26 Aralık 2008 Sayı: KB 2008/50
(EG ÖS 229)

  Kızıl Bayrak'tan
   2008: Dünyada ve Türkiye’de bir dönem kapanırken...
  2008 yılı rejimin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünü bir kez daha ortaya koydu…
DİSK’in krize karşı “Emek cephesinin sesi”ni büyütme, mücadeleyi yükseltme çağrısı üzerine…
TİB-DER’den iş cinayetleri protestosu…

Yemekhane işçileriyle dayanışma gecesi…

Kot işçileriyle
dayanışma büyüyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları
  Kriz ve sınıf hareketi...
  Gençlik hareketinden…
  Gençliğin faaliyetlerinden…
  Kriz üzerine Emekçi Kadın Komisyonları sözcüsü ile konuştuk...
  19 Aralık katliamı ülke genelinde lanetlendi!
  Fransa’da gençlik “reform paketi”ni protesto etti
  “Özür diliyorum” kampanyası üzerine...
M. Can Yüce
  Eral Eren anmalarından…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

2008 yılı rejimin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünü bir kez daha ortaya koydu…

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

2008 yılı boyunca bu ülkenin kilit önemde sorunlarından biri olan Kürt sorununda çarpıcı gelişmeler yaşandı. 5 Kasım’da ABD emperyalizminden istihbarat desteği ve sınırlı bir kara operasyonu için resmi onay alan işbirlikçi sermaye iktidarı, önce yoğun bir hava bombardımanına, ardından da kara harekâtına girişti. Fakat bu harekât tam bir fiyaskoyla sonuçlanarak rejimin Kürt sorunundaki açmazına yeni boyutlar ekledi.

Bu fiyaskosu karşısında moral güç kazanan Kürt halkı, özellikle Şubat ayından itibaren operasyonlara karşı tepkisini bir üst düzeye çıkararak, ulusal özgürlük ve eşitlik istemini çok daha gür bir şekilde dile getirmeye başladı. Bu çerçevede geride kalan yılın Newroz kutlamaları da coşkulu ve militan bir çizgide gerçekleşti.

Abdullah Öcalan’ın emperyalist-siyonist bir komplo ile Türkiye’ye teslim edilişinin yıldönümünde pek çok kentte gösteriler yapıldı. Her yıl olduğu gibi bu 15 Şubat’ta da günler öncesinden başlayan ev baskınları, sokak kontrolleri, gözaltı furyasına ve yoğun asker-polis yığınağına rağmen yine ayakta olan Kürt halkı, “ulusal oruç” tuttu, açlık grevi düzenledi, kepenk kapattı, işyerlerini ve okulları boykot etti, gece-gündüz demeden oturma eylemleri ve yürüyüşler gerçekleştirdi, DTP binalarına siyah bezler astı. Böylece devletin günler öncesinden baskı ve terör kampanyasıyla oluşturduğu kuşatma, Kürt halkı tarafından boşa çıkarıldı. Ne baskılar, ne yasaklamalar ve tutuklamalar, ne de tehdit ve şantaj işe yaradı. Kürt halkı militan bir ruhla, engelleri bir bir yıkarak alanları doldurdu. Büyük bir mücadele coşkusu ve kararlılığıyla düzen güçlerine teslim olmayacağını ve ulusal özgürlük taleplerine sahip çıktığını gösterdi.

2008 15 Şubat protesto eylemleri önceki yıllara göre daha kitlesel, daha militan bir çizgide gerçekleşti. 15 Şubat’ın üzerinden yıllar geçmesine rağmen Kürt halkının bu komploya öfkesi dinmiş değil. Dahası 2008 yılındaki protestolarda Kürt halkının öfkesi her zamankinden daha fazlaydı. Sokağa çıkan, eylem yapan, slogan atanların içinde yaşları 10 ile 18 arasında değişen gençlerin ağırlığı dikkat çekiciydi. Elbette Kürt halkının öfkesini sadece gençler dile getirmedi. Serhildanlarını kesintisiz sürdürerek 15-16-17 Şubat günlerinde sokaklarda kalanlar, genciyle yaşlısıyla ve kadınıyla erkeğiyle Kürt emekçileri, Kürt yoksullarıydılar.

Ardından 2008 Newroz’u da oldukça yaygın, militan ve kitlesel gösterilerle kutlandı. Günlere yayılan gösterilere belirgin biçimde isyan ruhu egemendi. Militan çatışmalar biçiminde ifade bulan bu ruh, gösterilere katılan yüzbinlerce kişi tarafından paylaşılmaktaydı. Devletin dizginsiz bir faşist zorbalıkla kolluk kuvvetlerini üzerine saldığı Kürt halkı, bu terör silahını militan kararlılığıyla etkisiz hale getirirken, kimliğine ve onuruna sahip çıktığını bir kez daha gösterdi.

2008’in Newroz gösterilerinde, bir yandan son yıllardaki Newrozlar’la karşılaştırıldığında bu yılın Newroz’unda devrimci ve sol parti ve örgütlerin katılımlarında ciddi bir artış, öte yandan Kürt emekçi kitlelerinin devrimci ve sol güçlerin kortejlerine büyük bir sempati ve sıcaklıkla yaklaşması dikkat çekti. Elbette ki, Kürt halkının bu belirgin tutum değişikliğinin gerisinde büyük ölçüde kara harekâtıyla tepe noktasına ulaşan saldırılar ve özelde de ABD emperyalizminin Kürt halkına ihaneti karşısında Kürt halkının yegâne dayanağının ve samimi dostunun devrimci ve sol güçler olduğu gerçeğinin kanıtlanması yatmaktadır.

Başta Kürt illeri olmak üzere pek çok yerde gerçekleştirilen protesto gösterileri devlet terörünün hedefi haline gelmesine, dahası Doğubeyazıt’ta eyleme saldıran polis bir kişiyi öldürmesine rağmen, Kürt halkı İmralı’da gerçekleşen Öcalan’a yönelik provokatif saldırıyı da militan protesto eylemleriyle karşıladı. Kurum ve kişiler birbiri ardına açıklamalar yaparak saldırıyı kınadı. Korsan yürüyüşler, kundaklamalar, işgaller, kepenk kapatmalar vb. biçimindeki protesto eylemleri, Kürt illeri başta olmak üzere Türkiye metropollerinde ve Avrupa’da yayılarak devam etti.

Öte yandan PKK’nin Aktütün baskını sarsıcı dolaysız etkisinin ötesinde yolaçtığı tartışmalarla da düzen cephesinde ciddi sıkıntılar yarattı. yolaçtı. Ne kadar unutturulmaya çalışılırsa çalışılsın, Kürt sorunu tüm yakıcılığıyla orta yerde durduğu bir kez daha anlaşıldı. Aktütün baskını ve onun etrafında cereyan eden gelişmeler dizisi, geçen bir yıl boyunca Kürt hareketine karşı devletin dört bir koldan tırmandırarak yürüttüğü saldırı kampanyasının esas itibariyle iflas ettiğini kesinleştirdi.

Rejim bir yandan Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesini “bölücülük” olarak karalayıp damgalarken, öte yandan onu boğmak ve Kürt hareketini etkisizleştirmek için birbirini tamamlayan çeşitli planlar da hazırlayarak devreye soktu. 2008 yılına da devletin 80 yıllık resmi politikası olan inkâr ve imha çizgisi damgasını vurdu. AKP hükümeti eliyle Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş son dönemde yeni bir düzeye sıçradı. En katı bir biçimde uygulanan bu politikanın bir sonucu olarak sınır ötesinde ve berisinde PKK’ye yönelik aralıksız kara ve hava bombardımanı sürdü ve halen sürüyor. Mehmetçik basın da bu kirli savaşta üzerine düşen psikolojik savaş aracı olma görevini hakkıyla yerine getirdi.

Bu arada Kürt hareketinin yasal temsilcisi olan DTP’ye dönük olarak da iki yönlü bir politika izlendi. Bir yandan, DTP yöneticilerine ve Kürt kitlelerine yönelik dizginsiz bir devlet terörüyle sopa politikası uygulandı. Öte yandan ise havuç politikasının bir gereği olarak, bin bir türlü boş vaatlerle ve sadakalarla Kürt yoksulları aldatılmaya, DTP’den koparılarak AKP’ye yönlendirilmeye çalışıldı.

TC’nin son bir yıl içinde Güney’deki Kürt liderliği ile yakınlaşması, dikkat çekici bir başka noktadır. MGK üzerinden ordunun da onayı ile Güney’deki Kürtlerle diyalog ve temasların başlaması kararı alındı. Bunu çeşitli üst düzey bürokratlardan oluşan heyetlerin Talabani ve Barzani ile diplomasi trafiğinin yoğunlaşması izledi. Ankara ile Erbil arasında yeni bir dönemin başladığı, Kürtlerin sırtlarını Türkiye’ye dayamak istedikleri, hatta Türkiye ile federatif bir birliğin bile orta vadede gündeme gelebileceği, kimi burjuva kalemşorlar tarafından ifade edilmektedir. Kürt sorunu konusunda liberal hayalleri beslemeye elverişli bir zemin oluşturan bu gelişme, gerçekte hamiliğe soyunarak Güney’deki Federe Kürt bölgesini TC’nin arka bahçesine çevirmek, böylece Ortadoğu’da etkin bir bölgesel güç olmak hevesinin bir dışavurumudur.

Bu uzun yıllardır bizzat ABD tarafından teşvik edilen bir yönelimdir. Dolayısıyla Türk devletinin Güney Kürtlerine hamilik rolüne soyunması ABD emperyalizminin bölgesel planlarıyla sıkı sıkıya örtüşmektedir. ABD’nin Kürt sorununa ilişkin emperyalist çözüm planları Türk devleti ile Güney Kürdistan arasında bu türden bir ilişkiyi gerektirmektedir. Bunda başarılı olunabilirse, bunun Türkiye’de Kürt sorunu için de aynı emperyalist çözüm planı çerçevesinde belirli sonuçları olacaktır. Türkiye Kürtlerini belirli kırıntılarla yatıştırmak, ehlileştirmek ve gerisin geri düzene bağlamak, bu aynı politikanın bir parçasıdır. Halen AKP bünyesindeki işbirlikçi Kürt kolu bu açıdan önemli bir olanak olarak değerlendirilmektedir.

Ordu eksenli düzen kanadının devletin Türk kimliğine dayalı üniter yapısını tartışmalı hale getirecek böylesi projeleri belli bir tereddütle karşıladığı da biliniyor. Bu kanadın asıl amacı, Güney’de bağımsız bir Kürt devletinin oluşumunun önüne geçmektir. ABD politikalarına verilen tavizlerle de öncelikle bu hedeflenmektedir. Nitekim Kerkük referandumunun boşa çıkarılmasıyla hiç değilse şimdilik bunda önemli bir başarı da elde edilmiştir. Dolayısıyla son zamanlarda Güneyli Kürt liderlerle yoğunlaşan diplomasi trafiğinin pürüzsüz yürümesinin gerisinde bu gerçeğin yattığını görmek gerekir. Ancak Aktütün baskını ve sonrasındaki gelişmeler, bu girişimlerle Kürt hareketini etkisizleştirmenin kolay olmadığını da göstermiş bulunmaktadır.

Geride kalan yıl içinde AKP ve ordu arasındaki dalaşma belirli bir uzlaşma ile önemli ölçüde yumuşadı. Bu uzlaşmanın esas olarak Kürt sorunu üzerinden sağlandığı bilinmektedir. Ordu Güney’de bir Kürt devletinin engellenmesi ile Kuzey’de Kürt halk hareketinin etkisizileştirilmesinde bugün için AKP’nin vazgeçilmez bir olanak olduğunu gördü ve kabullendi. Tersinden ise AKP, Kürt sorununda inkar ve imha politikasının sorumluluğunu resmen ve fiilen üstlenmenin kendisini düzen için bugünkü koşullarda vazgeçilmez hale getireceğini gördü. Bu ikili gelişme çatışan güçler arasındaki uzlaşmanın asıl harcı oldu.

Fakat bu uzlaşma Kürt sorununu denetim altına alma hesaplarını kolaylaştırmaktan çok zora soktu. Kürt halkı böylece AKP’nin Kürt sorunu karşısındaki gerçek konumunu daha iyi gördü. Ordu ise toplumda ilk kez bu kadar tartışılır hale geldi.

Tüm bunlar aslında Kürt sorununda geleneksel devlet politikasının yapısal açmazını, yani iflasını göstermektedir. Bir yandan Kürt ulusal kimliği güç kazanmakta ve Kürt hareketi bastırılamamaktadır. Öte yandan ise çeyrek yüzyıldır sürdürülen bir kirli savaşa toplumu inandırmak gitgide zorlaşmaktadır. Son zamanlarda “dağdan indirme”ye ve bazı kültürel kırıntılar bahşetmeye yönelik olarak artan tartışmalar da buradaki iflasın ve çaresizliğin bir tür itirafıdır gerçekte.

Yine de devletin dümenini tutanlar, acz ve çaresizlik içinde geleneksel imha ve inkâr politikalarından medet umuyorlar hala. Yeni yasal, idari ve fiili düzenlemelerle yeniden inisiyatifi ele almak istiyorlar. Genelkurmay’ın hükümetten talep ettiği yasal düzenlemelere bakıldığında bu açıkça görülmektedir. Gözaltı sürelerinin yeniden uzatılması, sorguda avukat zorunluluğunun kaldırılması, hâkim kararı olmadan sınırsız arama yetkisi, vali onayı ve haberi olmadan operasyon yetkisi ve daha nice baskı önlemi, amaçlananın ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Genelkurmay yeniden olağanüstü hal yetkileri istemektedir.

Bu arada iç savaş aygıtının yeni baştan organize edilerek İçişleri Bakanlığı çatısı altında merkezileştirildiği yeni bir yapılanmaya gidileceği ilan edildi. Bu yapılanmadan çıkacak sonucun, devrimciler, Kürt halkı ve her türlü toplumsal muhalefet için daha fazla baskı ve zorbalık olacağını kestirmek zor değil.

Kısacası, sömürgeci sermaye devleti, 2009’a inkâr, imha ve asimilasyon politikalarını devretmiştir. Dışarıda, ABD’nin açık desteğinde sürdürülen operasyonlar, içeride de kesintisiz sürdüğü gibi Kürt halkına, ilerici ve devrimci güçlere karşı da bir linç kampanyası 2009’a devredilmiştir. DTP’nin kapatılması için açılan davanın yanısıra DTP’li vekiller ve belediye yöneticilerine açılan davaların da 2009’da sonuçlandırılacağı anlaşılmaktadır. 2009’da demokratik özgürlüklerin kullanılmasında daha çok engelle karşılaşmak, baskı ve şiddetin giderek yaygınlaştırılması, linç kampanyasının ilerletilmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Fakat tüm baskı ve engellemelere rağmen sermaye devleti kirli amacına ulaşamayacaktır. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin somut seyri kendi cephesinden bunu göstermektedir. Kaldı ki Kürt emekçileri ulusal özgürlük için gösterdikleri kararlılığın yanısıra yoksulluk ve sefaletin beslediği yoğun bir öfkeye de sahiptirler. Bu Kürt sorununun ulusal ezilmişliğin yanısıra güçlü bir toplumsal temele de sahip olduğunu göstermektedir. Sorunun Kürt halkının özverili, militan ve kararlı mücadelesiyle her defasında daha da büyüyerek gündeme gelmesinin gerisinde aynı zamanda bu vardır.

Ortadoğu’nun direniş geleneğini sürdürmekte kararlı olduğunu her vesile ile kanıtlayan Kürt halkının yakıcı ihtiyacı, devrimci enerjisini devrimci bir özgürlük ve eşitlik programı ekseninde harekete geçirebilecek bir siyasal önderliktir. Geride kalan yıl bunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesinin gerçek ihtiyacı, devletle ve kurulu düzenle değil, fakat Türkiye’nin işçi ve emekçileriyle birleşmek ve bütünleşmektir. Ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerini boğmakta kararlı olduğunu her vesile ile kanıtlayan sermaye devletine karşı birlikte, omuz omuza savaşmaktır. Bunun dışında bir çıkış yolu yoktur.

2008’de yaşananlar bu gerçeği de bir kez daha teyit etmiştir.

 

Maraş katliamının 30. yılında Adana’da kitlesel miting…

“Maraş katliamını unutmadık, unutturmayacağız!”

Maraş katliamının 30. yıldönümünde katliamı lanetlemek için 21 Aralık günü Adana’da bölgesel bir miting örgütlendi.

Miting, şehir dışından gelen kitlenin Mimar Sinan Açıkhava Tiyatrosu önünde toplanmasıyla başladı. Kortejlerin oluşturulmasının ardından çift koldan başlayan yürüyüşün en önünde Alevi kurumları yer aldı. Başta Maraş katliamı olmak üzere Alevi işçi ve emekçilere dönük olarak gerçekleştirilen katliamlara, inkar ve asimilasyon politikalarına karşı şiarların yer aldığı kortejlerde, Maraş katliamının unutulmadığı ve hesabının sorulacağı vurgusu öne çıktı. Şehir dışından gelen Maraş korteji ile İstanbul’un farklı bölgelerinden gelen PSAKD’lerin katılımı güçlü örgütlenmişti. Alevi Bektaşi Federasyonu ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği pankartları altında Adana ve Maraş’ın dışında Adıyaman, Sivas, Mersin, Alanya, Malatya, Diyarbakır ve Ankara’dan da mitinge katılım gerçekleşti.

Alevi kurumlarının yanı sıra KESK Adana, Mersin ve Antep şubeler platformları mitinge anlamlı bir katım gerçekleştirdiler. Eğitim-Sen Niğde ve Tarsus şubelerinin yanısıra ATO mitinge katıldı. Yine DİSK Çukurova Bölge Temsilciliği, DİSK Dev Sağlık-İş, TMMOB, Kamu-İş ve İHD Adana Şubesi pankartlarıyla yürüyüş kolunda yerlerini aldılar.

Sendikaların ardından EMEP, DTP, ÖDP, TKP, EHP, AKA-DER, SDP, Sosyalist Parti, SEH, Alınteri, ÇHKM, Partizan, DHP, ESP, DİP-G, TÖP, Mücadele Birliği, Devrimci Alevi Komiteleri, Halkevleri, Dev-Yol, Yaşam alanda pankartlarıyla yer aldılar. Düzen partilerinden CHP ve SHP de mitinge katıldılar.

Arama noktasında devrimci kortejlerin geçişi sırasında gerginlik yaratan polis, Alınteri kortejinin pankart sopalarını bahane ederek kitleyi alana sokmak istemedi. Polisin provokatif tutumu devrimci kortejlerin tok duruşu ve ortak tutumu sayesinde boşa düşürüldü.

Alana giren kurumların tek tek selamlanmasının ardından başta Maraş’ta olmak üzere katliamlarda yaşamını yitirenler adına saygı duruşuna geçildi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Adana Şube Başkanı Metin Çelik’in yaptığı konuşmanın ardından PSAKD Genel Başkanı Fevzi Gümüş hazırlanan basın metnini okudu:

“Maraş üstü örtülmesi zor bir günahtır, insanlık suçudur. Maraş Alevilerin tarihinde bir başka Kerbela’dır. Nasıl ki Kerbela asırlardır içimizde kanayıp duruyorsa Maraş da daha dün gibi içimizde kanamaktadır. Çünkü 1977 1 Mayıs’ı gibi, Sivas gibi, Çorum gibi, Gazi gibi Maraş’ın da hesabı sorulmamıştır. Bu vahşetlerin hiçbiriyle ne ırkçı şovenist güçler ne de devletin içindeki çeteler, karanlık güç odakları yüzleşmiştir.  Şimdi utanmadan bizlere katliamları unutmamızı istiyorlar… Bugün buradan haykırıyoruz. Maraş katliamı ile yüzleşilmesi, gerçek suçluların açığa çıkarılması, karanlıkta kalmış tarafların açığa çıkarılmasını… Bu taleplerimiz ile de ülkede etnik, kültürel ve inançsal zenginliğimiz ile kardeşçe birlik içinde beraberce yaşama özlemini taşıyoruz.”

Avrupa Alevi Bektaşi Birlikleri Federasyonu Başkanı Turgut Öker’in konuşmasının ardından Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız söz aldı. Balkız, Maraş katliamına değinerek başladığı konuşmasında devlete güvenmediklerini vurgulayarak, bugünlerde ardı ardına yapılan Alevi açılımlarının sahteliğine değindi. CHP’nin Aleviler’in de Diyanet’te temsil edilmesini istediğini, ancak Aleviler’in böyle bir talebi olmadığını, kendi taleplerinin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toptan kaldırılması olduğunu söyledi.

Yapılan konuşmaların ardından Adana’dan yerli bir ozan Alevi ezgilerini seslendirdi. Ozan Emekçi’nin söylediği devrimci marşların ardından miting halaylarla sona erdi.

15 bini aşkın kişinin katıldığı mitingte Maraş katliamına öfke öne çıkarken, taşınan pankartlarda ve atılan sloganlarda da bu vurgu kendini gösterdi.

Kızıl Bayrak / Adana