösteriyorar.

Oysa bu yasalar, ne ulusal-etnik hakların tanınmasına/kullanılmasına olanak sağlıyor, ne de merkezi devleti zayıflatıyor. Tersine, sermayenin merkezi devleti daha da sağlam bir temele oturtuluyor, sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda daha etkin bir işlerliğe kavuşturuluyor. Elbette, emperyalist tekeller bu yolla, bir takım ülkeleri daha etkin ve çok yönlü olarak kontrol etmeyi; bu ülkelerdeki talan ve vurgunu büyütmeyi amaçlıyorlar. Ama bu, yerel burjuvazilere, yerli tekellere rağmen ve onların çıkarları aleyhine olan bir şey değil, aksine çıkarlarına da politikalarına son derece uygundur. Zira, bunun sonuçlarından da öncelikli olarak onlar ve sırtlarını dayadıkları efendiler yararlanacaklarıdr.

Özetle, saldırının hedefi “ulusal devlet” değil, fakat emeğiyle geçinen işçi ve emekçilerdir.

Bu tablo sınıf devrimcilerine, tüm diğer siyasal görev ve sorumluluklarının ötesinde, apayrı bir görev ve sorumluluk yüklemektedir. Mevcut saldırıları emekçilerin gündemine sokmak, onlara bir sınıf tutumu aldırmak, buna uygun taktiklerle ve taleplerle geniş, etkili bir çalışma yürütmek çok özel bir kaygı olabilmelidir. Normalde yerel seçimlerde çok sınırlı kalan siyasal yan, bu gelişmelerle apayrı bir siyasal çehre kazanmakta, aynı ölçülerde de geniş imkanlar sunmaktadır. Bundan en iyi biçimde yararlanmak ise, yaratılmaya çalışılan seçim atmosferini en etkili biçimde parçalamaya, seçimlere işçi ve emekçilerin devrimci enerjileri, talepleri ve programıyla katılmaya bağlıdır.

Yeni saldırılar eşliğinde yerel
seçimlerin artan önemi

28 Mart yerel seçimlerini, siyasi ve iktisadi boyutuyla, hem toplamda düzen cephesi için ve hem de emekçiler açısından yakıcı hale getiren nedenleri biraz daha açalım.

Gündemdeki yerel seçimler, emperyalist odakların dayattığı özelleştirmelerin, esnek yönetimin ve daha bir dizi saldırının yerellerdeki ayağı olan düzenlemelerin tasarı olarak hazırlandığı ve yasallaştırma sürecine girildiği bir döneme denk geliyor. Yerellerde verilen kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, ücretli hale getirilmesi ve yerel alanlarda memur ve işçi statüsüyle çalışan 1 milyondan fazla kamu emekçisinin tasfiyesini amaçlayan bir dizi yasal düzenleme, taslak olarak hazırlanmış bulunuyor. İl Özel İdaresi Kanun Taslağı, Mahalli İdareler Yasa Taslağı, Belediyeler Kanunu Tasarısı ve Personel Rejimi Kanunu Tasarısı bunlardan başlıcaları. Tümü bir arada Kamu Yönetimi Reformu üst başlığıyla sunulmaktadır. İlgili komisyonlardan jet hızıyla geçen KYTKT yakında meclise gelecek ve büyük bir hızla onaylanacaktır. Öncesine yetişmee bile seçimlerin hemen ardından hükümetin en öncelikli hedeflerinden biri bu yasaları çıkarmak olacaktır.

Kamuda reform olarak sunulan bu yasal düzenlemeler, bir dizi alanda ulusal ve uluslararası sermayeye yeni rant ve vurgun kapısı açmayı; özelleştirmeleri yerellere ve yerel hizmet alanlarına doğru genişletmeyi; yerel ve mahalli alanlarda daha esnek bir idari yapılanmayı; burada çalışan kamu emekçilerinin iş güvencesinden ücretlerine ve çalışma koşullarından örgütlenme ve pazarlık haklarına kadar bir dizi kazanımın gaspedilmesini hedefliyor. Farklı adlarla çıkarılmaya çalışılan bu yasalar, bir bütünün parçalarıdır. Ve doğal olarak da yeni gerekçelerle kamuoyuna sunuluyor: “Şeffaflık”, “bilgiye erişim”, “yönetişim”, “yönetime katılım”,”denetim”, “verimlilik”, “demokrasi” ve “hizmet kalitesinin artırılması” vb., vb...

Bu soyut ve oldukça süslü kavramların güncel propagandadaki karşılığı ve anlamı ise KİT’lerin özelleştirilmesinde kullanılan argümanlarla aynıdır: Yerel yönetimleri daha fazla özerkleştirmek, belediyeleri halkın ve devletin sırtında bir yük olmaktan çıkarmak, bürokrasinin ve atıl kapasiteyle çalışmanın önüne geçmek, rekabet ortamı yaratarak halka ucuz ve kaliteli hizmet götürmek! Oysa işin gerçeğini daha somut biçimde görmek için bu taslaklardaki bir kaç temel maddeye daha yakından bakmak yeterlidir.

AKP hükümeti, sözkonusu demagojileri ustalıkla kullanmanın yanı sıra, birçok uygulamanın uzun bir süredir parça parça yürürlüğe sokulmasının yarattığı bir dizi imkan ve geniş yığınların bu saldırıdan bihaber olması gibi avantajlara da sahip. Bunun ne ölçüde bir avantaj olarak kalacağı ise, saldırıların hedefi olan emekçilerin alacağı tutuma bağlıdır. Emekçilerin alacağı tutum ise, sınıfın devrimci öncüsünün müdahaledeki kapasite, ustalık, beceri ve kararlılığı ile doğrudan ilgilidir.

Bugün en yakıcı ve en temel sorun, doğru bir politik taktik üzerinden, kısıtlı imkanlar ve sınıf hareketinin geri koşullarına fazla takılmadan kapsamlı, etkili bir sınıf ve kitle çalışmasını hayata geçirmektir. Böyle bir taktiğe sahibiz. Bahse değer pratik güçlükler ve sorunlar ise yalnızca aşılmak üzere tartışma konusu edilmelidir.

En geniş toplumsal muhalefet cephesinin ancak ve yalnızca işçi sınıfının öncülüğünde gelişen bir mücadele hattında birleşmek koşuluyla bir anlamı ve etki gücü taşıyabileceğini burda bir kez daha hatırlatmak bile gereksizdir.

Tüm hazırlıklarımızı buna göre yapmalıyız. Kendimizi olağan bir seçime ve olağan bir dönemin olağan görevlerine göre ayarlama darlığına düşmemeliyiz. Ulusal ve uluslararası sermayenin kapsamlı ve çok yönlü saldırılarını işçi ve emekçilere dayanarak, onları devrimci sınıf programı etrafında birleştirerek karşılama sorumluluğu durmaktadır önümüzde. Konumlanırken, hazırlanırken ve dönemsel görevleri ele alırken, bunun yüklediği çok yönlü zorlu sorumlulukları göz önüne almak, buna göre davranmak zorundayız.

Saldırıların iktisadi-sosyal anlamı ve sonuçları

Bu saldırıların en önemli sonucu, bir dizi alanda yerel hizmetlerin paralı hale getirilmesi, böylece on yıllardır yerleşmiş temel önemde bir takım kazanımların gaspıdır. Neo-liberalizmin bu saldırgan politikasının mimarlarının temel felsefesi “parayı veren düdüğü çalar” olduğu içindir ki, yarın örneğin evi yanan ya da acilen ambulansa ihtiyacı olan biri, itfaiyeyi ve hastaneyi aramadan önce, bu işin maliyetini düşünmek zorunda kalacaktır. Cenazesini kaldırmak isteyen biri, belediyelerin şimdilik cüzi fiyatlarla hizmete sunduğu araç vb. imkanları bulamayacak, zaten pıtrak gibi çoğalan özel cenaze gömme şirketlerinden birine yüklü miktarda para ödemek zorunda kalacaktır.

Bu kadarını da yapamazlar diye düşünenlere uygulanmakta olan pek çok örnek verilebilir. Özel güvenlik şirketleri, özel hastaneler, özel okullar, özel elektrik şirketleri yaygınlaşırken, elektrik santralleri, sigorta vb. özelleştirilirken, özel itfaiye şirketleri niçin kurulmasın? Bunun için, belediyelerce verilen kamu hizmetlerinin satışa sunulması, belediyelerin özel şirketler haline getirilmesi yeterlidir. İşte bu yasanın temel amacı, aldığımız nefesten içtiğimiz suya kadar tüm kamusal hizmetleri kâra çevirmek, uğrayacağımız felaketlerden bile aç gözlü sermayenin para kazanmasına zemin yaratmaktır.

Bir diğer kaçınılmaz sonuç, halihazırda zaten paralı olarak verilen hizmetlerin daha fahiş fiyatlarla sunulmasıdır. Özelleştirmelerin hemen arkasından devreye giren aç gözlü sermayenin, tüm dünyada ve tüm alanlarda yaptığı ilk iş, fiyatları insafsızca artırmak olmuştur. Biz bunu özelleştirilen elektrik şirketlerinin vurgunlarından biliyoruz.

Belediyelerce verilen hizmetler özel şirketlere devredileceği için, ilk etapta belediye bünyesindeki işçi ve hizmetlilerin işten çıkarılması, yani işsizlik, bu saldırının üçüncü ayağıdır. Kamuda istihdamı azaltma hedefine ulaşmak için sermayenin başvuracağı yöntemlerden biri de, yerel yönetim hizmetlerini özelleştirmektir.

Dördüncüsü, sömürücü şirketler eliyle fahiş fiyatlarla satışa sunulacak hizmetlerin kalitesinin düşmesi ve halkın yediği kazıkların hesabını soracak mekanizmaların ortadan kaldırılmasıdır. Bunlar özelleştirmelerin otomatik sonuçlarıdır ve bugüne kadar tersinin olduğu görülmemiştir.

Beşincisi ve sonuncusu; özelleştirilen ve adi birer ticari şirkete dönüştürülen belediyelerin işlevlerinin değişmesine bağlı olarak, yapılarının da buna göre şekillenmesi ve bozulmasıdır. Şimdiye kadar bir şekilde yerel yönetimlerde şeklen de olsa işletilen il genel meclisleri, belediye meclisleri gibi, halkın dolaylı yoldan ve bir nebze olsun yerel yönetimlere katılma ve müdahale etme olanaklarının tümden ortadan kalkmasıdır. Belediyeler şirketleştirilip, hizmetler özel şirketlere devredilince, bu tür meclislerin de bir anlamı, işlevi ve dolayısıyla gereği kalmayacaktır.

Eğer bütün açılımlarıyla uygulanırsa, bu saldırılar, klasik belediyecilik anlayışının ve yerel hizmet uygulamalarının da sonu demektir. Bugün olmasa da yarın varılacak yer burasıdır. Tıpkı kölelik yasası gibi, işçi ve emekçiler henüz bu yeni saldırıların yeterince bilincinde değiller. Sermayenin elindeki en büyük silahlardan biri de budur.

Yerel yönetim alanında yürürlüğe konulan bu saldırı, emeğiyle geçinenlere yönelik toplam saldırının önemli bir parçasıdır. Saldırının stratejik hedefi, tüm hizmetleri, tüm temel kamusal ihtiyaçları paralı hale getirerek sermayeye peşkeş çekmek, esnek yönetimin sunduğu olanaklardan yararlanarak iktidarını pekiştirmektir.

İşçi ve emekçilerin ise birleşik, örgütlü ve militan bir mücadeleden başka bu saldırıları püskürtecek bir silahı yoktur.

Emekçiler ve yerel seçimler

Genel seçimlerle aynı ölçülerde olmasa da, yerel seçimler siyasal bir atmosfer yaratır ve geniş bir ilgi konusu olur. Hatta emekçilerin yerel seçimlere daha fazla ilgi gösterdiğini söylemek bile yanlış olmaz. Zira bugünkü siyasal bilinç ve örgütlülük düzeyiyle emekçiler, genel siyasal sorunlara oranla, kendi yaşadıkları bölgelerdeki sorunlara ve gelişmelere karşı daha duyarlıdırlar. Yanıbaşlarında ismen ve cismen tanıdıkları adayların olması, ev ev yapılan propaganda çalışmaları, söz konusu ilgiyi artıran diğer etmenlerdir.

İlgiye yol açan bir diğer neden ise, emekçi halkın yerel seçimler döneminde daha fazla bir beklenti içinde olmalarıdır. Oturdukları semtlerde yaşadıkları sorunların (yol, ulaşım, su, elektrik, temizlik, altyapı vd.) çözülmemiş olması, yalana dayalı da olsa, adayların bu beklentileri karşılayamaya dönük bir propagandayla, süslü vaadler ve projelerle emekçilerin karşısına çıkması, bu beklentileri kamçılamaktadır. Hatta kişisel çıkarlara dayalı beklentiler (iş, tapu sorunu, ruhsat vb.) bile bu ilgiyi artıran ek etkenler arasında sayılabilir. Düzen partilerinin emekçilerin gönlünü kazanmak için bir takım malzemeler dağıtmaları, gecekondulara tapu vermeleri, seçimler yaklaşınca yolları, kaldırımları yenilemeleri türünden klasiklemiş sahtekarca girişimleri boşuna değildir.

Ancak genel seçimlerle kıyaslandığında, yerel seçimlerde siyasal yan yine de daha sınırlı kalmaktadır. Düzen partileri, zaten bir işe yaramayan programlarını, sözde ilkelerini bir kenara bırakıp, sözüm ona yakıcı yerel sorunlara ilişkin projeleri ve lafta kalan vaadleriyle oy avcılığına girişmektedirler. Böyle bir durumda, örneğin, hemşehricilik, yerel çıkar çevreleriyle ilişkiler, çıkarlara tahvil edilmiş sözler çok önemli olmaktadır. Bunun için öne çıkarılan popüler adaylar, çoğu yerde temsil ettikleri partilerden daha fazla etkili olabilmektedir. Bu nedenle yerel seçimler, sözde bir takım ilkeler kolayca bir kenara bırakılıp, adaylar üzerinden bir yarışa dönüştürülebilmektedir.

Ama sonuçta seçmen kitlesinin önemli bir kısmı bu taktikle sersemletilebilmektedir. Tüm bunlar aynı zamanda emekçilerin sağlıklı tercihler yapmasının önündeki engellerdir. Hükümetteki partinin adaylarının kazanmaması durumunda, yaşadıkları bölgelere kaynak verilmeyeceğini düşünmeleri bile, tercihlerinde belirleyici olabilmektedir.

Kısacası, düzen partileri bu tabloyu dikkate alır, istismar eder ve siyasal propagandalarını dinsel, feodal ve özel bir takım duyarlılıklar ve yakıcı hale gelmiş yerel altyapı hizmetlerini getirme vaadleri üzerinden yürüterek, her seferinde emekçileri aldatmayı başarırlar.

İlginin bu ölçüde darlaştırılması ve sakatlanmasına rağmen işçi ve emekçiler, yaşadıkları sorunların çözülmediğini, en temel ihtiyaçlarının karşılanmadığını deneyimlerinden bilirler. Oyuna gelip şu ya da bu nedenle birbirinden sahtekar adaylara oy verenler bile bunun farkındadır. “Yemeyeni, çalıp çırpmayanı, kendi çıkarını kollamayanı mı var?”, “Şimdiye kadar hangisi verdiği sözü tuttu ki?”... Sıklıkla duyduğumuz bu türden ifadeler, emekçilerin bu kokuşmuşluğun aslında farkında olduğunu göstermektedir. Ama bu türden ifadelerin gerisinde, aynı zamanda bir kanıksama, bir çaresizlik de var. Emekçi yığınlar bu kısır döngüyü kıracak başka bir yol göremedikleri için, bu oyunun bir parçası olmaktan da kendilerini kurtaramıyorlar. Çünkü karşılarında ciddi bir alternatif g¨remiyorlar. Çünkü hala seçimleri kendi dışlarında yaşanan bir olay olarak algılıyorlar. Çünkü bu düzenin çarklarının nasıl döndüğüne ilişkin açık bir bilince ve buna dayalı bir sınıfsal tutuma sahip değiller.

Yerel sorunlara ve yerel seçimlere odaklanmış ve sakatlanmış bu ilgi, bu bakış ve ruh hali kırılmadan, emekçilerin arayışlarına yanıt verecek, sorunları çözme iradesini açığa çıkaracak güçlü bir çalışma örgütlenmeden, bu tablo pek fazla değişmeyecektir. İşçi ve emekçileri bu kısır döngüden kurtarmanın en temel koşulu ise; yaşadıkları yakıcı sorunlar ile sermayenin sınıf iktidarı ve sömürü düzeni arasındaki bağı görebilmelerini, bu temelde sınıfsal bir tutum almalarını, yani mücadele yolunu tutmalarını kolaylaştırıp hızlandırmaktır.

Kuşkusuz bunlar seçimden seçime yürütülecek ve yalnızca seçim gündemiyle sınırlı kalacak bir çalışmayla başarılamaz. Çok yönlü ve kesintisiz devrimci çalışmanın değişmez genel amacıdır bu. Fakat seçimler de bu doğrultuda temel önemde bir fırsat ve olanaktır; mutlaka bu amaç çerçevesinde en iyi biçimde değerlendirilmek zorundadır.

Sefalet içinde yaşayan, hergün yeni bir saldırıya uğrayan, geleceği karartılmış işçi ve emekçi yığınlar, insanca yaşamak istiyorlar. Aldıkları ücret geçimlerini sağlamaya yetmiyor. İş güvenceleri yok, kırpıla kırpıla kuşa dönen sosyal hakları da bir bir ellerinden alınıyor. Düne kadar kısmen parasız olarak yararlandıkları sağlık ve eğitim gibi hizmetlerin yanında artık, en temel altyapı ve belediye hizmetleri için de ücret ödemek zorunda kalacaklar. Yaşadıkları semtlerde en temel altyapı hizmetleri karşılanmıyor. Emekçi semtleri tam bir sefalet yuvası. Kırsal alanlardaki yerleşim birimlerinin durumu ise tam bir felaket. Her on yılda bir gerçekleşen büyük depremlerde, her yağışta meydana gelen sel baskınlarında binlerce emekçi can veriyor ve varını yoğunu yitirerek beter bir sefaletin pençesine düşüyor.

Ucuz ve yaşamaya uygun sağlıklı konut istiyor emekçiler. Kanalizasyon ve temiz içme suyu; biraz kar yağdığında kapanmayan, yağmurda çamur deryasına dönmeyen asfalt yol; ucuz, hızlı ve güvenli ulaşım istiyor. Yaşadığı semtte kreş, çocuk yuvası, sağlık ve kültürel-sanatsal hizmetlerin verilmesini istiyor. Beton yığınları arasında değil, doğayla içiçe, sağlıklı ve temiz bir kentte yaşamak istiyor.

Tüm bunların halihazırda karşılanmıyor olması bir yana, kamusal hizmetlerin bir kısmını karşılamak için kurulan belediyeler de artık özelleştirilecek. Bir vurgun da buradan yiyecek olan emekçiler, çaresiz ve sersemletilmiş, sınıf bilincinden uzak ve örgütsüz de olsalar, yine de insanca yaşamak istiyorlar. İçme suyundan sonra temiz havayı bile paraya tahvil eden kapitalizm bu talepleri, en temel ve en doğal bu insani istemleri karşılayamıyor. İşçi ve emekçiler, bu taleplere ulaşmak için, kâr ve çıkar uğruna uygarlığın birikimini, insani ve doğal değerleri, toplumsal varlığımızın temeli olan emeği acımasızca yıkıma sürükleyen bu barbar düzeni ortadan kaldırmak zorunda.

Bir bardak temiz su, bir nefeslik temiz hava solumak için bile sosyalizm! İnsanca yaşanacak bir dünya için sosyalizm! Bu, gitgide daha yakıcı ve zorunlu bir ihtiyaç haline geliyor. Çünkü bu tablonun arkasında sermayenin sınıf egemenliği var. Çünkü, bir kısmı yerel yönetimlerin inisiyatifine de verilse, bu ihtiyaçların ne ölçüde karşılanacağı, sonuçta sermeyenin merkezi yönetimince ve politikalarınca belirlenmekte, yönlendirilmekte ve denetlenmektedir. Bu gerçeği gizlemeye dönük aşağılık demagojileri, yalanları ve reformizmin sahte çözüm platformunu boşa çıkartmak sınıf devrimcilerinin propagandasının en önemli ağırlık noktasını oluşturmaktadır.

Yerel seçimler ve güncel siyasal mücadele

Mevcut tablo, sınıf devrimcilerinin niçin ve nasıl bir seçim politikası izleyeceklerini de büyük ölçüde ortaya koyuyor. Bu tutumun genel ilkesel ve politik esasları halihazırda kamuoyu önünde ortaya konulmuş durumda. Bunun daha da genişletilmiş ve seçim platformu olarak somutlanmış şekli, önümüzdeki günlerde ayrıca ortaya konulacak ve bu sınıf devrimcilerinin doğrudan emekçilere seslenen devrimci seçim bildirgesiyle de birleştirilecektir. Bu, vakit yitirmeksizin pratik planda işe koyulmanın önkoşullarına sahip bulunduğumuzu göstermektedir.

Emekçilerin gündeminde olan herşey, dolaysız olarak bizim gündemimizin de bir parçasıdır. Sermaye düzeninin ideolojik, politik, iktisadi ve sosyal olarak kendisini ürettiği, iktidarını pekiştirdiği her alan ve her biçim, bizim için bir müdahale hedefi ve mücadele konusudur. Sınıf mücadelesinin yürümediği bir alan bulmak bu çerçevede mümkün değildir.

Meseleye bu bütünlük ve bu ihtiyaç üzerinden bakıldığında, belirlenmiş bir tutum üzerinden yaklaşmakta olan yerel seçimlere çok yönlü ve etkili müdahale ihtiyacı daha iyi anlaşılır. Sorun uygun bir fırsatı gereğince değerlendirmek kaygısından öte bir politik anlam ve önem taşımakta, aynı ölçüde bizlere temel önemde bir politik sorumluluk yüklemektedir. Dolayısıyla bizler, seçim ve benzeri güncel siyasal olgulara, sundukları fırsatlardan öte, öncelikle yükledikleri politik görev ve sorumluluklar üzerinden yaklaşırız, bunun gereklerini pratikte en iyi biçimde yerine getirmeye bakarız. Bu özel gündemi ve yüklediği görevleri de, her koşulda ve her vesileyle sürdürdüğümüz bağımsız devrimci çalışmamızın bir parçası olarak ele alırız. Bu bakış açısının bir gereği larak, yerel seçimler gündemini de, Mayıs ayına kadar sürecek bir dönem çalışmasının bir parçası olarak görüyor, diğer tüm gündemlerle (savaş, 8 Mart, Newroz vb.) bağlantısı içinde ele alıyoruz.

Bu sorumluluk çerçevesinde, yerel seçimlere imkanlarımız ölçüsünde kendi adaylarımızla bağımsız bir taraf olarak katılacak, böylece işçi sınıfının bağımsız devrimci politikasını kitlelere maletmeye çalışacağız. Seçim platformumuz, nasıl bir çalışma yürütmemiz gerektiği, öne çıkaracağımız temel şiarlar ve taktik istemler, gözetilmesi gereken öncelikler, kullanacağımız araç ve yöntemler, basınımızda ayrıca ortaya konulacaktır.
Biz şimdilik burada öncelikle vurgulanması gereken bir takım noktalara değinmekle yetineceğiz.

Öncelikli bazı görev ve sorumluluklar

Birincisi; seçim çalışmalarımızın temelde kendi bağımsız adaylarımız ve bağımsız sınıf platformumuz üzerinden sürdürüleceği kamuoyuna açıklanmış bulunmaktadır. Bu durumda, tüm temel çalışma alanlarında gerekli görüldüğü ve olanaklı olduğu ölçüde bağımsız sınıf adayları çıkarmak ve çalışmayı bunlar etrafında örmek gerekmektedir.

İkincisi; adaylarımızın bulunmadığı yerlerde de doğal olarak çalışma merkezi ve yerel araçlarla ve çok yönlü olarak aynı kapsam ve tempoda yürütülmek zorundadır. 3 Kasım’da bazı bölgelerde yaşanan kaba zaafiyetten bu kez kesin olarak sakınmalı, şu veya bu çalışma alanında aday yokluğunu seçimler gibi temel bir gündemi kenardan izlemek gibi kabul edilmesi olanaksız bir ataletin dayanağı haline getirmemeliyiz.

Üçüncüsü; komünistler olarak sınıfın devrimci partisinin merkezi politikaları ve somut platformuyla seçimlere katılıyoruz. Tutumumuzun ve çalışmamızın genel esaslarını, yönünü ve somut amaçlarını belirleyen budur. Fakat bu yerel düzeyde ve yerelin özgünlüklerini gözeterek ortaya konulacak yaratıcı katkı ve inisiyatifi dışlamak bir yana özellikle gerektirmektedir. Çalışma ancak bu takdirde gerçek gücüne ve etkinlik düzeyine ulaşabilir.

Bunu biraz somutlama yoluna gidebiliriz. Genel bir seçim materyali, adı üstünde, yaşanan sorunları genel düzeyde gündemine alır. Bu tür propaganda araçlarının elbette bir anlamı ve karşıladıkları bir ihtiyaç var. Genel bir seçim taktiği de, bu anlamda temel bir ihtiyacı karşılamaktadır. Biz emekçilerin daraltılmış-kısırlaştırılmış ufkunu açmak için bu tür araçları ısrarla kullanacağız. Döne döne bu kokuşmuş düzen ve düzen partilerinin rantçı, sömürücü yöneticileri sorunlarımızı çözemez; çözüm için devrimci sınıf iktidarı diyeceğiz, vb.

Fakat yerel çalışmada başarı için daha fazlası gerekmektedir. Çalışmanın yürütüleceği bölge ya da birimin sorunlarına hakim olmak, oralarda yaşayan işçi ve emekçilerin en çok neyi önemsediklerini, neye daha duyarlı olduklarını bilmek, onların yaşamına girmemizi ve etkilememizi o ölçüde kolaylaştırır. Örneğin Adana’da yürütülecek bir seçim çalışmasında mutlaka İncirlik Üssü’nün kapatılması talebini özel bir tarzda işlemek her açıdan önem taşır. Ya da Aliağa’da veya İzmir’de bir seçim çalışması yürütüyorsak, bu durumda da Petkim’in özelleştirilmesine karşı mücadeleyi öne çıkarabilmeliyiz. Depremi genel bir propaganda metninde işlemek ile bunu yakıcı biçimde tüm sonuçlarıyla yaşamış olan yerlerde özel olarak işlemenin yaratacağı etki, kuşksuz ki farklı olacaktır. Meseleye bu gözle bakıldığında, yerel propaganda araçlarının işleyeceği ve işlemesi gereken bir dizi özgün sorunun olduğu görülecektir.

Bu yerel seçimlerde genel politik taktiğimizin yerel karşılıklarını üretmek, önemli ölçüde çalışmayı yürütecek güçlerimizin inisiyatifine ve yaratıcılığına bağlıdır. Süreç hızla işlediğine göre bir an önce tartışma ve tanışma toplantılarıyla, çağrılarla, özel propaganda metinleriyle, çalışma ekipleriyle vb. hazırlık çalışmalarına girişmeliyiz.

Dördüncüsü; çevre ve çeperimizde bulunan, devrime ve mücadeleye gönül vermiş, kişiliği ve kimliğiyle güven veren ilişkilerimizi adaylar olarak öne çıkarmalıyız. Bu konuda tutuculuğa ve darlığa prim vermemeliyiz. Aday seçiminde dikkate alınması gereken bir diğer husus, işçi-emekçi kadın adaylara öncelik vermektir. Bunu gözetmenin, yalnızca çalışmamıza bir takım pratik imkanlar sağlamasının ötesinde bir anlamı ve karşılığı var. 8 Mart ve emekçi kadın çalışmasını da bu aynı süreçte yürüteceğimiz, kadının bu toplumdaki ikincil konumu ve mücadelede de geri planda kalma eğilimi dikkate alınırsa, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılmış olur.

Beşincisi; temel hedefimiz, seçimleri ve genel olarak seçmenleri kazanmak değil, fakat işçi ve emekçileri bilinçlendirmek ve mücadeleye çekmektir. Etkili, isabetli ve yaygın bir propaganda ile işçi ve emekçileri, karşı karşıya oldukları saldırılar konusunda uyarmak ve bilinçlendirmek, içinde dönüp durdukları kısır döngüden/yerel seçimlere odaklanmış dar ve boş beklentilerden kurtarmak, yaşadıkları bunaltıcı sorunların çözüm yolunu göstermek ve bu çözümünün bir parçası yapmak alanında kaydedeceğimiz başarı, verilecek oylarla ölçülemeyeceği gibi hiçbir zaman boşa da gitmeyecektir.

Bununla bağlantılı olarak altıncısı; seçimler esas olarak yerleşim birimlerinde/semtlerde cereyan etse de bizim asıl hedefimiz yoğunlaştıkları birimler ve alanlar üzerinden işçi ve emekçilere ulaşmaktır. Bu çerçevede, çalışmamızı öncelikle fabrikalara ve işçi semtlerine taşımayı özel bir kaygı haline getirmeliyiz. Hedef fabrikalarda çalışan işçilerin sorunlarını seçim gündemiyle birlikte, onunla bağlantısı içinde işlemeliyiz. Bunun da ötesinde, sınıfın yakıcı ve temel sorunlarıyla seçim gündemini bir arada ele almak, aralarındaki ilişkiyi bu temelde kurmak, elbette bizim temel önemde bir kaygımız olabilmelidir.

***

Tüm güçlerimizi ciddi bir sınav bekliyor. Sınıfın devrimci partisini kapsamlı görevler ve sorumluluklar bekliyor. Başarmak için kenetlenmek, sıkı ve çok yönlü bir hazırlık sürecinden geçmek olmazsa olmaz koşuldur. Eksiklik ve yetersizliklerimizi gidermek, partili mücadele ruhunu kuşanarak inisiyatifi, yaratıcılığı, kolektif çalışma tarzını ve fedakarlığı en üst boyuta çıkarmak başarının diğer koşullarıdır. Bahar dönemini kazanmak için yeni bir soluk, yeni bir iddiayla görevlerimize dört elle sarılma zamanıdır.



Kamu hizmetleri tasfiye,
çalışanları ise kapı dışarı ediliyor!

Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı, bu konudaki diğer tüm yasal düzenlemelerin omurgasını oluşturuyor. KYTKT, şimdiye kadar merkezi devlet idaresi eliyle yürütülen hizmetleri yerel yönetimlere bırakarak, kamuda tasfiyenin önündeki temel engeli ortadan kaldırıyor. Tasarıya göre, bir çok bakanlığın (sağlık, tarım, eğitim, ulaştırma, sanayi, turizm-kültür, orman) yetki ve görevleri il özel idarelerine ve mahalli idarelere bırakılacak; adalet, milli savunma ve dışişleri bakanlıklarının tüm taşra teşkilatları kapatılacak. Buralarda çalışan 1-1.5 milyon kamu emekçisi ise adım adım tasfiye edilecek, sözkonusu bakanlık işletmeleri, işletme hakkıyla beraber yerel yönetimlere, bu iş için oluşturulacak il özel idarelerine bırakılacak.

Beş yıl içinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın tasfiyesini öngören yasa, öncelikle iş güvencesine sahip yüzbinlerce öğretmenin ellerinden bu hakkını alacak; yerel-mahalli idarelerin ellerine bırakılan ve şimdiye kadar zorunlu eğitim veren devlet okulları da artık tümden paralı birer özel okula dönüştürülecektir. Aynı şey belediye sınırları içine giren devlet hastaneleri, klinik ve poliklinikler, sağlık ocakları için de geçerli. Yol, tarım-köy hizmetleri ve hatta müzeler ile buralarda çalışanlar da bu yağma ve saldırıdan payını alacak.

Okulundan hastanesine, ormanından müzesine, yolundan içme suyuna-elektriğine-temizliğine-kanalizasyonuna, ulaşımından köy hizmetlerine kadar herşey özelleşince devlet ne yapacak, ne işe yarayacak diye soranlara yanıt vermek için bu saldırının mimarlarının ne amaçladığına, hazırladıkları projelerin içeriğine bakmak yeterlidir.

Bugünkü saldırının mimarları, daha ‘70’li yıllardan itibaren güvenlik, savunma ve yargı dışında, devletin tüm alanlardan çekilmesini öneriyorlardı. Artık adım adım buraya doğru gidiliyor. Devletin sunacağı, halkın bedeva olarak yararlanacağı tek “hizmet”, yarın hak aramaya çıktığında karşısında göreceği polisi, ordusu ve mahkemeleri ve hapishanesiyle çıplak sermaye devleti gerçeğidir. Tabii bu arada, korumak zorunda olacağı kadar mal, mülk ve servet biriktiren, çalıp çırparak hayatın tadını çıkaran aç gözlü sermaye için de sermaye devleti özel güvenlik hizmeti sunmaktan geri kalmayacak. ABD ve diğer emperyalist ülkelerden sonra emekçilerin doldurduğu hapishaneleri ucuz işgücü olarak patronlara sunma geleneğini izleyecektir. Daha şimdiden onlarca proje ve girişim sipariş edilmiş, bu ilerin alt yapısal hazırlığına çok önceden başlanmıştı. Çıkaracakları yasalarla son darbeyi de vurmuş olacaklar.

Görmek için beklemek gerekmiyor. Sağlık, eğitim, emeklilik, sigorta, su, elektrik-santral, ulaşım, yol, kanalizasyon, orman, müze… Geriye ne kalıyor? İtfaiye gibi, henüz alt yapısı hazır olmayan ve belki de çok fazla kâr getirmeyeceği düşünüldüğü için sona bırakılan hizmetler kalıyor. Aldığımız nefes, öldüğünde konacağımız mezar mı? Hiç kuşku duyulmasın, onlar da özelleştirilecek!

Elbette biz boyun eğer, fırsat verirsek!..



Belediyeler işletme (şirket),
emekçiler müşteri!

Belediye Kanunu Tasarısı, Madde:13-h) “Belediye, belde hizmetlerini yerine getirmek amacı ile taşınır ve taşınmaz mal almak, iç ve dış borçlanmada bulunmak, gerektiğinde borç almak, vermek, tahvil çıkarmak, bağış kabul etmek, dava açmak, tahkim usulü ile itilaflı sorunları çözmek hak ve yetkisine sahiptir”

Belediyeler Kanunu Tasarısı, Madde: 13- e) “Belediye içme veya kullanma suyu tesisleri, havagazı,, doğalgaz, merkezi ısıtma sistemi, toptancı hali, çöp ve benzeri atıkları bertaraf tesisleri ile belediye sınırları içinde toplu taşıma sistemleri kurmak, kurdurmak ve işlettirmek hak ve imtiyazına sahiptir”

Elbette, diğer tüm hizmetler de zamanla “kurdurtmak”, “işlettirmek” kavramlarıyla bir parça gizlenmeye çalışılan özelleştirmelerden payını alacaktır. Bunun önünde hiç bir engel olmadığı gibi, kaçınılmaz sonucu budur.

Belediyeler Kanunu Tasarısı, Madde 13-o) “Belediye, görevleri dahilindeki hizmetleri özel hukuk kişileri aracılığı ile yerine getirebilir…”

Bunun anlamı, belediye başkanının tayin edeceği kişiler ve şirketlerin, özelleştirilmiş hizmetleri yerine getirmek amacıyla fiilen ve resmen halkın boğazına yapışma hakkı ve yetkisiyle donatılmasıdır.



Tüm yerel hizmetler ücretli hale getiriliyor!

Mahalli İdareler Yasası, Madde: 14- “Mahalli kaynak ve mahalli idare hizmetlerinden yararlananların hizmetin bedelini ödemesi esastır”
Yasanın ne getirdiği çok açık: “Ver parayı, al hizmeti” Ama, dahası var. Şimdi, bir emekçi haklı olarak “lanet olsun, hizmetini de istemiyorum, parasını da vermiyorum” diyebilir. Diyebilir ancak yine de bu saldırılardan kurtulamaz. Çünkü, hazırlanan yasalar (Belediye ve İl Özel İdaresi Yasa Taslağı), mahalli idarelere, şimdiye kadar alınanların dışında (emlak vs.) yeni vergiler koyma hakkı tanıyor. Uygulananlara ek olarak şimdilik öngörülen yeni vergiler şunlar:

- Doğalgaz ve sıvı petrolgazı tüketim vergisi
- Deprem vesayeti vergisi
- Konaklama vergisi
- Yolcu taşıma vergisi
- Değer artış vergisi

Bu öfkeli vatandaşımızın, hiçbir belediye hizmetinden yararlanmadan, belediye sınırları içindeki bir mağarada da yaşamaya karar verdiğini varsaysak bile, örneğin sırf belediye sınırları içinde ikamet ettiği için deprem vergisi, konaklama vergisi soygunundan kurtulamayacaktır. Önünde iki şık var: Ya soyguncuların elinin uzanamadığı dağ başında yahut ormanda yaşamak (ki bu el oralara kadar uzanıyor), ya da boğazına yapışan bu kirli eli kırmak!

Büyük bir aldatmacayla “reform” adı verilen saldırının vergi mevzuatına ilişkin düzenlemeleri bununla da bitmiyor.

İşçi ve emekçiler, yararlanmasalar bile yerelleştirilen ve özelleştirilen hizmetler için konulan vergilere ek olarak, daha eline geçmeden devletin el koyduğu vergi adı altındaki soygundan payını almaya devam edecek. Öyle ya, bu devlet ordusunu, polisini, hükümetini nasıl besleyecek? Düne kadar ücretsiz olarak yararlandığı kamu hizmetlerinin paralı hale getirilmesiyle, işçinin yediği kazık üçe katlanıyor.



Mahalli hizmet alanlarında çalışan emekçilere de kölelik yasası!

Belediye Kanunu Tasarısı, Madde: 54) “Belediyeler, belediye hizmetlerini yerine getirmek üzere, memur, işçi ve sözleşmeli personel çalıştırabilir.”

Mahalli İdareler Yasası, Madde: 22- “Personel istihdamı. Mahalli idarelerde sözleşmeli personel çalıştırılması esastır.”

Muğlak ve ucu açık bırakılan 54. maddenin kapsamı, 22. maddenin bu hükmüyle boşa çıkarılarak, işçi ve memur statüsü kaldırılıyor ve yerine sözleşme esasına dayalı bir istihdam politikası geçiriliyor. İş güvencesinin kaldırılması ve çalışan sayısının azaltılması bunun dolaysız sonuçları olacak.

Fakat bu kadarla da sınırlı değil. Mahalli idare kapsamındaki hizmet alanlarında çalışan kamu emekçilerinin “memur” statüsü kaldırıldıktan sonra, Toplam Kalite Yönetimi ile esnek çalışmanın tüm kuralları uygulanacak. Böylece, kölelik yasasının tüm hükümleri, yerel hizmet alanlarında çalışanlara da uygulanacaktır. Performansa dayalı ücret, çalışma saatlerinin esnekleştirilmesi, sabit bir işyerinde çalışma ve ortak örgütlenme olanağının ortadan kalkması, TİS hakkının gaspedilmesi, rekabet…

Yani tüm kapsamıyla bildiğimiz kölelik yasası!