25 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/04

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı ve emekçiler fatura ödeyen değil, ödeten olmalı!
  Sermaye devlet, Kürt emekçilerini düzene bağlamak için AKP’nin arkasında seferber oldu…
Kontrgerilla’nın Kızıl Elmacı kanadına “Ergenekon” operasyonu...
Yüzde 47’lik islami faşizm
Yüksel Akkaya
SSGSS karşıtı yürüyüş coşkuyla tamamlandı!
Türk-İş ve Kamu-Sen hükümetle anlaştı... 
  Türban tartışmaları ya da el kadar bezle yapılan yelken yarışı
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Genç-Sen Genel Kurulu ve sonrasına dair bir çerçeve...
  Atılım ve SGD gölge dövüşü yaparak gerçeklerin üzerini örtemez!
  Gençlik hareketinden...
  Tersanelerde iş kazaları...
  Küba seçimleri ve demokrasi...
  Venezüella’da süreç, sınıf çatışmalarını sertleştirecek yönde ilerliyor!
  İsrail barışa değil savaşa hazırlanıyor!
  ABD ile batılı müttefiklerinin küstahlığına karşı Rusya’dan yeni hamleler…
  Milliyetçilik üzerine birkaç söz
M. Can Yüce
  Ankara’da “Manifesto’nun 160. yılında marksizmin güncelliği” sempozyumu...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye düzenini bekleyen zorlu günler başladı…

İşçi sınıfı ve emekçiler fatura ödeyen değil, ödeten olmalı!

Son günlerde yaşanan gelişmeler, düzen payına işlerin son beş yıldaki kadar kolay yürütülemeyeceği gerçeğini somut olarak göstermiş bulunuyor. Bunların başında, Türkiye kapitalizminin en çok etkilenecek tarzda bağımlı olduğu küresel kapitalist ekonomideki tıkanmanın şiddetli bir şekilde dışavurması geliyor. Öte yandan, ağır saldırılara karşı işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin eylemli tepkisi yavaş yavaş da olsa yaygınlık kazanıyor. Hiç değilse son birkaç yıldaki suskunluk kırılmış bulunuyor. Seçimlerden kısa bir süre sonra geri plana düşen düzen içi sürtüşme ise birkaç aylık aradan sonra artık klasikleşmiş bir başlıkla yeniden gündemde. Önümüzdeki dönemle ilgili değerlendirmelerin devrimci bir pratik somutluğa kavuşturulması ise, sınıf ve emekçi kitle hareketinin saldırılara karşı direniş ekseninde geliştirilmesi ve giderek devrimci sınıf mücadelesine dönüştürülmesiyle mümkündür. Dolayısıyla, sınıf ve emekçiler cephesindeki verilerin, potansiyellerin ve gelişmelerin doğru tespit edilmesi, bu çerçevede devrimci müdahale hayati bir önem taşıyor.

Devrimci perspektiften bakıldığında, işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketinin karşı karşıya bulunduğu sorunlar ve zayıflıklar, yalnızca devrimci müdahalenin önemine ve boyutuna bir gösterge sayılabilir. Bundan dolayıdır ki, içinde bulunduğumuz dönemde işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketindeki zayıflıklara rağmen olumlu sayılabilecek değerlendirmelerin yapılması temelsiz bir iyimserlikten kaynaklanmıyor. Bu değerlendirmelere, gerek sermaye iktidarının karşı karşıya bulunduğu zorluklar, gerekse sınıf ve emekçiler cephesinde kimi ilk bakışta, kimiyse ancak daha geniş perspektiften bakıldığında görülebilecek işaretler kaynaklık ediyor.

İşçi ve emekçilere dayatılan düzen içi taraflaşma

Öncelikle düzen cephesinde sınırötesi saldırı vesilesiyle yansıyan iç bütünlüğe rağmen, dinci parti ile düzen bekçileri arasındaki gerilimler, bir kez daha “türban meselesi” üzerinden dışavurmaya başladı. Tekelci sermaye sözcüleri, AKP ve Erdoğan’ı ekonomideki kötü işaretler üzerinden uyarsa, hatta “türban meselesi”nin manüpilasyon amaçlı gündeme getirildiği şüphesini dillendirseler de, son türban manevrası rafa kaldırılacağa benzemiyor. Zira AKP, Bush’la yapılan görüşmenin ardından yaşanan gelişmelerin semeresini devşirmeye çalışıyor. Neticede Güney Kürdistan’a yönelik saldırılar, etkili psikolojik savaş aygıtlarının çabasıyla şekillendirilen toplum bilincine göre en başta AKP’nin hanesine artı olarak yazılıyor. Dinci partinin, temsil ettiği özel sermaye grupları adına mevzilerini büyütmek ve sağlamlaştırmak için bundan yararlanması şaşırtıcı değildir.

Yalnızca toplumsal atmosferin uygunluğu değil, 22 Temmuz seçimleri ardından kazanılan başka mevzilerin (Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, YÖK vb.) avantajı da AKP’yi yeni adımlar atmaya itiyor. Kaldı ki, her çıkışın başında “%47’nin gücü”nü hatırlatanların bu tür adımlar atmaları, geleneksel tabanlarındaki beklentileri karşılamaları için de zorunlu hale gelmiş bulunuyor. Bu açıdan “türban çıkışı” yeni dönemdeki hesaplaşmaların bir ilk adımı olarak tanımlanabilir. Anayasa ve diğer konular ise sırada bekliyor zaten.

Tabii ki türban çıkışının gerçekten de ekonomik göstergelerin kötüye döndüğü, işçi sınıfına ve emekçilere yönelik ağır saldırıların gündemde olduğu ve nihayet sınıf ve emekçi kitle hareketinin canlanma sinyalleri verdiği bir döneme denk gelmesi oldukça anlamlıdır. Fakat bundan yola çıkarak basit bir gündem saptırma olduğu sonucu çıkarılamaz. Amacın ne olduğundan bağımsız olarak, bugünkü durumda konunun en önemli yanı, türban çıkışının sonuçta böyle bir işlev de taşımasıdır.

Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da düzen cephesindeki kapışmaların devam edeceğine ve bunların işçi ve emekçileri taraflaştırmak için kullanılacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Bu çerçevede sınıf ve emekçi kitle hareketine yönelik müdahalemizin başarı ölçütlerinden birini de, bunun gerektirdiği dikkati gösterebilmek, sınıfı düzeniçi taraflaşmadan çıkarıp düzen karşısına dikebilmek şeklinde tanımlayabiliriz.

ABD’nin krizi Türkiyeli uşaklarını da gerdi

Düzen içi çekişmenin türban çıkışıyla yeniden gündemleştiği günlerde, ekonomideki olumsuz göstergelere daha çok işaret edilmeye başlanmıştı. Geride bıraktığımız hafta ise dünya borsalarını şoka uğratan bir gelişmeyle açıldı. Bir bakıma dönemle ilgili devrimci değerlendirmeleri somutlamayı kolaylaştıran ikinci bir önemli gelişme yaşandı. Çoktandır alarm zilleri çalan Amerikan ekonomisindeki gelişmeler, dünya ölçüsünde, borsa adlı tüm kumar salonlarında keskin düşüşlere ve büyük kayıplara yol açacak derecede sarsıntılara neden oldu. Şimdiden 21 Ocak günü, insan emeği ve kanı üzerine oynayan tüm kumarbazlar adına “Kara Pazartesi” diye lanetlendi. Başka bir gündemle yine Davos’ta toplanan dünyanın haramileri bile, toplantının olağan gündemini bir yana bırakıp krizi tartışmak durumunda kaldılar.

Tahmin edildiği üzere bu sarsıntıdan en fazla etkilenen ülkelerden biri de Türkiye oldu. İMKB sadece bir günde “13.1 milyar dolar eridi” (Hürriyet / 22 Ocak). ABD Merkez Bankası’nın 26 yıldan beri uygulamadığı oranda faiz indirimi yapması da, sermaye kalemşörlerinin beylik ifadesiyle, “piyasaların tansiyonu”nu düşürmedi.

Sermaye sözcüleri her zamanki gibi bu krizi de yan bir takım etkenlere bağlamak eğilimindeler. Bu seferki kılıf konut kredisi sistemindeki tıkanma. Oysa eksenini ABD’nin oluşturduğu dünya kapitalizmi dönem dönem (1991, 1998, 2001 vs.) şiddetli sancılarla kendini dışavuran yapısal bir kriz içinde. Dikkat edilirse, ABD ekonomisinde kriz sancıları ortaya çıktığında dünyanın bir yerlerinde savaş patlak veriyor. Fakat 2001’in ardından yaşanan işgaller, ABD’nin, dolayısıyla emperyalist kapitalizmin sancılarını ancak kısa bir dönem için dindirebildi. Savaşın ve işgallerin planlandığı gibi sürdürülememesi, ABD ekonomisindeki tıkanmayı yeniden sancıya dönüştürdü. Bunun kapitalizmin klasik işleyişinden kaynaklı bir aşırı üretim bunalımı olduğunu ise, çare olarak öne sürülen “Acil Ekonomi Planı” bile gösteriyor. Plana göre, 1) Vergi iadesi yoluyla ek satın alma gücü yaratılacak, 2) İşsizlik sigortasının kapsamı genişletilecek, 3) Gıda yardımı yapılacak. (Milliyet, 21.01.08)

ABD’nin işleri yoluna koyması, tüm çabalara rağmen eskisi kadar kolay değil. Kesin olan tek şey, emperyalist kapitalizmin başlıca kurallarından biri olarak krizin faturasının bir kez daha bağımlı ülkelere ödettirileceğidir. Fatura ödeme sıralamasında önde olan ülkelerden biri de Türkiye’dir. Özcesi ABD hapşırdığında Türkiye nezle olur, ABD nezle olduğunda Türkiye yatağa düşer…

Bunun pratik anlamı, tekellerin, borsa kumarhanelerinde kaybettiği milyarların faturasını işçi sınıfına ve emekçilere ödettirmek isteyeceğidir. Daha önceki krizlerin ardından tam olarak böyle oldu. Büyük işçi kıyımları, büyük hak kayıpları, özelleştirmeler, taşeronlaştırmalar, örgütsüzleştirmeler bu dönemlerde ayyuka çıktı. Zaten AKP hükümeti bizzat bir fatura ödetme hükümetidir. Hükümet olmasıyla birlikte saldırılar birbirini izledi. Kölelik yasasından hızlı özelleştirmelere, sefalet ücretlerinden SSGSS ile gelecek olan sağlık ve sosyal güvenlikteki yıkıma kadar saldırıların ardı arkası kesilmedi. Demek oluyor ki, yeni dönemde sermaye iktidarı şimdiye kadarki yıkımı ve karanlığı iyice büyütmek, pembe tablolarla yarattığı beklentilere yeni saldırılarla yanıt vermek zorunda.

Dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçilerin her zamankinden daha çok tetikte olması gerektiği bir süreçteyiz. Özellikle sınıf cephesinde SSGSS ve özelleştirme karşıtı hareketlenmenin düzen tarafından baltalanmaması, saptırılmaması için verili durumdaki sınıf öncülerine büyük sorumluluk düşüyor. Tabandan gelişen tepkinin ve hareketin sendika bürokrasisinden bağımsız bir kanalda sürdürülmesi, bu sorumluluğun en önemli boyutudur. Diğer boyutu ise, sınıfın ve emekçi kitlelerin düzen içi kamplaşmada saf tutmasının önüne geçecek yoğun bir çaba ve pratik tutum içinde olmaktır. Bu çerçevede işçi ve emekçileri bağımsız devrimci sınıf tutumuna kazanmak görevi doğal olarak öncelikle işçi sınıfı devrimcilerine düşmektedir.

Sınıf ve emekçilerin tetikte olmasını gerektiren bir diğer etken ise, dünyada yayılma eğilimi içindeki kapitalist ekonomik krizdir. Sermayenin, sınıf cephesindeki mücadele dinamiklerini etkisizleştirmek, bastırmak için kriz korkusundan etkili bir şekilde yararlanacağından da kuşku duyulmamalıdır. Buna karşı faaliyetimizin başlıca unsurlarından biri de işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde sermayeye bedel ödetme özgüvenini güçlendirmek ve yaygınlaştırmak olmalıdır. Kaybedilenleri geri almak ve yenilerini kazanmak için olduğu kadar elde kalan hakları korumanın yolu da buradan geçmektedir.