26 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/39

  Kızıl Bayrak'tan
   Uluslararası finans krizi ve Türkiye
   Krizin faturasını ödememek için
mücadeleyi yükseltelim!
Çeteleşen rejimin tek alternatifi sosyalizmdir!
Metal TİS’leri...

Kartal’da metal işçileri geleceğini tartıştı...

BMİS “ortak mücadele” çağrısıyla neyi hedefliyor!
  Kot taşlama mı, işçi mezarlığı mı?
  Ulucanlar Direnişi 9. yılında!
  GOP İşçi Platformu’nun kampanya değerlendirmesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 6. Toplantısı Sonuç Bildirgesi…
  Gönüllü kulluk
Yüksel Akkaya
  Köln’de onbinlerce kişi ırkçı-faşistlere
geçit vermedi!
  Dünyadan…
  PKK 10. Kongresi üzerine kısa notlar
M. Can Yüce
  Emekçi kadın örgütlü mücadele içinde özgürleşecek!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gönüllü kulluk

Yüksel Akkaya

Zavallı sefil insanlar, akılsız halklar, kötü durumlarında kalmak için direnen ve iyiliklerini göremeyen uluslar! Sizler gözünüzün önünde, en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizi ve eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz. Şimdi, mallarınıza, ailelerinize ve yaşamlarınıza yarım yamalak bile sahip olmak, size büyük bir mutluluk gibi gözüküyor. Tüm bu zarar, bu kötülük, bu yıkım size düşmanlardan gelmiyor; hiç kuşkusuz düşmandan, yani öylesine yücelttiğiniz, uğrunda cesaretle savaşa gidip kendinizi ölüme atmaktan çekinmediğiniz o kişiden geliyor. Size böylesine hakim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha başka bir şeye sahip değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük.

Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir?

Onun daha güçlü ve sert olması ve böylece dizginleri daha da sıkması için kendinizi zayıflatıyorsunuz. Hayvanların bile sezinleyemeyeceği ya da katlanamayacağı tüm bu kötülüklerden kurtulabilirsiniz. Bunun için kurtulmaya çabalamanız gerekmez, yalnızca kurtulmak istemeniz yeterli olacaktır. Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir.

Tüm insanların doğal olarak özgür olduğu üzerine kuşkuya düşmemek gerek; çünkü hepimiz yoldaşızdır ve doğanın hepimizi arkadaşlık içine sokup kimseyi kul köle kılmamış olmasını da hiç kimse yadsıyamaz.

Şimdi bunun üzerinde bir kuşkuya kapılıyorsak, bu bizim iyi yönlerimizi ve doğal duygularımızı tanımayacak kadar yozlaştığımızı gösterir.

Eğer insanlar fazla sağır olmasaydılar, hayvanların onlara “yaşasın özgürlük” diye haykırdıklarını duyarlardı.

Halk bir kere kulluklaşmaya görsün, özgürlüğü öylesine unutuyor ki, artık onun uyanıp yeniden özgürlüğünü ele geçirmesi olanaksız oluyor. Üstelik halk, çok içten ve istekli bir biçimde kulluk (hizmet) ediyor. Bu durumu gören, onun özgürlüğünü değil de köleliğini kaybettiğini sanır. İlk başlarda, kuvvetle alt edilmişlikten dolayı ve zorlama nedeniyle hizmet edildiği bir gerçek. Fakat bundan sonra gelen kuşak, özgürlüğü hiç görmeyip tanımadığından dolayı, pişmanlık duymadan hizmet eder ve ondan öncekilerin zorla yaptıklarını seve seve yerine getirir. Bu insanlar daha ileriye bakmadan, doğdukları gibi bir yaşamı sürdürmekle yetinirler ve bulduklarından başka hakları ve malları olabileceğini düşünmemelerinden de öte, doğumlarındaki durumu doğal durumları olarak kabul ederler.

Özgürlüğün kaybedilmesiyle birlikte yürekliliğin de bir anda yok olduğu kesindir. Bağımlı olan insanlar savaşta ne canlı ne de dayanıklı olurlar. Tehlikeye, sanki elleri kolları bağlıymış gibi ve bir alışkanlığı yerine getirircesine uyuşuk bir biçimde karşı çıkarlar. Yüreklerinde tehlikeyi küçümseten ve yoldaşları arasında güzel bir ölümle onur övüncesini kazanmayı isteten özgürlük ateşi kaynamaz. Özgür insanlar arasındaki her kişi, hem kendisi hem de toplumun iyiliği için iyisini yapmayı arzular; orada, herkes ya yenilginin kötülüğünden ya da yenginin iyiliğinden payına düşeni almayı bekler. Oysa köleleşmiş insanlar, bu savaşçı cesaretlerinden başka, her şeydeki canlılıklarını da yitirirler. Alçak ve yumuşak olan yürekleri, büyük şeyleri, yani özgürlüğe kavuşmak uğruna herhangi bir eylemi, yapabilmekten yoksundur.

Yukarıdaki metinde ifade edilen düşünceler bugünü yansıtıyor görünse de bundan beşyüz yıl önce yazılmıştır.1 Beşyüz yıl önce yazılmış olmasına rağmen bugün de genel olarak toplumun, özel olarak emekçilerin “gönüllü” kulluğuna dikkat çekiyor. Böylece, beşyüz yıl boyunca “gönüllü” kulluğun daha fazla tahkim edilirken, özgürlüğün neredeyse unutulduğunu çok çarpıcı olarak ortaya koyuyor. Ve, basit bir öneride bulunuyor: Özgürlüğü hatırlayıp, kulluğu reddedin. Evet, evet bu kadar basit bir öneri…

1  Etienne de la Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev,  (Çev. M. A. Ağaoğulları), İmge Kitabevi, kara, 1995.

“Faşizmin ayak sesleri” ya da sermaye medyasının ikiyüzlülüğü!

Alman halkı 1930’ların başında “faşizmin ayak sesleri”ni duymaya başladığında iş işten çoktan geçmiş, faşizm çoktan iktidar olmuş, dünyanın gördüğü en kanlı savaşın pimi çoktan çekilmişti. Birinci emperyalist paylaşım savaşında büyük güç kaybeden Alman burjuvazisinin, dünyayı saran ekonomik buhran karşısında bulduğu çözüm, içerde faşizm dışarıda savaş olmuştu. Alman burjuvazisi milyonları buna inandırmakta zorlanmadı. Güçlü bir propaganda kampanyası ile süslenen ırkçılık, bir yandan yoksulluğun adresini yabancılar (özel olarak Yahudiler) olarak gösterirken, Alman halkı da çözümün “damarlarındaki asil kanda” olduğuna inandırılmıştı. Burjuvazinin çıkarları bu körü körüne inanmış kitleyle birleşince, ortaya çıkan insanlık adına utanç verici bir tablo oldu. Buna son veren ise sosyalizmin temsilcileri...

AKP hükümeti eliyle son dönemde yaşananlara da buradan bakılabilir. Burjuvazi çıplak faşizmi değil ama, sorunlarını çözecek ve yarattığı yoksulluk ve sefaletin büyüttüğü öfkeyi dizginleyecek olan din afyonunu ustaca kullandı. Ekonomideki yapısal krizin sonucu koskoca bir dilenci toplumunun yaratılması oldu. Bu kitleyi dinsel gericiliğin yalanlarıyla peşine takmayı başaran AKP, sermaye sınıfının yıllardır düşlerinde gördüğü düzenlemeleri birer birer hayata geçirdi. Ancak elindeki gücü dayandığı dinci sermayenin çıkarları için kullanması, burjuvazinin geleneksel kesimleriyle çatışmanın dışa vurmasına neden oldu.

Tayyip Erdoğan ile Doğan sermaye grubu arasında başlayan kavga, burjuva kamplar arasındaki çatlağı su yüzüne çıkarırken, bu savaş gerek “Ergenekon” gerekse de “Deniz Feneri” davalarıyla burjuvazinin tüm pisliğini ortaya serdi. Bu süreçte sermaye devletinin kurumsallaşmış faşizminin açık resmi olan kontra örgütlenmeler deşifre olurken, burjuvazinin soyguncu yüzü de ortaya çıkan başka bir gerçek oldu.

Kavga ilerledikçe, taraflar gittikçe pervasızlaşmaya ve birbirlerine bugüne kadar “al gülüm ver gülüm” diyerek sakladıkları gerçeklerle vurmaya devam ediyorlar. Kavganın şimdiki gündemi ise demokrasi!

Taraflardan biri medya patronu olunca “bağımsız medya” demogojisini daha sık duyar olduk. Doğan medyasının saldırılarına “boykot” cevabını veren Erdoğan’a yine Doğan medyasının “demokrat” sesi Radikal gazetesinin verdiği yanıt ise “faşizmin ayak sesleri” oldu. Basın özgürlüğü kozuyla daha dün AB’nin demokrasi rüzgarlarıyla etekleri uçuşan medyanın, yüzyılın demokratı ilan ettiği Erdoğan’a şimdi “faşist” diyor olması elbette bir gelişme değil. İşin ucunda “bağımsız medyanın” çıkarları olunca, dün kitleleri AKP’nin peşine takan medya şimdi de onu hedef tahtasına çakabiliyor. Örneğin, geçtiğimiz yıllarda haber olmayı başaramayan üniversite öğrencileri, şimdi AKP karşıtı bir eylem yapsa, hele de saldırıya uğrasa, ana haberin en temel gündemlerinden biri olabiliyor.

Doğan medyasının söylediklerine bakarsanız, AKP’nin bir günde “faşist” olduğuna veya bu topraklarda faşizmin AKP eliyle başlayıp bittiğine inanmamız gerekiyor. Neyse ki toplumun hafızası bir bilgisayar gibi çalışmıyor, yeni bilgi eskinin üzerine yazılamıyor!

Bizler, bugünün “demokrasi savaşçısı” köşe yazarlarının 12 Eylül’ü nasıl karşıladıklarını unutmadık. Sokak ortasında vurulan, dövülüp öldürülen gazetecileri unutmadık. Ferhat Gerçek’i vuranlar ile dün Metin Göktepe’yi döverek öldürenler aynı katil sürüsüydü. Onların isimleri çürümüş Doğan medyasında haber bile olmadı. Kürdistan’da vurulanların, kaçırılıp öldürülenlerin, kaybedilenlerin isimlerini bile anmadılar şimdinin “demokrasi havarileri”. Radikal gazetesi, yeni TMY devrimci basına kapatma cezası yağdırırken, gazeteler basılırken, bu “ayak sesleri”ni duymadı da yanı başına gelince mi duydu?

Biz “faşizmin ayak sesleri”ni yıllardır duyuyoruz. Tıpkı Alman faşizmini gömenler gibi faşist sermaye devletini de toprağa biz gömeceğiz.