19 Haziran 2009
Sayı: SİKB 2009/23

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzen içi dalaşma faşist baskı ve terörün hızını kesmedi…
  Düzen içi çatışma yeniden alevleniyor…
İlker Başbuğ’un Kürt sorununa ilişkin son açıklamaları…
Kurultayımız asalak tekstil patronlarına karşı mücadele kürsüsü olacak!
15-16 Haziran eylem-etkinliklerinden...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sömürü ve zulüm düzenini yenmek için;
birleşik, militan, kitlesel direniş!
Bursa’da direniş, grevler ve BMİS...
  Entes güncesi...
  Kamu TİS’lerinde işçinin öfkesi sokağa taştı...
  Pendik Askeri Tersanesi’nde direniş ateşi....
  Gençlik eylem ve etkinliklerinden...
  Sermaye devleti korkuyor,
korktukça saldırganlaşıyor!
  Sermayenin yeni vurgunu: Vergi indirimleri
  Gerici Molla rejiminin açmazları derinleşiyor…
  Eski ABD’li asker Ebu Garib’teki
işkenceyi savundu!.
  Almanya’da ülke genelinde eğitim boykotu...
  Kapitalizm ölüm saçmaya devam ediyor!
  Kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet toplumsal yaşamın her alanında...
  İktidar çekişmesi büyüyor… .
  Direnişteyiz Platformu Forumu’nda yapılan tartışmalar üzerine düşünceler... .
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet toplumsal yaşamın her alanında...

Tek seçenek örgütlü mücadele!

Türkiye’de kadına yönelik şiddet, AİHM’in geçtiğimiz günlerde Türkiye aleyhine verdiği bir kararla tekrar gündeme geldi. Kararın konusu ise özetle şöyle:  Diyarbakır’da, eski eşi tarafından yıllara yayılan bir süreçte dövülen, otomobille ezilmek istenen, bıçaklanan ve bu saldırıların sonunda annesini kaybeden Nahide Opuz’un 2002’de AİHM’e başvurması ve mahkemenin, Türkiye’nin şiddet gören bir kadını, savcılığa başvurduğu halde, kocasından koruyamayarak ayrımcılık yaptığına hükmetmesidir. Mahkeme, Türkiye’yi Opuz’a 36 bin avro tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Bu kararın diğer Avrupa ülkeleri için de emsal olacağı ifade ediliyor. Kuşkusuz ki bu ülkelerin de bu konuda sicilleri temiz değildir. Dünyanın neresinde olursa olsun kapitalizmin egemen olduğu her toplumda kadınlar şiddete maruz kalmaktadır. 

Verilen bu kararla ilgili olarak sermaye hükümetinin tavrı ise hiç şaşırtıcı değildir. Başbakan AİHM’ in aile içi şiddetle ilgili Türkiye hakkında verdiği kararı “utanç verici” buluyor, “Tekil bir olayı Türkiye geneline fatura etmek çok yanlış. Her bir kişinin başına güvenlikçi konulmaz diyebiliyor. Meclis Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı Güldal Akşit ise, “2002’den sonra ciddi çalışmalar yapıldı. Bir tek talihsiz olaya göre ceza öngörmek Türkiye’ye haksızlıktır” demektedir.

Güldünya Tören’nin başına gelenler hala hatırlardayken, geçtiğimiz günlerde Siirt’te benzer bir durum genç bir kadının başına gelmiştir. Bu örnekler bile Türkiye’de, bu konunun “tekil” olmadığını göstermektedir. Kadına yönelik şiddet toplumsal yaşamın önemli sorunlarından biridir. 2009 Ocak ayında yayınlanan Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nce yapılan kamuoyu araştırmasına göre ise Türkiye’de eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı %39’dur. Bunun %15’i cinsel şiddettir. Her 10 kadından biri ise gebeliği süresince şiddete maruz kaldığını belirtmektedir. Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı ise %48,5’dir. Başbakan ve şürekâsı kendi kurumunun araştırmasından bihaber olamayacağına göre, sorunu yok sayarak görmezden gelmektedir.

Türkiye, kadına yönelik şiddetin cezasız kaldığı, bu suçu işleyenlerin neredeyse dokunulmazlık altında olduğu bir ülkedir. Şiddet mağdurlarının korunması konusunda devletin ve yetkililerin kayıtsız kalarak hiçbir önlem almadıkları, mevut yasalarla ayrımcılığın yasallaştırıldığı bir ülkedir Türkiye.

Tüm bunlar kadına yönelik şiddeti teşvik etmektedir. Açıktır ki, bu düzende “tekil” olarak yaşanan, şiddete uğrayan kadının korunması ve kollanmasıdır. Oysa Erdoğan’ın Türkiye’ nin şiddet ve ayrımcılık konusunda “tekil” bir örnek nedeniyle ceza almasını “utanç verici“ bulmaktadır! Ama başbakan, örneğin Güldünya’yı koruyamadıkları için utanç duymamaktadır. Ya da 14 yaşındaki bir kız çocuğunu taciz eden Hüseyin Üzmez olayından ve Üzmez’i protesto ettiği için Bursa Kadın Platformu üyesi 2 kadının yargılanmasından da utanç duymamaktadır. Örnekler çoğaltılabilir kuşkusuz. Açık olan şudur ki, sermaye devletinde hükümetinden yargısına tüm kurumlarında ataerkil zihniyet tüm gericiliğiyle iş başındadır.

Kapitalizm tüm çürümüşlüğüyle toplumsal yaşamın her alanını kirletmekte, bu ortamdan ise en çok kadınlar etkilenmektedir. Özellikle kapitalizmin krizinin yıkıcı etkileri arttıkça kadına yönelik şiddet örnekleri de artacaktır. “Cinnet toplumuna” dönüşüldüğüne dair pek çok örnek her gün basın ve yayın organlarına yansımakta, çeşitli şiddet örnekleri yer almaktadır.

Çürüyen ve çökmekte olan bu düzende kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet toplumsal yaşamın her alanında karşımıza çıkmaya devam edecektir. Bu nedenle kurulu düzenin tüm kurumlarıyla birlikte yıkılması, yerine yeni bir düzenin, sosyalizmin kurulması ile sorun gerçek anlamda çözümlenecektir. Bu bilinçle, sermayenin egemenliğine karşı kadınıyla erkeğiyle tüm işçi ve emekçiler örgütlü mücadele yürütmelidir.


Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastasıyla ilgilenirken iğneyi eline batıran, 18 yaşındaki sağlık teknikeri Kübra Yazım geçtiğimiz günlerde yaşamını yitirdi.

Samsun’un Vezirköprü ilçesi Samukalan köyünde tarlada çalışırken sırtına kene yapışan 48 yaşındaki Ayşe Keskin, hastalandıktan üç gün sonra, kan tahlillerinde KKKA virüsü saptanınca Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Müdahale eden ekip içinde bir yıllık sağlık teknikeri 18 yaşındaki Kübra Yazım da bulunuyordu. Ayşe Keskin 11 Haziran günü öldü. Aynı gün Kübra Yazım’ın yüksek ateş, halsizlik ve titreme gibi şikâyetlerinin arttığı ve Yoğun Bakım Ünitesi’ne kaldırılırken yaşamını yitirdiği açıklandı.

Başhekim Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Sünbül, olayın ardından yaptığı açıklamada bir yıldır acil tıp teknikeri olarak çalışan Kübra Yazım’ın 6 Haziran’da KKKA şüphesiyle gelen ve hayatını kaybeden hastaya serum takarken, eline iğne batırdıktan sonra gerekli tıbbi müdahalelerin hemen yapıldığını ve kendisinin tedavi altına alındığını ancak, kurtarılamadığını belirterek, “Hastane olarak bir ihmalimiz söz konusu değildir” diye konuşmuştu.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ da yaptığı açıklamada, böylesine üzüntü verici gelişmelerin yaşanmaması adına her türlü hassasiyeti gösterdiklerini ve göstermeye devam edeceklerini belirtmişti. Sağlığı piyasaya açan sermaye düzeni, kendi sebep olduğuölümleri üstlenmeyerek, sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor. Böylece, sağlığın ticarileştirilmesi ve insan hayatını hiçe sayan politikalarının sonuçlarını görmezden gelmektedir.

Kene vakaları daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar arsında yoğunlaşmaktadır. Sağlık çalışanları da en çok etkilenen ikinci gruba girmektedir. Türkiye’de ilk defa 2002 yılında Tokat bölgesinde tespit edilen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ülkenin önemli bir coğrafyasına yayılmış durumdadır. Yüzlerce insanın ölümüne neden olan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığının dünyada ve Türkiye’deki mevcut durumu, koruyucu sağlık tedbirlerini ihmal eden sermaye sisteminin aşırı kâr hırsının bir sonucudur.

İstanbul Tabip Odası’nın konu ile ilgili yaptığı bir açıklamaya göre, virüs, keneler tarafından kendi biyolojik gelişimi içerisinde yumurta ve larva evrelerinde ya da hastalık etkenini taşıyan konakçılarından (evcil ve yabani hayvanlar) kan emmeleri esnasında da virüsü alabilir ve bir sonraki evresinde kan emdiği konakçıya bulaştırabilir. Aynı zamanda virüsü yumurtaları kanalıyla bir sonraki nesle aktarabilmektedirler. Virüs kenelerin konakladığı hayvanlara bulaşmasına karşılık bu hayvanlarda hastalık belirtisine neden olmamaktadır. Konakçı hayvanlarda bazen hafif ateş görülmesi dışında, konakçılar genelde hastalığı gizli olarak geçirmekte ve hastalık belirtisi görülmemektedir. Buna karşılık hastalığın yayılmasında aracı rol oynamaktadırlar. Hastalık hayvanlarda, insanlara nazaran daha yaygın olarak görülmektedir. Ancak hastalık hayvanlarda, subklinik (asemptomatik) olarak seyretmekte insanlarda da klinik ve subklinik olarak, sporadik vakalar veya salgınlar şeklinde görülebilmektedir.

Merkezi Cenevre’de bulunan Global Humanitarian Forum’un hazırlattığı bir rapor, iklim değişikliğinin her yıl 325 milyon kişiyi ciddi biçimde etkilediğini ve bu sayının gelecek 20 yılda ikiye katlanarak, şu anda 6 milyar 700 milyon olan dünya nüfusunun yüzde 10’una tekabül edeceğini gösterdi. İklim değişikliğinin, yılda 315 bin kişinin, açlık, hastalık ya da doğal afetler yüzünden ölümüne yol açtığı bildirildi.

 “İnsan doğadan yaşar, yani doğa onun bedenidir, ölmemek için onunla daimi bir diyalog sürdürmelidir.” (Karl Marx)

Marx’ın sözünden de anlaşılacağı gibi, türlerin arasında ve hatta tür içerisindeki mücadele, birbirine duyulan ihtiyaç ve uyum, her bir türün doğa dengeleri içerisinde varlığını koruma ve sürdürme çabası bu bütünlüğün parçaları olarak vardırlar. Sermaye sisteminin aşırı kâr hırsı doğayı tahrip etmekte, doğanın bütünlüğünü parçalamaktadır. Emperyalist-kapitalist sistemin neden olduğu küresel ısınmanın etkisiyle, mevsimler hızla değişmekte ve buna bağlı olarak da çeşitli hastalıklar katmerleşmektedir. Sistem tarafından uygulanan politikalarla küresel ısınma artmakta ve mevcut durumda ona bağlı sorunlar önlem alınmadığı için derinleşmektedir. Özellikle de kriz dönemlerinde artan açlık ve yoksulluk nedeni ile salgın hastalıklar daha çok artmakta ve bundan da en çok işçi ve emekçiler etkilenmektedir. Kapitalist sistemin işleyiş yasalarının çevre ve insan sağlığına nasıl olumsuz bir etkide bulunduğu gün geçtikçe daha çok hissedilirken, daha fazla kâr mantığıyla doğal kaynaklar da hızla tüketilmekte ve kirletilmektedir.

Kapitalizmin insan hayatını hiçe sayan bir sistem olması, tüm her şeyde olduğu gibi bedellerin/felaketlerin ilk önce işçi ve emekçileri vurması kaçınılmazdır. Sermaye devletinin bu sorunları çözmek gibi bir sorunu da, yeteneği de yoktur. Bu sorunu asıl çözecek olan, tüm kötülüklerin kaynağı olan kapitalist barbarlığı tarihin çöplüğüne atacak olan işçi ve emekçilerin devrimci iktidar mücadelesidir.