31 Temmuz'04
Sayı: 2004/30 (22)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yeni ve güçlü bir çıkış için görev başına!
  Ne kader ne kara tren, sorumlu kapitalist düzendir!
  Pamukova’daki tren “kaza”sı değil kapitalizmin cinayeti...
  BTS ve TMMOB’un Tren katliamı üzerine ortak açıklaması...
  Özelleştirme öldürür!
  AKP ve Hak-İş’in Türk-İş’le kayıkçı dövüşü
  Gerici rejimler Kürt halkına düşmanlıkta birleşiyor!
  Kongra-Gel’in 1 Haziran çıkışının anlamı ve etkileri
  ÖSS sonuçları açıklandı...
  Eli kanlı bir siyasi meftanın cenaze merasimi
  Belediyelerde yürütülen köleleştirme ve özelleştirme saldırısı tüm işçi sınıfına yöneliktir...
  Çırak çocuklar...
  Sosyalizmin büyük ozanı Pablo Neruda’nın 100. doğum yılı anısına...
  ‘96 Ölüm Orucu şehitleri İstanbul’da anıldı
  Direnişçi Castleblair işçileriyle konuştuk...
  Bir direnişçi Castleblair işçisinden Castleblair fabrika temsilcilerine açık mektup...
  Sun Tekstil’deki ihanet ve EMEP...
  Daimler-Chrysler’de saldırı ve sendikal ihanet!
  Ortadoğu halklarını tehdit eden İsrail’in nükleer silahları derhal imha edilmelidir
  Bültenlerden...
  5. Munzur Kültür ve Doğa Festivali başladı...
  “Yoksulluğa mahkum, yozlaşmaya teslim olmayacağız!”
  AKP treni: Eski raya yeni hız
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Sosyalizmin büyük ozanı Pablo Neruda’nın 100. doğum yılı anısına...

Şiir boşuna yazılmış olmayacak!

Gerçek şiir hem isyandır, hem isyankar!
Gerçek ozansa militan bir sanatçı!

S. Aras

Politik mücadele, şiirin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanoğlunun kurtuluşu sık sık kanla, ama hep şarkılarla dalgalanır. Ve insanlık şarkısı, büyük şehitlik ve bağımsızlık çağımızda her geçen gün biraz daha zenginleşiyor.”
(Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak)

Toplumsal duyarlılığın yetkin
bir ifadesi olarak şiir!

Aragon bir yerde “gerçek ozan doğuştan partilidir” der ve ozanların örgütlü toplumsal kimliğine vurgu yapar. Çağlar boyunca farklı biçimlerde ortaya çıkan muhalif devrimci kimliğin en önde gelen temsilcilerinin ozanlar olması, uç sayılabilecek bu tespite bir haklılık temeli kazandırıyor hiç kuşkusuz. Ama bu tanımlama yine de eksiktir. Tamamlanması için, şairin bu muhalif kimliğe kattıklarının yanısıra, şiirin kendine özgü dinamizminden de bahsetmek gerekir. Nedir şiirin dinamizmi? Şair, neden diğer sanatçılara göre halkın temsilciliğine daha yatkındır? Bir halkın türkülerini yapan ozanları, yasaları yapanlardan daha güçlü kılan şey nedir?

Yeniliğe olan açıklılığı, baskılara karşı gösterdiği direniş ve bizzat ortaya çıktığı andan itibaren taşıdığı ve halen de taşımakta olduğu kolektif kimlikle şiir, devrimci bir dinamizmi bağrında taşımasıyla diğer edebi sanatlardan ve hatta sanatların tümünden farklı bir yerde durmaktadır. Kestirmeden söylersek; şiir hem isyandır, hem de isyankardır. Şiir devrimcidir, çünkü toplumsal duyarlılığın sesidir o. Ozanın muhalif kimliğinin doğuştan gelmesinin temel nedenlerinden biri de budur.

Roman nasıl burjuva çağın ve burjuva bireyin bir ürünüyse, şiir de başından itibaren kolektif bilincin, kolektif üretimin ve kolektif paylaşımın bir ürünü olageldi. Ola ki kör yalnızlıkları, aşk acılarını da dile getiriyor olsun! Şiir, şarkı ve dansla beraber, üretimle yanyana ve iç içe oldu, toplumsal sorunlardan, toplumsal dertlerden ve insanlığın gelecek kaygılarından hiç kopmadı.

Kavganın nabzını en başta şair tuttu, çünkü o nabız en hissedilir biçimde şiirde atıyordu. Çünkü şiir hep kavganın içinde oldu, çoğunlukla kavganın bayraktarlığını yaptı. Şiir hep kavgalı oldu; bütün egemen despotik düzenlerle, gericiliğin bütün biçimleriyle. Şiir hep yeniliğin, ilerleyen ve gelişen hayatın yanında saf tuttu. Yüzü hep ileriye dönük oldu şiirin, ama geçmişten de hiç kopmadı. Ayak bağlarını temizleyerek yürüyüşünü sürdürürken, en değerli mirasın sadık bir taşıyıcısı ve savunucusu olageldi.

Şiir kimliğini ve itibarını
ezilenlerin safında buldu

Hiçbir mekanın ve hiçbir çağın ve hiçbir despotun tutsağı olmadı şiir. Bu yüzden tüm peygamberler şiire ve şaire düşman oldu, krallar, padişahlar, diktatörler halk ozanlarını, şairleri zorbaca yöntemlerle susturmaya çalıştılar. Hatta ezilenleri susturmak için önce onlardan başladılar kıyımlara. Ama şiir hiç mi hiç geri adım atmadı, teslim olmadı, susmadı. Şairlerin direnişi, şiirin gücüne ve etkisine ölümsüz bir güç ve güzellik kattı.

Şiir ölümsüzlüğünü ve güzelliğini aynı zamanda kolektif yapısına da borçludur. Yüzlerce yıl ağızdan ağıza taşındı, taşınmakla kalmayıp yeniden ve yeniden üretildi. Binlerce insan dokudu kumaşını şiirin. Taş duvarlara da kazındı, ceylan derilerine, kağıtlara ve mermerlere de. Zırhları delen mızrak ucu sertliğinde sözcüklerle de yazıldı, kalbe işleyen tüyden hafif aşk sözcükleriyle de. Kanla da yazıldı, tebeşirle ve mürekkeple de. Ama nereye ve neyle yazılırsa yazılsın, hep bilinçlere kazındı.

Toplumsal yaşamın her alanına ve her mekanına: Mağaralara, evlere, tarlalara, fabrikalara, sokaklara, zindanlara sualsiz girdi şiir. Sınırlar aşmak için pasaporta ihtiyacı olmadı hiç. Hiçbir yasak, hiçbir yasa, hiçbir duvar onu engelleyemedi.

Doğanın o eşşiz güzelliğine aşkla bağlı kaldı hep. Barışta da oldu, savaşta da. Yalnızlıklardan, acılardan, hüzünlerden, yıkımlardan da geçti yolu, şenlik ateşlerinden, aşklardan, düğünlerden, bayramlardan ve zaferlerden de. Her yerde varolmasını bildi, ama hiçbir yeri kendine yurt edinmedi. Egemenlerin, tüccarların kayıt defterinde hiç yeri olmadı, devlet katında, saraylarda değil ezilen, sömürülen emekçi halklardan itibar gördü. Şiir de ona en çok ihtiyacı olanların hizmetine sundu kendini.

Şiir yaşama hep bağlı kaldı. Hep hayatın önünden koştu. Hep arayış içinde oldu. Arayış içindeki insanın sesi, soluğu oldu. Savaşan militanların onsuz edemediği silahlardan biri oldu şiir. Mataralarındaki su, omuzlarındaki silahla beraber, sırt çantalarında hep bir şiir kitabı bulundurdu gerillalar.

Şiir özgürleşmeye çağrıdır!
Şiir dünyayı değiştirmenin bir aracıdır!

Bu yüzdendir ki modern gelişmeler, ortaya çıkan yeni sanat dalları ve aradan geçen bin yıllar, insanın ve insanlığın şiire olan ihtiyacını, en çarpıcı ve yalın biçimde şiirde dile gelen arayışlarını ortadan kaldırmadı. Pek çok sanat dalı, kolayca paraya-kâra tahvil olma özelliklerinin de etkisiyle, sermayenin ve piyasanın sultası altında metalaşırken, şiir teslim olmadı.

Şiir itirazını, reddiyesini ve kavgasını sürdürüyor: Kapitalizmin görsel şatafatına rağmen insanların algı, duygu ve düşüncelerindeki yoksullaşmaya-körelmeye karşı; muazzam ölçüde yaygınlaşan hızlı iletişim ve ulaşım olanaklarına rağmen, insanın itildiği yalnızlığa ve yabancılaşmaya karşı; artan olanaklara rağmen ve buna paralel olarak artan kitlesel cehalete karşı; bir avuç asalağın sebep olduğu yoksulluk ve sefalete karşı; kanlı kıyımlara, katliamlara, canice saldırılara, her türden haksız savaşa ve işgale karşı; doğanın ve insanlık değerlerinin insafsızca tahrip edilmesine karşı; insanın gerçeklikle olan ilişkisinin koparılmasına, sanal ortamlarda insanın böcekleştirilmesine karşı; her türlü köleliğe, her türden gericiliğe ve gerici ayrımcılığa karşı; insanların içinde debelendiği bataklığı, yozlaşmayı, &ccedl;ürümeyi, tatminsizliği, sapkınlıkları özgürlük olarak pazarlayan topyekûn bu düzene karşı; şiir, şenlik ateşleri başında okunduğu günden bu yana insanlığa özgürleşme çağrısını yineliyor! Dayanışmaya, paylaşmaya, kardeşliğe, eşitliğe, insanca yaşamaya davet ediyor şiir. Bunları kazanmak için kavgaya,

mücadeleye çağırıyor bizi.
Bu kavgada şiir hep olacak!
Devrimci sanat, kavgamızın
bir mevzisidir

Devrimci sanat ve devrimci şiir, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluş mücadelesinde bir mevzidir. Devrimci ozanlar ise, ezilen ve sömürülenlerin öncü bir müfrezesi. Bu mevzide çarpışmış nice devrimci ozanın kattığı soluk, verdiği emek, yarattığı eserler ve ödediği bedellerle yükselttiği bayrak, yeni nesillerin elinde dalgalanmaya devam edecektir.

Dünyanın dört bir yanında 100. doğum yılı kutlanmakta olan Şilili şair Pablo Neruda, bu ozanların önde gelen bir temsilcisidir. Her gerçek ozan gibi çağına tanıklık etmenin ötesinde, onu dönüştürme eyleminin içinde yeraldı Neruda. Yalnızca bize armağan ettiği ölümsüz şiirleriyle değil, yaşamıyla, kavgasıyla, özlemleri ve umutlarıyla 20. yüzyılın önde gelen bir simasıdır o. Söz ile eylem, yaşam ile sanat, sanatçı duyarlılığı ile gerçek hayat kavgası arasında insansal edimler ve toplumsal eylemlerle örülmüş bir serüvendir Neruda’nın hayatı ve şiirleri. Budur bizi onunla, onu çağıyla buluşturan.

“Nasıl bir şiir? Saf olmayan bir şiir!” Şöyle anlatıyor Neruda bu şiiri: Tere batmış, dumana gömülmüş, zambak ve sidik kokan, ticaretin ezmeye çalıştığı, yasaların içinde, yasaların ötesinde bir şiir; üstümüzdeki giysiler gibi sabun lekeleri taşıyan, gövdelerimiz gibi karışık bir şiir; utanç verici davranışlarımız gibi, gözlerimiz, bilgiçliğimiz gibi, kinimiz, aşkımız, antlarımız gibi, havyanlar gibi, kararlar, vergiler gibi karman çorman, saf olmayan bir şiir; üstünde buz izleri, diş izleri bulunan, terimizle, belki de alışkanlıklarımızla hafifçe ısırılmış, dokunmanın yüce isteğini taşıyan...

Onun şiirini anlamak demek, geride bıraktığımız yüzyılın kanlı kıyımlarını ve direnişlerini; İspanya’yı, Alman faşizmine karşı direnişleri, Şili’yi, Küba’yı anlamak demektir. Halkların engin denizinde zorlu yolculuklara çıkan bir gemidir Neruda’nın şiiri. Bu denize yelken açılmadan anlaşılamaz onun şiiri.

Ekte, bayrağı devralacak genç nesillere yol göstermesi bakımından yararlı olacağını düşündüğümüz bu büyük devrimci ozanın şiir, mücadele, şiirin ve şairin yeri ve bu dünyadaki rolü vb. konularda yazdığı yazılarından ve bazı makalelerinden bir derleme sunuyoruz.

Neruda’yı ve Neruda gibi devrimci ozanları anlamak, bize bıraktıkları mirası en iyi biçimde değerlendirmek tüm devrimcilerin omuzlarındaki bir sorumluluktur. Ve bu sorumluluğun bir gereği de onları, eserlerini işçi ve emekçi kitlelere ulaştırmaktır.

Bu vesileyle Neruda’yı bir kez daha saygıyla anıyoruz.



Halkın şairleri

Güney Amerika hep bir çömlekçi diyarı olmuştur. Çamur testilerinden bir kıta. Bu şarkı söyleyen testiler hep halktan geldi. O yaptı onları, taşla ve elleriyle. O yaptı onları, gümüşle ve elleriyle.

İnsanların ellerini şiirimde göstermeyi hep istedim. Hep parmak izlerinin yer aldığı bir şiiri yeğledim. Suyun şarkılar söyleyebildiği yerdeki güçlü toprağın şiiri. Herkesin yiyebileceği ekmeğin şiiri.

Yalnızca halkın şiiri ellerin anısını koruyabilir.

Şairler kendilerini laboratuvarlarına kapatırlarken, halk, çamuruyla toprağıyla, akarsuyuyla, maden cevheriyle, şarkılarını söylemeyi sürdürdü. Olağanüstü çiçekler, gözalıcı destanlar üretti, serüven öyküleri ve felaket masalları anlattı. Kahramanlarını kutladı, haklarını savundu, azizlerini taçlandırdı, ölülerine ağladı.

Ve tüm bunları yalnızca elleriyle yaptı. Bu eller, hantaldı ama akıllıydı. Onlar körelmişti ama taşı kırdı. Onlar küçüktü ama denizden balık topladı. Onlar kararmıştı ama ışığı aradı.

Bir şair doğal olarak yaratılan her şeyin sihrine sahiptir. Doğaya, yağmura, güneşe, kara ve rüzgara açık her şeyin izini taşır bu halkın şiiri. Elden ele geçirilmelidir şiir. Göklerde bayrak gibi dalgalanmalıdır şiir. Ağır darbeler yemiş, kusursuz yüzlerdeki Grek simetrisine sahip olamayan şiir. Onun mutlu, acılı yüzünde yara izleri vardır.

Ben, bu halk şairlerine defneden bir çelenk sunmuyorum. Tüm şiiri canlandırması gereken saflığı ve gücü buna armağan edenler onlardır. Onların içinden geçerek dokunuyorum şiirin soyluluğuna, deriden, yeşil yapraklardan, sevinçten oluşmuş yüzeyine.

Onlardır, halkın şairleridir, gösterişsiz şairler, bana ışığı gösteren.

(6 Mart 1966’da Santiago’da yayınlanan La lira popular (Halkın Şiiri) için önsöz, Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, s. 87-88)



Yürekte İspanya’dan

(Seçme)

Kardeşler ileri
İleri sürülmüş topraklardan
Bağlar arasından ileri
Çiğneyin soğuk taşları
Kuru gecede ileri
Düşşüz ve sayıklayan ve yivli gecede
Selam selam izleyin kışın sesinden daha keskin
Gözkapağından daha duyarlı
Şimşekten daha duyarlı
Hızlı elmas gibi tam
Merkez topraklarının acılı suyu gibi savaşçı
Şaraba ve çiçeğe göre
Bütün yaprakların köklerine göre
Selam askerler, kızıl nadaslar, sert yoncalar
Selam şimşeğin alevine yakalanmış halklar
Selam selam selam
İleri ileri ileri
Madenlerde mezarlarda ölümün korkunç iştahası
Hainlerin dinelen teröründen önce
Etkili halk yürek ve tüfek
Tüfek ve yürek ileri
Fotoğrafçılar, madenciler, memurlar, demiryolcular
Kömürün kardeşleri ve taşın
Çekicin ataları
Orman sevinci yitmiş bayramlar, ileri
Savaşçılar, binbaşılar, çavuşlar, siyasal komiserler
Halkın pilotları ve gece savaşanlar
Denizde savaşanlar ileri
Önümüzde ölü bir zincirden başka bir şey yok
Çürümüş bir balık çukurundan başka bir şey yok daha
Burda can veren ölülerden başka bir şey yok daha
Müthiş kanlı irinli bir batak var
Düşman yok, ileri İspanya
İleri halkın çanları
Meyveler ülkesi
İleri buğdaylar sancağı
İleri ateşin harfleri
Dağda ve acı biber yüklenmiş şafakta
Dalga üstündeki savaşta ve çayırda
Parçalanmaz bir zincir taşıyorsunuz
Ve sürekli bir doğumu



Kendi kaleminden Neruda...

Şiirinde ve yaşamında iz bırakan
olaylar ve anılar

İlk acı deneyim!

Temuko’dayken öğrenci birliğinin yayın organı olan Claridad dergisine yazılar yazmıştım. Bu dergiyi okuldaki arkadaşlarıma da satardım. 1920 yılında Temuko’ya gelen haberler benim kuşağım için üzücüydü. Oligarşi’nin çocukları sayılan “Altın Gençlik”, öğrenci birliği binasını basmış ve tahrip etmişti. Koloniler zamanından günümüze kadar daima zengin sınıfın yanında görünen yasalar da suçluları değil suçsuzları yakalamıştı. Bunlardan genç Şili edebiyatının büyük umutlarından Gomez Rojas, yediği dayaktan çıldırdı ve öldü. Küçük ülkemde bu cinayet, Federico Garcia Lorca’nın Granada’da öldürülüşü kadar büyük tepkiler yarattı. (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: A.Arpad, Alan yay.,3. Baskı, 1996, s.38)

Yolumu seçtim!

“Kısacası, kendime bir yol seçecektim. İşte bu yolu, İspanya’nın yaşadığı kötü günlerde seçtim ve hiçbir zaman da pişman olmadım.” (age. s129)

“Tellerinden şarkılar yerine, kanlar akan İspanya gitarlarına ilk kurşunlar atıldığında, benim şiirim bir hayalet gibi sokaklarda dolaşıyordu. Sonra yavaş yavaş içine kökler sokuldu. Ve damarlarında kan akmaya başladı. İşte o günden sonra herkesin yolu benim de yolum oldu. Yalnızlığın güneyinden kuzeyine göç ettiğimi görüyorum. Orada yaşıyor insanlar, benim alçak gönüllü şiirimi kendilerine kılıç yaparak, büyük ıstırapları arasında terini silecek mendil diye açacak, ya da ekmek savaşında silah olarak kullanacak” (age,s 140)

Ayakkabısız ve okulsuz yoksul halkın, işçilerin şairiyim!

“Yıllar sonra benimle röportaj yapmış olan Curzio Malaparte, yazısında çok doğru olarak şunları yazmıştı: ‘Eğer ben de Şili’li bir şair olsaydım, Pablo Neruda gibi yapardım. Bu ülkede şair bir karara varmalıdır. Ya Cadillac’lar ya da ayakkabısız okulsuz insanlar!’

“İşte ayakkabısız ve okulsuz bu insanlar beni 4 Mart 1945 yılında ülkenin senatörlüğüne seçti. Şili’nin en geri bölgeleri sayılan büyük bakır ve güherçile ocaklarının binlerce insanı bana oy vermiş olduğu için her zaman gurur duyarım.

“Şiirim bana onlarla ilişki kurma yollarını açtı: şiirim, halkım ve onların güç yaşantıları arasında dolaşabiliyor ve onlar tarafından ölümsüz bir kardeş olarak kabul ediliyordu” (age. s161)

“Ben ıstırap çektim ve savaştım, ben sevdim ve şarkılar söyledim. Dünya bölünürken ben yendim ve yenildim, ekmeğin ve kanın tadına vardım. Başka ne arzular bir şair? Ağlamaktan öpmeğe, yalnızlıktan kalabalığa kadar bütün duygular şiirimde kanat çırpmış, onun içinde yaşamıştır. Ben şiirim için yaşadım, şiirimle savaşlar verdim. Eğer kelebeğin konduğu çiçekteki tozlar kadar armağanlar kazanmışsam, içlerinde biri vardır ki, birçok şair beni kıskanacaktır. Estetiğin güç öğretileri ve yazılı sözlerin labirentinde yaptığım araştırmalardan sonra halkımın şairi olmuştum. Benim kazandığım en büyük ödül işte buydu. Mısralarımla dolu kitaplarım değil. Lota’nın kömüründen, yerin yedi kat dibindeki ocaklardan, toprağın içine giren dimdik galerilerden, sanki cennemden geliyormuş gibi, yaptığı berbat işten suratı bitkin, tozdan gözleri kıpkırmızı bir adamın yer yüzüne çıkıp da, yarıkları ve nasırları ile kuru bozkır topraklarını andıran o elini uzatarak, sana: ‘Seni çoktandır tanıyorum ben, kardeş!’ dediği ve gülümsediği anda en büyük armağanı almış gibi olursun. Benim şiirimin aldığı defne dalından taçtır bu. O acımasız bozkırlarda, topraktaki delikten çıa işçinin sözleri. Rüzgarlar, geceler ve Şili’nin yıldızları bu insanlara şöyle seslenmektedir: “Sizler yalnız değilsiniz, bir şair acılarınızı biliyor!”(age, s164-165)

“Gerçekçi olmayan şair ölür. Fakat yalnız gerçekçi olan şair de ölür. Sadece akla aykırı yazan şair, kendisince ve sevgilisince anlaşılır ancak. Bu da oldukça umut kırıcı. Sadece akılcı olan şairi eşekler bile anlar. Ama bu da epey hüzün verici.
“Bu gibi karşılaştırmalar için resim tahtasında yazılı sayılar yok. Tanrının, ya da şeytanın hazırladığı aletler de yok. Her ikisi de çok önemli bu kişilikler, şiirde durmamacasına bir savaşa götürür sadece, meydan savaşını kimi zaman biri, kimi zaman öteki kazanır ama, şiirin kendisi yenilgiye düşmemelidir.

“Şairlik mesleğinin kötüye kullanıldığı da olur elbette. Öylesine çok yeni şair ve yeni yetişen bayan şair ortaya çıkıyor ki, yakında hepimiz şair olacağız ve okur da kalmayacak. Okur aramak için yakında keşif gemileriyle evreni bir baştan bir başa dolaşmak gerekecek.

“İnsanın en eski eğilimi şiirdir. Din törenleri ve duaları şiirden doğdu. Dinlerin çekirdeğinde de şiir vardır. Şair bunu doğanın belirtileriyle kendini bildi. İlk çağlarda bu Tanrı görevini korumak için rahip dediler kendilerine. Günümüzün şairi ise, şiirini haklı göstermek için, sokağın ve insan yığınlarının kendisine uzattığı belgeyi benimsiyor. Günümüz halkçı şairi din adamlarının en eskisidir. Eski zamanlarda karanlıklarla anlaşma yapardı. Günümüzde ise ışığın yerini göstermek zorunda.” (age. 249, 250)

Sadeliğin öğretisi:
Alçak gönüllü fakat başeğmez!

“Biz bugünün şairleri, seçmek zorundayız. Seçeceğimiz şey gül tarhlarında değil. Korkunç ve haksız savaşların, paranın gittikçe artan baskısını, ilerleyişini ve bütün haksızlıkları avucumun içinde gittikçe daha apaçık görüyorum. Koşullu ‘özgürlük’, seks konuları, zorbalık, aylık taksitlerde kolayca ödenebilecek sevinçler, eskimiş sistemin çekici tuzaklarıdır.

Günümüzün şairleri bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol aradı. Kimi şairlerimiz mistisizme, ya da sağduyu rüyasına sığındılar. Başkaları gençliğin o kendiliğinden ve yıkıcı gücüyle büyülendiler, onlarla yaşayan insanlar oldular. Günümüzün savaşçı dünyasında böyle bir denemenin hep önleyici ve korkunç acılara götüreceğini hiç düşünmeden.

Ben partimde, başbuğluktan, maddi çıkarlardan çok uzaklarda kalabilmiş bir grup sıradan insan buldum. Ortaklaşa saygı duygusunu, yani, haktanırlık uğruna savaşan namuslu insanlar tanımış olmaktan pek mutluydum.

Şili halkıyla, benim halkım için büyük zaferler kazanmış olan partimle bir çekişmem, bir sorunum olmadı hiçbir zaman. Daha ne söyleyebilirim? O arkadaşlarım kadar sıradan, onlar kadar dirençli ve alt edilmez olayım isterim sadece. Alçakgönüllü olmayı öğrenmenin sınırı yoktur. İnsan acılarını paylaşmamak için kuşkuculuğun arkasına gizlenmiş olan bireysel gurur duygusu bana hiçbir şey öğretmiş değildir.” (age.s. 298)

Gericilerle, gericilikle savaşmaya hazırız!

“Önce cehaleti silip yok etmeliyiz! Okuyamayan bir halk için yazmayı sürdürmek istemiyoruz. Durağan ve adileştirilmiş bir geçmişin rezilliğini ve utancını hissetmek istemiyoruz. Daha çok okul, daha çok eğitici, daha çok gazete, daha çok kitap, daha çok dergi, daha çok kültür istiyoruz.

Uşaklar ve ukalalarla kuşatılmış bu efendiler rejimi ve yoksulluk devam edemez. Bunalımlar tepemizde; bu yaşam tarzının modası geçmiştir artık dünyada. Eskiyi korumak isteyen partiler olduğunu biliyoruz; onlara alaylı biçimde, muhafazakarlar, ya da aldatıcı biçimde liberaller deniyor. Ama biz geçmişle savaşmaya hazırız temsil etmeyi sürdürdüğümüz aydınlık geçmiş değil, hayır, biz geçmişin en güzel bölümünü koruyacağız, ama geçmişin yozlaştırıcı kalıntılarını yok edeceğiz, ve bunlar da, cehalet, geriye dönüş ve ilgisizliktir.

Biz inanıyoruz, biz diye konuştuğum zaman bu, bir umudu destekleyen tüm güçler anlamına geliyor. Şili halkının yaratıcı gücüne büyük bir heyecanla inanıyoruz. Halkın zekasına, yeteneğine, doğruluğuna, cesaretine inanıyoruz. Şili halkı, hız vermemiz gereken bir çiçeklenme ve verimliliğin sınırsız alanını temsil ediyor. (Salvador Allende’nin başkanlık kampanyası için yazdığı yazılardan. (Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Çev: N. Arman, de yay.1984, s.126-127)

Eserlerimiz yarım kalmayacak!
Dökülen kan boşa gitmeyecek!

“Anılarım için bu satırları çabuk çabuk yazıyorum. Büyük yol arkadaşım başkan Allende’nin ölümüyle sonuçlanan o çileden çıkarıcı olaylardan üç gün sonra öldürülmesinin nedenini gizlediler. Ölüsünü gizlice gömdüler. O ölümsüz ölünün mezarına kadar yalnızca dul eşine izin verdiler birlikte gitsinler diye. Saldırganların yazdığına göre ölü olarak bulunduğunda, kendi canına kıydığının apaçık belirtileri varmış! Fakat yabancı ülkelerde yazılanlar bambaşkaydı. Hava bombardımanından hemen sonra tanklar saldırıya geçmişti. Tek bir adama karşı savaşabilmek için korkularından pek çok tank kullandılar. Şili Cumhurbaşkanı Allende, onları çalışma odasında bekliyordu. Yüce yüreğinden başka kimse yoktu o anda. Dumanlar ve alevler her yanı sarmıştı.

Saldırganlar böylesi bir olanaktan yararlanmalıydı. Saldırganların onu makineli tüfekle biçmesi gerekti. Zira o görevini bırakmamıştı...” (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, s.323)



Bu sırada

Madensel bir zaferi beklesin diye
Derin kök ve çelenk sessizce yükseliyor
Her alet her kırmızı tekerlek
Her bıçkı kolu her saban demiri
Her topraktan çekip çıkarılan
Her kanın titremesi
Senin adımlarını izliyor
Ey halkın ordusu.



Kendi kaleminden Neruda...

Şiir ve sanat üzerine konuşma ve yazılarından

En iyi şair günlük ekmeğimizi
veren adamdır

“Şair Küçük Tanrı” değildir. Hayır, “Küçük Tanrı” değildir. Farklı görev ve işler yapan insanlardan daha bir gizemli iş için seçilmemiştir. Sıkça söylediğim gibi, en iyi şair günlük ekmeğimizi veren adamdır: tanrı olduğunu düşünmeyen mahalle fırıncısı. Görkemli ama alçak gönüllü görevini, hamuru yoğurma, fırına sürme, kızartma ve bize ulaştırma işini gerçek bir toplumsal bilinçle yerine getirir. Şair böyle basit bir bilinçle hareket edebilseydi, o basit bilinç ona görkemli bir sanat eserinin parçası olma fırsatını verecekti. Bu eser, bir toplumu kurmak, insanın koşullarını dönüştürmek, onun isteklerini ˆekmek, gerçek, şarap, düşler- sağlamak olan basit ya da karmaşık yapıdır. Eğer şair sonsuz mücadelenin parçası olursa, eğer r birimiz tüm insanların her gün paylaştığı çalışmaya kendi katkısını armağan eder ve şefkatini diğerleri için sunarsa, o zaman şair tüm insanlığın terinin, ekmeğinin, şarabının, düşünün bir parçası olacaktır.

Alçakgönüllü partili bir ozanım

Şairin görevlerini mantıki sonuçlarına ulaştırarak doğru ya da yanlış, bu karara vardım: Toplumda ve hayatta yükümlülüğüm alçak gönüllü bir partilininki olmalıdır. Bu kararı parlak başarısızlıklara, kimsesiz zaferlere, sersemletici yenilgilere tanık olduğum halde verdim. Kendimi Amerika’nın mücadeleleri içinde bir aktör bularak, anladım ki, insan olarak görevim; yeteneklerimi, birleşen halkların kabaran gücüne katmaktan, onlara maddi ve manevi olarak, tutku ve umutla katılmaktan başka bir şey değildir. Çünkü yalnızca o kabaran selden, yazarlar ve halklar için gerekli ilerlemeler doğabilir. Durumum sert ya da nazik itirazlara yol açtıysa, ya da açsa da, gerçek şu ki, geniş ve acımasız topraklarımızda eğer karanlığın çiçek açmasını istiyorsak, henüz okumayı öğrenmemiş -hatta okumayı hi&cdil; öğrenmemiş, henüz yazamayan- ya da bize yazamayan, milyonlarca insanın bir onur ortamında yaşamasını istiyorsak -ki bu olmadan, tam bir adam olmak mümkün değildir- bundan başka bir yolu kabul edemem.

Halkların sefaletini miras aldık

Yüzyıllardır bedbahtlıkla damgalanan halkların sefaletini miras aldık -en cennetlik, en temiz halkların; taştan ve metalden harikulade kuleleri, göz kamaştıran, parlak hazineleri yaratan hakların; bugüne süregelen korkunç sömürgecilik çağında hayatları ansızın yıkılıp susturulan halkların.

Bize yol gösteren yıldızlarımız:
Mücadele ve umut!

Bize yol gösteren yıldızlarımız, mücadele ve umuttur. Ama tek başına mücadele ve umut diye bir şey yoktur. Her insanda, tüm geçmiş çağlarla, zamanımızın adaleti, yanlışlıkları, tutkuları, ivedilikleri, tarihin hızlı akışı birleşmiştir.

Tüm insanlara ışık, adalet ve onur
saçacak mükemmel şehri kazanacağız!
Şiir boşuna yazılmış olmayacak!

Karanlık bir yerden, diğerlerinden sert bir ülkeden geliyorum. Şairlerin en terkedilmişiydim ve şiirim yöreseldi, acılıydı ve yağmurlar içine işlemişti. Ama insana daima inandım. Umudu asla yitirmedim. Belki bunun için şiirim ve bayrağımla buradayım.

Son olarak, iyi niyetli tüm insanlara, işçilere, şairlere, insanın geleceğinin Rimbaud’un deyişinde ifade bulduğunu söyleyeceğim: yalnızca ateşli bir sabırla, tüm insanlara ışık, adalet ve onur saçacak mükemmel şehri kazanacağız.

Böylece şiir boşuna yazılmış olmayacak!

(1971’de Nobel Edebiyat Ödülü aldığında yaptığı konuşmadan bazı pasajlar.
Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Çev: Nesrin Arman, de yay. s129-138)
Not: Ara başlıklar tarafımızdan konulmuştur-S. Aras



Şiir şarkı ve berekettir!

Şiir tarlaları sulayacak ve açlara ekmek verecektir. O, olgun başaklar boyunca dolanacaktır. Seyyahlar susuzluklarını onda gidereceklerdir. Ve o insanlar ne zaman çalışsalar ve ne zaman dinlenseler şarkısını söyleyecektir. Onları birleştirecek, halklar arasında akacaktır. O, yaşamın üremesini köklere taşıyarak vadiler açacaktır. Şiir, şarkı ve berekettir. (...) Verilen mücadeleye, söylenen şarkılara değer, yaşamış olmaya değer, çünkü onu sevdim.

Şiir her zaman için barışın bir parçası olmuştur. Şair, barıştan doğar. Tıpkı ekmeğin undan doğduğu gibi. Kundakçılar, savaşçılar ve kurtlar, onu yakmak, öldürmek ve parçalamak için şairi arar. Hüzünlü bir parkın ağaçları arasında bir bıçak ustası Puşkin’i yaralayarak ölümüne sebep olmuştu. Çılgın atlılar, Petöfi’nin cesedini çiğneyerek geçmişti İspanya’da faşistler, ülkedeki savaşlarına en ünlü şairlerini öldürerek başlamışlardı. Rafael Alberti, her şeye rağmen yaşamakta olan bir şairdir. Onun için binlerce ölüm planlanmıştı.
Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.

(Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: A.Arpad, Alan yay., s.129)



Şiir insanlığın acılarına uzanan gizli bir köprüdür!

“Şiir ölenin yanı başındaydı, ağrılarını keserek; zaferlerin öncüsüydü, yalnızlığa arkadaşlık etti, ateş gibi yandı, kar gibi serin ve aydınlıktı; elleri, parmakları ve yumrukları vardı; bahar gibi tomurcukları vardı; Granada kentine benzeyen gözleri vardı, hedefe atılan mermilerden daha hızlıydı; kalelerden daha sağlamdı. Köklerini insanoğlunun yüreğine daldırdı. Yeni yüzyılın başlangıcında şairlerin, şiiri duyuracak bir devrime öncülük etmeleri olası görünmüyor. Şiir yalnızca insanın ilerlemesinin ve insan soyunun gelişiminin, kitaplara ve kültürlere erişebilirliğin sonucu olarak yaygınlaşacaktır. Şiir insanın acılarına uzanan bir köprüdür. Şaire kulak verilmelidir. Bu tarihten alınan bir derstir.

(1968-70 , Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, s.111)



Muzaffer Halk

Yüreğim bu kavganın içinde
Kazanacak halkım
Bütün halklar kazanacak bir bir.
Bu acılar ıslak bir mendil gibi
Kumlar arasından
Şehit duraklarından.
Çıkaracak her şeyi,
Şanlı günler yakındır çünkü
Kinler kusacak bir an
Ceza veren elle



Şiir isyandır!

Belki de şairin yükümlülükleri tarihin her döneminde aynıdır. Şiir sokaklara taşmak, çarpışma üstüne çarpışmada yerini almak için saygı gördü. İsyancı diye anıldığında, şairin gözü korkutulamadı. Evet, şiir isyandır. Şair yıkıcı diye çağrılsa bile alınmaz. Yaşam toplumsal yapılardan (yasalardan) daha önemlidir, ve ruh için yeni düzenlemeler vardır. Tohumlar her yana saçılır, tüm fikirler egzotiktir, her gün önemli değişiklikler bekleriz, insana özgü düzendeki bir değişimin heyecanını yaşıyoruz: bahar isyankardır.

Biz şairler nefretten nefret ederiz ve savaşa karşı savaşırız.

(1868’de Concepcion Üniversitesinde yaptığı konuşmadan,
Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, s. 99)




Hepsi Buradalar

Yanıbaşımdaymış gibi
Toplanın bir bir
Kavgamız sürüp gidecektir
Fabrikada, tarlada yani
Sokakta ve güherçile madeninde
Kırmızı ve yeşil bakırın ağzında,
Korkunç dehlizinde kömürün
Kavgamız her yerde sürecektir, kardeşler!
Ve ölülerimize adadığımız,
Kanımızla ıslanmış bu bayraklar
Yüreğimizde sonsuz bir ilkbahar yaprağı gibi
Serpilip gelişecektir!



Neruda’nın Türkçeye Çevrilen Kitapları

* 100 Aşk Sonesi, Pablo Neruda, Gendaş; Şiir; İstanbul Ocak 1998

* 20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir fiarkı/Şiir Anıtları 3, Pablo Neruda; Şiir, Tercüme: Sait Maden, Çekirdek Yayınlar; İstanbul, Kasım 1996

* Aşk Soneleri/Ateşten Kılıç, Pablo Neruda; Tercüme: Metin Cengiz Papirüs Yayınevi; Şiir; İstanbul Temmuz 1995

* Gölge Bile Yalnız, Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova Å?yi fieyler Yayıncılık; Edebiyat, Şiir; 1.Hamur; İstanbul Mart 1994

* Kaptanın Dizeleri ve Yürekteki İspanya, Pablo Neruda; Tercüme: Erdoğan Alkan Kaynak Yayınları; Edebiyat, Şiir; İstanbul Aralık 2000

* Yürekte İspanya, Pablo Neruda, Çev: E.Gökçe; şiir, evresel yay. 2003

* Kara Ada Şiirleri/Şiir Anıtları 7, Pablo Neruda; Tercüme: Sait Maden Çekirdek Yayınlar; Şiir ; İstanbul Haziran 1998

* Kuruntular Kitabı, Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova İmge Kitabevi Yayınları; Şiir; İstanbul Aralık 1999

* Kuşlar Sanatı, Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova Milliyet Yay; Şiir; İstanbul Eylül 1998

* Kültürlerarası Şiir, Johann Wolfgang von Goethe, Octavio Paz, Pablo Neruda, Salah Abdussabur, Sunuş: İbrahim Serhat Canbolat; Türkçeleştiren: İbrahim Serhat Canbolat Alfa Bas.Yay.Dağ.; Şiir; İstanbul, 1997

* Makasçı Uyansın, Pablo Neruda; Tercüme: Nice Damar Evrensel Basım Yayın; Edebiyat, Şiir; İstanbul Mayıs 1996

* Saf Şiir Yoktur, Bertolt Brecht, Louis Aragon, Pablo Neruda, Paul Eluard, Vladimir Mayakovski, Broy Yayınları; Edebiyat, Şiir (Yerli), Edebiyat Bilimi; İstanbul, Ocak 1994, 1. Baskı: Mart 1984, 3. Baskı

* Sorular Kitabı, Pablo Neruda; Tercüme: Acem Özler, Jörg Spötter, Şahap Eraslan, Broy Yayınları; Edebiyat, Şiir; İstanbul 1992

* Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak/-Yazı ve Konuşmalar-, Pablo Neruda; Tercüme: Nesrin Arman; Broy Yayınları; Şiir (Yerli), Genel, Anı-Günce-Mektup, İstanbul Mayıs 1997

* Şiirler, Pablo Neruda; Tercüme: Hilmi Yavuz Cem Yayınevi; Şiir (Yerli), Edebiyat; İstanbul 1997

* Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Pablo Neruda, Anı, günce, mektup; Çev; Ahmet Arpat, Alan yay. 1990

* Yüreğim Rüzgarla Özgür, Pablo Neruda, Adam Yayınları; Şiir;

* Yüz Aşk Şiiri, Pablo Neruda, Tercüme: E. Alkan Kaynak Yay; Şiir; İstanbul, 1998 1. Baskı
* Yeryüzünde Konaklama

Neruda üzerine kitaplar
* Pablo Neruda, Volodia Toitelboim; Çev:A. Karaçoban, inceleme; Kavram yay; Ekim 1999