5 Aralık 2008 Sayı: KB 2008/01(48)

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek mücadelesi daha sarsıcı eylemlerle
devam etmelidir!
  Sermayenin akıl hocaları: Türk-İş ve
Hak-İş
Krize karşı mücadelede
liberal-reformist engeli
Sıhhiye’yi dolduran 50 bini aşkın işçi ve emekçi faturayı ödemeyi reddetti!

Gebze Sendikalar Birliği’nden miting…

Uyuşmazlık sürüyor, metal işçileri yürüyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  29 Kasım eyleminin gösterdikleri...
İşçi ve emekçilerin tepkisi harekete geçirilmeli, mücadelesi ortaklaştırılmalıdır!
  BMİS Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekinci ile metal TİS’leri üzerine konuştuk...
  Esenyurt İşçi Platformu Girişimi çalışmalarından...
  Ekim Devrimi 91. yılında İstanbul’da selamlandı...
  Gençlikten...
  Emekçi kadınlarla krize karşı mücadele üzerine konuştuk...
  6 Kasım’ın ışığında...
  Diyet öyküleri / 3
Yarına dair…
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Diyet öyküleri / 3

Yarına dair…

 

Mevsim yine bir sonbahar olacak. Yağmur hafif hafif çiselerken, anılar yeniden canlanacak.

Ve bir kent yaralarını sarıyor olacak. O büyük fırtınadan arta kalan yaralarını... Yangın yıllarının kokusu sinmişken kentin bütün binalarına, sokaklarına ve meydanlarına... Ama silmeyecek yine de şehir yaşanmış tarihini, unutmayacak. Ve eski bir sokakta, bir evin penceresinden, bir çift göz bakıyor olacak kente. Yüzündeki derin çizgilerde engebeli ve zorlu yolculukların seyir defteri saklı olacak. Karşısındaki duvarda eski bir yazının kalıntısı. Ama duvara kazınan sadece harfler değil. Mermi çekirdeklerinin saplandığı duvara anılar da çivilenmiş olacak. Yoldaşlarının vurulup düştüğü yer yağmur damlalarıyla ıslanırken, gözlerinin önünde yeniden sahnelenecek yaşanmışlıklar. Ve yağan yağmura aldırmadan, çocuklar geçecekler aynı sokaktan güle oynaya. Avuçlarıyla yağmur damlalarını tutma yarışı yaparken, yüzlerinden, geleceklerinden endişe etmeyen insanların huzuru okunacak. Arkalarından bir ihtiyar el sallıyor olacak, geçmişten güne ve geleceğe...

Ve duvarda yarım kalan bir yazı gibi duracak, uçları yırtılmış tek bir afiş. Anısı yüreğini burkacak. Yağmur hızlanacak, gölgeler çoğalacak. Duvara, yarım kalan bir yaşanmışlığın gölgesi düşecek. O, kendi randevusunun seyrine dalacak. Bir kapı çarpacak sonra pencereden içeri giren rüzgârla. Patlayan bir mermi gibi duyacak o bunu ve yüreği aynı acıyla dolacak. Kollarında hala daha vurulup düşen bir yoldaşın sıcaklığı ve boşluğu...

Hızla çıkacak dışarı, yağmura aldırmadan adımlayacak yolları. Ayakları onu bir istasyon kahvesine götürecek. Aynı şiirin dizeleridir şimdi mırıldandığı “Camların üstünde gece ve kar. Beyaz karanlıkta parlayan raylar -uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.” Sıcak ve demli bir çay söyleyecek kendine, yanında bir simit... Raylara bakıp simidi bölüp yiyecek. Gelen tren, bir kez daha bekleyişlerinin üzerinden geçip gidecek.  

Aylardan Ekim, yüzünü Kasım’a dönmeye başlayacak. Bir kent yaralarını sararken, artık dilencilerin mendil açmadığı kaldırımlarda her renkte çiçekler açıyor olacak. Ve akşamları sahte ışıklar yanıp sönmeyecek caddelerde. Ferahlatan bir aydınlığın vurduğu resimler, dünün insanı ve emeğini pazarlayan bilboardlardan, yakalarına takılmış karanfillerle gülerek bakacaklar insanlara. Yüzlerindeki tebessümde, bıraktıkları mirasın haklı gururu okunacak.

Ve yıldızları saklamayan bir gökyüzü bırakanların emanetini kimseden sakınmayacak gece. O yıldızlar ki, artık karanlığa saplanan bir mermi gibi değil, gecenin koynuna asılan bir kolye gibi duracak gökyüzünde.

Gökyüzü her zamankinden daha mavi, deniz her zamankinden daha berrak olacak. Kırların ve ormanın yeşili, her tonuyla bir adımlık yol olacak. Bütün ırmaklar nereye aktığını bilecek. Kasırgadan arta kalan dinginlik, bir tuvale aksettirilen bir resim gibi değil, yaşanmakta olanın canlı bir gerçekliğini, durulmuş zamanları anlatacak. Zamansız bir kayıp olmayacak yitirilen hiçbir şey. Tasa ve keder, sadece kitaplardan okunan bir başka kaygının adı olacak. Fakat endişelenecek yine de insanlar. Korkuları olacak ve çok daha güçlü. Ellerinden hiç beklemedikleri bir anda uçup gitmesinden endişe edecekler, birlikte üretilip birlikte paylaşılan ve tek tek hiç kimsenin fakat herkesin olan tüm güzelliklerin... Eski zamanların zulüm tufanının, ansızın kapılarını yeniden çalmasından korkacaklar. Ve çocuklara anlatılan masallar, hep o dehşetli deprem günlerine dair olacak. O masallar, “Azdık, bir avuçtuk! Ama onurluyduk, inançlıydık! Uğruna tereddütsüz ölebildiğimiz, kıskançlıkla koruduğumuz haklı bir davamız ve üzerine leke düşürülmemiş bir bayrağımız vardı” diye devam edecek...

Bir kentin yaralarını nasıl da sardığını görebilecek yine de o. Acılarını nasıl da gizlemediğini ve yitirdiklerini nasıl da bağrına bastığını izleyecek. Çiçek bahçesine dönmüş olsa da canlı bir tarihi dile getiren mezarlıkların, ellerinde karanfilsiz ziyaretçisi olmayacak. Ve haksız savaşların talihsiz ölümlerini bağrında taşıyan topraklarsa, haykıracak yitip giden ömürlerin yanlış saflarda son bulmasını...

Sokaklar, caddeler; amaçsız, başıboş ve birbirlerine çarpıp geçerken bile yabancı gözlerle karşısındakilere bakan insan kalabalıklığıyla dolmayacak. Kent, her adımlandığında dost yüzleri karşılaştıracak birbirine. Sımsıcak insan yüzlerini… Hiçbir gülümseyiş o eski fotoğraf karelerindeki zoraki mutluluğun bir benzeri olmayacak. Neşesi de yenilenmiş olacak insanlığın.

Bir ülke yaralarını sarıyor olacak. O unutulmaz yangın yıllarının ardından gün nihayet ışımış olacak. Büyük acılarla dolu bir doğum sancısının ardından, bir ülke, geçmişten gelen bütün çirkinlikleri, insanın bir başka insan üzerindeki sömürüsünü, eşitsizliği, akla gelen her türlü kötülüğü onmilyonlarca insanın katıldığı görkemli törenlerle, milyarlarca insanın tanıklığında tarihin girdabında yok etmiş olacak. Ama yine de unutmayacak yaşadıklarını. Çekilen acılar hep hatırda tutulacak. Karanlık zamanların, bir karabasan gibi zamanın düş mevsimini yeniden talan etmemesi için.

Ve sonra, bir Kasım günü, tüm şehirlerdeki bütün yollar sürekli büyük meydanlara çıkacak yine. Ülke, kızıla çalan o güzelim bayram elbisesini geçirecek üzerine. Sokaklar, caddeler büyük meydanlara akan kızıl bir nehri andıracak. En önde bütün heybetiyle, “en şanlı elbisesiyle, işçi tulumuyla” proletarya yürüyecek parti parti. Yitirilenler, ellerde taşınan resimlerde değil, yürüyüşçülerin teninde ve inancında yeniden hayat bulacak. Atılan adımlar, sınıf savaşımında geçen her anın öfkesini taşıyacak.

O büyük kavgadan sağ kalanlarsa, hayatta olmanın ağırlığıyla kalabalıkları önce seyredip, aralarına öyle katılacaklar. Ve sıkılı yumruklarında, avuçlarında, kaybettikleri yoldaşlarının “ellerinin gölgesini” taşıyacaklar. Gözyaşlarını, saklayacakları bir düşmanlarının olmayışının rahatlığına bırakacaklar.

Ve bir ülke yaralarını sarıyor olacak. Mevsim yine bir sonbahar... Yeniden inşa ediliyor olacak her şey. Dünden tasarlanamayan birçok şeyin şaşkınlığı atılmış olacak. Ve yağmur damlaları belki bir eylemde vurulanların düştüğü yeri ıslatıyor olacak. Ya da bir hapishanenin, kurşun yağmurları altında halaya durulmuş olan havalandırmasını... Bu anın hüznüyse hiç değişmeyecek. İçilen son sigaraların, şafakla karşılanan ölümlerin, işkencehaneye çevrilen cezaevi hamamlarının, infazların, kayıpların, inkâr edilmelerin, yok sayılmaların, idam sehpalarının, en koyu faşizmin yaşanmışlığı unutulması mümkün olmayan bir gerçeklik olarak tarihin belleğine kaydedilmiş olacak. Serüvencilerin, büyük bir tutkuyla seyir defterlerine hayatlarıyla düştükleri not bir an olsun akıldan çıkarılmayacak.

Ve tarih, kaldığı yerden yazılmaya devam edecek. Bir ülke yaralarını sararken, karanlık zamanlardan arta kalan bütün izleri kendi tarihinin belleğine kilitlerken, bağrında yeniden filizlenen bir şeyler olacak. İşte o vakit, “hiçbir ağaç öyle harikulade yemiş vermemiş olacak...”

H. Eylül