26 Haziran 2009
Sayı: SİKB 2009/24

  Kızıl Bayrak'tan
  İran’daki siyasal durum üzerine...
  Irak’taki işgalci güçler Türkiye üzerinden geri çekilmeye hazırlanıyor...
Konya Üssü savaş aygıtı NATO uçaklarına açıldı…
Mafyalaşan tekstil sektörü,
sektöre dönüşen mafya çeteleri…
Eli kanlı bir haraminin portresi:
Sabri Sami Yılmaz
  Sabra saldırısı ve sonrası üzerine avukatlarla kouştuk...
  “TİS yoksa grev” örgütlenmelidir!
Sabra saldırısı lanetleniyor...
  Entes direniş güncesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sivas katliamının hesabını sormak için
birleşik, kitlesel devrimci mücadeleyi yükseltelim!
  Emine Arslan ile kazanımla sonuçlanan DESA direnişi üzerine konuştuk...
  İTO Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen’le Sağlıkta Dönüşüm Programı ve “Tam Gün” Yasa Tasarısı üzerine konuştuk...
  Almanya'da yüz binlerce öğrenci eğitim hakkı için alanlardaydı!
  İran’da halk hareketi sınırlarını zorluyor!
  İsrail, Filistin halkına barış adına kölelik dayatıyor!
  İran halkı ve devrimci partileri
‘79 deneyinden öğrenecektir!
  Kapitalist-emperyalist sistemin
kısa bir suç dosyası...
  Yargı gereğini yaptı! Uğur’un katilleri beraat etti…
  Bir burjuva liberalinin
saçmalamaları üzerine...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sabra saldırısı ve sonrası üzerine avukatlarla konuştuk...

“Yasalar eşit uygulanmıyor,
devrimciler adil yargılanmıyor, savunma hakkı engelleniyor!”

Sabra Tekstil Fabrikası önünde yaşanan silahlı saldırıda yaralanan işçilerin ve ardından düzenlenen protestoda gözaltına alınarak tutuklanan 4 BDSP’linin avukatları olan Meryem Asıl ve Şerife Ceren Uysal ile hukuksal sürece dair konuştuk...

- Sizler yaralanan işçilerin hastanede alınan ifadelerinden başlayarak hukuki süreci takip ettiniz. Öncelikle bu kısma ilişkin bilgi verir misiniz?

Av. Ş. Ceren Uysal: 9 Haziran günü sabah saatlerinde iki devrimci işçinin bildiri dağıtımı sırasında silahla yaralandığını öğrendik ve hastaneye doğru yola çıktık. Öncelikle Bakırköy Devlet Hastanesi’nde acil servise kaldırılan Tahsin Alıcı’nın yanına gittik ve ifadesi sırasında hazır bulunduk. Tahsin’e iki kurşun isabet etmişti, ayrıca bacağında kırıklar da vardı. İlk müdahalenin ardından Esenyurt Polis Karakolu’ndan gelinerek Tahsin’in ifadesi alındı. Alıcı, ifadesinde bütün olan biteni anlattı. İfade işleminin bitmesinin ardından saldırı olayına tanıklık etmiş kişilerin de hastanede hazır bulunduğunu ve onların da tanıklığına başvurulmasını istediğimizi belirttik. Buradaki amacımız soruşturma kapsamının derinleştirilmesini zorlamak ve olayın hasıraltı edilmesinin olanaklarını daraltmaktı. Ancak başlangıçta tanık dinlemeye gönüllü olan polis memurları, birkaç telefon görüşmesinin ardından tanıkları dinlemeden hastaneden ayrıldılar.

Bu tür olaylarda hukuki süreçlerin üstün körü yürütüldüğünü ve genellikle de olayın üstünün kapatılmaya çalışıldığını geçmiş deneyimlerimizden de bildiğimiz için aynı gün başka bir avukat arkadaşımız aracılığı ile Büyükçekmece Adliyesi’nin o günkü nöbetçi savcısı ile de iletişime geçtik. Olay yerinden yalnızca Zeki Tekin isimli güvenlik görevlisinin gözaltına alındığını da bu yolla öğrenmiş olduk.

Av. Meryem Asıl: Bu nokta esaslı bir soruna işaret ediyor. Tahsin de, Mehmet de olaya 10-15 kişinin karıştığını ve kendilerine en azından 3-4 ayrı kişi tarafından silah çekildiğini ifadelerinde belirttiler. Dahası Tahsin olay yerinde daha uzun kaldığı ve doğrudan hastaneye kaldırıldığı için saldıranların fabrika içerisine kaçtıklarını da görmüş ve bunu da ifadesinde de belirtti. Ancak bütün bu beyanlara rağmen olay yerinden yalnızca bir kişi gözaltına alındı. O da zaten güvenlik görevlisi ve silah taşıma ruhsatı var. Yani 10-15 kişi ile düzenlenen pervasız bir şehir eşkiyalığı örneğini bir güvenlik görevlisine yıkmak, olayı da “güvenlik görevlisi fabrikayı koruma görevini yaparken heyecanlanıvermiş” gibi saçma sapan bir kapsama daraltmak niyeti olduğu daha baştan belliydi. Zeki Tekin’in mahkemece serbest bırakılması da başlangıçtaki izlenimimizi haklı çıkardı. 

- Yaralanan işçilerin ifadeleri sırasında bir sorun yaşandı mı?

Av. Meryem Asıl: İfadeler sırasında hukuki yahut fiili bir sorun olmadı. Yani yaralıları hırpalamaya kalkışmadılar yahut söylenenleri tutanağa geçirmemezlik etmediler. Ancak zaten mesele bu kısımdan sonrası. Yaşanan basit bir adli vaka olsaydı, şu an saldırganların büyük çoğunluğunun tutuklu yargılanıyor olmaları yüksek bir olasılıktı. Ancak ortada devrimciler olunca, doğal olarak sorgunun içeriği de “siz ne yaptınız kimbilir” eksenine sıkışıyor. “Fabrikaya mı girmeye çalıştınız?”, “Sopanız mı vardı?” gibi sorularla devrimcilere yönelen şiddetin kendisini meşrulaştıracak bir zemin yaratma çabası daha ilk ifadeler kısmında harcanmaya başlanıyor.

- Basın açıklaması ve gözaltı sürecini hukuken nasıl değerlendiriyorsunuz?

Av. Ş. Ceren Uysal: Polisin basın açıklamasına yönelik müdahalesini hukuken değerlendirmeyi gerekli görmüyoruz. Bu kısımda açıklanacak bir şey yok. Nasıl ki 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkış çabaları polis terörü ile engellenmeye çalışıldıysa, yahut daha geçtiğimiz hafta içerisinde gerek ATV-Sabah direnişçilerine, gerekse KESK’lilere barikat kurulduysa, bu da onların bir benzeri... Basın açıklaması yasal bir hak. Ancak benzer saldırılarla hemen her gün karşılaşıyoruz. Bu hak, düzenlenen açıklamanın içeriğine ve özellikle de etkisine göre keyfi bir biçimde engellenebiliyor.

Av. Meryem Asıl: Gözaltı süreci ise üzerinde özellikle durulacak bir konu. Daha baştan gerek bize, gerekse müvekkillerimize karşı ciddi anlamda saldırgan bir tavır söz konusuydu. Başta salt kaba davranmak sınırında olan bu tavırlar, müvekkillerimizin ince aramaya karşı çıkması, bizim de “arama” adı altında yapılmaya çalışılan bu taciz ve aşağılamayı engelleme çabamızla birlikte sertleşti ve gerginliğe dönüştü. Bayağı bir bağırış-çağırış yaşandı. Müvekkillerimiz, sonradan öğrendiğimize göre kelepçelenerek ve darp edilerek aranmış. En nihayetinde gerilim ÇHD’nin ve Baro bünyesinde faaliyet gösteren Avukat Hakları Merkezi’nin devreye girmesi ile engellenebilmiş oldu. Bu müdahaleler olmasaydı muhtemelen daha sıkıntılı sonuçlar ortaya çıkacaktı.

Sonuçta müvekkillerimiz, birçok başka örnekle kıyaslandığında ciddi bir darba maruz kalmadılar. Ancak karakola geç gitseydik yahut farklı merkezlerden karakola telefon açılarak basınç yaratılmamış olsaydı sonuç nasıl olurdu, bu konuda bir şey söylemek mümkün değil.

- Tutuklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Av. Meryem Asıl: Müvekkillerimiz polise mukavemet suçundan ötürü mahkemeye sevk edildiler. Tutuklamalar da temel olarak, yaralandıklarını sağlık raporu ile belgeleyen 4 polis memurunun müvekkillerimizi teşhit etmesinden ileri geliyor. Ancak bu teşhisin kendisi başlı başına hukuka aykırı. Teşhis esasında şüpheli kişinin şüpheli olmayan ve sivil başka kişilerle birlikte şikayetçiye gösterilmesi biçiminde gerçekleştirilmeliyken, burada müvekkillerimiz tek tek gösteriliyorlar. Doğal olarak polis memurları da eylemden gözaltına alınmış 4 kişiyi “teşhis ediyor”. Bu arada daha da ilginci teşhiste bulunan 2 polis memuru aynı zamanda teşhis tutanağını düzenleyenlerin de arasında yer alıyor. Ancak mahkeme bunların hiçbirini dikkate almadı. Esasında bir önleyici tedbir olarak tutuklamanın şartlarına bakıldığında olayda bu şartların hemen hemen hiçbiri bulunmuyor. Ne delilleri karartma şüphesi / olanağı var, ne de kaçma... Ancak polis memurlarının almış olduğu 1-2 günlük istirahat raporları mahkemeyi doğrudan etkilemiş oldu.

Burada asıl çarpıcı olan müvekkillerimizin tutuklanması değil, sonuçta bu noktada mahkemenin bir inisiyatifi söz konusu. Çarpıcı nokta, mahkemenin uyguladığı çifte standart. Müvekkillerin sorgusundan hemen sonra, silahla yaralama şüphesiyle Zeki Tekin sorguya çıkartıldı ve aynı nöbetçi mahkemece Tekin’in tutuksuz yargılanmasına karar verildi. Mahkeme buna gerekçe olarak “yaralıların üzerindeki kurşunların Zeki Tekin’in silahından çıkıp çıkmadığının henüz tespit edilememesini” gösterdi. Aynı mahkeme aslında müvekkillerimizin de taş atıp atmadıklarını, sopa kullanıp kullanmadıklarını tespit edememişti. Ve müvekkillerimize isnat edilen suç ile Zeki Tekin’e isnat edilen suçun cezası arasında da dağlar kadar fark vardı. Birbiri ile bağlı iki olay karşısında mahkemenin birbiriyle çelişkili iki ayrı hüküm kurmuş olması hukuk sisteminin özünü açığa çıkartır nitelikte.

Av. Ş. Ceren Uysal: Yapılan sorgular adeta formalite niteliği taşıyor. Yalnız bu olayda değil, birçok olayda da böyle. Hukuk kitaplarında mahkemelerin gerçeği ortaya çıkartmaya çalıştıkları ile ilgili süslü cümleler görürsünüz. Ancak bu süslü cümlelerin uygulamadaki karşılığı hemen hemen yok denecek kadar azdır. Zeki Tekin sorgusunda havaya “ateş açtım, benim dışımda ateş açan başkaları da vardı” demesine rağmen, sorgu hakiminin her nedense aklına “başka kim ateş açtı?” diye sormak gelmiyor. Bu sorunun her nasılsa atlanması/unutulması, soruşturmanın ilerleyen aşamasına da şimdiden ışık tutan bir nitelikte.

- Bundan sonraki aşamada ne olacak?

Av. Meryem Asıl: Müvekkillerimizin tutukluluğuna itirazda bulunduk. Ancak serbest bırakılmaları yönlü bir sonuç alacağımızı zannetmiyoruz. Duruşma gününün gelmesini bekleyeceğiz. Yine Zeki Tekin’in serbest bırakılmasına da itiraz edeceğiz ve tanıklarımızın dinlenmesi için yeniden girişimde bulunacağız. Tabii bunların yanında ek başka gündemlerimiz de söz konusu. Tutuklanan müvekkillerimizden Deniz Edemir Metris Cezaevi’nde ve burada tecritte tutuluyor. Cezaevi idaresi müvekkilimize ayakta sayım verme dayatmasında bulunuyor. Önümüzdeki günlerde Edemir’in cezaevinde karşılaştığı baskı koşulları ile ilgili gerekli hukuki işlemleri yapacağız ve kamuoyunu da bu konuda bilgilendireceğiz.

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Av. Ş. Ceren Uysal: Son olarak şunları söyleyelim, esasında bugün karşı karşıya kaldığımız bu hukuksuz uygulamalar yığını, ısrarla kamuoyundan gizlenmeye çalışılan gerçekleri bir kez daha açığa çıkartıyor. Bu gerçeklerin başlıcaları şöyle; yasalar eşit uygulanmıyor, devrimciler adil yargılanmıyor, polisin yargı üzerinde çok ciddi düzeyde etkisi var, polislerin yetkilerinin artırılmasının sonucu şiddetin artması oluyor, savunma hakkı avukatlara dönük saldırgan tutumlarla engellenmeye çalışılıyor ve elbette cezaevlerinde bugün ciddi bir baskı ve keyfiyet hüküm sürüyor... Sabra Tekstil’in önünde başlayıp bugüne dek devam eden sürece karşı gerek hukuki, gerekse fiili olarak mücadele etmek de bu yüzden özel olarak önem taşıyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul