24 Eylül 2005 Sayı: 2005/38 (38)

  Kızıl Bayrak'tan
  Direniş geleneği bu topraklarda bitirilemez!
  Erdoğan New York'ta umduğunu bulamadı
  TMY Yasası ve düzenin çıkmazı
  Türk-İş ve Emek Platformu; İhanete devam!
  DİSK bu kadar sahipsiz mi?
Ulusalcı faşistlerin Kürt düşmanlığı
New York'ta BM Milenyum Doruğu yapıldı
  Serna ve Seral işçileri grevde!
  Sözleşmeli öğretmenlik ya da kölelik
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler /Y. Akkaya
  ÇHD'nin açıklaması; Polis copları çalışırken fonda DİSK vardı
  Kürt hareketinden; Eylemsizlik süreci 3 Ekim'e kadar uzatıldı
  BEKO'da sadaka düzeyinde zam
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu (Orta sayfa)
  Irak'ta halklar birbirine düşürülmek isteniyor
  Basra'da halk İngiliz tanklarını ateşe verdi

  Ukrayna; '"Turuncu devrim"in erken çöküşü!

  Almanya'da seçimler ve gösterdikleri
  İMES'ten bir patron; Bahadır Tanrıkulu
  Mamak İKE; Emekçi kadınlar 1 Ekim'de buluşuyor!
  2. Çiğli İşçi Kurultayı gerçekleştirildi
  Kurultay çalışmalarından...
  12 Eylül faşizmi üzerine-3 / M. Can Yüce
  Bültenlerden / OSB-İMES İşçi Bülteni
  Basından: Galataport tezgahı /Mustafa Sönmez
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Almanya'da seçimler ve gösterdikleri

Bir süredir Almanya'nın gündeminde olan seçimler nihayet yapıldı. Geçtiğimiz Pazar günü (18 Eylül) yapılan erken genel seçimler ortaya ilginç bir siyasal tablo çıkardı. Deyim yerindeyse herkes şaşkın. İlerici-gerici, tüm siyasi çevreler ortaya çıkan tabloya bir anlam vermeye çalışıyor.

En iddialı araştırma şirketlerinin dahi seçim öncesi tahminleri tutmadı. Sermaye çevreleri huzursuz, özellikle Hıristiyan Birlik Partileri şaşkın durumda. Medya sürekli senaryolar üretiyor. Kamuoyunda ise meraklı ve biraz da tedirgin bir bekleyiş var.

Seçim sonuçları ve siyasal cephede kilitlenme

Sermaye sınıfı son birkaç yıldır uygulanmasını istediği “reformları”, daha doğru bir söyleyişle, işçi ve emekçilerin yaşamını her geçen gün biraz daha çekilmez hale getiren sosyal yıkım saldırılarını kararlılıkla ve daha büyük bir acımasızlıkla sürdürecek güçlü bir hükümet istiyordu. Bu ise , FDP'nin de içinde yer alacağı, CDU başkanı Angela Merkel'in başbakanlığında bir CDU-CSU ve FDP koalisyon hükümeti idi. Sermaye çevreleri, medyayı da etkin bir biçimde kullanarak, böyle bir hükümetin oluşması için yoğun bir çaba harcadı. Ne var ki, sermaye çevrelerinin, sermaye basını ve medyasının, bu arada eski İMF başkanı ve bir Amerikancı olan Cumhurbaşkanı Horst Köhler'in çabaları yeterli gelmedi. Tümünün arzularına karşın, Hıristiyan Birlik Partileri (CDU ve CSU) gerekli çoğunluğu sağlayacak bir oy oranına ulaşamadı. Seçim öncesi tahminlerin ( %42) aksine, bu partiler ancak %35,2 oranında oy alabildiler.

SPD'ye gelince, iktidarda olduğu 7 yıl boyunca uyguladığı sosyal yıkım politikalarının dolaysız bir sonucu olarak büyük bir güç ve itibar kaybına uğramıştı. Yapılan tüm yerel seçimleri kaybetmiş, en son olarak 39 yıllık kalesi olan Kuzey Ren Vestfalya'da da tam bir hezimete uğramıştı. Erken genel seçim kararını aldıran da bu ağır yenilgi olmuştu. Doğal olarak SPD'nin düşük oranda bir oy alması bekleniliyordu. Buna karşın SPD % 34,3 oranında oy toplayarak herkesi şaşırttı.

Sermaye çevrelerini, medyayı ve kamuoyunu şaşırtan bu sonucun elbette nedenleri var. Özetle belirtilecek olursa;

a) Merkel'in bütçe ve maliyeden sorumlu bakan yapmak istediği Paul Kirchof'un, gelir ve kazanç durumuna bakmaksızın herkesten eşit oranda %25 vergi alınacağını ileri sürmesi, b) Katma değer vergisini iki puan arttırma açıklaması, c) Merkel'in ‘para yok' gerekçesi ile doğu ve batı arasındaki ücret farklarını, örneğin işsizlik parası II'deki farkı korumak istemesi, d) CSU Genel Başkanı Edmund Stoiber'in “Almanya'da kimin başbakan olacağını yine hüsrana uğramış Doğulular'ın belirlemesini kabul edemeyiz” diyerek Doğu Alman emekçilerini aşağılaması ve onlara “ikinci sınıf”' vatandaş muamelesi yapması. Ve nihayet Merkel'in gizlemekte güçlük çektiği ABD hayranlığı ve ekonomi de dâhil her alanda Almanya'yı ABD'nin etkisine açık hale getirme niyeti, bu sonucun ortaya çıkmasında rol oynayan başlıca etkenler olmuştur.

Tüm bu nedenler, aynı zamanda, SPD'nin seçimler öncesinde yapılan tahminlerin üstünde oy almasının da açıklaması olmaktadır. Daha açık bir biçimde ifade edilecek olursa, iktidardayken izlediği yıkım politikaları nedeniyle SPD'den desteğini çeken emekçilerin bir bölümü, Merkel'in başbakanı olacağı bir Hırıstiyan Birlik Partileri hükümetinin sosyal yıkımı daha da derinleştireceğini, bu durumda çalışma ve yaşam koşullarının daha da kötüleşeceğini düşünerek, deyim yerindeyse “ehven-i şer” mantığıyla yeniden SPD'ye oy verdi. SPD'nin, Merkel'in aksine, Alman halkının yıllardır alışık olduğu sosyal adalet ve dayanışmadan yana söylemi ile SPD-Yeşiller hükümetinin Almanya'yı savaşın dışında tutma “başarısı” da bunda önemli rol oynadı.

Seçimlerde Yeşiller aşağı yukarı eski oy oranlarını korudular. Fakat mevcut tablo üzerinden bakıldığında, bu partinin geçmişteki gibi anahtar rol oynama konumunu yitirdiği görülmektedir.

FDP ise oy oranını artırdı. Bu oylar her dönem ittifak yaptığı Hıristiyan Birlik Partileri'nden çalınma oylardır, dolayısyla fazla bir anlam atfetmek gerekmiyor

Dikkate değer olan, PDS-Wasg'dan oluşan Sol Parti'nin durumudur. Bu parti seçimlerde elde ettiği %8.7'lik oy oranı ile dördüncü parti konumunu kazanmış bulunuyor. Bunu, SPD'nin yıpranmasına ve samimi olup olmamasından bağımsız olarak işçi ve emekçilerin sosyal sorunlarına sahip çıkmasına borçludur. Bu durum, kimi ilerici çevrelerin, bir kısım sendikacının ve en önemlisi de SPD ve diğer düzen partilerinden umudunu kesmiş belli bir işçi ve emekçi tabanının bu partiyi desteklemesini sağlamıştır.

NPD ve DVU gibi faşist partiler ise, sermayenin ve devletin desteğine rağmen, %5 barajını aşamadılar. Doğu Almanya ile sınırlı, kayda değer olmayan bir oy oranı ile yetinmek zorunda kaldılar.

Rakamların dili ve gerçek

Seçimlerin ortaya çıkardığı tablonun Hıristiyan Birlik Partileri için bir başarısızlığı ifade ettiği açıktır. Tahminlerin üzerinde bir oy oranına ulaşmış olsa da, durum SPD açısından da iç açıcı değildir. Schröder'in sonucu başarı olarak nitelemesi boşunadır.

Herşeyden önce, ortada Alman siyasi çevrelerinin “pat” olarak niteledikleri bir kilitlenme durumu söz konusudur. Bir kere, hiçbir parti tek başına salt çoğunluğu oluşturabilecek yeterlilikte bir oy oranına sahip değildir. Dolayısıyla, istikrarlı bir hükümete duyulan ihtiyaç tüm yakıcılığıyla orta yerde durmaktadır. İşte bu durum sermaye çevrelerini tedirgin etmektedir, zira bu durumu kriz içindeki Alman ekonomisinin çıkarları (yani kendi çıkarları) ve geleceği için tehlikeli bulmaktadırlar

Sermayeyi asıl korkutan ve tedirgin eden ise, bu tablonun arkasında yatan sosyal-sınıfsal nedenlerdir. Rakamların aldatıcı dili bir yana bırakılır ve güncel tartışmaların darlığından arındırıldığında, bu tabloyu çıkartanın, işçi ve emekçilerin sosyal tepkisi olduğu anlaşılacaktır. İşçi ve emekçiler, sermayenin yedi yıl boyunca SPD-Yeşiller hükümeti aracılığıyla uyguladığı sosyal yıkım politikalarına, bunun bir ifadesi olan yoğun iktisadi sömürye, işsizliğe, yoksulluğa, eğitimsizliğe, sosyal eşitsizliğe ve adaletsizliğe ve nihayet gelecek güvencesinden yoksunluğa hayır demiştir. Emekçi yığınların bu tepkisi özellikle gelecek açısından büyük değer taşımaktadır.

Önümüzdeki dönem sosyal mücadelelere gebedir

Ortaya çıkan can sıkıcı tabloya rağmen, sermaye çevrelerinin sosyal yıkım programlarını daha kararlı, daha acımasız ve hızlandırılmış bir biçimde uygulayacak güçlü bir hükümet arayışı sürüyor. Bu çerçevede, başta metal işverenleri olmak üzere sermaye çevreleri, CDU-Yeşiller ve FDP'den oluşan bir hükümeti değil, CDU-CSU ve SPD'den oluşacak büyük bir koalisyonu tercih ediyorlar. Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği Başkanı Ludwig Georg Braun “istikrarlı çoğunluk” talep ederek bu niyeti ortaya da koydu. Braun “İşverenler zirvesinde gelişmeler, SPD ile CDU'nun birçok ortak yanı olduğunu ortaya çıkardı” diyerek, tarafları ve kamuoyunu buna alıştırmaya çalışıyor.

Yeni hükümet arayışları ve buna ilişkin çabalar önümüzdeki günlerde devam edecektir. Eninde sonunda bir hükümet kurulacaktır. Şimdiden kesin olan şudur ki, hangi hükümet iş başına gelirse gelsin, emekçi düşmanı bir sosyal yıkım hükümeti olacaktır. Alman ekonomisinin durumu hiçbir hükümete esneme imkanı bırakmamaktadır. Alman burjuvazisi ve devletinin dünya egemenliği uğruna mücadele sorunu bunu ayrıca imkansız kılmaktadır. Öte yandan, bu durumun kendisi, işçi ve emekçileri çok daha kötü günlerin beklediğinin göstergesidir. Önümüzdeki dönemde sermayenin sosyal yıkım saldırısının daha acımasız boyutlar kazanacağı kesindir. Kesin olan bir şey daha var ki, o da, önümüzdeki dönemin aynı zamanda işçi ve emekçi hareketliliğine gebe olduğudur.

Yerlisi ve yabancısı ile ilerici ve devrimci güçler bu bilinçle önümüzdeki döneme hazırlanmalıdırlar.

Yapılan seçimlerin sonuçlarından biri de, Türkiyeli işçi, emekçi ve ilericilerin, Almanya'daki toplumsal-siyasal yaşama gitgide daha fazla müdahale eder hale gelmeleridir. Bu gelişme Türkiyeli komünist ve devrimcilere ek sorumluluklar yüklemektedir.

Kızıl Bayrak/Almanya