26 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/39

  Kızıl Bayrak'tan
   Uluslararası finans krizi ve Türkiye
   Krizin faturasını ödememek için
mücadeleyi yükseltelim!
Çeteleşen rejimin tek alternatifi sosyalizmdir!
Metal TİS’leri...

Kartal’da metal işçileri geleceğini tartıştı...

BMİS “ortak mücadele” çağrısıyla neyi hedefliyor!
  Kot taşlama mı, işçi mezarlığı mı?
  Ulucanlar Direnişi 9. yılında!
  GOP İşçi Platformu’nun kampanya değerlendirmesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 6. Toplantısı Sonuç Bildirgesi…
  Gönüllü kulluk
Yüksel Akkaya
  Köln’de onbinlerce kişi ırkçı-faşistlere
geçit vermedi!
  Dünyadan…
  PKK 10. Kongresi üzerine kısa notlar
M. Can Yüce
  Emekçi kadın örgütlü mücadele içinde özgürleşecek!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Çeteleşen rejimin tek alternatifi sosyalizmdir!

Deniz Feneri adlı hırsızlar şebekesinin Almanya’da yakayı ele vermesi, şebekenin Türkiye’deki şeflerinden biri olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da suçüstü yakalanmasına vesile oldu. Müritlerinin Almanya’da hüküm giymesi üzerine histerik nöbetlere giren Tayyip’in Aydın Doğan’la cepheden dalaşmaya girişmesi, Ergenekon davasını bir süreliğine gölgede bıraktı.

Fakat bu durum fazla sürmedi. Dinci-gerici oluşumların hırsızlar çetesi tarafından kontrol edildiğinin geniş yığınlar tarafından da öğrenilmesi karşı bir hamle ile etkisizleştirilmek istendi ve Ergenekon davası bir kez daha gündeme taşındı.

Yeni bir tutuklama hamlesi başlatan AKP hükümeti, ampulüne yapışan “hırsızlar!” yaftasını, oluşturacağı toz-dumanın ardında gizlemeye çalışıyor. Bu kez “emekli” olanların dışına uzanılarak, görev başında bulunan subaylar tutuklandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla İstanbul, İzmir, Hakkari ve Mersin’de gözaltına alınan 5 teğmen ile bir askeri öğrenci İstanbul Merkez Komutanlığı’na getirilerek sorgulandı. Teğmenlerin 4’ü ile askeri öğrenci, sorgunun ardından tutuklandı.

Muvazzaf subaylar, İşçi Partisi’nin “karargahevleri” olarak bilinen yerlerdeki toplantılara katıldıkları iddiası ile tutuklanırken, aralarında eski İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı avukat Levent Temiz’in de bulunduğu 11 kişi gözaltına alındı.

Muvazzaf subayların tutuklanmasına onay veren Genelkurmay Başkanlığı da konuya ilişkin bir açıklama yaptı.

General eskilerine özel kuryeler gönderen Genelkurmay Başkanlığı, askeri darbe planladıkları iddiasıyla tutuklu bulunan ikiliye sahip çıktığını ortaya koymuştu. Yargılama sürecine açık müdahale olarak değerlendirilen bu girişim, general eskilerinin mahkemelerde “aklanacağı” yargısını güçlendirmişti. Nitekim ölümle pençeleşen devrimci tutsaklar serbest bırakılmazken, merdivenden düşerek beyin kanaması geçiren Şener Eruygur zaman geçirmeden serbest bırakıldı.

General eskilerine sahip çıkarak sarsılan prestijini düzletmeye girişen NATO’nun ikinci büyük ordusu, alt kademede de olsa muvazzaf subayların tutuklanmasına izin vermek durumunda kalınca, imaj düzeltme hamlesi pek bir işe yaramamış oldu. Ancak ordu, ABD emperyalizminin biçtiği role adapte olarak konumunu güçlendirdiği için, bu türden karşı hamleleri fazla dert edinmiyor. ABD ile ilişkilerin tezkere kazasından bu yana en ileri noktaya gelmiş olması, ordunun rejim üzerindeki vesayetini güçlendireceği gibi, kontra örgütlenmenin yeni döneme uygun bir şekilde düzenlenmesini de gerekli kılıyor.

Amerikancılık’ta yarışan taraflar arasındaki çatışma kuşkusuz devam ediyor. Çatışmanın seyrine bağlı olarak önümüzdeki günlerde de Ergenekon gündeme gelecektir. 20 Ekim’de başlaması beklenen yargılama sürecinin özellikle AKP tarafından kullanılması muhtemeldir.

Yine de egemenler arası çatışmada eksenin Ergenekon’dan farklı alanlara kaydığını söylemek mümkün. Yargılamanın baştan savma yapılması kaçınılmaz görünüyor. Zira devletin kontra örgütlenmesine uzanacak bir yargılama sürecine egemenlerin hiçbir kesimi onay veremez.

Ergenekon soruşturması kapsamında ortaya saçılan pislikler, sermaye düzeninin tepeden tırnağa çeteleştiğini gösteren pek çok verinin açığa çıkmasını sağladı. Devletin temel kurumlarının soruşturma karşısındaki tutumları, Amerikancı rejimin tüm kurumların çeteleşmiş devletin bir parçası olarak iş gördüğünü gözler önüne serdi.

Bu arada AKP hükümetinin Ergenekon’u egemenler arası çatışmanın bir aracı olarak kullandığı kanısı da giderek güçleniyor. Gelinen yerde dinci-gericiliğin çetelere ya da darbecilere karşı mücadele ettiği yönündeki safsatalara pek inanan kalmadı. Liberal avanaklar bile, 12 Eylül cuntasının eli kanlı şeflerine dokunmayan AKP’nin “demokratikleşme hamlesi”nden umudunu kesmiş bulunuyor.

Verili tablo, hem egemen sınıfların birbiriyle çatışan taraflarını hem Amerikancı rejimi teşhir etmek için ülkede uygun bir atmosferin oluştuğuna işaret etmektedir. Kuşkusuz ki bu teşhir, tüm pislikleriyle kapitalizmi tarihin çöplüğüne gömecek olan devrim ve sosyalizmin tek alternatif olduğunun güçlü bir şekilde vurgulanması ile tamamlanmalıdır.

Faşist devlet terörüne karşı mücadeleye!

Sokakta polis terörü vukuatlarından biri de 21 Eylül’de İstanbul’da yaşandı. Tekstil işçisi Halit Çelebi’nin önü kesildi. Çelebi kendisine kimlik soran sivil giyimli kişilerin kimliklerini görmek istedi. Bu yasal ve meşru talebe polisin yanıtı psikolojik ve fiziki işkence oldu.

Polisler sokak ortasında dakikalarca Halit Çelebi’ye dayak attı. İşkencecilerden birinin parmağı Çelebi’nin gözüne girdi. Kan revan içinde kalan Çelebi, hastane yerine Kasımpaşa Karakolu’na götürüldü. İşkence karakolda da devam etti. Kendisine sürekli küfür eden ve “cop sokma” tehditlerinde bulunan işkenceciler, Çelebi’yi fenalaşması üzerine Taksim İlkyardım Hastanesi’ne götürdü. Gözünü kaybetme tehlikesi bulunan Çelebi, ertesi gün serbest bırakıldı.

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişiklikler sonrasında polisin keyfi güç kullanımı vakalarının ardı arkası kesilmiyor. PVSK’da yapılan değişikliklerden sonra polis kurşunu ve diğer işkencelerden dolayı ölümler, yaralanmalar artarak devam ediyor.

Son dönemde polisin keyfi saldırılarından hukukçular da payını almaya başladı. Burjuva basınında dahi avukatların sokakta veya karakollarda polis işkencesine maruz kaldıklarına dair haberlere sıkça rastlanıyor. Müvekkilleriyle görüşmek isteyen avukatların tekme-tokat dövüldükten sonra dışarı atılması bile normalleşti.

Tüm bunlar polisin, özellikle PVSK’da yapılan değişikliklerden aldığı cesaretle ne denli pervasızlaştığını gözler önüne seriyor.

Ulus’taki bombalama eyleminin hemen ardından gündeme gelen ve apar-topar meclisten geçirilen yeni PVSK, faşist baskı ortamına yeni bir hukuksal zemin yarattı. Bombalama eylemi sonrasında AB düzenlemelerinin “terör eylemlerini arttırdığı” propagandasına girişildi. Bu propagandaya polisin yetkilerinin budandığı yalanı da eklendi. Ortam hazırlandıktan sonra PVSK’nin faşist özünü daha da ağırlaştırmaya yönelik değişiklikler gerçekleştirildi.

Yeni yasaya göre, polis kişileri ve araçları “suç işleyebilir” gerekçesiyle durdurabiliyor. Kimliklerine el koyabiliyor. “Zor ve silah kullanma” başlığı altında getirilen düzenleme ile polis şiddetine yasal kılıf hazırlandı. Faşist polis işkence icraatlarını sokaklar taşıyarak, toplumun genelini hedef almaya başladı.

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, işçi ve emekçilere karşı terörü, zulmü, katliamları meşrulaştırmanın kılıfıdır. Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması için resmi güçlere her türlü keyfilik tanımaktadır. Kontrgerilla hukukunun zeminini genişletmekte, devlet terörünün genelleşmesine hizmet etmektedir. İşçi ve emekçileri suçlu ve potansiyel terörist olarak görme anlayışıyla hazırlanmıştır.

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ile kolluk güçlerinin elleri tamamen çözülmüştür. Şehirlerde polisin devlet terörünü uygulamasının önündeki engeller temizlenmiştir. Halit Çelebi’nin maruz kaldığı işkenceler, bu kanunun amacının sadece devrimcilerin yok edilmesi olmadığının, asıl amacın işçi ve emekçilerin yıldırılıp sindirilmesi olduğunun en açık kanıtıdır.