5 Aralık 2008 Sayı: KB 2008/01(48)

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek mücadelesi daha sarsıcı eylemlerle
devam etmelidir!
  Sermayenin akıl hocaları: Türk-İş ve
Hak-İş
Krize karşı mücadelede
liberal-reformist engeli
Sıhhiye’yi dolduran 50 bini aşkın işçi ve emekçi faturayı ödemeyi reddetti!

Gebze Sendikalar Birliği’nden miting…

Uyuşmazlık sürüyor, metal işçileri yürüyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  29 Kasım eyleminin gösterdikleri...
İşçi ve emekçilerin tepkisi harekete geçirilmeli, mücadelesi ortaklaştırılmalıdır!
  BMİS Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekinci ile metal TİS’leri üzerine konuştuk...
  Esenyurt İşçi Platformu Girişimi çalışmalarından...
  Ekim Devrimi 91. yılında İstanbul’da selamlandı...
  Gençlikten...
  Emekçi kadınlarla krize karşı mücadele üzerine konuştuk...
  6 Kasım’ın ışığında...
  Diyet öyküleri / 3
Yarına dair…
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayenin akıl hocaları:
Türk-İş ve Hak-İş

Sermaye krizin her türlü yükünü çeşitli yol ve yöntemlerle doğrudan doğruya işçi ve emekçilerin sırtına bindiriyor. Ücretsiz izin, işten atma ve ücret ödememe uygulamaları son günlerde çığ gibi yayılıyor. Haklar kriz bahanesiyle daha bir acımasızca tırpanlanıyor. Mal ve hizmetlere peş peşe yapılan zamlar da üzerine eklenince, işçi ve emekçiler adeta soluk alamaz hale geliyor.

Doğal olarak bütün bunlar krizi işçi ve emekçilerin gündemine sokuyor. Sonuçları kendi yaşamlarına yansıdıkça, işçi ve emekçiler kriz konusundaki gelişmelere, bununla ilgili haberlere daha bir duyarlı hale geliyorlar. Sermayenin, krizin bedelini ödetme politikalarına karşı tepkilerin ise saldırılarla orantılı olarak arttığı gözleniyor.

Bu konuda sendikalar cephesinde ise birbirinden farklı iki tutumun olduğunu söyleyebiliriz. Bu tutumlardan birincisini DİSK ve KESK temsil ediyor. İlk başlarda kriz konusunda sermayeye akıl verme boyutu ağır basan bir program önerisiyle ortaya çıksalar da, DİSK ve KESK’in sınıfın ve emekçilerin gerçek taleplerini sahiplenme, mücadeleyi yükseltmeye dönük eylem ve çabalara ortak olma gibi olumlu bir çizgi içerisinde olduklarını söyleyebiliriz. Kuşkusuz bunun nedenleri ve bu nedenlere bağlı sınırlılıkları da söz konusu. Konumuz DİSK ve KESK’in krizin faturasına karşı mücadelede oynadıkları rol olmadığı için şimdilik bu kadarını söylemekle yetinelim.

Sendikalar cephesinde kriz karşısında DİSK ve KESK’ten farklı bir tutumu Türk-İş ve Hak-İş temsil ediyor. Elbette onlar da yeri geldiğinde kriz bahanesiyle yaşanan işten atmalara veryansın ediyorlar. Hatta faturanın işçi ve emekçilere kesilmesine karşı çıktıklarını söylüyorlar. Ancak söyledikleri daha dikkatlice incelendiğinde, Türk-İş ve Hak-İş yönetimlerinin meseleye hiç de işçi ve emekçilerin çıkarları ekseninde yaklaşmadıkları rahatlıkla görülebiliyor. Krizi tanımlayışları olsun, “çözüm önerileri” olsun, bu iki konfederasyonun yöneticilerinin aslında meseleye sermayenin penceresinden baktıklarını bütün çıplaklığıyla gösteriyor.

Örneğin Türk-İş krizi “sosyal devlet” politikalarından uzaklaşılmış olmasıyla izah etmeye çalışıyor. Oysa ki yaşanan krizin temel nedeni sermayenin kar hırsı. Bunun üzerinde yükselen kapitalist sistemin kendisi. Fakat Türk-İş krizin yapısal özellikleriyle bağını görmezden geliyor ve her şeyi “sosyal devlet” politikalarından uzaklaşılmış olmasıyla açıklamaya yelteniyor. Böyle olunca çözüm de basit elbette; “sosyal devlet”i geri istersin olur biter! Nedense Türk-İş yöneticilerinin aklına krizin kapitalizmin işleyişiyle bağını sorgulamak, kapitalist sistemi suçlamak bir türlü gelmiyor!

Aynı şekilde Türk-İş yöneticilerinin aklına “işten çıkartmalar, ücretsiz izinler yasaklansın” gibi sınıfın çıkarlarını çok daha ilerden ifade eden talepler de gelmez. Türk-İş yöneticilerine göre krizin yarattığı yıkımı azaltmak için patronlara çeşitli teşvikler, muafiyeler sağlanmalıdır. Yetmediyse “İstihdam yaratan işletmelerin sosyal güvenlik primleri” devlet tarafından ödenmelidir. Bunlar yapılırken de “aman işçi çıkartmayın” diye kendilerine yapmacık dil dökülmelidir.

İşçi çıkartılmasını patronlara daha fazla yağma ve rant olanağı sağlayararak “çözen” Türk-İş yöneticileri, kapitalist ekonominin selameti için akıl vermekten de geri durmuyorlar. Faiz oranlarının azaltılmasını, patronlara “istihdam şartı ile” uzun vadeye yayılmış işletme kredisi verilmesini talep ediyorlar. Fakat Türk-İş adına yayınlanan raporda bir  talep daha var ki, bu kadar da olmaz dedirtecek cinsten. Talep şöyle: “Ekonomik gerekçelerle işten çıkarılma kararı, her ilde/sektörde oluşturulacak, işçi-iş­veren temsilcilerinin de bulunduğu bir komite tarafından karara bağlanmalıdır.” Yani kimler işten atılacak, kimler atılmayacak bu konuda sendikalara da danışılsın, eğer gerçekten gerekiyorsa işçilerin atılmasına biz de onay verelim denilmektedir.

Sadece bu son talep bile, Türk-İş yöneticilerinin kriz sürecinde kimin çıkarlarının kaygısıyla hareket ettiğini ortaya koymaktadır. Bir sendikal konfederason yönetimi düşünün ki, “ekonomik gerekçelerle” bazı işçilerin işten atılabileceğini meşru görmektedir. Bir konfederasyon düşünün ki yöneticileri patronlara ve devlete “gelin ekonomiyi kurtarmak için atılacak işçileri beraber belirleyelim” diyebilmektedir.

Buna benzer bir diğer talep ise “İşten çıkarılmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda, işçiye alacaklarının hemen ve ke­sintisiz olarak ödenmesi” istemidir. Sormak gerekir yeri geldiğinde mangalda kül bırakmayan Türk-İş yöneticilerine; sendikacı olarak sizin göreviniz işten çıkartmalara, diğer hak gasplarına karşı mücadeleyi örgütlemek midir, yoksa işten atmaların bazı durumlarda meşru, kabul edilebilir olduğunu anlatmak mı?

Hem konuyla ilgili yayınladıkları raporlar ve açıklamalar, hem de krizin faturasını ödememek için örgütlenen mücadeleye uzak durmaları, Türk-İş yöneticilerinin sendikacılıkla hiçbir alakalarının olmadığını tüm açıklığıyla göstermektedir. Gerçekten de onlar özellikle şu dönemde TİSK’in, MESS’in ya da TÜSİAD’ın memurlarıyla aynı misyona sahiptir ve buna uygun hareket etmektedir. Görevleri sermayenin krizden zarar görmesini engellemek. Krizin faturasını ödemek istemeyen işçi ve emekçilerin kafasını karıştırmak, mücadelesini sekteye uğratmak, elini kolunu bağlamak. Örgütsüz olanları daha beter örgütsüzlüğe, çaresizlik duygusu içinde ezilenleri daha beter kaderciliğe itmek. Böylece de sermayenin işini kolaylaştırmak. Sendikal koruculuk böyle bir şey işte.

Ya Hak-İş? Dinci gericiliğin arka bahçesi olarak nitelenen bu konfederasyonun da tıpkı Türk-İş gibi, krizin faturasını ödememek talebi üzerinden gelişen mücadeleye oldukça mesafeli durduğu ortada. Fakat onların derdi Türk-İş gibi “sosyal devlet” dahi değil. Onların asıl derdi, krize bağlı gelişmeler üzerinden AKP’nin yıpranmasına kendilerini siper etmek. Gerçeklere kırk takla attırarak, türlü izahatlar yaparak AKP’yi savunmak.

Hak-İş yönetimi “krize karşı işletmelerce alınabilecek birçok tasarruf tedbirinden henüz yararlanılmamışken” patronların işçi çıkartmasını eleştirmektedir, bunu “hukuki ve ahlaki” bulmadığını söylemektedir. Peki işten atılanları düşündüğü için mi? Tabi ki hayır, Hak-İş’in kaygısı bu durumun hükümeti zor duruma düşürmesidir. Zaten açıklamanın devamında da bu açıkça dile getirilmektedir; “Hukuki yol izlemeden bu kadar yoğun işten çıkarmalar olması, aslında işçi çıkarma sopasıyla hükümeti dize getirme hevesinden ibarettir. Özel sektörün 190 milyar doları aşan dış borcu hükümet tarafından üstlenilmeye zorlanacaktır.” Yani patronların tek derdi özel sektörün 190 milyar dış borcunu devlete ödettirmektir. Hükümeti buna razı etmek için de işçi çıkartmaktadır.

Hak-İş yöneticileri bu kadarla da yetinmemişler, hükümeti bu beladan korumak için bir dizi öneri de geliştirmişler. Bu önerilerini de 3 Kasım’da yapılan Ekonomik Koordinasyon toplantısında hükümete sunmuşlar. 11 Kasım tarihli son açıklamalarında da bu önerilerinin hükümet tarafından uygulanmasından memnuniyet duyduklarını belirtiyorlar. Tablo şu; bir işçi sendikası konfederasyonu hükümetin önüne bir takım öneriler koyuyor. Sonra da hükümet bizim önerilerimizi dikkate alıp uygulamaya çalışıyor diye gururla açıklıyor. İnsan ister istemez bu öneriler de neymiş, hükümet işçilerin taleplerini yerine mi getiriyor diye merak ediyor.

Salim Uslu’nun 25 Kasım tarihli açıklamasında belirtildiğine göre, Hak-İş’in hükümete sunduğu “4 özgün öneri” kısaca şöyle: 2B arazileri konusu çözülsün. TOKİ “yurtdışındaki yurttaşlara” yönelik projeler geliştirsin. Ekonomik kriz karşısında “hem işletmeyi hem de işçiyi korumak” için yasal imkanlar kullanılsın. İşsizlik sigortası fonundan yararlanma koşulları iyileştirilsin. Tabii bir de “iç talebi canlandırmak için” asgari ücrete, emekli maaşlarına vb. iyileştirmeler yapılması talebi var. Bütün bu öneriler “istihdam yaratma” bahanesi üzerinden dile getiriliyor. Ormanlar yağmaya açılsın ki istihdam gelişsin. TOKİ sayesinde AKP’li müteahhitlere daha fazla para akıtılsın ki istihdam gelişsin. Patronların kayıpları devlet tarafından karşılansın ki istihdam gelişsin. İşsizlik sigortası fonundaki paralar krizden nemalanmaya çalışan patronlara akıtılsın ki istihdam gelişsin!..

Doğrusu gerçekler ancak bu kadar tepetaklak edilebilir. AKP’nin yağma ve rant politikaları bu kadar kararlıca savunulabilir. Krizden rant ancak bu kadar ustalıkla sağlanabilir. Ve doğrusu Hak-İş’in, işçi sınıfının çıkarları ile, mücadelesi ile uzaktan yakından ilgisinin olmadığı ancak bu kadar açık bir biçimde ortaya konulabilir.

Krizin yolaçtığı yıkım, krizden yararlanmak isteyen patronların hiçbir yasa-kural tanımadan saldırıları yoğunlaştırmaları, bugün işçi ve emekçiler cephesinde ciddi bir sarsıntıya yol açmış durumdadır. Ödenen fatura kabarıp yıkımın boyutları arttıkça, Türk-İş ve Hak-İş yönetimlerinin yalana ve tabandaki örgütsüzlüğe dayalı hükümranlıkları da sallanmaya başlayacaktır. Fakat gene bu kendi başına gerçekleşmeyecektir. Bugün ilk adımlarına tanık olduğumuz, ağır aksak ve sancılı bir biçimde de olsa yolunu yürümeye başlayan birleşik, fiili mücadele ve örgütlenme çizgisi geliştikçe bezirganların, sendikal korucuların işi de zorlaşacaktır. Ankara ve Gebze’de gerçekleştirilen mitingler, yerellerde gerçekleştirilen pek çok eylem ve bunların tamamında ortaya konulan mücadele eğilimi bu bakımdan umut vericidir. Özellikle Gebze’deki eyleme Türk-İş ve Hak-İş tabanından da belli bir katılımın olması anlamlıdır. Tarihsel deneyimlerin de işaret ettiği gibi mücadele aynıları birleştirir, ayrıları ayrıştırır. Yeterince güçlendirildiğinde ve ileri taşındığında, sendikal ihanet çeteleri de bu mücadele ateşinde yanmaktan kurtulamayacaklardır.