08 EKİM 2005 Sayı: 2005/40 (40)

  Kızıl Bayrak'tan
  AB hayallerinin çöküşü ve AB'ye hizmette buluşanlar
  AB ile müzakere süreci başladı.
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor
  Meclis yeni saldırılar için işbaşı yaptı
  "Sosyal Güvenlik Reformu" uygulanmadan iflas etti
Erdemir'de yağma savaşının galibi OYAK
Özelleştirme gelirleri sermayenin derdine derman olabilir mi?
  Özelleştirme saldırısında yeni hamleler
  Devlet terörü her yerde
  Tarımda yıkım ve emekçi köylülük
  Milliyetçilikler kıskacında sendikacılık ve sınıf mücadelesinde "D"İSK / Y. Akkaya
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/3 (Orta sayfa)
  Fransa'da onbinlerce emekçi grevde
  Kapitalist düzende parçalanmış insan cesetleri de "para eder"!

  İran yine hedef tahtasında!

  Suriye yine hedefte!
  Kürdistan sorunu, çözüm dinamikleri ve handikapları/2
  Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından
  Emekçi Kadın Buluşması gerçekleşti.
  Emekçi Kadın Buluşması; Taleplerimizi kazanmanın yolu mücadeden geçiyor!
  Bültenlerden / Kamu Emekçileri Bülteni
  Savaşsız bir dünya sosyalizmle gelecek!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Tarımda yıkım ve emekçi köylülük

ABD, AB gibi emperyalist odakların Türkiye'de tarımı kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek amacıyla İMF ve Dünya Bankası aracılığıyla dayattıkları Tarım Reformu Projesi (ARIP), 2000 yılından beri uygulanıyor. Geçen beş yılda varılan nokta tam anlamıyla “tarımın çökertilmesi” oldu. Tarımdaki yıkım politikalarından dolaysız biçimde etkilenen emekçi köylülük yeni saldırıların da hedefi durumunda.

Tarım sektöründe yıkım politikaları

Tarım sektöründe yıkım politikası oldukça bilinçli bir politikanın sonucu olarak ortaya çıktı. ‘70'lerin başıyla birlikte, emperyalist devletler, uyguladıkları yeni teknolojiler ve her türlü destekleme aracını sonuna dek kullanarak tarımsal üretimlerini artırdılar. Önce kendi kendine yeterli hale geldiler, sonra da yeni pazarların bulunmasını gerektiren üretim fazlaları oluşmaya başladı. İşte tam da bu nedenden dolayı azgelişmiş ülkelerin tarımsal kaynaklarını çökertmek ve pazarlarını ele geçirmek için bir saldırı programı başlatıldı. Bu saldırı ünlü neoliberal politikaların başlangıcı sayılan 1980'li yılların başında birçok azgelişmiş ülkeye dayatılan “yapısal uyum programları” ile gerçekleşti. Böylece İMF'nin “istikrar” ve Dünya Bankası'nın “yapısal uyum” programlarıyla azgelişmiş ülkelerin tarımına da el atmanın önü açılmış oldu.

İMF ve Dünya Bankası tarafından bağımlı ülkelere dayatılan tarım politikası, özet olarak şu çerçevede gelişti: Ticaretin serbestleştirilmesi, tahıl piyasalarının kuralsızlaştırılması, destekleme alımlarının kaldırılması, tarım girdilerine uygulanan sübvansiyonların yokedilmesi, tarıma yönelik düşük faizli kredilere son verilmesi, ülkenin geleneksel üretiminin gıda üretiminden ihracata dönük ticari tarım ürünlerine yönlendirilmesi, tarım hizmetlerinin özelleştirilmesi ve kamu arazilerinin özelleştirilmesi. Ağırlıklı olarak tarıma dayalı ülkelerde uygulanan bu İMF politikaları tam anlamıyla bir yıkıma yolaçtı.

1990'ların ortalarına gelindiğinde bu tabloya iki “küreselleşme” öğesi daha eklendi: Gümrük Birliği'ne geçişin getirdiği AB Ortak Tarım Politikası'nı (OTP) Türkiye'nin kendi kaynaklarından finanse ederek uygulaması ve tarımda serbest dolaşıma geçiş; GATT Uruguay Anlaşması'nın tarım ürünleri ticaretinde de serbestleşmeyi getirmesi.

Haziran 1998'de, hükümetin açıkladığı Ekonomik Politikalar Bildirgesi'ne dayalı olarak İMF ile -dış kaynak arayışlarına yardımcı olarak- Yakın İzleme Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla hükümet İMF'den mali destek istemeksizin bu kuruluş tarafından izlenip denetlenecek bir istikrar ve yapısal uyum programını, bu bağlamda “reformları” taahhüt ediyordu.

2000'li yılların başında imzalanan İMF ile 18. stand-by anlaşmasında tarıma bir darbe daha vuruldu. İMF ve Dünya Bankası'nca dayatılan tarımsal reform programının esas amacı, ülke tarımını uluslararası tarım tekellerinin yağmasına açmak, ABD ve AB ülkelerinin biriken tarım ürünlerine pazar yaratmaktı. Program ana hatlarıyla şöyle özetlenebilir: Önceki dayatmaların yanısıra; girdi, kredi ve fiyat desteklerine dayanan mevcut sistemin doğrudan gelir desteği (DGD) sistemiyle değiştirilmesi, destekleme alımlarının nicel olarak sınırlandırılması, bazı ürünlerin (fındık, tütün, şekerpancarı) üretim alanlarının daraltılması, üretimlerinin azaltılması, tarım ürünleri ithalatında koruma oranlarının düşürülmesi, kamunun tarım ve tarımsal sanayi üretiminden çekilmesi çerçevesinde tarımsal KİT'lerin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi, Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri'nin işlevsiz hale getirilmesi, ürün işleme birimlerinin anonim şirket statüsüyle özelleştirilmesi ya da tasfiyesi.

Kamuya ait şeker fabrikalarının özelleştirilmelerine zemin hazırlayan, şeker satış fiyatlarının fabrikalar tarafından serbestçe belirlenmesine olanak tanıyan ve şekerpancarı üretimine kota getiren yasa 4 Nisan 2001'de; uluslararası tütün tekelleri (Philip Morris, JTI, BAT) ve yerli ortaklarının (Sabancı, Koç) Türkiye'de sigara pazarının tümünü ele geçirmek için dayattıkları Tütün Yasası ise 3 Ocak 2002'de meclisten geçirildi.

Yıkım ve özelleştirme politikaları ile Türkiye'deki tarım uluslararası tarım tekellerinin açık pazarına dönüştürülmek istenmektedir.

Emperyalizm ve tarımda tekelleşme

Günümüzde dünya tarımını 6 çokuluslu şirket kontrol ediyor. Bunlardan Cargill ile Archer Daniels Midland (ADM) tarım üretiminin yüzde 60'ını tekelinde bulunduruyorlar. Novartis, Monsanto, Aventis ve DuPont gibi 4 çokuluslu şirket de dikkate alındığında bu 6 çokuluslu şirket dünya tarımının yüzde 90'ını kontrol ediyorlar. 2000'li yılların başında dünyada tarım ürünleri ihracatının yüzde 57'sini ABD ve AB ülkeleri gerçekleştiriyordu.

2000 yılı itibariyle, yani Uruguay Turu'ndan 6 yıl sonra, tarım ürünlerine verilen destek oranı ABD'de yüzde 22, AB'de yüzde 38, Japonya'da yüzde 64'tür. 2001 yılı rakamları ile AB tarıma 105.6 milyar dolar destek verirken Türkiye aynı dönemde 6.3 milyar dolar destek verdi. ABD ise Mayıs 2002 başında tarım sübvansiyonlarını yüzde 70 artırma kararı aldı.

Kendi ülkelerinde destekleyici-koruyucu politikaları sürdüren ABD ve AB emperyalizmi , Türkiye'ye tarımı desteklemekten vazgeçmesini, piyasasını rekabet koşullarına bırakmasını dayatmaktadırlar. Böylelikle, tüm diğer azgelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye de uluslararası sermayenin açık pazarı haline getirilmektedir.

Türkiye'de emekçi köylülüğün durumu

“Tarımdaki tüm girdi, kredi fiyat ve desteklerinin kaldırılarak dünyanın hiçbir ülkesinde tek başına uygulanmayan doğrudan gelir desteğine (DGD) geçilmesi; gerek çiftçiler gerekse bölgeler arasındaki gelir eşitsizliklerinin daha da artmasına yol açmıştır. DGD ödemelerinin dağılımına bakıldığında, aslan payının az sayıda büyük çiftçilere aktarıldığı görülmektedir... Çiftçilere yıl içerisinde işledikleri arazi gözönünde bulundurularak 500 dekara kadar DGD ödemesi yapılmaktadır. Ancak 50 dekarın altında araziye sahip olan çiftçilerin çoğu bu ödeme için başvuru yapmamaktadır. (Türkiye Tarımında İMF Tahribatı, ZMO Bursa Şubesi, 19 Eylül 2005).

Yıllardır uygulanagelen İMF ve DB reçetelerinin emekçi köylülüğü getirdiği nokta budur. Dahası, AB'nin dayattığı tarım politikasıyla beraber Türkiye'de tarım daha da çökertilecek, emekçi köylülük zaten büyük ölçüde kaldırılmış olan korumacılıktan hiç yararlanamayacak, doğrudan gelir desteği kır burjuvazisini palazlandırırken, emekçi köylülüğün durumu daha da kötüleşecektir. ABD ve AB'nin dayatmaları sonucu giderek yoksullaşmış olan emekçi köylülük günden güne sefalet koşullarına daha fazla itilecektir.

Bugün kırlarda İMF politikalarına ve hükümetin uygulamalarına karşı öfke ve hoşnutsuzluğun düzeyinde bir yükselme var. Geçtiğimiz haftalarda Manisa'da yapılan onbinlerin katıldığı miting bunun bir göstergesiydi. Yıkım politikaları ve gündemdeki AB tarım politikaları, emekçi köylülük ve kır burjuvazisi arasındaki sınıfsal farklılığı daha da keskinleştirecektir. Saldırılar esas olarak emekçileri ve küçük üretici köylüyü vuracak, büsbütün yıkıma uğratacaktır. Emekçi köylülüğün sınıf kardeşleriyle bütünleşmek, kendi örgütlülüklerini kurmak, işbirlikçi sermaye ile ABD, İMF ve AB gibi odaklar ve onların yıkım politikalarına karşı mücadeleyi yükseltmek dışında bir çıkış yolu yoktur.