26 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/39

  Kızıl Bayrak'tan
   Uluslararası finans krizi ve Türkiye
   Krizin faturasını ödememek için
mücadeleyi yükseltelim!
Çeteleşen rejimin tek alternatifi sosyalizmdir!
Metal TİS’leri...

Kartal’da metal işçileri geleceğini tartıştı...

BMİS “ortak mücadele” çağrısıyla neyi hedefliyor!
  Kot taşlama mı, işçi mezarlığı mı?
  Ulucanlar Direnişi 9. yılında!
  GOP İşçi Platformu’nun kampanya değerlendirmesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 6. Toplantısı Sonuç Bildirgesi…
  Gönüllü kulluk
Yüksel Akkaya
  Köln’de onbinlerce kişi ırkçı-faşistlere
geçit vermedi!
  Dünyadan…
  PKK 10. Kongresi üzerine kısa notlar
M. Can Yüce
  Emekçi kadın örgütlü mücadele içinde özgürleşecek!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emekçi kadın örgütlü mücadele içinde özgürleşecek!

“Kadına yönelik şiddetin” günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olması gerçeği, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Bu sorun, içeriği itibariyle birçok açıdan ele alınabilir (fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik vb.). Şiddetin özünde egemenlik kurma, teslim alma bulunmaktadır. “Kadına yönelik şiddet” sorununu doğru tanımlamak için sınıfsal temelde ele almak, yaşanılan toplumsal düzenden bağımsız düşünmemek gerekmektedir, aksi takdirde çözüm noktasında yetersiz kalınacaktır.

Toplumsal yaşamın her alanında karşımıza çıkan şiddet örnekleri çürüyen bir düzenin doğal sonuçlarıdır. Kapitalist sistem insanın insan tarafından sömürüsü üzerine kurulu olduğu için, şiddet bu sistemin doğasında vardır. Bu sistemde güçlü olan güçsüzü ezerek, sömürerek ayakta kalmaktadır. Egemen sınıf tahakkümünü artırmak için işçi ve emekçi sınıflara yönelik şiddet türlerini bilinçli bir şekilde uygularken, egemen kültür altındaki bireyler arası ilişkilerde de şiddet yaşamın ayrılmaz bir parçası olmaktadır. Toplumsal yaşam içerisinde geleneksel bakışın etkisiyle kadın, her zaman için “güçsüz” olanı ifade ettiği için, “güçlü” olanın şiddetinden en çok etkilenen genellikle kadınlar olmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, her 10 kadından 8’i şiddet türüne maruz kalmaktadır. “Dünya Sağlık Örgütü”nün verilerine göre de, dünyada her üç kadından biri, yaşamının bir döneminde dövülüyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor ve diğer yollarla taciz ediliyor. Her 5 dakikada bir kadın da cinsel veya fiziki şiddete maruz kalıyor.

Medyada ise her gün kadınların maruz kaldığı şiddet örnekleri yer almaktadır. Ancak burjuva medya bu örnekleri cinsel şiddet olduğunda ve ölümle sonuçlandığında haber değeri olarak görmektedir. Bu haberlerde bile, haber dili ve sunuluş tarzı ile birlikte düşünüldüğünde, yine kadına yönelik şiddet söz konusudur. Toplumun geri bilincine seslenen bu tür haberler, cinsel saldırıya maruz kalan kadını sorumlu tutacak cinstendir.

Kadına yönelik şiddet toplumda ciddi boyutlarda yaşanan bir durumken, mevcut burjuva yasaları, egemen zihniyetin yasal kılıfı olarak işlev görmekten öte bir anlam taşımadığı gibi şiddetin önüne geçebilecek caydırıcılıktan da uzaktır.

Yapılan araştırmalar, şiddetin yalnızca bedenlere zarar vermediğini, kadınların öz güvenini, ihlale direnme ve hak arama isteğini de yok ettiğini gösteriyor. Şiddet uygulanan kadınlar korku, uykusuzluk, bitkinlik, baş dönmesi, unutkanlık, güvensizlik, ümitsizlik gibi olumsuz etkilerle karşı karşıya kalıyor. Bunların yanı sıra sosyal ilişkileri bozuluyor, sosyal ve ekonomik yaşama katılımları, karar mekanizmalarında yer alma şansları ortadan kalıyor. Geleneksel ataerkil anlayış zaten kadını toplumsal yaşamdan dışlarken, şiddet sonrası yaşanan travmalar bu durumu daha da ağırlaştırmakta, kadının toplumsal mücadeledeki yerini almasının önüne yeni engeller getirmektedir.

Kadına karşı şiddeti önlemek için bu düzen içinde kimi talepler etrafında çalışma yürüten genelde feminist düşüncede kadın örgütlenmelerinin çalışmaları (yasal mücadele, sığınma evleri vb.) bulunmaktadır. Bu çalışmalar, sorunun sınıfsal özünü atladığı, kaynağına ilişkin doğru bakıştan yoksun olduğu için, sonuç alıcı olmaktan uzaktır. Kısmi bir takım kazanımlar olsa bile geçici olmaktadır.

Evde, işyerinde, sokakta kadınların karşı karşıya oldukları fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet örnekleri, “töre” ve “namus” adı altında işlenen cinayetler, savaşlarda ve toplumsal mücadelede bir işkence ve yıldırma yöntemi olarak gözaltında ve cezaevinde kullanılan taciz ve tecavüz örnekleri bu çürümüş düzenin gerçek yüzüdür. Bu gerçeklikten hareketle kadının şiddete karşı tutum alması ve bu konuda özgüven kazanması, toplumdaki sınıfsal konumunun farkına vararak bilinçlenmesiyle ve bunu örgütlü kimlikle bütünleştirmesiyle birlikte gelişecektir. Gelişen sınıf bilinci, kadının, yaşamın her alanında karşılaşabileceği sorunlarda olduğu gibi, şiddete karşı tavır almasını ve şiddetle amaçlanan teslimiyete tok bir yanıt vermesini de sağlayacaktır. Deneyimler, kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesi içinde güçlenmesiyle şiddete karşı koyabildiğini, sonuçlarını aşabildiğini göstermektedir. Bu çürümüş düzene karşı örgütlü mücadele içinde kadın özgürleşmekte, özgürleştikçe de mücadeleyi büyütmektedir.

Şiddetten arınmış bir yaşam için, onun kendini ürettiği zemini yani sömürüye dayalı bu düzeni ortadan kaldırmak gerekmektedir. Sömürü ilişkilerini ortadan kaldıracak olan geleceğin sosyalist toplumunun “yeni kadını” gerçek anlamda özgür, eşit ve güçlü bireyler olacaktır.