24 Eylül 2005 Sayı: 2005/38 (38)

  Kızıl Bayrak'tan
  Direniş geleneği bu topraklarda bitirilemez!
  Erdoğan New York'ta umduğunu bulamadı
  TMY Yasası ve düzenin çıkmazı
  Türk-İş ve Emek Platformu; İhanete devam!
  DİSK bu kadar sahipsiz mi?
Ulusalcı faşistlerin Kürt düşmanlığı
New York'ta BM Milenyum Doruğu yapıldı
  Serna ve Seral işçileri grevde!
  Sözleşmeli öğretmenlik ya da kölelik
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler /Y. Akkaya
  ÇHD'nin açıklaması; Polis copları çalışırken fonda DİSK vardı
  Kürt hareketinden; Eylemsizlik süreci 3 Ekim'e kadar uzatıldı
  BEKO'da sadaka düzeyinde zam
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu (Orta sayfa)
  Irak'ta halklar birbirine düşürülmek isteniyor
  Basra'da halk İngiliz tanklarını ateşe verdi

  Ukrayna; '"Turuncu devrim"in erken çöküşü!

  Almanya'da seçimler ve gösterdikleri
  İMES'ten bir patron; Bahadır Tanrıkulu
  Mamak İKE; Emekçi kadınlar 1 Ekim'de buluşuyor!
  2. Çiğli İşçi Kurultayı gerçekleştirildi
  Kurultay çalışmalarından...
  12 Eylül faşizmi üzerine-3 / M. Can Yüce
  Bültenlerden / OSB-İMES İşçi Bülteni
  Basından: Galataport tezgahı /Mustafa Sönmez
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Galataport tezgahı...

Tüpraş'ta olan, Galataport'ta da oldu. Mazruf bırakılıp zarfla uğraşıldı. Özelleştirme doğru mu, yanlış mı bırakılıp, tartışmalara işin akçalı tarafı hakim oldu.

Galataport'a teklif veren İsrailli firma ile yerli ortağının ihalede verdikleri 4.5 milyar dolarlık teklifin 46 yıla yayılmış yıllık ödemelere dayanmasına Rahmi Koç bile tepki gösterdi, bilseydim ben de şahsım için girerdim ihaleye, dedi.

Tepki büyüyor. Tepki sadece Galataport'un ihale biçimine değil, Sami Ofer'in Tüpraş'ın hisselerinin yüzde 14,5'unu ucuza almış olmasına, Kuşadası Limanı'nı almasına ve sonraki icraatlarına da. Ama, tartışmalarda hâlâ hakim olan renk, özelleştirmenin gerekli olup olmamasına, Galataport isimli projeye değil. İtiraz sahibe, sahibin kayrılmasına.

Sahip (Sami Ofer), sıradan biri değil. Kruvaziyer turizmin dünyaca önemli isimlerinden. Karayipler'deki gücünü Doğu Akdeniz'e taşıma çalışması yapıyor. Bizde Kuşadası'ndan sonra Galata'ya uzandı. Haydarpaşa'nın altından çıkarsa hiç şaşırmam! Faaliyeti limanlarla kalmaz. Otelcilik, mağaza işletmeciliği, eğlence endüstrisi, tümüne uzar ve kapattığı limanlarda kendi borusunu öttürür, tekelciliğin dik alasını yapar, yapacak.

Sami Ofer'i AKP içinden kayıranlar varsa, tabii ki ortaya çıkacak, hatta TBMM'ye getirilip divan konusu bile yapılacak. Ama, şu ihaleye çıkarılan projeyi, bunun Büyükşehir'in by-pass edilerek, anti-demokratik bir süreçle yapılmasına çıt çıkaran var mı?

Niye ille de Galataport, niye antrepoların yıkımını da öngören ve kamuya bir nefes alanı yaratacak bir ferahlama projesi değil, diye soran var mı? Turizmin arkasına saklanıp İstanbul'u haraç mezat satıyorsunuz, bunun kılıfını hazırlamak için de Büyükşehir Belediyesini bile devreden çıkarıyor, yasayı, hukuku, demokratik teamülleri altüst ediyorsunuz diye şikayetçi olan var mı?

Galataport ihalesiyle ilgili Vehbi'nin Kerrakesini, Eski Kültür ve Turizm Bakanı, şimdiki ANAP lideri Erkan Mumcu'dan öğreniyoruz.

Mumcu, “Galataport benim projem, benim hayalimdi“ açıklamasını şöyle sürdürmüş:

“İhale yapılmasını istedim, ipler gerildi. AKP'den bu yüzden ayrıldım. Her adıma yasal kılıf uyduruldu. Doğru yöntem 49 yıllık değil, havalimanlarında olduğu gibi 10 yıllık olmalıydı. Fakat burada daha da önemli olan, temmuz ayında Kıyı Kanunu'nda yapılan değişikliktir.

“Bu değişiklikle imar planındaki her türlü düzenleme ve değişiklik yetkisi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'na devredildi. Yani yerel yönetim ve bakanlıklar safdışı bırakıldı. Acaba bu yasal değişiklikten ihaleye giren diğer grupların haberi var mıydı? Çünkü bu değişiklik Galataport'un fiyatını katlayacak niteliktedir.”

Mumcu, ihaleyi kazanan Global-Ofer ortaklığının daha önce Başbakan Erdoğan ile iki kez görüştüğünü de öne sürüyor. Ve şöyle devam ediyor:

“Kazanan grup burayı Hong Kong haline getirecek. Arada 2.1 milyar Euro fark olmasının sebebi budur. Proje iyi ama yöntem bu olmamalıydı.”

Geçen temmuzda yasalaşan “Torba Özelleştirme Kanunu”ndaki bir madde Galataport'ta Kutman-Ofer ikilisine imar avantajı sağlarken, aynı avantaj Haydarpaşa için de geçerli olacak.

Hatırlayalım, ne olmuştu temmuzda? Temmuz 2005'te tatile girmeye hazırlanan TBMM'de “Torba Özelleştirme Kanunu” adı verilen yasa paketi görüşüldü, torbada birbiriyle ilgisiz pek çok düzenleme vardı.

Galataport'u ilgilendiren maddede şöyle deniliyordu: “Özelleştirme kapsam ve programına alınan ve sahil şeridi belirlenen veya belirlenecek olan alanlar ile kıyı ve dolgu alanlarında yapılacak yat ve kruvaziyer limanlarının ihtiyacı olan yönetim birimleri, destek birimleri, bakım ve onarım birimleri ve konaklama birimleri ile ilgili kullanım kararları ve yapılanma şartları imar planı ile belirlenir.”

Tasarı Meclis'te gece yarısı baskınıyla oylandı ve kabul edildi. Adı Kuşadası Tatilköyü ve Park Otel'in satışıyla ve bu arada Tüpraş'ın yüzde 14,76 hissesinin gizlice satılmasıyla kamuoyunun gündemine gelen İsrailli Ofer ile Türk ortağı, eski Başbakan Mesut Yılmaz'ın yeğeni Kutman, 3 yılı ödemesiz, yıllık 100 milyon dolar kira ile Galataport'u, rakiplerine fark atarak kazandılar.

Torbadaki “Madde 13” sadece yine Kutman'a ait olan Egeport ile Galataport'u ilgilendiriyor. Buraların imarını Kıyı ve SİT Kanunu'ndan bağımsız hale getiriyor. Alana “Dilediğini yap” diyor.

İşte Galataport'a en yakın rakipten 2 milyar Euro fazla fiyat verilmesinin nedeni Özelleştirme Kanunu ile bölgenin imarını Kıyı Kanunu kapsamından ve SİT alanından çıkartılarak özel kanunla düzenlemek. Oraya gökdelen dikildiğinde ihalede verilen rakamın hele ki, yıllık ödenecek kiranın diş kovuğunu doldurmadığı anlaşılacak.

Galataport, bir anlamda Haydarpaşa Projesi gibi özel kanuna tabi hale getirildi, her iki alanda da imar yetkisi Ankara'ya, yani Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na verilerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Belediye Meclisi devre dışı bırakıldı.

Bunu kent hukuku ve çağdaş imar hukuku açısından onaylamak mümkün değil. Proje öyle çarpık ki, limanda residence konutların yapımı bile var. Limanda konutun ne işi var sorusuna da “burada gece de yaşansın istedik” diye yanıt vermişler...

Projenin ne getirip ne götüreceğini ise turizmci şapkasına rağmen Turizm Yatırımcılar Derneği eski başkanı Tavit Köletavitoğlu çok güzel ifade etmiş.

Kentin ihtiyaçlarının göz ardı edildiğini öne süren Köletavitoğlu, “İstanbul'da daha az yoğunluklu ve kültürel ağırlıklı projelere ihtiyaç var. Fakat gerek kruvaziyer limanı, gerekse otel ve alışveriş merkezleriyle o bölge ranta hizmet edecek. İhaleyi kazananlar amaçlarına ulaşacak ama İstanbul kaybedecek” diye konuşmuş.

Demek ki, turizmci şapkasıyla Galataport'a böyle yaklaşmak da mümkün oluyormuş. Aslında, bu tür projelere en büyük tepkinin turizm sektöründen gelmesi gerekiyor. Diğer turizmciler de bilmezler mi ki, Köletavitoğlu'nun söylediği gibi, İstanbul kaybederse, turizmci de kaybeder. Bu kadar mı zor bunu görmek?

Mustafa Sönmez

(Bianet, 21 Eylül ‘05)

----------------------------------------------------------------------------------------

Merinos'un makinelerini söktük hurdacıya sattık (Merinos özelleşti!)

Özelleştirme Yüksek Kurulu, Bursa'daki ünlü Merinos Yünlü Sanayi İşletmesi'nin makine ve teçhizatının bir hurdacıya yüzde 20'si peşin, kalanı taksitle ödenmek üzere 3 milyon 825 bin YTL bedelle satılmasına karar verdi.

Böylece Merinos'un özelleştirilmesi başarı (!) ile tamamlanmış oldu. Hatırlayan belki vardır... Bizler bir zamanlar “Balkanların ve Ortadoğu'nun en büyük tekstil tesisi” diyerek Merinos ile pek övünürdük.

Merinos fabrikası 1933-1937 yılları arasında uygulanan ve de ilk sanayi tesislerimizin kuruluşunun yolunu açan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında kurulmuştu.

İnönü'nün temelini 1935 yılında attığı fabrikayı 2 Şubat 1938 tarihinde Atatürk açmıştı.

Hurda lazım

Bu fabrikanın kuruluşuyla Türkiye'de Merinos cinsi koyun yetiştirilmeye başlandı. Bu koyunların tüyü ile dokunan yünlü kumaşlar Avrupa piyasalarında en kaliteli kumaşlarla rekabet eder durumda idi.

Fabrikada 6 bin işçi çalışıyor, aileleri ile birlikte Bursa'da 30 bin kişi bu fabrikadan ekmek yiyordu.

Özelleştirme Yüksek Kurulu önce fabrikadaki üretimin durdurulmasına ve işletmenin kapatılmasına, ardından kapsam içi personelin iş akitlerinin feshedilerek tazminatlarının ödenmesine karar verdi. Fabrikanın, kapasitesini artıracak, modernleştirecek ve böylece işletecek bir sermaye grubuna satılması beklenirken, Özelleştirme Yüksek Kurulu, fabrikanın içindeki makine ve teçhizatın hurdacıya satılmasını, binaların ve Bursa'nın göbeğindeki 318 dönüm fabrika arsasının Bursa Belediyesi'ne “bila bedel” devrini uygun gördü.

(…)

Güngör Uras

(Milliyet, 21 Eylül 2005)