26 Haziran 2009
Sayı: SİKB 2009/24

  Kızıl Bayrak'tan
  İran’daki siyasal durum üzerine...
  Irak’taki işgalci güçler Türkiye üzerinden geri çekilmeye hazırlanıyor...
Konya Üssü savaş aygıtı NATO uçaklarına açıldı…
Mafyalaşan tekstil sektörü,
sektöre dönüşen mafya çeteleri…
Eli kanlı bir haraminin portresi:
Sabri Sami Yılmaz
  Sabra saldırısı ve sonrası üzerine avukatlarla kouştuk...
  “TİS yoksa grev” örgütlenmelidir!
Sabra saldırısı lanetleniyor...
  Entes direniş güncesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sivas katliamının hesabını sormak için
birleşik, kitlesel devrimci mücadeleyi yükseltelim!
  Emine Arslan ile kazanımla sonuçlanan DESA direnişi üzerine konuştuk...
  İTO Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen’le Sağlıkta Dönüşüm Programı ve “Tam Gün” Yasa Tasarısı üzerine konuştuk...
  Almanya'da yüz binlerce öğrenci eğitim hakkı için alanlardaydı!
  İran’da halk hareketi sınırlarını zorluyor!
  İsrail, Filistin halkına barış adına kölelik dayatıyor!
  İran halkı ve devrimci partileri
‘79 deneyinden öğrenecektir!
  Kapitalist-emperyalist sistemin
kısa bir suç dosyası...
  Yargı gereğini yaptı! Uğur’un katilleri beraat etti…
  Bir burjuva liberalinin
saçmalamaları üzerine...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sivas katliamının hesabını sormak için birleşik, kitlesel devrimci mücadeleyi yükseltelim!

Günler öncesinden planlanan katliam, 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde sahneye konuldu. Oteli saran devlet güdümlü dinci ve faşist katillerin kuşatması tam 8 saat sürdü. Sermaye devleti 35 aydınlık yüzlü insanın katledilmesini neden oldu.

O gün Sivas’ta devlete rağmen değil, bizzat devletin gözetiminde bir katliam yaşandı. Dinci-faşist örgütler günler öncesinden katliam çağrısı yapan bildiriler dağıtırken devlet oradaydı ve olacaklardan haberdardı. Gerici yerel basın Aziz Nesin’i ve Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ni hedef gösteren kışkırtıcı yayınlar yaparken devlet oradaydı. Kur’an kurslarından devşirme bir kısmı çevre illerden getirilmiş çoğu çocuk yaştaki gösterici güruhu saldırılara başlarken devlet orada, görevinin başındaydı. Öğlen saatlerinde gösterilerle başlayıp etkinliklere saldırılarla süren, 8 saat sonra Madımak Oteli’nin ateşe verilmesiyle doruğuna çıkan olaylar yaşanırken polisiyle, askeriyle, resmi ve sivil tüm güçleriyle devlet oradaydı. Tüm devlet yetkilileri, çevre illerin valilikleri ve emniyet güçleri olaydan haberliydi.

Olaylar adım adım tırmanırken, en üst kademesine kadar devlet yetkilileri (Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ve diğerleri) gelişmelerden an be an haberdar edilmişlerdi. Fakat nedense talep edilen yardım gelmediği gibi, orada bulunan kolluk kuvvetlerine gösterici güruha karşı güç kullanılmaması talimatı verilmişti.

Tanıkların anlatımına göre, kentin hiçbir yerinde kaldırım çalışmasına rastlanmazken, o günlerde yalnızca otelin etrafındaki sokaklarda yığınlar halinde kaldırım taşları vardır. Bu taşlar oteli taşlamak için önden hazırlanmıştır.

Sözde kalabalığı yatıştırmak için bir konuşma yapmak üzere otel önüne getirilen RP’li Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, “Bir defa şöyle bir fatiha okuyalım. Şunların ruhuna el fatiha” diyerek kıvılcımı çakmıştır. Bu şahıs olayları perde arkasında yönlendiren baş provokatörlerden biri olarak, yargılanmamıştır bile.

Yangını söndürmek için gelen itfaiye, otel yanıp tutuştuktan sonra harekete geçirilmiştir.

Sermaye devletinin kolluk güçleri, katliam için saatler öncesinden harekete geçen bırakalım dinsel gerici ve faşist güruhun önünü kesmeyi, onların etrafında güvenlik şeridi oluşturdular. Sivas’ta 8 saat boyunca katliamı izlemekle yetinen, katliam haberi ülkenin her tarafına ulaştığında Sultanahmet’te katliamı protesto etmek isteyen kitleyi yürütmeyen, en küçük eylemleri şiddetle bastıran aynı kolluk güçleriydi. Katliamcıların sayıları her geçen saat daha da artarken, Sivas Tugay Komutanı asker takviyesi istenmesine olumsuz yanıt verdi. Madımak Oteli yakılmadan kısa bir süre önce “içeride asker var mı? İçeride polis var mı?” diyerek, katliam öncesinde son kontrolleri yapanlar, Sivas’ta görev yapan polis ve asker yöneticileriydi.

Dinci-faşist güruh Madımak Oteli’ni taşladığı esnada polis telsizinde gerçekleşen şu diyalog gerçeğe yeterince ışık tutuyor. Polis telsizinden bir anons:

“- Taş atıyorlar, ne yapalım?” Cevap veriliyor: “- Anlaşıldı. Müdahale etmeyin.” Sermaye devletinin katliamcı politikasının özü özeti, işte bu iki sözcüktedir: “Müdahale etmeyin!“

Tüm düzen güçleri katliamı ve katliamcıları sahiplendi!

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ortada yakılarak katledilen 35 cansız beden varken, büyük bir utanmazlıkla “halktan kimseye bir şey olmadı, meseleyi büyütmeyin” der. Katliamın ardından Başbakan Çiller’in yaptığı açıklama neyin kaygısının duyulduğunun ibret verici bir belgesidir: “Çok şükür, otelin dışındaki vatandaşlarımızın burnu bile kanamamıştır”! 35 cana karşılık gerici güruhtan kimsenin burnunun kanamamış olmasından duyulan sevinç asıl suçluları ele vermiyor mu?

Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, katiller sürüsüyle kolluk güçlerinin karşı karşıya gelmemesini, “halk ve güvenlik güçleri karşı karşıya getirilmedi“ diyerek sevinçle karşılar.

Dönemin Başbakan Yardımcısı ve SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, aydınların yardım çığlıklarına “devlete güvenin” diyerek yanıt verir ve insanlar yakılırken koltuğunda pişkince oturmaya devam eder.

Burjuva medya ertesi gün sayfalarına aynı içerikte manşetler attı: “Sivas’ta Aziz Nesin İsyanı: 35 Ölü” (Hürriyet), “Kanlı Cuma: Aziz Nesin’i protesto gösterileri katliama dönüştü...” (Sabah), “Sivas’ta Kanlı İsyan” (Milliyet). İki-üç gün sonra ise, bu kez gerici bir takım isimleri hedef olarak gösteren tekelci medya, bir taraftan da güvenlik güçlerinin Aziz Nesin’i nasıl kurtardığı yalanlarıyla sayfalarını süslüyordu. Oysa, daha sonra Lütfi Kaleli, itfaiye erlerinin “hayvan o, öldürün onu” diyerek Aziz Nesin’i aşağıda bekleyen gözü dönmüş kalabalığın içine attığını, aralarında polislerin de bulunduğu kişilerce hırpalanan Aziz Nesin’in canını zor bela kurtardığını açıkladı.

Bazı yaralılarda ölü katılığı oluşmadığı, vücutları hala soğumadığı halde saatlerce müdahale edilmedi. Bazıları ise ölüp ölmediği doğru dürüst kontrol edilmeden ölenlerle birlikte morga kaldırıldı. Daha sonra hayata döndürülen öykücü-yazar Lütfiye Aydın bunlardan biridir.

Katledenler el birliğiyle olayları Alevi-Sünni çatışması, Aziz Nesin’in neden olduğu bir provokasyon olarak göstermeye çalıştılar.

Sivas katliamı davasının amacı, devleti aklamaktan ibaretti!

Katliamdan sonra görülen Sivas davası, devletin aklanması, düzenin temel ihtiyacı olan kitle desteğinin alınması temelinde şekillendirilir. Sivas katliamı “laik devleti yıkmayı amaçlayan bir eylem” olarak tanımlanarak, katliamın sorumlusu olan devlet katliam mağduru olarak gösterilmeye çalışılır. Sermaye devleti, Sivas davasında verilen cezalar ile sorumlusu olduğu katliamın faturasını çapulcu sürüsüne keserek katliamcı yüzünü gizlemeye çalışır. Kitlelerin, “ordunun destekçisi” ve “Cumhuriyetin bekçisi” konumuna çekilmesi için yoğun bir çab sarfedilir. Alevi işçi ve emekçilerin birikmiş öfkesi, “laik-antilaik” ikilemi üzerinden düzen kanallarına akıtılmak istenir. Aynı yöndeki çaba bugün de sürmektedir.

Başta Alevi kökenli işçi ve emekçiler olmak üzere tüm öncü işçi ve emekçiler bu gerici manevralar konusunda uyanık olmalı, her soruna “sınıfa karşı sınıf” perspektifinden bakmalıdırlar. Komünist ve devrimci güçler de, düzen güçlerinin aldatıcı manevralarını teşhir ederek, işçi sınıfı ve emekçileri burjuva gericiliğinin yedeğine düşmeme konusunda tekrar tekrar uyarmalıdırlar.

Dinsel gericilik, sermaye devletinin vazgeçilmez silahıdır!

Burjuvazi, sınıfsal iktidarına yönelmeye başlayan tehditlere karşı din olgusuna yeniden sarılarak, tıpkı kendisinden önceki mülk sahibi egemen sınıflar gibi dini, kitleleri düzene bağlamanın bir aracı olarak kullanacaktır. Burjuvazi, kurulu düzeninin temellerini sarsacak ya da tümüyle ortadan kaldırabilecek devrimci yükseliş dönemlerinde, diğer yöntemlerin yanısıra dinsel gericiliği bizzat kendi eliyle palazlandırır. Sermaye düzeni ve devletini yıkmak için ayağa kalkmış emekçi kitleleri mezhep ayrımları, dinsel farklılıklar gibi yapay ayrımlar ekseninde bölmeyi hedefler. Çürümüş kapitalizm koşullarında, burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenlerin “laiklik” iddiaları kaba bir ikiyüzlülükten ibarettir. Bunun örnekleri döne döne yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir. Sivas katliamı sonrasında ortaya çıkan gerçekler, Osmanlı dönemi politikalarının tartışma götürmez bir mirasçısı olan sermaye devletinin dinsel gericiliğin arkasına gizlenerek oynadığı rolü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu hiç de AKP dönemiyle sınırlı bir olgu da değildir.

Kuşkusuz ki, sermaye iktidarı ayakta kaldıkça, dini kullanmaya, işçi ve emekçilerin dinsel duygularını istismar etmeye devam edecektir. Bugün kimi Alevi kurumlarının başında bulunan Alevi bezirgânları, Sünnilik gibi Aleviliğin de dinsel gericiliğin daha etkin bir aracı olarak kullanılması noktasında “eşitlik” istiyorlar. Bu yaklaşım Alevi işçi ve emekçilerinin değil, Alevi burjuvalarının politik tutumunun ifadesidir. Alevi burjuvazisi, Alevi inancının dinsel gericiliğin bir aracı olarak kullanılması için çabalıyor. Bu yolla, Alevi işçi ve emekçileri daha güçlü bağlarla düzene bağlamak istiyor.

Unutulmasın ki, tarihini unutanlar geleceğini göremez ve dostunu düşmandan ayıramazlar! Aynı hataları ve yenilgileri döne döne yaşamaktan kendilerini kurtaramazlar! İşçi sınıfı, emekçiler, Kürt ve Alevi halkına yönelik katliamların önüne ancak bütün bunların temelini oluşturan sermaye düzenine son verildiğinde geçilebilecektir. Unutulmasın ki, tüm bu vahşet, kirli operasyonlar, kitlesel katliamlar, provokasyonlar, işçilerin ve emekçilerin birleşik mücadelesinin önünü kesmek içindir. Bu baskı ve kölelik düzenini yaşatabilmek için ölüm kusan sermaye devletinin hesaplarını ve oyunlarını boşa çıkaralım. Sivas katliamı ve diğer tüm katliamların hesabını sormak için birleşik, kitlesel devrimci mücadeleyi yükseltelim!

 

 

Sermaye devletinin tarihi
katliamlar tarihidir!

Sivas katliamı ilk değildi. Sömürücü egemen sınıfların tarihi, Alevi işçi ve emekçilere yönelik kanlı katliamlarla doludur. Bu ülkede binlerce kontrgerilla operasyonu yapıldı. Çorum, Maraş, Sivas, Gazi ve Ulucanlar, 19 Aralık vb. cezaevi katliamlarında yüzlerce emekçi ve devrimci hayatını kaybetti. Bu katliamlar, halen hızından hiçbir şey kaybetmeden Kürt halkına yönelik sürüyor. Sivas, bu katliamlar zincirinin özel bir halkasıdır sadece.

12 Eylül askeri faşist darbesine zemin hazırlamanın birer aracı olarak CİA, MİT, kontrgerilla tarafından planlanarak gerçekleştirilen Çorum ve Maraş katliamları da, çeşitli milliyetlerden ve mezheplerden işçi ve emekçilerin devrimci mücadelesini, toplumu Alevi-Sünni yapay ayrımı temelinde kışkırtıp bölerek engellemenin, ilerici, devrimci politik kesimlere gözdağı vermenin bir aracı olarak kullanıldı. Böylece sermaye devleti kendi varlık temellerine yönelmekte olan tehlikeyi savuşturmayı hedeflemişti.

Her birinde devletin gizli güçleri katliamların tertipleyicisi, açık güçleri (hükümet, ordu, emniyet) ise katliamların seyircisi veya aktif bileşeni konumundaydı. “Alevi-Sünni çatışması” olarak gösterilmek istenen bu kitle katliamlarında MHP üzerinden devletin eli, CİA-MİT ve kontrgerillanın örgütleyici rolü, daha sonra çeşitli itiraflarla, belgelerle, tanıklarla, bağlantılarla su yüzüne çıktı. Ama hiçbiri soruşturma konusu edilmedi. Açığa çıkan gerçekler örtbas edildi. Davaların hiçbiri tetikçilere verilen göstermelik cezaların ötesine gitmedi. Bütün bu katliamlar serisinde katillerin korunması için gereken her şey yapıldı. Şemdinli örneğinde olduğu gibi, “iyi çocuklar“ denilerek sahiplenildi.

Sermaye sınıfı, sömürdüğü ve baskı altında tuttuğu emekçilerin uyanmasından, düzenin yıkılmasından korkuyor. İşçi ve emekçilerin ayağa kalkmasını engellemek, kafalardaki korku duvarlarını büyütmek için her türlü kirli yöntemi devreye sokuyor. Katliamlar düzenliyor. Kontrgerilla aygıtını sürekli tahkim ediyor. Katliamcı kontrgerilla çeteleri hala iş başındalar. Operasyonlar gizli-açık bir tarzda kesintisiz sürüyor.

Kuşkusuz, burjuva devletin sahip olduğu bu katliamcı gelenek sadece yaşadığımız topraklarla sınırlı değildir. Tüm burjuva devletler için durum aynıdır. Modern burjuva devletlerden binlerce yıl öncesinin köleci toplumlarına kadar her devlet tipi kendine özgü baskı aygıtlarına sahip olmuştur.

Sınıflı toplumların bir ürünü olan devlet, tarihin her döneminde egemen sınıfın toplumun geri kalanı üzerindeki egemenliğini kurmasını ve sürdürmesini sağlayan bir baskı ve zor aracı olmuştur. Bu işlevini yerine getirebilmek için sahip olduğu düzenli ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler gibi kurumlar devletin asli ve vazgeçilmez unsurlarıdır. Devlet, örgütlü şiddet ve zor tekelidir. Modern çağın kapitalist devletleri, her açıdan olduğu gibi, şiddetin ve zorun toplumun sindirilmesi amacıyla kullanılması yönünden de kendinden önceki örneklere nazaran çok daha gelişkin ve karmaşık aygıtlara sahiptir. Burjuvazi, iktidarını korumak uğruna bu aygıtları kullanmaktan ve gerektiğinde en insanlık dışı yöntemlerle en kanlı, en zalimane katliamlara girişmekten hiçbir zaman çekinmemiştir.

Burjuvazi, düzeninin iktisadi ve siyasi açıdan zora girdiği dönemlerde ise, elinin altında tuttuğu bu baskı aygıtlarına yenilerini ekleyerek ve her türden faşist ve gerici örgütlenmeleri de devreye sokarak düzenini korumak için işçi sınıfına, tüm ezilenlere ve devrimci harekete açıktan savaş ilan eder. Adına bugünlerde Ergenekon denen kontrgerilla örgütleri veya kapının önünde tasmasıyla bağlı duran faşist köpeklerin oluşturduğu ülkücü ve Hizbullah türü dinci çeteler sermaye devletinin vazgeçilmez tamamlayıcı unsurlarıdırlar.

Sermaye devletinin sahip olduğu her türden açık ve gizli baskı aygıtından, işçi sınıfına ve ezilen halklara uyguladığı baskı ve terörden, katliamlardan kurtulmanın tek yolu, sosyalizmin önünü açacak bir proleter devrim yoluna girmek ve sermaye devletinin kendisini ortadan kaldırmaktır.

 

 

Düzen güçlerinin Alevi emekçilerine dönük manevraları

Bugün Sivas’ta katledilenleri anmanın bir yanını da onları katledenleri unutturmamak oluşturuyor. Sermaye devleti katlediyor ve katliamdaki sorumluluğunu unutturmaya çalışıyor. Devletin ve düzen güçlerinin Sivas katliamının sorumluluğundan kendini kurtarmasına izin verilmemelidir. Katliamın gerçek sorumlularının, sorumluluklarını örtbas etmelerine, kendilerini gizlemelerine yardımcı olmak işçi ve emekçi kitlelere ve Alevi halkına karşı yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisi olacaktır. Dolayısıyla Sivas’ta katledilenleri anmanın bir yanını da onları katl­­edenleri unutturmamak oluşturmalıdır. Sivas’ın katillerinin gerçek yüzlerini ortaya sermeli, dahası onların sadece katliamlardaki rollerini değil, Alevi halkını yedeklemek için izledikleri diğer manevraları da teşhir etmeliyiz.

Son birkaç yıldır basında yeralan bazı haber ve tartışmalar, sermaye devletinin AKP hükümeti eliyle Aleviler’e dönük yeni bir takım hesaplar peşinde olduğunu gösteriyor. Burjuva medya, “Alevi açılımı” adı altında ileri sürülenlerin, yüzyıllardır baskı altında yaşayan, hemen her dönemde aşağılanan, katliamlara uğrayan Aleviler’in temel sorunlarını çözeceği yalanını dile getiriyor.

“Alevi açılımı”nın esas amacı, Aleviler’i ve Aleviliği devlet denetimi altına almaktır. Sermaye devleti, bu sayede bir taşla birçok kuş vuracağını hesaplamaktadır. Her şeyden önce bu sayede Alevilik de tıpkı diğer dinsel inançlar gibi sermayenin gerici çıkarlarının hizmetine koşulmuş olacaktır. Sermaye Sünni inancına mensup emekçileri baskı ve denetim altında tutmak için dinsel temalardan nasıl faydalanıyorsa, aynı şey bu kez Alevilik üzerinden Alevi emekçileri kontrol altına tutmak için de yapılacaktır.

İkincisi devlet denetimi altına alınan Aleviliğin içini boşaltmak, kendine özgü değerler sistemini yok etmek ve dinsel gericiliğin sıradan bir kolu haline getirmektir. Yüzyıllardır baskı ve zorbalıkla yapılmak istenen şey bu kez para ve rüşvetle, devlet katında makam mevki dağıtmakla yapılmak istenmektedir. Yani, işin özünde değişen hiçbir şey yoktur.

Kısacası sermayenin derdi, kendi çıkarlarına uygun bir Alevilik inşa etmek ve bunu Alevi emekçi yığınlarını denetim altında tutmanın etkili bir aracı olarak kullanmaktır. Böylece o, Alevi emekçilerinin devrimci akımlarla ilişkisini zayıflatabileceğini ummaktadır.

Elbette, Aleviliğin ve Aleviler’in denetim altına alınması sorunu bugün ortaya çıkmış değildir. Bu sorun şimdiye kadar inkar ve baskıyla çözülmeye çalışılmıştır. Başta CHP olmak üzere düzen solundaki partilerin de Aleviler’i devlete bağlamak konusunda önemli hizmetleri olmuş fakat bunlar kalıcı sonuçlar üretememiştir. Yani Aleviler’i denetim altına alma sorunu bir bakıma aciliyet kazanmıştır.

İşte AKP, sermaye düzeninin bu konudaki ihtiyacına yanıt verme peşindedir. Dini duyguların istismarına dayalı siyaset üzerinden sermayeye hizmet konusundaki rüştünü hükümet olduğu yıllar içinde ispatlayan AKP, şimdi aynı şeyi Alevi emekçilerini inançları üzerinden istismar ederek düzene bağlama konusunda da sergilemek gayretindedir.

Kuşkusuz işin bir başka boyutu da AKP’nin kendi payına da bu işten siyasal kazanç elde etme hayalleridir. AKP “Alevi açılımı” manevraları ile bugüne kadar kendisine mesafeli duran Alevi yığınları ile yakınlaşmak, bu sayede de şimdiye kadar esas olarak CHP ve DSP vb. sol maskeli düzen partilerinin oy deposu durumundaki yığınları kendine bağlamak istemektedir. Elbette, diğer düzen partileri gibi, AKP’nin de Alevi emekçilerinin demokratik istemlerine yanıt vermek gibi bir sorunu bulunmamaktadır.

İstisnasız tüm düzen partilerine göre, Aleviler hem asimile edilmesi hem de oy deposu olarak da kullanılması gereken bir kesimdir. Aleviliği bugüne kadar daha çok CHP gibi partiler oy deposu olarak kullandılar. Ancak AKP ve MHP de şimdi bu potansiyele göz dikmiştir. Bugün tüm düzen güçlerinin Aleviler’e yönelik politikaları birçok noktada kesişmekle birlikte, kullandıkları söylemler, araçlar farklılık göstermektedir. Kimisi politikasının temeline doğrudan yok saymayı oturturken, bir başkası “Aleviler’in hakları tanınsın” gibi kulağa hoş gelen, fakat içeriği boş bir yaklaşımla çıkabilmektedir.

Tüm bu düzen güçlerinin ortak yanları ise, Alevi kültürünün gericileştirilmesi, Aleviler’in ilerici niteliğinin yok edilmesidir. Sermaye devleti Aleviler’i her zaman potansiyel tehlike ve düşman olarak görmüştür. Alevi emekçilerin toplumsal mücadele ve devrimci harekete yakınlığı bunun başlıca nedenidir.

Bugüne kadar en küçük demokratik hakkı bile tanımaktan ödü kopan sermaye düzeni ve onun partilerinin Aleviler’e özgürlük alanları açması mümkün değildir. Bugün var olduğu iddia edilen laiklik de özde değil, sözde bir laikliktir. Bu “laiklik” bugüne kadar Aleviler’in herhangi bir yarasına merhem olmamıştır. Aksine, ihtiyaç duyduğunda dinsel farklılıkları kaşıyarak faşist sürüleri Aleviler’in üzerlerine sürmüştür. Hiç şüphe duyulmasın, bundan sonra da ihtiyaç duyulduğunda Aleviler’e karşı provokasyon ve katliamlar düzenlemekten geri durulmayacaktır.

Özcesi, uzun bir tarihsel süreç boyunca Sünni İslam ile ezilmiş olmanın getirdiği kaygılar nedeniyle, buna karşıymış gibi görünen düzen güçlerinin peşinde sürüklenen Alevi emekçilerin kendi yaşadıklarından öğrenmeleri gereken çok şey var.

 

 

Katliamcı devlet
gerçekleri maskeleyemez!

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Sivas Katliamı’nın yıldönümü yaklaşırken AKP’nin “Alevi açılımı” politikasına uygun olarak Madımak Oteli’nin kamulaştırılabileceğinden bahsetti.

Günay sermaye devletini aklamak için şu sözleri sarf etti:

“Boşalttığımız yere bir anı evi kurma konusunda talip olduk. Fakat sahibi bütününü satışa çıkardı. Bütününü satışa çıkarmakta ısrar ederse belki bizim orayı kamulaştırmamız söz konusu olacak. Ben anı evi düzenlemesinin önümüzdeki 2 Temmuz’a yetişebileceğini hayal ediyordum, fakat bunu gerçekleştiremedik. Bu dönem için kebapçının oradan çıkarılmasını sağlamış olduk. Ama sanıyorum, gelecek yıldan önce o binanın, kısmen müze, kısmen kültür merkezine dönüşmesi konusunda yılların getirdiği o tortuyu giderecek bir adım atacağız. Bu konuyla ilgili diğer bakan arkadaşlarımızın da dikkatli bir yaklaşımı var”

Evet, Sivas’ta 35 can alan bir katliam gerçekleştirildi. Ve tüm bunlar olup biterken, polisiyle, askeriyle, itfaiyesiyle, tüm resmi-sivil güçleriyle devlet oradaydı. Devlet, katliamın gerçekleştirilmesini seyretmiş dahası planlamış, yönlendirmişti.

Bugüne kadarki hükümetler gibi AKP de, devletin katliamcı geleneğinin taşıyıcısıdır. Kendi hükümetliği döneminde Kürt halkına yönelik icraatları bunu en açık biçimde göstermiştir. Bugün Alevilere verilen vaatler bu gerçeğin üstünü örtemez.


Mamak’ta 2 Temmuz faaliyetleri

Sivas katliamının 16. yıl dönümünde Mamak BDSP, “Pir Sultan’dan Madımak’a asan da yakan da devlettir” şiarıyla katliamın sorumlularından hesap sormaya çağıran faaliyet yürütüyor.

Mamak İşçi Kültür Evi, “Yine türküler söylüyor, yine semahlar dönüyoruz” seslenişi ile 27 Haziran’da gerçekleştireceği etkinliğe hazırlanıyor. Tek Mezar Hacı Bektaşi-ı Veli Parkı’nda bu yıl dördüncüsü düzenlenecek olan anma etkinliği, faşist devlet terörünün arttığı bu süreçte çürüyen düzen, çeteleşen devlet gerçekliğini tüm açıklığıyla teşhir eden bir şekilde işleniyor.

Aynı zamanda devrimci güçlerin ortak olarak düzenlediği ve 1 Temmuz’da bölgede yapılacak olan yürüyüş ve anmanın hazırlıkları da sürüyor. BDSP, DHF, Partizan, Alınteri, Devrimci Alevi Hareketi, Odak tarafından örgütlenen 1 Temmuz yürüyüşü ve anma eylemi katil devletten hesap sorma bakışı ile örgütleniyor.

1 Temmuz günü Tek Mezar Parkı’nda toplanılarak 19.00’da NATO yolu üzerinde başlayacak olan yürüyüş Tuzluçayır Meydanı’nda sona erecek.

Provokasyona geçit yok!

2 Temmuz gündemli faaliyetimiz gerici faşist odakların da tepkisini çekiyor. Bir trafoya yapılan 2 Temmuz afişlerinin gece sökülmesi üzerine aynı yere “Sivas’ın hesabını soracağız, katil devlet hesap verecek / BDSP” yazılaması yapıldı. Müdahale etmeye çalışan gericiler ve gece afişi indiren polisin povokasyon girişimleri de ajitasyon konuşmalarıyla boşa düşürüldü.

Mamak BDSP