1 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/05

  Kızıl Bayrak'tan
  Bahar dönemini kazanmak için birleşik devrimci direniş!
  TİSK’in işsizlik raporu...
Çete operasyonları neyi anlatıyor?
Bu devlet yalnızca işkencecilerin,
katillerin “baba”sıdır!
AKP gerisinde ordunun da olduğu bir oyunla türbanı sahneye sürüyor…
Zenginlerin insancıl kapitalizmini değil,
“başka bir dünya” istiyoruz!..
  Dağıtım tekellerinin son saldırısı konusunda devrimci yayınların temsilcileri ile konuştuk…
  Kriz kapıda, sendikalar nerede?
Yüksel Akkaya
  SSGSS karşıtı faaliyetlerden...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Emekçi Kadın Kurultayı sözcüsü Meltem Aydın ile kurultaya ilişkin konuştuk...
  Grev ve direnişlerde işçi kadınlar!
  GİSBİR’in “ortaklaşa rekabet” projesine karşı tersane işçilerinin ortak projesi: Grev!
  Nokia patronlarını geriletmek için grevden başka bir seçenek yok!
  1967’den 2000’e FHKC Genel Sekreteri George Habbaş...
  Teslimiyet reddedildi, emperyalist–siyonist abluka delindi!
  Ortadoğu’da tanrı suskun!
Abu Şehmuz Demir
  1980 Tariş Direnişi: Faşizme karşı ileri! Volkan Yaraşır...
  Yargısız infaz talimatı!
M. Can Yüce
  Bir özelleştirme öyküsü: TEKEL
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

1980 Tariş Direnişi: Faşizme karşı ileri!

Volkan Yaraşır

Türkiye kapitalizmi 1980 yılına derinleşen bir krizle girdi. Tekelci burjuvazi krizi aşmak için iç savaş politikaları izliyordu. Terörize bir ortam yaratılmış, toplum istenen psikolojik ortama sokulmuştu.

Geniş toplum kesimleri, nasıl olursa olsun can ve mal güvenliğini sağlayacak güçlü bir devlet otoritesine rıza gösterecek bir haldeydi. Askeri bir darbe “kurtuluş” olarak görülmeye başlanmıştı.

13 Aralık 1979’da Selimiye Kışlası’nda bir araya gelen generaller, gerekli ortamın tam olgunlaşmadığını düşünerek, müdahaleden önce bir uyarı mektubunu-muhtırayı kaleme aldılar. Muhtıra, gerekli mercilere iletilmek için 27 Aralık’ta, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e verildi.

Muhtıra, bir anlamda 12 Eylül müdahalesinin bir ön hazırlığı niteliğini taşımaktaydı. Genelkurmay Başkanı bu ön hazırlıkların tamamlanmasını sağlamak ve nabız ölçmek amacıyla, 15 Şubat’la 16 Mayıs 1980 tarihleri arasında bütün ordu ve kolorduları dolaştı.

Bu dönemde ekonomi tam bir tıkanma noktasındaydı. Dışa bağlı ekonominin yapısal özelliklerinden kaynaklanan ekonomik kriz iyice derinleşmekteydi. Hiper enflasyon ve pahalılık, yolsuzluklar ve karaborsa günlük hayatın bir parçası haline gelmişti, yaşanan döviz darboğazı ekonomiyi işlemez bir duruma sokmuştu.

IMF ve Dünya Bankası, Türkiye’nin ihracata yönelik bir ekonomi modeline yönelmesini dayatmaktaydı. 24 Ocak 1980 tarihinde Demirel hükümeti, IMF ve tekelci burjuvazinin “önerileri” doğrultusunda ünlü 24 Ocak Kararları’nı aldı.

Bu kararlar doğrultusunda yüzde 49 devalüasyon yapıldı ve dolar 70 TL oldu. Bu uygulamayı temel gıda ve tüketim maddeleri yanında, petrol ürünlerine, kömüre, demir-çelik ürünlerine, çimentoya, kağıda yapılan yüksek oranları zamlar izledi.

Alınan kararlarla, en başta dış kredi musluklarının açılması ve ekonominin canlandırılması hedefleniyordu. İç talebin kısıtlandığı, halkın alım gücünün düştüğü ortamda yeni önlemlerle ekonomi ihracata yönlendirilecek ve bu suretle Türkiye dış borçlarını faizleriyle birlikte ödeyebilir hale gelecekti. Egemen çevrelerin bu programı hayata geçirmelerinin “normal” bir parlamenter rejimde mümkün olmadığı herkes tarafından kabul edilmekteydi.

Bu program ancak bir faşist diktatörlükle hayata geçirilebilirdi. Latin Amerika ülkelerinde yaşanan deneyimler bu sürece tipik bir örnek oluşturmaktaydı.

Bülent Ecevit, 24 Ocak Kararları’na karşı çıkarken şu sözleri sarf etmekteydi; “Şimdi izlenmekte olan ekonomik ve sosyal politikalar bir dikta rejimi oturmadan uygulanamaz.”

Programın özü kısaca şuydu: İşçi ücretlerinin sınırlandırılması, tarım ürünleri fiyatlarının, memurların ve tüm çalışan kesimlerin gelirlerinin düşük tutulması, yüksek oranlı seri zamlar yapılarak, halkın tükettiği bütün malların pahalılandırılması…

Bütün bunların yapılabilmesi, başta sendikaların kapatılması, işçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarlarını savunan tüm güçlerin tasfiye edilmesi ve halkın yoğun bir baskı altında tutulmasıyla olanaklıydı.

Adımlar da bu doğrultuda atıldı. 24 Ocak Kararları, 12 Eylül’e giden süreci hızlandırdı. 24 Ocak Kararları askeri darbeyi zorunlu kılan bir içerik taşımaktaydı.

Demirel Hükümeti, bu durum karşısında askeri darbeyi “gerektirmeyecek” bir politika izlemeye başladı. Bir askeri darbenin gerçekleştireceği politikalar Demirel Hükümeti tarafından yürütülmeye çalışıldı. Toplumsal muhalefetin bastırılması için ancak askeri faşist diktatörlükler altında yürütülebilecek operasyonlar, “anarşiyi önleme” adına yapılmaya başlandı.

Demirel’in bu politikalarının ilk örneği 1980 yılı başlarında, Tariş’te yaşandı.

Tariş, Ege bölgesinde 80 bin üreticinin ortak olduğu ve ülkenin tarımsal ürünlerinin değerlendirilmesinde önemli bir yer tutan ve 11 bin kadar işçinin çalıştığı fabrikalardan oluşmaktaydı.

Bir kooperatif olan Tariş’in yönetim kurulları, kağıt üzerinde, üretici ortaklar tarafından belirlenmekteydi. Fakat yönetim kurulunu seçen asıl güç, büyük toprak sahipleri ve kooperatifin büyük hissedarlarıydı.

Kooperatife bağlı fabrika müdürleri, genel müdür ve diğer bürokratlar, bakanlıklar tarafından atanmaktaydı. Tariş bu görünümüyle (bütün birliklerde -Çukobirlik, Ant, Trakyabirlik, Fiskobirlik- olduğu gibi) yarı-resmi bir kuruluş özelliği taşımaktaydı. Bu özelliğinden dolayı, siyasi iktidarların her zaman üzerinde projeler geliştirdiği bir alan oldu. Siyasi iktidarlar bu kuruluşa politik olarak yaklaştı.

Milliyetçi Cephe-MC hükümetleri döneminde, Tariş işçisi üzerinden yoğun baskı kurulmuş, yüzlerce işçi işten atılmıştı. Bu işçilerin yerlerini ağırlıkta, MC hükümetlerinde yer alan partilerin taraftarları yerleştirilmişti. Özellikle 1975-1977 arasında işe alınanların büyük çoğunluğu MHP kökenli işçilerdi. MC hükümetleri döneminde Tariş işletmeleri, bir iflasın eşiğine gelmişti.

Ancak 1977 yılında MC’nin iktidardan düşmesinden sonra, işçilerin mücadelesi ve büyük fedakarlıkları sonucu Tariş yeniden normal bir işletme haline dönüşmüş, üretim en yüksek düzeye ulaşmıştı.

Demirel’in yeni bir MC niteliğindeki hükümeti başa gelince, Tariş’e yönelik tasfiye ve baskı politikaları yeniden gündeme sokuldu.

Önce yazılı ve görsel basında (TRT 1’de) Tariş’in “anarşi yuvası” olarak gösteren yoğun bir dezenformasyon kampanyası başlatıldı, ardından Tariş’te çalışan işçiler işlerinden atılmak istendi. Fakat binlerce Tariş işçisi, hükümetin bu politikalarına karşı tepki gösterdi ve direndi.

Güvenlik güçleri, 22 Ocak sabahı, “arama yapmak” bahanesiyle Tariş’in tüm işletmelerine girdiler. İşçiler, güvenlik güçlerinin operasyonlarına karşı direnişe geçtiler. Çiğli İplik Fabrikası, Zeytinyağı Kombinası ve Üzüm İşletmeleri’nde işçilerle polis arasında çatışma yaşandı. İşçiler, kendilerini silah, cop, panzer ve kariyerlere karşı iğlerle, masuralarla korumaya çalıştılar. Olaylarda 5 işçi, bir polis yaralandı, 100 işçi gözaltına alındı.

Olay kısa sürdü. Ama yankısı kısa sürede İzmir’in bütününde duyuldu. Özellikle Tariş işçilerinin oturduğu Çimentepe, Gültepe gibi gecekondu bölgelerinde halk işçileri desteklemek için sokakları doldurdu. Ege Üniversitesi öğrencileri, üniversiteyi işgal ederek, Tariş direnişini desteklediler. Öğrencilerle polis arasında çıkan çatışmada 60’tan fazla öğrenci ve 7 polis yaralandı.

23 Ocak’taki bu eylemleri, 24 Ocak’ta İstanbul ve diğer illerdeki yüksek okullarda yapılan protesto eylemleri izledi.

24 Ocak’ta DİSK, İzmirli işçilerin Tariş işçileriyle dayanışmalarını göstermek ve Tariş işçileri üzerindeki baskıları protesto etmek amacıyla iki saatlik iş bırakma eylemi yaptı. Eyleme, İzmir’in bütün işyerlerindeki işçiler katıldı.

26 Ocak’ta DİSK, Tariş işçilerinin direnişini desteklemek amacıyla, İzmir’de bir miting düzenledi. Kitlesel bir katılımla gerçekleşen mitingde DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Bugün ülkede 5 milyona yakın işsiz var. İşsizliğin gırtlağımızı sıktığı, böylesine yaygın olduğu bir ortamda eski MC’lerin devamı yeni hükümet, Kooperatif Birlikleri’nde ve KİT’lerde çalışan işçilere karşı korkunç bir saldırıya geçti. Tekel’de, Fiskobirlik’te, Çukobirlik’te, Antbirlik’te ve Tariş’te her türlü kışkırtmaya girişerek planladıkları büyük işçi kıyımını gerçekleştirmek istiyor. Salı günü Tariş’e bağlı işyerleri savaş yöntemleriyle basılmıştır. İşçiler süngü ve coplarla dağıtılmak istenmiş. İşyerleri işgal edilmeye çalışılmıştır.

‘Anarşi ve teröre karşı’ mücadele bahanesiyle Demirel iktidarı işyerlerinde anarşi ve terörü yaratmıştır.

Amaçları bellidir. Bu işyerlerine yine faşist militanları dolduracaklardır. İşçiler bu faşist militanların baskısıyla yılgınlığa ve sömürüye boyun eğmeye itilmek istenecektir.”

Tariş işçisi, 22 Ocak günü başlattığı direnişi bir süre sonra kendiliğinden kaldırdı. Tüm işletmelerde üretim yeniden başladı.

Fakat saldırı dalgası durmamıştı. Tariş Genel Müdürlüğü gazetelere 6 Şubat 1980’de paralı ilan vererek, fabrikaların bir hafta süreyle kapatılacağını ve hasar tespiti yapılacağını, işletmenin bütün işçilerin işine son verme hakkının doğduğunu, fabrikalar yeniden açıldığında direnişe katılmayanların yeniden işe başlayabileceğini açıkladı. 7 Şubat günü 3 bine yakın işçinin işine son verildi ve polis aynı gün tekrar operasyona başladı. Bazı işletmeler polis tarafından boşaltıldı. Alsancak’taki üzüm işletmesinin boşaltılması sırasında polisle işçiler arasında çatışma çıktı. Gaz dökerek caddeyi ateşe veren işçilerden 600’ü gözaltına alındı. Çatışmada 50 işçi yaralandı. Gözaltına alınan işçiler Atatürk Stadyumu’na götürüldü.

8 Şubat 1980’de, güvenlik güçleri iplik fabrikasındaki direnişi kırmak için fabrikanın bulunduğu bölgeye yöneldi. Güvenlik güçleri fabrikaya varmadan, Çiğli, Çimentepe, Maraş mahalleleri gecekondu halkının oluşturduğu barikatlarla karşılaştı. Güvenlik güçleri bu barikatı aşamadı. Tariş işçisi, İzmir’in Gültepe, Altındağ ve diğer gecekondu halkı tarafından desteklendi. Halk sokaklarda protesto gösterisi yaparken, kentte esnaf yaygın bir şekilde kepenk kapama eylemine başladı. Özellikle Gültepe’de ve şehrin birkaç gecekondu bölgesinde polisle çatışmalar çıktı. Gültepe’de 400 içi gözaltına alındı.

Aynı gün, İzmir’de DİSK’e bağlı sendikalara üye 55 bin işçi bir günlük iş bırakma eylemi yaptı. Bankalar, fabrikalar, belediye otobüsleri çalışmadı.

7 Şubat’ta polis tarafından boşaltılan Yağ Kombinası ve Bornova’daki 2 No’lu Üzüm İşletmesi işçiler tarafından yeniden işgal edildi. Polis işgale hemen müdahale etti. Polisle işçiler arasında çıkan çatışma sonucunda 3 kişi yaralandı. Polis zorla fabrikaları yeniden boşalttı.

Olaylar 9 Şubat’ta da sürdü. Bu arada işten çıkarılan işçilerin sayısı 5 bine ulaşmıştı.

10 Şubat’ta Çiğli İplik Fabrikası’ndaki direnişi kırmaya giden güvenlik güçleri, Çimentepe halkının direnişiyle karşılaştı. Polisle halk arasında silahlı çatışma çıktı.

Bu olayın ardından polis Çiğli’nin gecekondu mahallesine operasyon düzenledi. Çiğli’de halk barikatlar kurarak direndi. Polis, binin üzerinde jandarma gücüyle takviye edilerek, yeniden müdahale etti. Halkla güvenlik güçleri arasında çatışma çıktı. Barikatları aşan polis, Çimentepe gecekondu mahallesine büyük bir operasyon düzenledi. Mahalledeki bütün evler arandı. 500 kişi gözaltına alındı.

Polis, Çiğli pamuk depolarına ulaşarak, işçiler tarafından burada kurulan barikatları dağıttı. İşçileri fabrikadan zorla çıkardı. Çiğli’de bu olaylar devam ederken, İzmir’in çeşitli yerlerinde ve özellikle Gültepe’de Tariş işçilerinin direnişini destekleyen eylemler yapıldı. Gültepe’de polisle halk arasında silahlı çatışma çıktı.

Olaylar 11 Şubat’ta da devam etti. İzmir’in çeşitli yerlerinde Tariş direnişini destekleyen gösteriler yapıldı. Destek eylemleri Türkiye çapına yayıldı. İşçi sınıfı, öğrenci gençlik, demokratik kitle örgütleri Tariş işçilerini destekleyen ve güvenlik güçlerinin operasyonlarını kınayan protesto gösterileri gerçekleştirdiler.

13 Şubat’ta Tariş işletmelerinin bazı bölümleri, polis gözetiminde açıldı. Fakat işçilerin büyük bir kısmı işbaşı yapmadı.

14 Şubat’ta Çiğli İplik Fabrikası’nda devam eden işgalin kırılması amacıyla, güvenlik güçleri büyük bir operasyona girişti. Operasyona 10 bin jandarma komandosu ve piyadenin yanında binlerce polis katıldı. Çiğli İplik Fabrikası’ndaki işgalci işçilere karşı, panzer, kariyer, helikopter ve keşif uçakları kullanıldı.

Operasyon saat 11’de başladı. Polis 15 dakika süren çatışma sonucunda panzerlerle kapıları kırarak fabrika bahçesine girdi. Polisin işgali bitirilmesi yönündeki çağrısı sonucu bin kadar işçi fabrikadan çıkarak teslim oldu. Bir kısım işçi direnişe devam etti. Fabrikaya ikinci operasyon öğleden sonra yapıldı. Polis panzerler ve zırhlı araçlarla fabrikanın içine girmeye çalıştı. İşçiler bu saldırı karşısında pamuk balyalarıyla oluşturdukları barikatı ateşe verdiler. Bir saat süren direniş sonucunda polis sonuna kadar direnen 500’ün biraz üzerindeki işçiyi etkisiz hale getirerek, gözaltına aldı. Gözaltına alınan işçilerin sayısı 1500’e ulaştı. Bu işçiler Karşıyaka Spor Salonu’na götürüldü.

Fabrikaların boşaltılmasının ardından Çiğli ve Çimentepe gecekondu mahallelerinde polisle silahlı çatışmalar çıktı. İzmir’in birçok semtinde de polisle çatışma yaşandı.

Aynı gün DİSK’e bağlı sendikalar iki günlük greve çıkarak, Tariş olaylarını protesto edip, Tariş işçilerinin yanında olduklarını gösterdiler. Grev, süre dolmadan 15 Şubat günü öğlen saatinde bitirildi. Bu dayanışma grevine tahmini olarak çeşitli sektörlerde çalışan 50 bin işçi katıldı.

15 Şubat’ta, polis, çevresi barikatlarla örülmüş Çimentepe’yi kuşattı. Polisin barikatları aşma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Çıkan çatışmada yaralanmalar oldu. Halk Çimentepe’nin bütün sokaklarında barikatlar kurdu. Polis, ancak jandarmadan aldığı destekle barikatları aşarak mahalleye girebildi. Çimentepe’de bütün evler arandı, çok sayıda kişi gözaltına alındı.

Aynı günün akşamında polis Gültepe’ye yönelik gece baskını yaptı. Resmi güçlerle koordineli hareket eden sivil faşistlerin saldırıları sonucu bir öğretmen yaşamını yitirirken, iki kişi yaralandı.

16 Şubat’ta polis Gültepe’ye girmeye çalıştı. Çıkan silahlı çatışmada 3 polis öldü, 17 polis, iki er ve halktan 100 kişi yaralandı. 17 Şubat’ta saatlerce süren operasyon sonucunda polis Gültepe’de denetimi sağlayabildi. Gültepe’de bütün evler arandı. 700 kişi gözaltına alındı.

18 Şubat’ta Pamukyağı Kombinası ile 1 ve 2 no’lu üzüm işletmeleri güvenlik güçlerinin gözetiminde açıldı.

1 No’lu üzüm ve pamuk işletmelerine daha önce çalışan hiçbir işçi alınmadı, MHP eğilimli 800 işçi işbaşı yaptı. 2 No’lu üzüm işletmesinde ve incir, alkol ve kolonya işletmelerinde üretim yapılmadı.

Eylemlere katılmayan işçilerin işe alınacağı açıklansa da, bu işçilerin bir kısmı ve raporlu 300 işçi işten atıldı. 1200 işçi ve memur, kooperatiflere atandı. İşlerine son verilen işçilerin hiçbirine tazminat ödenmedi.

Olaylardan sonra, Tariş Genel Müdürlüğü tarafından kara listeler hazırlandı. Listeler özel sektördeki işyerlerine gönderildi. Böylece işten atılan işçilerin özel sektörde iş bulmasının önüne geçilmek istendi.

20 Şubat’ta Tariş’te üretime yeniden başlandı. Olaylardan sonra işçilerin çoğunluğunun işlerine son verildi. Bu işçilerin yerlerine MHP eğilimli kişiler yerleştirildi. İşçiler aleyhine açılan davada 135 işçiye direnişe katıldıkları gerekçesiyle 25’er ay ceza verildi.

Tariş Direnişi, Türkiye işçi hareketinin en önemli işçi eylemlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.

Eylemin uzun süreli olması ve devlet güçleriyle açık çatışmalarla geçmesi, sınıfın giderek radikalleştiğini ve siyasallaştığını ortaya koymaktaydı.

Tariş direnişinin önemli özelliklerinden biri de eyleme tüm anti-faşist güçlerin katılmasıydı. Eylem gecekondu halkı, öğrenci gençlik, diğer sektörlerde çalışan işçiler ve bütün devrimci güçler tarafından aktif olarak desteklendi. Eylemin lokal düzeyde kalmayarak, İzmir çapında yayılması ve yaşam alanlarıyla çalışma alanlarında koordineli bir direniş hattının örülmesi, Tariş Direnişi’nin dünden bugüne taşıdığı önemli birikimler oldu.

Tariş Direnişi, Türkiye işçi sınıfının özellikle 1968-1969 yıllarındaki fabrika işgal eylemleriyle başlayan, 15-16 Haziran genel direnişiyle zirveye ulaşan, düzenden kopma ve militan mücadele geleneğinin önemli örneklerinden biri olarak dikkat çekti. Hatta Tariş Direnişi, koşulların iyi değerlendirilmesi ve cüret edilmesine bağlı olarak bir genel ayaklanma örneği olabilirdi. Direniş bu anlamıyla tarihsel bir fırsattı. Tariş Direnişi’nin bu yönünün açığa çıkması, Türkiye solunun işçi sınıfına, devrime ve sosyalizme bakışıyla yakından ilintiliydi. Direniş, bir genel ayaklanma provası olabilirdi, yine de yenilgi yaşanabilirdi, ama Samuel Backett’in* dediği gibi, denerdik ve daha iyi yenilmiş olurduk. Böylesi bir süreç 12 Eylül faşizmine karşı mücadelenin de seyrini değiştirebilirdi. Tariş Direnişi’nin bu yönü, ayrıca düşünmeye değerdir.

* “Denedik, hep yenildik. Olsun, yine dene. Yine yenil daha iyi yenil” sözüyle bilinen İrlandalı roman, öykü, tiyatro oyunu yazarı.

 

 

 

KAMP-ÜS’ün kampüslere girişi yasak!

İstanbul Üniversitesi’nde çıkarttığımız yerel yayınımız KAMP-ÜS’ün Merkez Kampüs’e girişi rektörlük tarafından yasaklanmış bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde Merkez Kampüs’te KAMP-ÜS dergisinin satışını yaparken bizler için hiç de yeni ve şaşırtıcı olmayan bu gelişmeyi öğrendik: Merkez Kampüs’e KAMP-ÜS ile girmek yasakmış!

İkinci sayımızın satışı için Merkez Kampüs’e gittiğimizde, geçen sayımızı alan öğrenciler, kampüs girişindeki çanta aramalarında bu yayının görülmesi üzerine KAMP-ÜS’ün rektörlük tarafından yasaklandığını ve içeri sokulmasının engellendiğini söylediler. ÖGB’ler birçok öğrencinin dergisini çıkışta geri vermek üzere el koymuş.

İÜ’de her gün baskı koşulları artıyor. Üniversite yönetimi özel güvenlikler eliyle istemediği yayınları keyfi bir şekilde üniversiteye sokmuyor. Üniversiteye girerken öğrencilere potansiyel “terörist” muamelesi yapılıyor, üstleri ve çantaları aranarak taciz ediliyor. Cezaevlerine bile girebilen yayınlar üniversiteye sokulmuyor. Ancak aynı kapılardan satır ve bıçaklar ise giriyor. İÜ’de F tipini aşan uygulamalara imza atılıyor. Yasal olan yayınlara yasadışı uygulamalar yapılıyor.

Hafta başından itibaren gelişen olayı anlatan bildirilerimizle öğrencileri KAMP-ÜS’ü sahiplenmeye çağırıyoruz. Önce olayın yaşandığı Merkez Kampüs’e dağıtım gerçekleştirdik. Ayrıca Yabancı Diller ve Fen-Edebiyat Fakülteleri’nde de  olayı gündemleştiriyoruz.

Üniversitelerin toplama kampına ve sermaye üssüne dönüştürülmesine karşı yükselttiğimiz mücadeleyi engellemeye çalışıyorlar. Bizleri susturamayacaklar, yazılarımızı susturamayacaklar, sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz!

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği