19 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/38

  Kızıl Bayrak'tan
   Soluğu kesilen kapitalizm
   İşbirlikçi sermaye devletinin iyimser vaazları sahtedir!
Mehmetçik medyayı toplayan ordu sefere mi hazırlanıyor?
Kürt halkına ve diline özgürlük!

Kadıköy Belediyesi’nde grev!

İşçi ve emekçi hareketinden…
  Direnişteki UNO işçileriyle konuştuk...
  12 Eylül protestolarından…
  12 Eylül askeri faşist darbesi ülke çapında protesto edildi...
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu’nun
6. Toplantısı’nda buluşalım!
  Bir deney üzerine gözlemler…
  Pakistan: Emperyalist savaşın yeni cephesi!
  Bolivya ile Venezüella’da ABD destekli darbe hazırlıkları…
  Dünyadan…
  Yeni dönem mücadele gündemleri ve komünist gençliğin görevleri...
  Anti-faşist mücadelenin sorunları ve faşizme karşı mücadele
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve kolera günleri / 3
Volkan Yaraşır
  Küçük-burjuva dükkancı zihniyet festivallerde de iş başında!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Soluğu kesilen kapitalizm

“Kara Pazartesi”, “Ekonomik deprem”, “Borsalarda deprem”, “Yüzyılın krizi”, “Kapitalizmin kalesi çöktü”, “Bir dev çöktü, dünya komada”... Bunlar “Kara Pazartesi”yi izleyen günün bazı günlük gazete manşetleri... Nedir, ne oluyor peki? Türkiye’nin burjuva basını dünya kapitalizminin merkez üssündeki yeni öncü sarsıntıları bildiriyor. Yer yer kendince kafa da bularak, güleriz ağlanacak halimize misali. AKP hükümetinin gayri resmi yayın organı Yeni Şafak, batmak üzere olan sigorta devini ima ederek şu manşeti kullanıyor örneğin: “Dünyanın sigortası attı”.

Son durumu ise bir sonraki güne ait Cumhuriyet’in şu başlığı veriyor: “Kriz can yakmaya devam ediyor... Küresel finansın beş devinden üçü çöktü, ikisi gün sayıyor...” Ve aynı gazeteden durumu özetleyen manşet: “Peş peşe batıyorlar”!

Batmak için gün sayan ikiliden birini, ABD’nin en büyük sigorta şirketi AIG’i, Amerikan Merkez Bankası (FED) kurtarmak yoluna gitti (işin aslında kamulaştırdı). ABD'nin en büyük dördüncü yatırım bankası olan Lehman Borthers’ın çöküşünü izlemeyi seçenlerin AIG’i neden kurtarmak yoluna gittikleri hakkında ise basında şu bilgiler yer aldı: “ABD'nin dev sigorta şirketi American International Group'un (AIG) batmasının dünya çapında bir krize yol açmasından kaygılanan Amerikan hükümeti, şirkete acil 85 milyar dolar para aktarmayı ve karşılığında firmanın hisselerinin yüzde 80'ini denetimi altına almayı kararlaştırdı. FED'den yapılan açıklamada, AIG'nin çökmesi durumunda, zaten derin bir sıkıntıda bulunan finans piyasalarının ve ekonominin ağır zarar göreceği belirtildi.”

Bu açıklama öncü sarsıntıların haber verdiği deprem riskinin küresel boyutları hakkında bir fikir veriyor. Fakat yapılanın derde çare olamayacağı, FED’in elindeki kurtarma kaynağının “bir atımlık barut” olduğunu, onu da AIG için kullandıktan sonra sırada bekleyen ötekiler için yapacak pek bir şeyi kalmadığını da yine aynı haber kaynakları bildiriyorlar. Şimdi sıra çaresizilik içinde sırasını bekleyen ötekilerde. Kapitalizmde kriz zincirleme tepkimeler halinde geliştiğine göre onları da başkaları izleyecek büyük ihtimalle ve bu gerçekleşirse eğer iflaslar serisi sahnesi hızla tüm dünyaya doğru genişleyecek. Korkulan da bu zaten: “Büyük Çöküş”! 1929’un anısı kapitalist dünyada dehşetini bir kez daha hissettiriyor. Ama herkes böyle bir şey gerçekleşirse alacağı boyutlar yanında 1929’un son derece önemsiz kalacağını da biliyor. Bugünün dünyası, kapitalizmin bugünkü gelişme ve dünya ölçüsünde içiçe geçme düzeyi, 1929’dan öylesine farklı ki!

Kapitalizmin soluğu bir kez daha kesiliyor, üstelik kapitalizmin günümüzdeki kabesi ABD’de. Son birkaç gündür olup bitenlerin özü özeti bu. Dünya devi finans kuruluşları peş peşe batıyor, tüm dünyada borsalar allak-bullak durumda, çalkantı sürüyor ve yeni iflaslar bekleniyor. Hükümetler devreye girdiği, kamu fonlarından piyasaya oluk oluk para akıtıldığı halde kanama durdurulamıyor, iflasların önü alınamıyor, “piyasalar”da sükunet sağlanamıyor. Zira herkes çok iyi biliyor ki bunlar henüz ilk öncü sarsıntılar, daha şiddetlileri arkadan gelecek, demek oluyor ki sırada yeni büyük iflaslar ve belki de büyük bir deprem var. Bu beklenti nabız atışlarını yükseltiyor, korkuları büyütüyor, solukları kesiyor.

İkinci emperyalist dünya savaşını izleyen uzun bir genel büyüme ve genişleme döneminin ardından ‘70’li yılların ortasında genel bir durgunluk içine giren dünya kapitalizmi, buna rağmen o günden bugüne bir genel çöküş tehlikesinden kendisini korumayı iyi-kötü başardı. Böyle bir büyük çöküşe ilk olarak Ekim 1987’de belirgin biçimde yaklaştı. Sarsıntının merkez üssü yine ABD idi. Wall Street Borsası yine bir Pazartesi günü (yine “Kara Pazartesi”!) büyük bir sarsıntı yaşadı. Bir anda %22,5 oranında değer kaybına uğradı, milyarlarca dolar buharlaştı, sarsıntı etkisini tüm dünyada gösterdi. Fakat sonuçta bu büyük sarsıntı bir büyük çöküşe dönüşmedi.

Şimdi daha farklı koşullarda, daha farklı bir biçimde benzer bir tehlike ile karşı karşıya kapitalist dünya ekonomisi. Bu kez de uçurumun kenarından dönmeyi başarır mı bilinmez, bekleyip göreceğiz. Ama şu ana kadar gördüklerimiz de yeterince önemli.

Bunlardan ilki ABD ekonomisinin durumudur. Olup bitenler dünyanın bu en büyük ekonomisinin muazzam yapısal zaafiyetini, gelinen yerde ne denli kırılgan bir hal aldığını bütün açıklığı ile ortaya koymuştur. ABD ekonomisi yıllardan beridir ve halen bir borç, kredi ve spekülasyon denizi içinde yüzmektedir. “Mortgage”ler bunun ürünüdür, dev finans kuruluşlarının peş peşe batması bunun bir dışa vurumudur. Bu ülkede kapitalist kuruluşlar birbirlerine ve devlete, devlet tersinden kapitalist kuruluşlara, tüketici kitleler bunların tümüne muazzam boyutlarda borçlu durumdadırlar. Bu konuda kamu borçlarının ulaştığı boyut bir fikir verebilir. 2007 yılı itibariyle, yani daha ortada “mortgage”in trilyonlarca dolarlık (5.2 trilyon) yeni yükü yokken, kamu borçları toplamı GSYİH’nın %60’nı aşıyordu (kabaca 9 trilyon dolar). Şimdi artık %100’ünü bulmuş olmalıdır.

Bugüne kadar bununla, borç, kredi ve spekülasyonla, bir bakıma yapay bir biçimde döndürülen çarklar gelinen yerde kırılmaktadır. Gündemdeki kriz bunun ifadesidir.

Bu kırılma tüm dünya ekonomisini de dolaysız olarak tehdit etmektedir. Çünkü ABD yalnızca dünyanın en büyük ekonomisi değil (14 trilyonluk GSYİH ile dünya toplamının yüzde 25,5’i), aynı zamanda onun sürükleyici gücü, denebilir ki eksenidir de. ‘90’lı yılları boydan boya kaplayan sayısız krizin (uzak Asya, Japonya, Rusya, Meksika, Türkiye, Arjantin vb.) etkileri büyük ölçüde bölgesel kalırken, ABD’deki krizin anında dünyanın dört bir yanında şiddetle yankılanması bundandır. Çin’in büyük gürültülere konu olan büyüme “mucizesi”nin öte yüzünde bizzat ABD’nin kendisi vardır. ABD ekonomisinin çökmesi anında bu mucizenin de sonu anlamına gelir. Öte yandan ABD dünyanın en borçlu ülkesidir de. Haziran 2007 itibariyle dış borçlar toplamı 12.25 trilyona ulaşmış durumda idi. Kriz sarsıntıları ile geçen son bir yıl içinde bu tutar daha da artmış olmalıdır. Bu muazzam dış borç yükü, ABD ekonomisindeki gelişmeler karşısında dış dünyada uyanan büyük hassasiyetin de bir başka nedenidir.

Son gelişmelerle birlikte şimdiden tanık olduğumuz bir başka önemli olgu, kapitalist piyasanın kutsanmasına dayanan neoliberalizmin iflasıdır. Söylemde olduğu kadar uygulamada da. Yıllardır neoliberal küreselleşme politikaları çerçevesinde tüm dünyaya özelleştirmeleri ve serbest piyasa kurallarını dayatan ABD’de şimdi devlet piyasaya müdahale etmekte, peş peşe millileştirmeler yapmaktadır. Daha önce faturasını halka ödetmek üzere Fannie ve Freddie şirketlerinin 5.2 trilyonluk büyük emlak batağını millileştiren hükümet, şimdi de en büyük sigorta şirketi için yaptı aynı şeyi. Bu son adım dünya basınında şöyle yer buldu: “Amerikan Merkez Bankası, iflastan kurtardığı AIG şirketine yaklaşık 85 milyar dolar kaynak sağladı, karşılığında AIG'nin yüzde 80 hissesini teminat olarak kabul etti. Bu, pratikte, AIG'nin kamulaştırılması anlamına geliyor.”

Söylemeye gerek yok ki, bu batağın kamulaştırılmasıdır. Serbest piyasa uygulamaları ile muazzam kârlar sağlayan dev kapitalist şirketlerin, aynı piyasanın kör işleyişinin kurbanı olduklarında, karşı karşıya kaldıkları muazzam zararlar, devletin piyasaya müdahalesi ile kamulaştırılmakta, böylece dosdoğu halka fatura edilmektedir. Kapitalizm işte böyle işlemektedir. Tüm tarihi boyunca da bu işler böyle olmuştur. İşleyiş bir dönem piyasanın kör ve kontrolsüz gidişine bırakılmış, sömürü ve soygun çarkı bu eksende dönmüş, işlerin kontrolden çıktığı her durumda ise, “piyasanın sihirli eli” üzerine söylenenler bir anda unutularak kapitalist devletin kapitalistler için her zaman şefkatli olan eli devreye sokulmuştur. Şimdi de olan budur ve ironik bir biçimde, buna ilişkin ilk uygulamaların gündeme getirildiği yer de neoliberalizmin kalesi ve kabesi olan ABD’dir.

Frankis Fukayama, birkaç hafta önce Gürcistan savaşını konu alan bir yazısında, kendisine bir anda büyük bir ün kazandıran fakat çok geçmeden gerçeklerin inatçı gücü karşısında alaylara konu olan “tarihin sonu” tezinden sözederken şunları söylüyordu: Yeni uluslararası gelişmelerin seyrini anlamaya çalışmakla bilhassa ilgiliyim. Nitekim 1989 yılında ‘Tarihin Sonu’ başlıklı bir makale yazmıştım. Liberal fikirlerin, Soğuk Savaş sonunda kesin ve nihaî olarak zafer elde ettiklerini savunuyordu.” Ne var ki, diye ekliyor, “ABD'nin dünya sistemi üzerindeki hâkimiyeti kayıp gidiyor; Rusya ve Çin, otoriteryanizm ve modernleşmenin, liberal demokrasiye açıkça meydan okuyan bir bileşimini gösteriş budalası gibi sergileyerek kendilerini model olarak sunuyorlar.”

Amerikan emperyalizminin ideologu gülünç duruma düşen tezinden sözederken, ABD’nin “kayıp giden” hakimiyetine yanıyor ve “otoriteryanizm” karşıtlığı adı atında yakınıyor göründüğü soğuk savaş söylemine dönüyor. Oysa onun nihai zaferini ilan ettiği “liberal fikirleri”nin iki temel öğesi vardı: Burjuva demokrasisi ve serbest piyasa ekonomisi. Her ikisinin de ipi ABD’de çekildi ve çekiliyor, bizzat ABD yönetimi eliyle. İlkinin 11 Eylül ve ikincisinin son ekonomik kriz sonrasında. Elbette kaçınılmaz zorunlulukların basıncı altında, yani tarihin işleyiş ve ilerleyiş mantığı içinde. Fukuyama’yı kedere boğduğu anlaşılan “ABD'nin dünya sistemi üzerindeki hâkimiyeti(in) kayıp gitmesi” de bunun bir parçası.

Tarihin çarkı dönmeyi sürdürüyor. Şimdilik kapitalizmin kendi mantığı ve yasallıkları içinde. Bunu bize sonu gelmeyen ekonomik bunalımlar, güç kazanan siyasal gericilik, gemi azıya alan militarizm, artan silahlanma yarışı, kızışan emperyalist nüfuz mücadeleleri, ve nihayet büyük yıkımlara ve acılara yolaçan emperyalist savaşlar halen yeterli açıklıkta gösteriyorlar. 20. yüzyıl bunalımlar, savaşlar ve devrimler yüzyılı olmuştu. Karmaşık ve zengin olaylara sahne olan fırtınalı 20. yüzyılın tarihini temelde bunlar belirlemişti. Bunlardan ilk ikisini, bunalımları ve savaşları, 21. yüzyılın daha ilk on yılı dolmadan, sıraladığımız olgular üzerinden sıcağı sıcağına yaşıyoruz. Halen eksik olan devrimlerdir. Ama ilk ikisini doğuran tarihsel koşullar neredeyse tam bir kaçınılmazlıkla üçüncüsünü de doğuracaktır. Emekçilerin ve halkların dünya ölçüsünde gitgide güç kazanan mücadeleleri bunun ilk işaretlerini daha şimdiden vermektedir.

Avrupa'da en çok zenginin yaşadığı Almanya'da halkın sadece yüzde 13’ü adil bir toplumda yaşadığına inanıyor”. Bu bilgi çok yeni ve kaynağı Deutsche Welle (Zenginler diyarı Almanya, 10.09.2008). Aynı kaynak, konuyla ilgili bilim insanlarına dayanarak, mevcut sistemin ve işleyişinin halen zengini daha zengin yoksulu daha da yoksul hale getirdiğini söylüyor ve onlardan şu görüşü aktarıyor: Böyle bir durumda patlamaya hazır bir gelişme ile karşı karşıya olabiliriz. Toplum bölünebilir, bunun da elbette çok ciddi siyasi ve sosyal sonuçları olur."

Toplumsal devrimi mayalayacak sosyal zemin bizzat kapitalizmin kendi işleyişi içinde işte böyle hazırlanıyor, üstelik sistemin zenginliği ile tanınmış ve düne kadar sosyal refahın kalesi sayılan metropollerinde. Kapitalist sistemin çok yönlü bir kriz içinde kıvrandığı ve “büyük çöküş” korkuları içinde yaşadığı bir evrede, devrimin dünya genelindeki halihazırdaki tüm zayıflığına rağmen gelecek için iyimser ve umutlu olmak için yeterince nedene sahibiz.

Kızıl Bayrak