26 Aralık 2008 Sayı: KB 2008/50
(EG ÖS 229)

  Kızıl Bayrak'tan
   2008: Dünyada ve Türkiye’de bir dönem kapanırken...
  2008 yılı rejimin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünü bir kez daha ortaya koydu…
DİSK’in krize karşı “Emek cephesinin sesi”ni büyütme, mücadeleyi yükseltme çağrısı üzerine…
TİB-DER’den iş cinayetleri protestosu…

Yemekhane işçileriyle dayanışma gecesi…

Kot işçileriyle
dayanışma büyüyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları
  Kriz ve sınıf hareketi...
  Gençlik hareketinden…
  Gençliğin faaliyetlerinden…
  Kriz üzerine Emekçi Kadın Komisyonları sözcüsü ile konuştuk...
  19 Aralık katliamı ülke genelinde lanetlendi!
  Fransa’da gençlik “reform paketi”ni protesto etti
  “Özür diliyorum” kampanyası üzerine...
M. Can Yüce
  Eral Eren anmalarından…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ümraniye’de “Kapitalizm, kriz ve işçi sınıfı” paneli

OSB-İMES İşçileri Derneği’nin 3. Olağan Genel Kurulu’nda gerçekleştirilmesi karar altına alınan 2. Ümraniye İşçi Kurultayı’nın ön hazırlık çalışmaları yoğun bir şekilde devam ediyor.

21 Aralık günü kurultay ön hazırlık çalışmaları kapsamında OSB-İMES İşçileri Derneği’nde “Kapitalizm, kriz ve işçi sınıfı” başlıklı bir panel gerçekleştirildi.

Panelde Ümraniye BDSP ve Kurultay Hazırlık Komitesi adına sunumlar yapıldı.

OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı’nın yaptığı açılış konuşmasının ardından Ümraniye BDSP temsilcisi konuştu. Sosyalizmin öldüğünü iddia eden burjuva ideologların bile bugün kapitalizmin yapısal krizini sorguladığını ve Marx’ın haklılığını teslim etmek zorunda kaldığını söyleyerek konuşmasına başladı. Marx’ın kapitalizmin bilimsel bir çözümlemesini yaptığını ifade ederek, kapitalizmin aşırı kâr güdüsüne dayalı anarşik yapısını kısaca özetledi. Bugün yaşanmakta olan krizin de kapitalizmin yapısal krizi olduğunu, ancak dünya kapitalizminin bir kez daha çeşitli önlemlerle bu krizi atlatma çabası içinde olduğunu söyledi. Bunun ise işçi sınıfının kazanılmış haklarına dönük yeni saldırılar, güçlenen devlet terörü, faşizm ve en nihayetinde de emperyalist paylaşım savaşları anlamına geldiğini ifade etti. Krizi yaratanın işçi sınıfı ve emekçiler olmadığını vurgulayan BDSP temsilcisi, krizin faturasını kapitalistlerin ödemesi gerektiğini, bunun ise kapitalizme karşı mücadele edilerek başarılabileceğini söyledi. Kriz karşısındaki tek doğru tutumu, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm” sloganı ile özetleyerek konuşmasını sonlandırdı.

Kurultay Hazırlık Komitesi sözcüsü ise konuşmasına, kapitalizmin aslında karını arttırdığı bir süreç içerisinde olduğunu ifade ederek başladı. Krizi bir fırsat olarak gören burjuvazinin krizin faturasını işçi sınıfına kesmeye çalıştığını vurguladı. Son dönemde dünyada ve Türkiye’de yaşanan işten çıkarma, hak gaspı ve esnek üretim saldırılarını özetledi. Ancak bu tablonun bir karamsarlığa yol açmaması gerektiğini ifade ederek, işçi sınıfının krize karşı mücadelesinin ve örgütlenme arayışının bir dökümünü sundu. İşçi sınıfının tek çıkış yolunun örgütlü mücadele olduğunu vurguladı. Bugünlerde işçi sınıfının aslında krizin değil örgütsüzlüğünün faturasını ödediğini söyleyen KHK sözcüsü, örgütlenmenin önündeki engellerin tartışılacağı 2. Ümraniye İşçi Kurultayı’nın bu çerçevede daha da fazla önem kazandığını söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.

Yapılan konuşmaların ardından soru cevap bölümünde katılımcıların soruları ile birlikte oldukça canlı tartışmalar yaşandı. Bu bölümde 15-16 Haziran türünde direnişlerin gerçekleşme potansiyeli, Yunanistan’da yaşanan isyanlar, güncel talepler, kriz karşısında reformist tutum, eylemli mücadele hattı ve işçilerin ekonomi-politik eğitimi gibi konular tartışıldı.

Örgütlü mücadele çağrısının yinelendiği, kapitalizmin krizin faturasını işçi sınıfına kesme girişimlerine karşı işgal-grev-direniş eylemli mücadele çizgisi ile yanıt verilmesinin gerekliliğinin altının çizildiği bu bölümün ardından panel sona erdi.

2,5 saate yakın süren ve oldukça canlı bir atmosferde geçen panele 40’a yakın işçi katıldı.

Kızıl Bayrak / Ümraniye


Bursa’da “Kriz ve sınıf hareketi” paneli…

“Krize karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm!”

Bursa BDSP kapitalist krizi muhataplarıyla, yani işçi ve emekçilerle tartışabilmek için 21 Aralık günü “Kriz ve Sınıf Hareketi” başlıklı bir panel düzenledi.

Panelde konuşmacı olarak Prof. Dr. Yüksel Akkaya, Tez Koop-İş Sendikası Genel Eğitim Danışmanı Volkan Yaraşır, Birleşik Metal İşçileri Sendikası (BMİS) Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekinci ve BDSP temsilcisi yer aldı. Panel yaklaşık beş saat sürdü.

Panelin yapıldığı salona BDSP imzalı “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni! Yaşasın sosyalist işçi-emekçi iktidarı!” yazılı pankart ve “Krizin faturasını işçi-emekçiler ödemeyecek!”, “Krizin faturası kapitalistlere!” şiarlarının yazılı olduğu ozalitler asıldı.

Panelde ilk sözü Yüksel Akkaya aldı. Kapitalizmin tarihinin krizler tarihi olduğunu, bu krizlerden bir kısmının ufak ateşlenmeler gibi bir kısmının da beyin kanaması ve kalp krizi gibi ağır hastalıklar olarak görülebileceğini belirtti. Tarihsel bakışla; 1873-1875, 1929 ve 1974-1975 krizlerini hatırlatarak üç ağır kriz yaşandığını belirten Akkaya, kapitalizmin tarihinin, hapishaneye çevrilen fabrikalarda özgürlükleri yok etmenin tarihi olduğunu ve bununla beraber de bir direnişler tarihi olduğunu dile getirdi. Konuyu şu üç ana başlık üzerinden incelemek gerektiğini belirtti:

1) Kapitalizmin tarihi ve işçileşme tarihi

2) Kriz döneminde neler yaşandığı

3) Bu kriz dönemlerinde ne yapmalıyız/ne yapmamalıyız.

Kapitalizmin tarihini ve bu tarihsel gelişim içindeki üretim şeklini anlatan Akkaya, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte işçinin makineyi çalıştıran bir güç olmaktan çıkarak makine ile birlikte çalışan bir mekanizmahaline geldiğini, sadece kol gücünün değil ruhunun ve beyninin de üretim gücüne katıldığını vurguladı.

Yüksel Akkaya’nın ardından sözü Volkan Yaraşır aldı. Konuşmasına üretimin artık küresel olarak yapıldığını anlatan bir açıklamayla başladı. Finans sermaye ile reel sermaye arasındaki bağı vurguladı. Yaşanan son krizin nedenlerini anlattı. Krizin sunduğu imkanlara değinen Yaraşır, özellikle bu dönemde devrim ve sosyalizmin propagandasının yükseltilmesi gerektiğini belirtti.

İşçiler için “ne yapmalı?” sorusuna yanıt vererek, önerilerini kısaca şöyle somutladı:

1) Belirlenmiş talepler üzerinden yürünmeli

a) Kriz sermayenin krizi

b) İşten atılmalar yasaklansın!

c) Her işten atılana işsizlik tazminatı ödensin!

2) Sivil itaatsizlik eylemleri

3) Borsa ve bankalara karşı harekete geçilmeli

Somutladığı önerilerin kapitalizme ciddi bir darbe vurabileceğini belirten Yaraşır, bu anlama gelmek üzere konuşmasını “Belki iti öldüremeyebiliriz, ama iti uyuz edelim” diyerek bitirdi.

Üçüncü olarak sözü Ayhan Ekinci aldı. Yaşanan süreçte işçilerin geldiği durumu anlattı, bu konuda sendikalara vurgu yaptı ve Türk Metal Sendikası’nı eleştirdi. Bursa’da mücadele veren işçilerin gerekli sınıf desteğini görememesinin hareket açısından ciddi bir problem olduğunu belirten Ekinci, ortak mücadele vurgusu yaptı.

İlk bölümdeki son sözü BDSP temsilcisi aldı. Şu an işçi sınıfı içerisinde eyleme geçme isteği ve karamsarlık olarak beliren iki ana eğilimin varolduğunu belirten BDSP temsilcisi, kapitalizmin ve devletin teşhirini yaptı. Ortak talepler, ortak örgütlülük ve ortak mücadele vurgusu yaparak “genel grev-genel direniş” somut hedefiyle ortaya çıkılması gerektiğini belirtti. Krizin faturasının kapitalistlere ödetilmesine yönelik eylemler yapılması ve krize karşı mücadelenin kapitalizme yıkma perspekifiyle yürütülmesi gerektiğini dile getirerek, “Krize karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm!” şiarını ön plana çıkardı.

Sunumların ardından kısa bir ara verilerek ikinci bölüme geçildi. Bu bölümde panele katılan işçiler de düşüncelerini paylaştılar ve konuşmacılara çeşitli sorular yönelttiler. Canlı tartışmaların yaşandığı bölümün ardından panel sona erdi.

BMİS, BATİS, BAMİS, EED, Partizan, Halk Cephesi ve Halkevleri’nin de temsili düzeyde yeraldığı panele yaklaşık 70 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / Bursa

 

Çökmekte olan bir sistem, cinnet geçiren bir toplum…

Ya barbarlık ya sosyalizm!

Krizle birlikte işçi ve emekçilerin gelecek endişesi daha da artarken, bir başka gerçek de karanlık bir geleceği işaret etmektedir. Kriz vesilesiyle de görüldüğü gibi, her türlü kötülüğün ve sömürünün kaynağında kapitalist-emperyalist sistem dururken, yine aynı sömürü düzeni hayatımızı çok yönlü bir cendere içine almaktadır. Ekonomik ve siyasal açıdan çökmekte olan sistem, çöküşünü ahlaki açıdan da son hızla sürdürmektedir. Dün “Doğu Bloku”nun yıkıntılarıyla birlikte bilimsel sosyalizmin de tarihe karıştığını, yeni bir dünyanın kurulduğunu ilan edenler, bugün kendi sarsıntılarının hüsranıyla baş başa kalıyorlar. Öte yandan tarih, emekçilere vaadedilen o “refah toplumu”nun bir aldatmaca olduğunu acımasızca gösteriyor. Kendi ülkemizden de yakından tanık olduğumuz bu gerçekler, çökmekte olan kapitalist sistemin ürünü olan, cinnet geçiren bir toplumu işaret etmektedir. Burjuva ideologları tarafından vaat edilen “refah toplumu”nun yerinde bugün, birbirini boğazlayan insanlar durmaktadır.

Her gün bir başka kentte gerçekleşen cinayet, tecavüz, gasp, yaralama, intihar vb. haberler sermaye medyasına yansıyor. İşkence, katliam, tecavüz gibi insanlık suçlarıyla nam salmış mafyalaşmış-çürümüş bir düzenin yarattığı kültürün ve yaşam biçiminin böyle olması şaşırtıcı olmasa da, varılan boyut ürkütücüdür. Kontgerilla güçlerinin devşirildiği cinayet şebekelerinin nasıl palazlandığı bir sır değildir. Sistem işçi ve emekçilerin içinden, yazık ki gelecekteki faşist cinayet şebekelerine aday bireyler çıkarmaktadır. “Kurtlar Vadisi” benzeri filmlerin de yönlendiriciliğiyle yetişen katil adayları sokaklarda rahatça dolaşıyorlar.

Hazırlanan bazı raporlara göre, son 5 yılda binin üzerinde insan töre ve namus için öldürülürken, Türkiye’de yalnızca polisin sorumluluk alanında günde ortalama 5 cinayet işlenmekte, 2-3 kadın tecavüze maruz kalmaktadır. 2007 yılında 920 tecavüz olayı meydana gelirken, bu yılın ilk 8 ayında 613 kadın tecavüze maruz kalmıştır. Tutuklu ve hükümlü sayısı 1 Kasım itibariyle 101 bini geçmiştir. Bu rakam 4 yıl önce 57 bin 930’du. Sadece 2006 yılında 1.647 kişi intihar etmiştir. İntihara teşebbüs sayısı ise18 bin 527’dir.

2008 yılına ait bir başka araştırma ise, İstanbul’da yaşayanların dörtte üçünün kendini güvende hissetmediğini ve her 5 kişiden birinin şiddete maruz kaldığını ortaya çıkarmıştır. 2003-2007 yılları arasında İstanbul’da 19 bin 290 kişiye adli otopsi yapılmış, 2 bin 688 kişinin ölüm nedeninin ateşli silah yaralanması olduğu anlaşılmıştır.

Buraya aktarılan ve gerçeğin ancak bir kısmına ışık tutabilen bu olayların asıl etkisini milyonlarca insanın zihninde yarattığından kuşku yoktur. Örgütsüz yığınlar, örgütlü bir güç olan ve bu kölelik düzenini zor yoluyla ayakta tutmaya çalışan sermaye devleti tarafından korkuyla denetim altında tutulmaktadırlar. Bunlara ek olarak şimdi birbirlerinden de daha fazla korkmaya başlamaktadırlar.

Ekonomik-sosyal açıdan kurtuluş umudu olmayanların yaşadığı bu seçeneksizlikte en büyük sorumluluk sınıf devrimcilerine düşmektedir. İşçi sınıfı ve emekçiler çaresiz değildir. Devrim ve sosyalizm her zamankinden daha yakın ve günceldir. Hep söylenegeldiği gibi, “en koyu karanlık şafaktan önceki karanlıktır”. Bizleri insanca bir yaşamdan yoksun bırakan, yozlaşma ve çürümenin sorumlusu olan, seri cinayetlere sebep olan ve katiller üreten mafyalaşmış bu düzen yıkılmayı beklemektedir.

Korunaklı malikânelerde tezgâhladıkları türlü oyunlarla insanların birbirini boğazlamasına sebep olanların düzeni gün geçtikçe çatırdamaktadır. Bu düzeni ve savunucularını, Irak’tan fırlatılan bir ayakkabı sarsmaya yetmekte, Yunanistan’da zaptedilen sokaklar korkutmaktadır. Filistinli ve Kürt çocuklarının ellerindeki ufacık taşlardan dehşete kapılmaktadırlar. Bizim umudumuz arttıkça ve kavga yükseldikçe, bir avuç soyguncunun korkuları da gerçek olacaktır.

Irkçı vekil konuşmaya devam ediyor!

Seçimlerin arifesinde, burjuva düzen partilerinin kendi aralarında kapışma had safhaya ulaşmış durumda. Ülke çapında aday kapma yarışı içindeki partilerin kapısını aşındıran “aday aday”ları yerel yönetimlerin rantını yemek için birbirlerini eziyor. Bu alışıldık tabloya ek olarak burjuva partilerin çeşitli konulardaki açılımları gündeme geliyor. Bir yandan yeni yeni açılımlar yapılırken, öte yandan bu açılımların üzerindeki yaldızlar dökülüyor.

Kapitalizm için en demokratik olanından en faşizanına kadar tüm seçimlerin ortak noktası birer tiyatroya dönüşmesidir. Yalandan seçimin yalan aktörleri milyonların karşısında yalan yarışına girerken, burjuvazinin binbir maskesiyle takan bu şarlatanların aynılaşan biçimleri “daha çok bağırmak” suretiyle örtülmeye çalışılıyor.

Tüm bunlar biliniyor. Ancak son günlerde burjuva siyaset pervasızlıkta ve yüzsüzlükte kendini aştı. Bunun son örneği ise açılım üstüne açılım yapan CHP’den geldi. Son dönem şovenist hezeyanın bayraktarı CHP seçim vesilesiyle “farklılıkların birlikteliğinden” dem vurup Kürtler ve Alevilere, hatta çarşaflılara göz kırpmaya başlamıştı ki, kendi içinden çıkan çatlak sesler CHP gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi.

CHP’de “radikal” çıkışlarıyla dikkat çeken Canan Arıtman “Ermeniler’den özür diliyorum” kampanyasına karşı sarfettiği sözlerle Hitler’in kemiklerini sızlattı. Özür kampanyası ülke çapında birçok tartışmaya konu olurken, MHP’yi bile geride bırakarak kampanyanın demokratik bir tepki olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü “Ermeni” kökenli olmakla suçladı. Soyağacını açıklayan Gül, en az Arıtman kadar soya sopa değer verdiğini kanıtlarken, uzun zamandır ailecek “müslüman ve Türk” olduklarının altını çizdi. Böylece Gül’ün damarlarından geçen “asil kan” devletin resmi açıklamasına girdi ve Abdullah Gül de böylece temize çıkmış oldu.

Irkçılık konusunda laik aristokratların bir türlü köşke yakıştıramadığı Gül’e her fırsatta saldırmak CHP’nin üslubuyla çelişmiyor gibi görünebilir. Ama iş bu kadar basit değil. Bir kampanyayı sadece demokratik bir tepki olarak nitelendiren kişi “Ermeni” olmakla suçlanmış buna resmi cevap diye canhıraş “ben Ermeni değilim” açıklaması yapılmıştır. Bu açıklama ırkçılığın geldiği boyutu ortaya koymaktadır. Toplumu bütünleştirmekten dem vuran burjuva siyasetçileri Türk ulusu dışında bir ulusa mensup olmayı bir hakaret olarak görmektedir.

“Devletin başı ve halkın temsilcisi” arasındaki bu ırksal atışma Abdullah Gül’ün tazminat davası açmasıyla devam etti. 1 YTL’lik manevi tazminat davasını Gül kazanırsa, bir kişiye “Ermeni” demek resmen suç sayılmış olacak. Varılan yer, sermaye devletinin faşizm ve inkar ile yoğrulmuş hamurunun izahıdır.

Canan Arıtman gibi pek soylu “beyaz Türkler” Arıtman’ın ANAP’tan İzmir belediye meclis üyesi olarak seçildiğini tabiî ki biliyorlardı. Elbette bu sorun olmadı, tıpkı bu kadının ırkçılığının sorun olmadığı gibi. Kömürün, hileli seçmen listelerinin, yalan açılımların tozu dumanı arasında kapitalizmin krizinin örtbas edildiği yeni bir seçimin arifesindeyiz. Bunca ikiyüzlülük ve yalanın arasında gerçekler kendini acımasızca gün ışığına vuruyor. Bir Rus atasözü egemenlerin siyasetini şöyle özetliyor: “Siyaset bir fahişenin hanımefendi kılığına bürünmesidir.”