25 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/04

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı ve emekçiler fatura ödeyen değil, ödeten olmalı!
  Sermaye devlet, Kürt emekçilerini düzene bağlamak için AKP’nin arkasında seferber oldu…
Kontrgerilla’nın Kızıl Elmacı kanadına “Ergenekon” operasyonu...
Yüzde 47’lik islami faşizm
Yüksel Akkaya
SSGSS karşıtı yürüyüş coşkuyla tamamlandı!
Türk-İş ve Kamu-Sen hükümetle anlaştı... 
  Türban tartışmaları ya da el kadar bezle yapılan yelken yarışı
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Genç-Sen Genel Kurulu ve sonrasına dair bir çerçeve...
  Atılım ve SGD gölge dövüşü yaparak gerçeklerin üzerini örtemez!
  Gençlik hareketinden...
  Tersanelerde iş kazaları...
  Küba seçimleri ve demokrasi...
  Venezüella’da süreç, sınıf çatışmalarını sertleştirecek yönde ilerliyor!
  İsrail barışa değil savaşa hazırlanıyor!
  ABD ile batılı müttefiklerinin küstahlığına karşı Rusya’dan yeni hamleler…
  Milliyetçilik üzerine birkaç söz
M. Can Yüce
  Ankara’da “Manifesto’nun 160. yılında marksizmin güncelliği” sempozyumu...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye devlet, Kürt emekçilerini düzene bağlamak için AKP’nin arkasında seferber oldu…

Oyuna sosyal–sınıfsal mücadele çizgisinde yanıt verelim!

Sermaye devletinin, Kürt sorununda inisiyatifi ele geçirme ve Kürt halkını düzene bağlama yönünde bir planı yürürlüğe soktuğu açık. ABD patentli bu plan burjuva medyada bir dönemdir “kapsamlı plan” koduyla tartışılıyor. Fakat planın ayrıntılarına ilişkin henüz pek az şey açıklığa kavuşmuş durumda. Güney Kürdistan’a yönelik hava harekatlarının bu plan doğrultusunda yapıldığı biliniyor. Devlet, ABD izni ve askeri teknolojisi ile dağı taşı, PKK gerillasının kamplarıyla birlikte köyleri neredeyse aralıksız bombalıyor. Böylelikle PKK ve asıl olarak Kürt halkı üzerinde psikolojik-moral üstünlüğü ele geçirmek istiyor. Bunun bir adım ötesinde ise, yeni pişmanlık yasalarıyla gerilla güçlerini dağıtabileceğini umuyor. Bu amaçla devlet katında tam bir uyum sergileniyor. Her biri sonuçsuz kalmış olan pişmanlık yasalarının bir adım ötesine geçerek nasıl sonuç alınabileceği üzerinde çalışılıyor. Fakat, yeni bir şey bulunamadığından eski yasalara umut bağlanarak bu yasalar propaganda ediliyor.

Planın açığa çıkmış diğer bir parçası ise, sırtını tümüyle devlete yaslamış ve Kürt halkının bilinç ve mücadele mevzilerine, sahip olduğu kazanılmış ulusal değerlere uzak duracak bir işbirlikçi Kürt siyasetini örgütlemek biçimindedir. Bu amaçla, Güney Kürdistan’a yönelik bombardımanın en yoğun olduğu bir dönemde, bizzat ABD Büyükelçisi’nin devrede olduğu bir diplomasi faaliyeti yürütüldü. DTP dışta tutularak başta AKP ve CHP’nin Kürt kökenli milletvekilleri ABD Büyükelçisi’nin huzuruna alındı. Bu kapsamda davet edilen milletvekillerden biri de ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’tı. Davet edilmiş olmasını büyük bir hoşnutlukla karşıladığını ifade eden Ufuk Uras, amacına ulaşamadı. Zira ABD Büyükelçiliği kamuoyundan tepki oluşturduğu gerekçesiyle bu girişimine ara verdi. Ancak bu vesileyle görüldü ki, ABD’nin kumandasına oturduğu düzenin Kürt politikasının en önemli unsurlarından biri, her şeyiyle ABD ve devletin kontrolünde ve çizgisinde bir Kürt siyaseti oluşturmaktır.

Buna yönelik çabalar nedensiz değildir. Zira Kürt halkını onlarca yıldır verdiği mücadeleyle ulaştığı bilinç ve örgütlenme düzeyinden soyundurmak mümkün olamamaktadır. Bu ülkede artık “Kürt yoktur” çizgisinde bir inkar siyasetinin başarı şansı bulunmamaktadır. Özellikle son dönemde Güney Kürtleri’nin attıkları adımlar da düşünülürse bu hepten böyledir. Diğer taraftan sermaye devleti Kürt sorununda en büyük tehlike olarak gördüğü Güney Kürdistan’daki devletleşme yönündeki adımların Kuzey Kürtler’i üzerindeki etkisinin en aza indirilmesi yönünde çubuğu bükmüştür. Bükmek zorunda bırakılmıştır. Zira ABD ile yapılan anlaşmanın odağında da bu olgu bulunmaktadır. Buna göre Güney Kürdistan’ın federal bir Irak içerisindeki siyasi ve askeri inisiyatifini kabullenmek zorunda kalmıştır. Bunun karşılığında ise her türlü Amerikan desteğiyle birlikte kuzeydeki Kürt halkının mücadele azmi ve inisiyatifini kıracak ve kurulu düzene sağlamca bağlayacak önlemler konusunda anlaşılmıştır. İşte işbirlikçi ve her şeyiyle düzene ait bir Kürt siyaseti oluşturma girişimi bu suretle başlatılmıştır. Fakat göründüğü kadarıyla da daha ilk etapta bu girişim çuvallamıştır. Zira bir tarafta bir takım Kürt mevzileri yoğun bir saldırı altındayken, diğer tarafta devlete ve ABD’ye sırtını vererek siyaset sahnesinde dikiş tutturmanın bir imkanı yoktur.

Fakat bu, düzenin Kürt halkını düzene bağlayacak, moral ve siyasal olarak teslim alacak alternatif bir politikadan yoksun olduğu anlamına gelmiyor henüz. Son seçimlerde bölgede oyunu bir hayli arttıran AKP, düzenin bu çerçevede umutlarını bağladığı bir seçenek durumunda. Bundan dolayı AKP Kürt illerinde sadece bir siyasi parti olarak değil, ordunun da desteğini almış bir devlet partisi olarak öne sürülmüş durumda. Böylelikle Erdoğan’ın, “DTP oradaki halkın temsilcisi değildir” söylemiyle deklare edilen bu yönelim hayata geçirilmeye çalışılıyor. Kürt halkını büyük çoğunlukla AKP’e destek verir noktaya getirerek düzen dışı eğilim ve arayışlar marjinalleştirilmek isteniyor.

Bu amaç doğrultusunda tüm devlet imkanları ve mekanizmaları AKP’nin bölgedeki siyasi varlığı uğruna seferber ediliyor. Bu amaçla yürütülen yoğun çalışmanın odaklaştığı il hiç kuşkusuz Diyarbakır’dır. Bugüne kadar Kürt hareketinin politik merkezi, başka bir söylemle kalesi olmuş olan bu kentte AKP’nin yerel seçimleri kazanması demek bir kalenin düşürülmesi demektir. Dolayısıyla büyük bir politik-moral zafer imkanı anlamına gelmektedir. Bundan dolayı, AKP’nin İslamcı politik çizgisi, bölge düzeyinde hareket eden çeşitli dernekler aracılığıyla örgütlenen kömür ve gıda dağıtım ağlarıyla halka götürülmektedir. Bölgeden gelen haberlere bakılırsa son birkaç yıl içerisinde bu biçimde faaliyet yürüten, dinci cemaatçi bağları öne çıkaran yüzü aşkın dernek faaliyete geçmiş bulunmaktadır. Geçmişin Hizbullahçı ve Fetullahçı örgütlenmeleri bu çerçevede yeniden aktif hale getirilmektedir. Kürt halkının ulusal duyarlılıklarını hedef almadan, ama bölgedeki katmerli yoksulluk haline karşı cemaat değerlerini ve örgütlenmeleri öne süren bu seferberliğin bir hayli etkili olduğu bizzat bölgedeki ilerici güçler tarafından dile getirilmektedir. Belirtmek gerekir ki, Diyarbakır’da geçtiğimiz günlerde patlayan bomba da bu uğurda mesafe alabilmek için etkili bir biçimde kullanılmıştır, kullanılmaktadır.

Devletin bu yönelimi, esasen PKK’nin sorunu sosyal-sınıfsal temellerinden kopararak dar ulusal sınırlarda, dahası bir dil ve kimlik sorunu sınırlarına hapsediyor olması avantajına dayanmaktadır. PKK bu çizgiyle de olsa bir ölçüde ulusal duyarlılıkları yanıtlamakla birlikte, emekçi halkın yoğun ve katmerli sosyal ve sınıfsal sorunlarına düzene alternatif bir seçenekle yanıt verilememektedir. Böylelikle yanıtlanamayan, düzene karşı mücadele hattında değerlendirilmeyen sosyal ve sınıfsal duyarlılıklar, sonuçta dinci-cemaatçi yapılar tarafından istismar edilebilmektedir. Yokluk, yoksulluk ve sefaletin kaynağı olarak düzeni göstermek ve bu ölçüde düzene karşı sosyal ve ekonomik talepler uğruna, düzenin kurulu sömürü ve soygun mekanizmalarına yönelik bir mücadele verilemediği ölçüde, dinci cemaatlerin dağıttıkları kıymete binmekte, böylelikle halk içerisinde kaderci ve cemaatçi değerler yükselmektedir. PKK ve DTP’nin onursuzlukla suçlamasına karşın yoksul Kürt emekçileri dinci-cemaatçi faaliyetlerin etkisine kapılabilmektedirler.

Doğal olarak devletin AKP aracılığıyla yürüttüğü bu seferberliği boşa çıkarabilmek, sosyal-sınıfsal temelde bir mücadelenin yükseltilmesine bağlıdır. Yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşayıp umutsuzluk ve çaresizlik içinde dine ve sadakaya bel bağlayan Kürt emekçilerine mücadele yolunu göstermek ve sosyal-sınıfsal haklar uğruna mücadeleyi örgütlemek, bu bakımdan yapılacakların ana çerçevesini oluşturmaktadır. Halihazırda sosyal güvenlik konusunda yoğunlaşan sınıfsal-sosyal mücadele dinamikleri bu bakımdan değerlendirilmesi gereken önemli bir olanaktır. Başta Kürt emekçilerinin ilerici-öncü kesimleri olmak üzere devrimci güçler bu çerçevede bir inisiyatifi göstermek durumundadırlar. Unutulmamalıdır ki, bu yönde alınacak mesafe şovenizmin alt edilmesi ve emekçi halklar arasındaki kardeşlik köprülerinin yeniden sağlamca ve doğru bir tarzda kurulabilmesinin en doğru, en dolaysız ve kolay yolu olacaktır.