25 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/30

  Kızıl Bayrak'tan
  Rejim krizi ve sol
   ABD’den Ankara’daki işbirlikçilerine
etkin taşeronluk rolü!
Düzen içi çatışmanın gölgesinde
solculuk çıkmazı…
TİB-DER’den Meclis araştırma raporu açıklaması...

Belediye işçilerine polis saldırısı... 

Arser işçisiyle dayanışmaya!
  Toplu görüşmeyi toplusözleşmeye çevirmek için devrimci kamu emekçilerini bekleyen görevler…
Saldırıları püskürtmek, hakları kazanmak ve
grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı için grev!
  Emekçilerden kesilen kaynaklar militarizme aktarılıyor!
  Ulucanlar’dan Hrant Dink’e...
  Bayrampaşa Cezaevi “törenle” kapatıldı...
  Metal işçileri sermaye işbirlikçisi faşist çeteden hesap sormalıdır!
  Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı Sonuç Bildirgesi:
  Temmuz bültenlerinde
sınıf dayanışması...
  Savaş kundakçıları Afganistan’daki fiyaskoyu itiraf ediyor!
  DTP Kongresi vesilesiyle bazı değerlendirmeler
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Savaş kundakçıları Afganistan’daki fiyaskoyu itiraf ediyor!

Afganistan işgalini sürdüren kapitalist-emperyalist düzenin savaş aygıtı NATO, fiyasko üzerine fiyasko yaşıyor. Geçen hafta bir üsse düzenlenen saldırıda 9’u Amerikalı toplam 19 işgalci asker öldürülünce, NATO saldırıya uğrayan üssünü kapatmak zorunda kaldı. ABD ordusunun 2001’deki işgalden bu yana ilk defa tek saldırıda bu sayıda asker kaybettiği belirtildi.

Taliban güçlerinin vurduğu etkili darbeden birkaç gün sonra NATO askerleri ile kukla yönetime bağlı Afgan polisinin birbirine girmesi ise savaş aygıtının yeni bir beceriksizliği oldu. Ülkenin güneyinde yanlışlıkla Afgan polisiyle çatışmaya giren NATO askerlerinin yardım çağrısı üzerine bölgeye hava saldırısı düzenleyen işgal gücü ISAF, 9 Afgan polisini öldürürken, 5’ini de yaraladı. Bombardımanda sivilleri de öldüren NATO askerleri tam bir rezalet yaşadılar.

Yedinci yılına yaklaşan vahşi işgal boyunca hem ABD hem NATO askerlerinin sivil halk üzerine bomba yağdırıp katliam yapmak, ardından özür dilemek dışında bir şey başardıklarına pek tanık olunmamıştır.

Bu yenilgi ve rezaletler, NATO’nun son aylardaki asker takviyesine rağmen yaşanmaktadır. Washington’daki savaş kundakçıları ile “müstakbel ABD başkanı” sayılan Barack Obama’nın son günlerdeki itirafları, Afganistan fiyaskosunun gizlenemez noktaya geldiğini göstermektedir.

Vahşi işgalin hezimetini kabullenmek zorunda kalanlardan ABD Savunma Bakanı Robert Gates, düzenlediği basın toplantısında, “Afganistan’a ek Amerikan askerinin en kısa zamanda gönderilmesinin en iyisi olacağını” söyledi. “Ek güçlerin daha erken gönderilmesinin uygun olup olmadığını görmek için sıkı çalışma içinde olduklarını” belirten ABD’li bakan, konuya ilişkin henüz bir kararın alınmadığını söyledi.

Toplantıya katılan ABD Genelkurmay Başkanı Amiral Michael Mullen de yaptığı açıklamada, Afganistan’daki tehdidin arttığını belirtti. Artan Taliban şiddetiyle mücadele ve Afgan güvenlik güçlerinin eğitimi için ek 3 tugaya ihtiyaç duyduklarını ifade etti.

Daha kapsamlı itiraf ise Barack Obama’dan geldi. Kabil’deki soysuzluk abidesi kukla devlet başkanı Hamid Karzai’yi ziyaret eden Obama, Afganistan’daki durumun işgalciler açısından vahim olduğunu yerinde saptamış görünüyor.

Kukla başkanın yemek davetinde konuşan Obama, “Ülkede durumun istikrarsız olduğunu ve alarm verdiğini anlamalıyız. Terörizmle mücadelede ana odağın, ana cephenin burası olduğuna inanıyorum” dedi. Durumun yeterince acil hale geldiğini vurgulayan Obama, Afganistan’daki Amerikan askeri sayısının artırılması gerektiğini ifade etti. ABD’nin Irak’tan Afganistan’a asker kaydırmayı şimdiden planlaması gerektiğini savundu.

İzlenimleriyle ilgili basına da konuşan Obama, NATO güçlerinin giderek güçlenen bir Taliban ayaklanmasıyla karşı karşıya olduğu Afganistan’daki durumu “tehlikeli ve acil” diye tanımladı.

Hem işbaşındaki savaş kundakçılarının, hem “müstakbel başkan” kabul edilen Obama’nın işgale dair sözleri, Afganistan’daki hezimetin resmi itirafıdır.

Kapsamlı bir halk direnişi olmamasına rağmen, savaş aygıtı NATO’nun ve tabii ki ABD emperyalizminin maruz kaldığı bu utanç verici akıbet, en modern, en acımasız savaş aygıtlarının bile halkları köleleştirme gücünden yoksun olduğunun yeni bir kanıtı olmuştur.


İsrail zindanlarındaki tutsaklar serbest!..

Hizbullah ile siyonist rejim arasında tutukluların takası konusunda varılan anlaşma, ikinci yılında Lübnan direnişini hedef alan ABD patentli İsrail saldırısının yeniden tartışılmasına vesile oldu.

İsrail’in Lübnan’ı yakıp yıkan saldırısı, direnişçilerin iki işgalci askeri kaçırmasına bir tepki şeklinde yutturulmak istenmişti. Ancak kısa süre sonra basına yansıyan bilgiler, İsrail saldırısının askerlerin kaçırılmasından önce planlandığını ortaya koymuştu. Tıpkı Irak işgalinin 11 Eylül saldırılarından uzun süre önce planlanmış olması gibi... Hizbullah liderleri de, daha İsrail savaş makinesi Lübnan halkları üzerine bomba yağdırırken yaptıkları açıklamada, saldırının önden planlanmış olduğunu, ancak direnişçilerin siyonist orduya yaptıkları isabetli vuruştan dolayı erkene alındığını dünyaya duyurmuşlardı.

Saldırının başlatıldığı Temmuz 2006’da hem Tel Aviv’deki küstah savaş baronları hem Washington’daki efendileri, siyonist orduya çok güveniyorlardı. Direnişi ezmek için birkaç haftanın yeterli olacağını sanan emperyalist-siyonist güçlerle işbirlikçileri, doğmakta olan “yeni Ortadoğu” müjdesini vermekte biraz acele davrandılar. İşgal ordularının Irak’a girmesinden kısa bir süre sonra, haydutbaşı Bush da “zafer”lerini ilan etmişti. Her iki örnekte de işgalcilerin tez canlılığı, halkların direnme gücünü hesaba katmama gafleti içinde bulunmalarından kaynaklanmıştı.

Bilindiği gibi, emperyalist işgal karşıtı direniş, kısa sürede Irak’ı ABD savaş makinesinin bataklığına çevirmeyi başarmıştı. Lübnan’a saldıran İsrail savaş makinesi ise, esir askerlerini kurtarmadan, üstelik “yenilmez güç” efsanesini geride bırakarak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Ezici çoğunluğu asker olan 160 ceset toplayan siyonist ordu, Lübnanlı direnişçilerin 34 gün boyunca İsrail’e yaptıkları füze saldırılarını engelleme konusunda da aciz kalmıştı.

İki yıldır askerleri rehin tutan Hizbullah, askerlerin cenazelerini (yapılan araştırmada iki askerin kaçırıldıkları gün çıkan çatışmada öldüğü anlaşıldı) İsrail’e teslim ederken, karşılığında beş direnişçi tutsağın serbest bırakılması ile siyonistlerin katlettiği 200 Filistinli ve Lübnanlı direnişçinin cenazesinin iade edilmesini sağladı.

Hizbullah ile İsrail arasında varılan anlaşma, saldırgan siyonistlere iki yıl önceki utanç verici yenilgiyi yeniden hatırlatırken, Beyrut’ta da zafer kutlamalarına vesile oldu. Hizbullah’ın serbest kalan beş tutsağından biri olan ve Lübnan’da sembol isim haline gelen Semir Kantar, 28 yıldan beri İsrail zindanlarında yatıyordu.

Esirlerin Beyrut’a döneceği gün düzenlenen törene, aralarında başbakan Fuad Sinyora’nın da bulunduğu Hizbullah’ın muhalifleri de katıldı. Cumhurbaşkanı, eski başbakanlar, Dürzîlerin önderleri, milletvekilleri, Şii-Sünni Müslüman dini önderler, piskoposlar, yüksek düzeyde bürokratlar, bütün güvenlik birimlerinin şefleri ve Lübnan’daki BM temsilcisi Hizbullah’ın kurtardığı beş Lübnanlı esiri karşılamak için Beyrut havalimanında toplandı.

Dünya basınında geniş yer alan esir değişimi, bazı çevreler tarafından“Lübnan savaşının son perdesi” şeklinde yorumlandı.

Kuşkusuz ki bu anlaşma, siyonistlerin kendini dayatma küstahlığının eskisi kadar kolay olamayacağını göstermiştir. Fakat yine de bu durum İsrail-Lübnan çatışmasının sona erdiği anlamına gelmiyor.

Emperyalist-siyonist güçlerin geçmişte olduğu gibi önümüzdeki dönemde de, ezilen halkların direnişini kırmak için her yola başvuracaklarından kuşku duyulamaz. Ancak bu saldırganların halkların direnme gücünü yok sayarak hareket etmeleri de artık kolay olmayacaktır.