Gerici rejimlerin Kürt halkına yönelik ortak saldırı seferi...
Kongra-Gelin 1 Haziran çıkışının
anlamı ve etkileri
Kongra-Gel 5 yıldır sürdürdüğü tek taraflı ateşkesi 1 Haziranda noktaladığını, fakat bunun meşru savunma temeli olduğunu açıklamıştı. Yani HPG güçleri ancak kendilerine yönelik bir saldırı olduğunda kendilerini savunacaklardı. Nitekim Kongra-Gel ve HPG yetkilileri, devlet güçleri saldırmadığı koşullarda çatışma yaşanmayacağını sık sık vurgulayarak, kararın pratik anlamını da net bir şekilde ortaya koydular.
Böyle olduğu halde, Kongra-Gel güçleri başlangıçta birkaç baskın ve eylem yapmaktan kendilerini alamadılar. Zira Ateşkesi bozarız, savaş başlatırız sözleri 5 yıl boyunca o kadar sık tekrarlanmıştı ki, gelinen yerde artık bir hükmü ve inandırıcılığı kalmamıştı. Savaş başlatma tehdidini en son 2003ün sonlarına somut tarih vererek gündemleştirmişlerdi ve bundan da bir sonuç çıkmamıştı. Bu sefer açıklamaya bir kuvvet kazandırmak, 5 yıl boyunca sergilenen ciddiyetsizliğin inandırıcılıkta yarattığı tahribatı gidermek için, meşru savunma mantığıyla tezat oluşturacak birkaç eylem yapmak ihtiyacı duymuş olmalılar.
Bunların NATO Zirvesine yaklaşık bir ay kala gerçekleşmesi bilinçli bir tercihten kaynaklanmaktadır. Türkiyede emperyalist savaş karşıtı duyarlılık, NATO karşıtı eylemler biçiminde giderek yaygınlık kazanmıştı. Toplumun ileri kesimlerinde göze çarpan bir hareketlilik vardı. Liberal-reformist Kürt önderliği, Kürdistanda savaşın yeniden başladığını öne çıkararak bu hareketliliği değerlendirmeye çalıştı. Nitekim Türkiyenin çeşitli renklerden reformist solu ile Kürt orta ve üst sınıfları üzerinden bunu belli ölçülerde başardı da sayılır. Fakat bu, yalnızca daha asli bir hedefe bağlı olarak ele alınabilecek bir başarıdır.
Kongra-Gel ateşkesi noktalamak için Haziran ayını seçerek, esasta Kürt sorununda temel çözüm gücü olarak gördüğü emperyalist devletlere mesaj vermek istemiştir. Özetle; Türkiyede Kürt sorunu tüm yakıcılığını korumaktadır, Kongra-Gel savaş yürütme gücüne sahiptir, istediği zaman Kürt kitleleri çeşitli biçimlerde harekete geçirebilmektedir, bütün bunlardan ötürü çözümün yegane adresidir gibi bir anlama sahip bu mesaj. Emperyalizmin Irak saldırısı ve işgali, son olarak NATO Zirvesi karşısında pasif kalarak, dahası üstten yapılan açıklamalarda BOPa arka çıkarak, ABD emperyalizminin saldırganlığını Kürtler için hayırlı gördüğünü saklamayarak, emperyalistlerden beklenti içinde olduğunu da aynı mesaja eklemiştir. Fakat bunların emperyaistler nezdinde, özellikle ABD için bir kez daha hiçbir öneminin olmadığını gerek NATO Zirvesi, gerek sonrasında AB emperyalistlerinin DEPlilere yönelik tavırları yeterli açıklıkta göstermektedir.
Öte yandan Kongra-Gelin ateşkesi bitirme kararı ve ardından yaptığı birkaç silahlı eylem Türk devletinin de işine yarıyordu. Bilindiği gibi, sermaye iktidarının NATO Zirvesi hazırlıkları aylar önce başladı. Türk devleti zirveden beklentilerini olabildiğince açık dillendirmekten de geri durmadı. Diğer şeylerin yanısıra, emperyalist efendilerinden, özellikle de ABDden Kongra-Gele ilişkin büyük beklenti içindeydi. Iraka saldırı sürecinde ve işgal boyunca yaptığı onursuzluklar karşılığında, ABDden Kongra-Gelin Güney Kürdistandaki silahlı güçlerinin tasfiye edileceği sözünü koparmıştı. Kongra-Gelin ateşkesi bitirme kararı ve başladığı eylemler, böylece adeta TCnin saldırganlığı tırmandırmasının da startı oldu. Bir yandan 9 Haziranda gerçekleşen DEPlilerin tahliyesi ve k&uum;ltürel zenginliklerimiz yayınıyla hem iç kamuoyuna hem de emperyalist şeflere demokratikleşmedeki samimiyetini ispatlayacak, diğer yandan askeri gücünü harekete geçirip gerilla katliamlarını artırarak terörün ciddi bir tehdit olarak sürdüğünü gösterecekti.
Bütün bunlara rağmen gerek ABli emperyalistlerin, gerekse Bushun terör tehlikesine dair bir-iki açıklaması ve Bushun Kongra-Gel sorununu kukla Irak hükümetine havale etmesi dışında, NATO Zirvesinden somut bir şey çıkmadı. Türk devletinin bir ihtimal de olsa Amerikanın Kongra-Gel ile ilgili verdiği sözü güncelleştireceği beklentisi, ABDnin şamaroğlanına dönmüş bir uşağına pek de yakışıyordu. Neticede, bir uşağın çıkarları gerektiriyor diye efendisinin kendi çıkarlarından, bu bağlamda Ortadoğu oyununda hep kullandığı Kürt kozundan vazgeçebileceği gibi, ancak onursuz bir uşağa yakışacak boş bir hayaldi bu.
Kürt halkına karşı TC-Suriye-İran ittifakı
Suriye ve İran üzerinden yaşanan gelişmeler, Türk devletinin bu beklentiyi artık bir kenara bıraktığını gösteriyor. Her iki gerici rejim, Bushun bir konuşmasındaki tehditleri üzerinden her iki ülkede neredeyse eş zamanlı patlak veren Kürt isyanlarının ardından, egemenlikleri altındaki Kürtlere karşı tutumlarını sertleştirmişlerdi. İran ve Suriyedeki Kürt isyanları, bu iki ülkenin egemenleri için doğal olarak Iraktaki işbirlikçi Kürt önderliklerinin savaş ve işgal sırasındaki tutumlarını çağrıştırdı. Türk devleti kadar şiddetli tepkilere konu etmeseler de, Irakta işbirlikçi Kürt önderliklere yaslanılarak oluşturulabilecek bir Kürt devletinden onlar da aynı oranda korkmaktadırlar.
Dolayısıyla İran ve Suriyedeki gerici rejimler Kürt kozunun kendilerine karşı oynanmasını bertaraf etmek, hem de teröre karşı mücadele ettiklerini ortaya koymak, böylece ABD sistemine yaranmak için kendi egemenlikleri altındaki Kürtlere yöneldiler. Fakat bu kadarı ABDnin Kürt kozunu oynamasını engellemeyeceği için, Amerikan emperyalizminin bölgedeki en önde gelen uşaklarından biri olan Türk devletiyle işbirliği kurmak yoluna gittiler. Onlara göre hem Kürt kozunun Iraktaki gibi oynanmasını engellemenin, hem de Amerikan şerrinden kurtulmanın yolu buradan geçiyor. İran ilk kez 5-6 ay önce Kongra-Gel güçleriyle çatışmaya başladı. PKKli olarak yakaladığı kişileri Türkiyeye iade etti. Suriye, Kongra-Gel de içinde olmak üzere tüm Kürt partilerinin faaliyetlerini yasakladı. Türk devleti ise NATO Zirvesinden snra bu iki devletle ilişkilerini Kongra-Gelle mücadele kapsamında daha da ilerletti.
ABDnin işine gelmese de, Türkiye, İran ve Suriye arasında Kongra-Gel ismi öne çıkarılarak, gerçekte her üç parçadaki Kürtlere karşı ortak bir savaş başlatılmış durumda. Her biri Kürt halkını baskı altında tutan ve Kürt sorununu düne kadar birbirlerine karşı kullanmaya çalışan bu üç gerici rejim, ABD başta olmak üzere tüm emperyalistlerin Kürtler üzerinden oynama imkanını ortadan kaldırmak için Kürt halkına karşı ortak bir cephe kurdular. Bunu, ABDden umudunu kesmiş olan TCnin, aslında onların çıkarlarıyla da örtüştüğü için, iki komşusu ile birlikte Kongra-Geli tasfiye etmeye çalışması olarak ifade etmek de mümkün.
Elbette cephenin komutası Türk devletindedir. Çünkü Türkiyedeki Kürt sorunu öteden beri İran ve Suriyedekiyle kıyaslanmayacak derecede öne çıkmıştır. Ayrıca Türk devletinin İran ve Suriye gibi ABDnin hoşgörüsünü kazanmak, bizzat bunun için emperyalizmin bölgedeki başlıca uşaklarından birini atlama tahtası olarak kullanmak gibi bir sorunu da yoktur. Dahası Kongra-Gel öncelikle Türk devleti için bir sorundur. Sermaye iktidarı bütün bunların açık bilinciyle hareket ediyor.
TCnin yegane çözümü inkar,
imha ve asimilasyondur
Türk devleti için mesele Kongra-Gelin silahlı gücünün tasfiyesi olsaydı, şüphesiz bu denli zorluk yaşamazdı. İmralı tasfiyeciliğine, bu çizginin devlete yedeklenmek için sarfettiği tüm çabaya rağmen, Türk egemenleri, özellikle burjuvazinin sınıfsal çıkarlarının bekçisi ve devlet geleneğinin başlıca temsilcisi olan ordu, Kürt sorununun sistem için kabul edilebilir herhangi bir çözümünü bile bir sorun olarak görmektedir. Zira Kürtlere dil-kültür çerçevesinde bile belli hakların tanınması, Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce belirleme tehlikesini hep gündemde tutacak, bölünmez devlet-tek millet felsefesiyle inşa edilen TCnin bölünmesi korkusuyla yüzyüze bırakacaktır. Türk devletinin Kürt sorununda çözüm olarak görd¨ğü tek yol inkar ve asimilasyondur. Bu ise onun en temel handikabıdır. Yani çözümsüzlük hiç de kendinden menkul bir devlet geleneğinden kaynaklanmıyor. Sermaye iktidarı açısından dört parçadaki Kürt sorununun böyle bir mantığı olduğu içindir ki, sermaye çevrelerinden kimileri de, Türkiyedeki parçaya yaslanarak diğer parçalardaki Kürt topraklarına el atmayı bi yol olarak görebiliyorlar.
Şayet Türk devleti Kürt sorununun başına açacağı işler konusunda bu denli net bir bakışa sahip olmasaydı, teslimiyet çukuruna düşürdüğü liberal-reformist Kürt önderliğine yaslanarak, aslında kendi çıkarlarına da uygun olan İmralı platformuna (anayasal vatandaşlık, dil ve kültürel hakların tanınması vb.) çoktan razı olurdu. Oysa İmralıdan yükselen tüm yakarışlara, yapılan tüm hizmetlere rağmen inkar, imha ve asimilasyon politikasından milim sapılmıyor. Türk devleti, Kürt halkındaki tüm özgürlük umutlarını söndürmek, tüm mücadele dinamiklerini yoketmek için her imkanı değerlendirmeye çalışıyor. Örneğin esasta ABden müzakere tarihi almak niyetiyle yaptığı yasal düzenlemeler, Kürtçe kurs, DEPlilerin tahliyesi, TV yayını gibi göstermelik adımlar üzerinden hem mücadeleyle zaten fiilen kullanılan kazanımlar kötürümleştiriliyor, hem de herbir adım bizzat Kürt halkına yönelik yeni saldırı silahı olarak devreye sokuluyor.
Kongra-Gelin fiziki imhası Türk devletinin tek seçenek olarak gördüğü inkar-asimilasyon siyasetiyle yakından ilişkilidir. Ne acıdır ki Kürt halk kitleleri Kongra-Gelin silahlı güce sahip olmasını bir umut olarak görebilmektedirler. O yüzden Kongra-Gelin savaş kararımız yok biçimindeki tüm resmi açıklamalarına rağmen, sanki Kongra-Gel savaş başlatmış da, TCyi İmralı platformuna zorlamak için demokratik alandan da barış çağrılarını yükseltmek gerekiyor biçiminde hareket ediliyor. Mücadele isteğini daha fazla kıran boş bir çabadan başka bir anlamı taşımıyor bu.
Gerçekte savaşı tırmandırma kararı veren Kongra-Gel değil, Türk devletidir. Kongra-Gel güçlerinin 1 Haziran konusunda yaptıkları açıklama ve ilk eylemleri sadece Türk devletinin kirli savaşındaki cephe gerisini hizaya çekmesine iyi bir malzeme olmuştur. Ateşkesi bitirme kararı ve ilk eylemler, Kongra-Gelden çok, objektif olarak ordunun işine yaramıştır. Bütün bunlar öyle bir ihtimale kuvvet kazandırsa da, şu an için Kongra-Gelin çıkışının Genelkurmay merkezli olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz. Fakat şurası açık ki, Kürt illerinde Kongra-Gel güçlerine yönelik katliamlar sayesinde Genelkurmay terör de, teröre karşı savaş da sürüyor propagandasını yükseltmiş, böylece iktidar içindeki konumunun silikleşmesinin görüntüden ibaret olduğunu daha açık biçimde ortaya koyma olanağ bulmuştur.
Genelkurmay kirli savaş cephesini hizaya soktu
Bu çerçevede Genelkurmay 2. Başkanının 8 Temmuz tarihli Basını bilgilendirme toplantısındaki açıklamalardan Kürt sorunu ile ilgili olanların belirgin bir şekilde öne çıkarılmasının bir mantığı var. Açıklamalarda; ABDnin Kongra-Gel ile ilgili verdiği sözler hatırlatılıp sitem ediliyor, Kerkükün Türk devletinin iç güvenliğiyle de ilgili bir sorun olduğu belirtiliyor, TSKnın Güney Kürdistandaki varlığının PKK unsurlarına endeksli olduğu söyleniyordu. Bunlar zaten bilinen klasik söylemler. Burjuva medyanın öne çıkardığı konu ise, Genelkurmayın eski DEP milletvekillerinin tahliyeden sonraki faaliyetlerinden rahatsız olması ve devlet bürokrasisini gerekli önlemleri almakta tereddütlü davranmakla suçlamasıydı.
Bunun üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü, DEPlilerin tüm miting, toplantı ve açıklamalarının izlenerek suç oluşturacak delillerin toplandığını, zamanında savcılıklara ve Yargıtay başsavcılığına ulaştırıldığını, suç duyurularında bulunulduğunu açıklama gereği duydu. Yargı da kendi cephesinden süreci başlattı. Demek ki ortada bürokrasinin tereddüdü filan yoktu. Ordunun bunlardan habersiz olabileceği düşünülemez. Nitekim uyarının bürokrasiye değil de hükümete olduğu, Bu konulara ilişkin hukuki mevzuatın, idare tarafından uygulanmasında bazı eksiklikler olduğu düşünülmektedir sözlerinden açıkça görülüyor.
Fakat biliyoruz ki AKP, Kürt sorunu konusunda kendinden önceki hükümetleri aratmayacak, hatta birçok bakımdan geride bırakacak bir inkar politikasının sahibidir. Bu çizgi, yakın dönemlerde Erdoğanın düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur sözleriyle en çarpıcı biçimde dile getirilmişti. Bu da bir şeyleri açıklamaya yetmiyorsa, Kasım 2002den bu yana geçen sürede Kürt halkına yönelik saldırılar, estirilen terör, tırmandırılan şovenizm durumu açıklar herhalde.
1 Hazirandan sonraki gelişmeler ise cabası. AB ile flörtün ihtiyaçları çerçevesinde 9 Haziranda DEPlilerin tahliyesi ve kültürel zenginliklerimiz adı altında sahnelenen iki komediden birkaç gün sonra AKP cenahından iğrenç bir şekilde yükselen Kürt düşmanlığı da hala hafızalarda. Demek ki idarenin eksiklikleri üzerine Genelkurmayın kestiği ahkamın, hükümetle süregelen it dalaşında içi boş bir gerekçe olmaktan başka bir anlamı yok.
Gene de bu sözler boşuna sarfedilmedi. Ortada iki gerici komşunun da desteği ile Kongra-Gel merkeze konularak Kürt halkına karşı savaşın yeniden tırmandırılması gibi bir durum vardı. Kıyıda köşede ihmal edilen bazı düşünceler, Kürtlere haklarını hatırlatacak ifadeler, bu çerçevede örneğin Eğitim-Sen tüzüğündeki anadilde öğrenim maddesi gibi aymazlıklar giderilmeliydi. AByle uyum çerçevesinde yapılan düzenlemelerin Kürt kökenli vatandaşlarda farklı beklentilere, ya da örneğin kırıntı da olsalar bu hakları zamanında verdiğimiz devrimci mücadele sayesinde kazandık düşüncesine yolaçmaması sağlanmalıydı. Bunların yanısıra Genelkurmay öncelikle 1 Haziran ile başlayan süreçte tüm kirli savaş cephesinin ve desteklerinin hizada durması gerektiğine işaret etmiş oluyrdu.
İkinci olarak, liberal-reformist Kürt önderliğine, bu çerçevede eski DEP milletvekillerine, teslimiyet çizgisinden milim sapmalarının ne tür akibetler doğurabileceği hatırlatıldı. Teslimiyet karşılığında, fakat esasta AB ile ilişkiler kapsamında atılan kırıntı bile denilemeyecek adımların, teslimiyeti daha da derinleştirmekten başka bir işlevinin ve bunun dışında bir kullanımının olduğu düşünülmemeliydi.
Mesajın üçüncü boyutunu ise, doğal olarak ordunun Kürt halkına yönelik düşmanlığının sürdüğünün hatırlatılması ve bildik gözdağının yinelenmesi oluşturuyor.
Kürt halkı gözüne çekilen perdeyi
bir an önce yırtmalıdır
Haziran başından beri yaşanan bu gelişmeler, Kürt halkının Türk devletinden, ABD ve AB emperyalizminden beklentilerinin ne denli dayanaksız olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Keza dostu-düşmanı, içteki ihaneti anlayıp bilince çıkarmak bakımından da anlamlıdır. PKK devrimci bir çizgide mücadele ediyorken ona karşı hasmane bir tavır sergileyip ancak İmralı ihanetinden sonra Kürt halkının dostluğuna soyunanlar, şimdi savaşı tırmandıran, kulak-burun-dudak kesen Türk devleti olduğu halde, Kogra-Gele ateşkes çağrısı yapıyorlar. İmralı çizgisinin Kürt halkının mücadele azminin kırılması, örneğin emperyalist savaşa değil ama özgürlük savaşına yabancılaştırılması için gündeme getirdiği savaş karşıtı kampanyada ön sıralarda duruyorlar. Burjuvazinin demokrat geçinenleri ve derin devlet aydınlarıyla aynı epheden, Kürt halkını, teröre destek vermemesi, yoksa büyük acılar çekeceği konusunda uyarıyorlar. Böylece Türk devletinin Kongra-Gel üzerinden yarattığı tahribatı daha da derinleştirmeye çalışıyorlar. Zira AB yolu, Kürt halkının mücadele dinamiklerinin tümden kırılmasından, özgürlük umutlarının tümden sönmesinden geçiyor.
Kürt halkına önderlik iddiasını elden bırakmayan İmralıcıların hali ise içler acısıdır. Şartlı teslimiyeti seçmiş oldukları halde, ki bu şart affedilerek yasal siyaset yapmaktan ibarettir, ne Türk devleti ne de AB-ABD emperyalistleri tarafından muhatap alınıyorlar. Kendilerine, af dilenmeye, kırıntılar koparmaya yeltenmek için bile öncelikle silah bırakmak dayatılıyor. Bu kadarla da bitmiyor. Bağımsız bir devlet olmadığı halde binlerce yıldır varlığını koruyan bir halkın tüm umutlarını yoketmeleri, tüm özgürlük hayallerini kırmaları, uzun vadeli bir hedef de olsa Kürt halkının asimilasyonuna doğru gidecek yolu açmaları dayatılıyor. Bunu açıkça kabul etmeseler de, güncel planda izledikleri çizgiyle Türk devletinin işini hayli kolaylaştırdıkları tartışmasızdır.
Kürt halkının yakasına yapışan bütün bu musibetlerden kurtulması elbette kolay değil. Dolayısıyla Kürt halkına yönelik kirli savaş seferine karşı mücadele etmek, öncelikle her ulustan Türkiye işçi sınıfı, emekçileri ve gençliğinin payına düşen bir sorumluluktur. İlkin bu, halkların kardeşliği ilkesinin bir gereğidir. İkincisi ise, işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden Kürt halkına verilecek bu yönlü bir destek, onun kendi iç dinamikleriyle yırtmakta zorlandığı yalanlar perdesinin yırtılmasını kolaylaştıracak, böylece sermaye iktidarına karşı devrim davasının temel önemde bir gücünü oluşturan Kürt işçileri, emekçileri, gençliği ve yoksul köylüsü yeniden kazanılacaktır.
|