9 Ocak 2009 Sayı: SİKB 2009/01

  Kızıl Bayrak'tan
  Siyonist vahşet, dinci ikiyüzlülük ve
devrimci sorumluluk
  Hiçbir güç direnen halklara diz çöktüremez!
Siyonist cellatlar bir kez daha işbaşında!..
Kriz karşıtı eylem ve etkinlikler…
2008 yılı eylem ve direnişlerle geçti!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Emperyalist-siyonist vahşete karşı öfke beş kıtaya yayıldı…
  İnkarcı rejimin Kürtçe televizyon manevrası
  Ünsa’da yeniden işgal
ve gözaltı!
  BDSP ve OSİM-DER’den direniş ziyaretleri!
  Sinter Metal direnişinin başarısı için!..
  2. Ümraniye İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk...
  Faşist devlet 2008’de cinayetlerine
ara vermedi!
  Gençlik hareketinden…
  Ekim Gençliği’nin “Geçit Yok!” kampanyası sona erdi…
  Siyonist saldırganlık dünyanın dört bir yanında lanetlendi!
  Gazze’de işgal ve vahşet… - M. Can Yüce
  Gazze’ye varamamış
bir babanın kızına
vasiyeti - Yüksel Akkaya
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist-siyonist vahşete karşı öfke beş kıtaya yayıldı…

Kapitalizme, emperyalizme, siyonizme karşı birleşik mücadeleyi yükseltelim!

Emperyalist güçlerden siyonist canilere “dokunulmazlık” zırhı

27 Aralık’ta onlarca savaş uçağı ile Gazze Şeridi’ni bombalamaya başlayan İsrail savaş makinesi, vahşi yıkım ve katliamın sekizinci gününde on bini aşkın askerin katılımıyla fiili işgali başlattı. Havadan, karadan, denizden bombalayarak Gazze Şeridi’ni işgal etmeye girişen siyonist ordu, Filistinli örgütlerin kararlı direnişiyle karşılaşıyor. Kara saldırısıyla kayıplar vermeye başlayan siyonistler giderek kudurganlaşıyor.

Medya tekellerinde konumlanan siyonist tetikçilerin yürüttüğü psikolojik savaş kampanyası, İsrail ordusunun iğrenç saldırılarıyla boşa düşürülmüş bulunuyor. İsrail ordusunun sadece “Hamas hedeflerini” vurduğunu tekrarlayıp duran medya tetikçilerinin iddialarının tiksindirici bir yalandan ibaret olduğu okul, ambulans, açık pazar, cami, alışveriş merkezi gibi yerlerin bombalanmasıyla dünyanın gözleri önüne serilmiştir.

Bu arada vahşi saldırının Filistinli direnişçilerin İsrail’e attığı ev yapımı grad füzelerinden kaynaklandığı iddiasının yalan olduğu da resmen itiraf edildi. İsrail ordusu sözcüsü Avi Benayahu, İsrail devlet televizyonuna yaptığı açıklamada, “1,5 yıldır askerlerimiz Negev Çölü’ndeki Tsehilim üssünde inşa edilen küçük bir Gazze kenti modelinde eğitim gördü. Askerlerimiz hedeflerinin bulunduğu bütün sokakları biliyor” dedi. Görüldüğü üzere Gazze’yi hedef alan barbarca saldırıya 1.5 yıldan beri hazırlık yapılıyor. *

Savaş suçlarına hergün yenilerini ekleyen siyonist savaş makinesinin salkım bombası ve uranyumlu füzeler kullandığı saptandı. Yaralıları tedavi eden Norveçli doktorlar, Filistinlilerin vücutlarında, uranyum parçacıklarına rastlandığını belirttiler. Hatırlanacağı gibi İsrail ordusu, Temmuz 2006’da Lübnan’a düzenlediği vahşi saldırıda da kullanımı yasak olan bu silahları Lübnan halkı üzerine yağdırmıştı. Gözlemciler, İsrail’in saldırıda yeni silahlar denediğinden de şüphe ediyor. Nitekim İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak da yaptığı açıklamada, Gazze`ye karşı başlatılan geniş çaplı kara operasyonunun “sürprizlerle dolu” olacağını söylemişti.

Gazze’ye karadan, havadan, denizden ölüm yağdıran siyonist canavarlar, emperyalist güçlerin özel himayesi sayesinde soykırımcı planlarını fütursuzca uyguluyorlar. Kayıp vermeye başlaması ile daha da kudurganlaşan siyonist ordu toplu kıyımları yaygınlaştırmaya başladı. Su, elektrik, gaz, temel gıda maddeleri, ilaç gibi hayati ihtiyaçların karşılanamadığı Gazze’de sıkıştırılan 1.5 milyon Filistinliye, İsrail’in vahşi saldırısıyla cehennem hayatı reva görülmüştür. Şimdiden katledilen Filistinli sayısı 600’e yaklaşırken, yaralıların sayısı üç bin civarındadır. Bu rakam sürekli artmaktadır.

Vahşi kapitalizm Gazze’de insanlığa meydan okuyor!

İsrail’deki siyonist caniler eliyle Filistin halkı şahsında insanlığa karşı işlenen canavarlık, kapitalist-emperyalist düzenin efendilerinin ikide bir sözünü ettikleri bütün uluslararası sözleşmeleri paçavraya çevirdiklerinin ilanıdır. Savaş teknolojisinin yeni silahlarını Filistin halkı üzerinde deneyen siyonistlere tanınan ayrıcalık, emperyalist güçlerle yardakçılarının halkların direnme iradesini kırabilmek için her tür canavarlığı mübah saydıklarının kanıtıdır. Çürümüş gerici Arap rejimlerinin utanç verici bir tutum alarak siyonist vahşete tavır almaktan geri durmaları, direniş iradesinin kırılması noktasında gerici güçlerin mutabakat sağladığını gösteriyor.

Filistin halkının Gazze’de maruz kaldığı vahşet, küresel kriz içinde debelenen kapitalizmin direnme kararlılığı gösteren ilerici-devrimci güçler ile ezilen halklara karşı izleyeceği strateji hakkında fikir veriyor. Saldırıyı finanse eden ABD emperyalizminin yanısıra AB emperyalistleri, Birleşmiş Milletler, Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü, Ortadoğu dörtlüsü (ABD-ABD-Rusya-BM) ve diğer gerici devletlerin aralarındaki çıkar çatışmalarına rağmen siyonist vahşete karşı çıkmama noktasında buluşması, “Barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!” ikileminin sarsıcı bir hatırlatmasıdır.

Halklar siyonist barbarlara karşı ayakta!

Gazze saldırısı karşısında birbirine zıt iki tutum belirgindir. Bir tarafta İsrail barbarlığını savunan kapitalist-emperyalist düzenin efendileri, gerici devletler ile bunların parlamentolar, medya tekelleri, üniversiteler vb. yerlerde mevzilenen tetikçileri… Bunlar, Filistin halkı şahsında kapitalist barbarlığa karşı direnişin ne pahasına olursa olsun ezilmesini savunuyorlar. Diğer tarafta ise yerkürenin dört bir yanında sokakları dolduran yüzbinlerin, siyonist barbarlık ve emperyalizme karşı direnişi savunan dünya halklarının emekçi kesimleri ve ilerici-devrimci güçleri... Bunlar, insanlığın kardeşçe yaşayabileceği bir dünyanın kurulmasını istiyor, bu uğurda mücadele ediyorlar.

Gazze’de ölümüne direnen Filistin halkı başta olmak üzere Ortadoğu’dan Avrupa’ya, Asya’dan Amerika’ya, Avustralya’dan Afrika’ya kadar dünyanın dört bir yanında ayağa kalkan halklar, barbarlık içinde çöküşü reddettiğini kanıtlamıştır. Eylemlerin talepleri, eylemlere katılanların bilinç ve örgütlülük düzeyi ne olursa olsun, İsrail savaş makinesi eliyle insanlığa meydan okuyan kapitalist-emperyalist düzene isyan etmişlerdir. Bu isyanı kapitalist küreselleşmeye, neo-liberal saldırganlığa, emperyalist savaş ve işgale karşı gelişen mücadelenin devamı saymak gerek. İsyanın bu dinamikleri anti-kapitalist/anti-emperyalist/anti-siyonist temelde birleştirildiğinde, çok daha etkili sonuçlar elde edilecektir.

Ankara’daki İsrail işbirlikçilerinin maskesi düşmüştür!

Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül, Gazze saldırısından 5 gün önce Filistin halkının cellatlarından İsrail Başbakanı Ehud Olmert’i Ankara’da ağırladılar. Oldukça samimi bir atmosferde gerçekleşen görüşmelerde iki devlet arasındaki işbirliğini geliştiren müzakereler yapıldığı açıklanmış, siyonist başbakan Ankara’dan memnun ayrılmıştı. Zira 141 milyon dolarlık silah ihalesinin son pazarlığını başarıyla tamamlamıştı.

Bu görüşmeden 5 gün sonra vahşi Gazze saldırısının başlaması, dinci gericiliğin şeflerinin suçüstü yakalanmasına vesile oldu. AKP’nin peşinden sürüklenen toplum kesimlerinin “dini hassasiyetleri”ni hesaba katmak zorunda kalan Erdoğan-Gül ikilisi, saldırıyı “sert” ifadelerle eleştirdiler. Başbakan ise zaman geçirmeden, danışmanlarını yanına katarak işe yaramayacağı belli olan Ortadoğu turuna çıktı.

Dinci gerici şeflerin performansı bazı çevrelerde takdir toplarken, Arap kamuoyunda Erdoğan’ın Filistin halkı için çaba harcadığı yönünde bir yanılsama oluşmasını sağladı. Oysa bu çıkışlar Türkiye-İsrail arasındaki çok yönlü ilişkileri zerre kadar etkilemedi. Zira fevri çıkışlar yapan Amerikancı AKP hükümeti, siyonist rejimle arayı bozmamak için de özen göstermektedir.

Türk sermaye devleti 2002’de 700 milyon dolarlık tank modernizasyonu ihalesini İsrail silah şirketine vermişti. Yine siyonistlerin vahşi katliamları devam ederken İsrail’e verilen şaibeli ihaleye karşı çıkanları, dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, “Bu ihaleye karşı çıkanlar Yahudi düşmanı doğmuş” diyerek faşizan bir üslupla azarlamıştı. O ihaleye karşı çıkanların ikisi şu an başbakan ve cumhurbaşkanı koltuğunda oturuyorlar.

Tayyip Erdoğan, “Tank ihalesi askıya alınmalı. Dışarıdan gelen paranın adresi birileri tarafından belirleniyor, bu yüzden ihale İsrail’e veriliyor. İhale askıya alınmalı” derken, Abdullah Gül ise, “Tank modernizasyonunun Türkiye’de yapılmaması büyük ayıp. Böyle bir ortamda İsrail’e tank ihalesi verilemez. Bir an önce askıya alınmalı. Türkiye’nin bu ihaleyi iptal etmemesi ayıp. Bu, ülkemiz için kanayan bir yaradır. İsrail saldırganlığına onay vermek ve görmezlikten gelmek anlamına gelir. Ayıptır, basiretsizliktir” açıklamasını yapmıştı.

Bu ikili, biri başbakan diğeri önce dışişleri bakanı ardından cumhurbaşkanı olduktan sonra, siyonist rejimle yapılan anlaşmaları iptal etmek bir yana, bunlara yenilerini eklediler. Abdullah Gül Filistin halkının celladı konuklarını bizzat evinde ağırlarken, Tayyip Erdoğan ise siyonist rejime yaptığı diğer hizmetlerin yanısıra Pakistan’la İsrail arasında ilişkilerin alenen başlatılması için özel çaba harcayarak bununla övünmüştür. Gazze’de akan kan, İsrail’le ilişkilerin devamı için özen gösteren bu “barış havarileri”nin maskesini paramparça etmiştir.

Filistin halkının gerçek dostları ilerici-devrimci güçlerdir!

Ülkemizde de siyonist vahşete ve İsrail’i himaye eden emperyalist güçlere karşı yaygın eylemler gerçekleştirilmektedir. Türk sermaye devleti ile AKP hükümetinin İsrail’le suç ortaklığı içinde olması, bu mücadelenin önemini daha da arttırmaktadır. İlerici-devrimci güçler, enternasyonal dayanışma eylemlerini geliştirerek özelde Filistin halkına genelde Arap halklarına gerçek dostlarının kimler olduğunu göstermelidirler. Bu mesajı etkili bir şekilde vermek, Tayyip Erdoğan şahsında dinci gericiliğin Arap halkları nezdinde yarattığı yanılsamanın etkisini sınırlayacaktır.

Siyonist vahşete karşı mücadele kapitalist-emperyalist düzeni de hedef almalı, İsrail saldırganlığının özelde ABD’nin genelde emperyalist güçlerin Ortadoğu politikasının cisimleşmiş hali olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu çerçevede Türk sermaye devleti ile AKP hükümetinin suç ortaklığı teşhir edilmeli, İsrail’le yapılan tüm anlaşmaların iptali, silah ihalelerinin geçersiz sayılması, ekonomik, ticari ve diplomatik ilişkilerin kesilmesi, buna bağlı olarak ABD ve NATO üslerinin kapatılması talep edilmelidir. Sermaye iktidarının bu talepleri güçlü bir toplumsal muhalefet basıncı olmadan karşılamayacağı açıktır. Bu ise Amerikancı rejim ile dinci gericiliği işçi sınıfı ve emekçiler nezdinde daha etkili bir şekilde teşhir etmeyi kolaylaştıracaktır.

Mücadele güncel planda Filistin direnişi ve Gazze halkıyla dayanışmayı temel almalı, genel planda ise siyonist rejim yıkılana kadar, İsrail’de yaşayan Yahudiler dahil Ortadoğu halklarının güven içinde olmayacağı vurgulanmalıdır. Siyonist savaş makinesinin nükleer silah deposuna sahip olması, işgal edilmiş Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail’de yaşayan ve yazık ki bilinci siyonist ideoloji ile zehirlenen Yahudi emekçilerin de bu mücadeleye kazanılmasının önemini göz önünde bulundurmayı gerektirmektedir.

İlerici-devrimci güçler ile sendika ve kitle örgütlerinin güçlerini birleştirip ortak eylemler yapmaları yönünde çaba harcanmalı, oluşan birliktelikler yaygınlaştırılmalıdır. Sınıf devrimcileri birleşik mücadeleye azami önem vermeli, bunun mümkün olmadığı yerde de mücadeleyi örgütleme sorumluluğu ile hareket etmelidir.

* Maketler üzerinde saldırı hazırlığı yapma, bize Türk sermaye devletinin devrimci tutsakları F tipine kapatmak için 19 Aralık’ta düzenlediği vahşi katliam sonrasında yapılan açıklamayı hatırlatıyor. Dönemin içişleri bakanı işkenceci katil Sadettin Tantan, kolluk kuvvetlerinin bir yıldır cezaevleri maketleri üzerinde operasyon hazırlığı yaptığını açıklamıştı.


Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu turu…

Sahte gözyaşları siyonist cellatlarla suç ortaklığının üstünü örtemez!

İsrail savaş makinesinin 27 Aralık 2008 tarihinde Filistin halkına karşı başlattığı vahşi saldırıdan beş gün önce, yolsuzluk çukurunda debelenen İsrail Başbakanı Ehud Olmert Ankara’daydı. Erdoğan, görüşmenin ardından İsrail savaş uçaklarının Gazze Şeridi’ni bombalamasına “sert” tepki gösterdi. Filistinli çocukların bedenleri Konya ovasında eğitilen siyonist pilotların attığı bombalarla parçalanırken, kendilerine saygısızlık yapıldığını öne süren AKP şefi, belli ki suçüstü yakalanmanın telaşı içindeydi.

Zira siyonist ordu Gazze’ye ölüm saçarken, Türk ordusuna hava ve uzay görüntülü istihbarat sağlayacak sistemin ihalesinin iki İsrail şirketine verildiği açıklandı. 141 milyon dolarlık ihaleyi paylaşan özel şirket Elbit System ile devlet şirketi İsrail Havacılık Sanayi (IAI) temsilcileri, Türkiye’ye pazarladıkları mallarının reklamını yaptılar. İhale sonucunun açıklandığı tarih, son pazarlığın 22 Aralık’ta Ankara’da gerçekleşen siyonist şef-Tayyip Erdoğan’ın görüşmesinde tamamlandığına işaret etmektedir.

Suçüstü yakalanan Erdoğan, açıklamalarla yetinmeyip, Suriye, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan turuna çıkarak, “Filistin halkı için çaba harcıyor” görüntüsü vermeye çalıştı. Ortadoğu turundan bir sonuç çıkmadı elbet, zaten çıkması da beklenmiyordu. Ancak hızla içi boş diplomatik girişimler başlatan Amerikancı Tayyip, Arap kamuoyunda epey takdir toplamış görünüyor. Arap kamuoyunda oluşan bu yanılsama, Tayyip’in becerisinden çok, gerici Arap rejimlerinin utanç verici bir suskunluk içinde bulunmalarından kaynaklanıyor.

Hatırlanacağı üzere , Erdoğan AKP şefi ve Başbakan sıfatıyla daha önce de İsrail’i “sert” ifadelerle eleştirmişti. Ancak sarf ettiği sözleri yutan Tayyip, her zaman Filistin halkının siyonist cellatlarıyla yakın dost olduğunu kanıtlamayı başardı. Hem dinci gericiliğin başı hem “Müslüman” Filistin halkının cellatlarının dostu olabilen Tayyip, eski şefi Necmettin Erbakan’ın açtığı yoldan ilerliyor. 

Türk burjuvazisi ve onun devletinin siyonist savaş aygıtıyla ilişkileri eskiye dayanıyor. İsrail’i ilk tanıyan devletlerden biri Türkiye olmuştu. Bir dönem gizli yürütülen, sonrasında açıktan sürdürülen ilişkiler, ‘90’lı yıllarda büyük bir ivme kazandı. Esas olarak iki devletin militarist aygıtları arasında kurulan Türkiye-İsrail ilişkileri bu dönemde ekonomik, ticari, diplomatik, siyasi alanları kapsayacak şekilde genişlemiştir. Ancak savaş aygıtları arasındaki işbirliği halen belirleyicidir.

İki Amerikancı rejim arasındaki ilişkilerin gelişiminde ciddi bir sıçramaya denk düşen 23 Şubat 1996 tarihli “Askeri İşbirliği Anlaşması” imzalandığında, Tayyip Erdoğan’ın yerinde Necmettin Erbakan oturuyordu. O zamanlar Erbakan’ın eteklerinde dolaşan bir mürit olan Erdoğan, Washington-Tel Aviv-Yahudi lobisi üçlüsünün açık desteği ile başbakanlık koltuğuna oturabildi. Bu süreç, Tayyip’in neden ırkçı-siyonist rejime hizmet etmek için uğraştığını da gösteriyor. 

Elbette siyonist İsrail’le ilişkiler, baştaki hükümetlerin icraatlarından ibaret değil. ABD-İsrail-Türkiye üçlü “şer ekseni”nin kurulması ilişkilerin boyutunu gözler önüne sermektedir. Bununla birlikte siyonist rejimle kurulan çok yönlü ilişkileri eleştiren bir hükümet ya da düzen partisi de olmamıştır.

İki devlet arasındaki ilişkilerde savaş sanayinin önemi, son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) neredeyse tüm silah ihalelerini İsrail şirketlerine vermesinden de anlaşılmaktadır. İsrail şirketlerine verilen ihaleler işbaşındaki hükümetler tarafından da tereddütsüz imzalanmıştır. Üstelik bu ihalelerin bazıları için ortalamanın üstünde fiyatlar ödenmiştir. İsrail’in savaş araçları üreten devlet şirketi IAI iflasın eşiğine gelmişken, TSK’nin verdiği 700 milyon dolarlık tank modernizasyonu ihalesiyle kurtarıldığı da sermaye medyasında dile getirilmişti. 

Son yıllarda İsrail silah şirketlerine verilen ihalelerin toplamına bakıldığında, Filistin halkının cellatlarına akıtılan paranın 2.5 milyar doları aştığı görülmektedir. 

“Hayalet” denilen F-4 savaş uçaklarından 54 tanesi 700 milyon dolara yenilendi. İkinci partide 48 adet F-4 uçağının yenilenmesi için İsrail önce 550 milyon istemiş, ancak ardından fiyatı 360 milyon dolara indirmişti.

M-60 tanklarının modernizasyonu için siyonistlere 687.5 milyon dolar ödendi. Yerden havaya atılan “Popoye-1” füzesinden alınan 110 adet için ödenen toplam rakam ise 500 milyon doları buldu. Ayrıca araçlardan atılabilen “Harpy” füzelerinden 100 adet alınırken, “Ok” füzelerinin ortak yapımı konusunda da anlaşmaya varılmıştı.

Washington’dan icazet alındıktan sonra başlatılan sınır ötesi saldırıda TSK, önce “Heron (balıkçıl)” insansız keşif uçakları kiralamış, ardından 183 milyon dolar karşılığında 10 adet uçak siparişi vermişti. 141 milyon dolarlık silah alışverişi ise, Tayyip’in suçüstü yakalanmasını sağlayan son ihale oldu.

Görüldüğü üzere, Türk sermaye devletinin siyonistlerle suç ortaklığı, bir başbakanın sarf edeceği birkaç sözle örtülebilecek cinsten değildir. Nitekim hem Ecevit hem Tayyip daha önce İsrail’i “soykırım yapmak” ve “devlet terörü uygulamak”la suçlamışlardı. Ancak her iki hükümetin siyonistlerle suç ortaklığı aynen devam etmiştir. Nitekim siyonist şefler de, bu tür açıklamalardan rahatsız olsalar bile, bu fevri çıkışların iki Amerikancı rejim arasındaki işbirliğini zedeleyecek etkiden yoksun olduğunu biliyorlar. Bu nedenle pek ciddiye almıyorlar.

Irkçı-siyonist rejimin Filistin halkı şahsında işlediği ağır suçlar, barbarlığı temsil eden kapitalist-emperyalist düzenin suçlarıdır aynı zamanda. ABD ile batılı emperyalistler İsrail devletini finanse edip korumaya alırken, Ankara’daki işbirlikçiler ise, siyonist cellatlarla suç ortaklığı yapıyorlar. Dolayısıyla, anti-emperyalist/anti-siyonist mücadele, İsrail’in Ankara’daki suç ortaklarını da hedef alacak perspektifle örülmek durumundadır.