31 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/29

  Kızıl Bayrak'tan
  Kürt sorununda “Amerikan Çözüm Planı” devrede
  Kürt halkına yönelik baskılar, cinayet ve katliamlar sürüyor..!
  “Güney Kürdistan seçimleri ve ötesi
Adli Tıp Kurumu, sermaye devletinin
has bir kurumudur!
Entes direnişi günlüğünden…
Alpagut işçisi mücadele geleneğini sürdürüyor...
  Metal İşçileri Kurultayı
hazırlık çalışmalarından.....
  Kent AŞ’de direnişe devam!
  Mamak 6. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  AKP Hükümeti, Emre Aköz’ün ağzından Alevilere kin kusuyor...
  Eğitim haktır, satılamaz!
  Gençlik eylemlerinden...
  İstanbul Sanayi Odası raporu aynasına yansıyanlar...
  Devrimci sınıf çalışmalarından...
  “Barack Obamalı hayaller” çöküyor…
  Dünyada işçi ve emekçi eylemlerinden...
  “Arka bahçe”deki devrim 50. yılında!
  Güler Zere serbest bırakılsın!
  Kürdistan hapishanelerinden
zulüm manzaraları
.
  Güney Kürdistan seçimleri
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Adli Tıp Kurumu, sermaye devletinin has bir kurumudur!

Adli Tıp Kurumu’nun Münevver Karabulut cinayetine ve Hüseyin Üzmez’in taciz olayına ilişkin verdiği raporlar ve son olarak Güler Zere için verdiği rapor bu kurumun çok geniş kesimler tarafından tartışılmasına yol açtı. 

Yıllardır meslek örgütleri ve uzmanlar tarafından eleştirilen Adli Tıp Kurumu (ATK), Hüseyin Üzmez’i kurtaran raporunun ardından yeniden tartışma konusu olmuştu. Kurumun eski defterleri açılmış, pek çok eski-yeni skandal ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı, kurumun denetlenmesi için talimat vermişti.

Konuya ilişkin bir rapor hazırlayan meslek örgütleri de yaptıkları açıklamayla ATK’nın durumunu gözler önüne serip kurumun kapatılmasını istedi. Meslek örgütleri, kurumun yıllardır bu durumda olduğuna, sadece olayların kamuoyu ilgisi nedeniyle yeni ortaya çıktığına dikkat çekerek yetkililerin yıllardır yaptıkları uyarıları dikkate almadıklarını belirttiler.

Zere’nin durumu gün geçtikçe ağırlaşıyor…

Tedavisinin yapılabilmesi için infazı ertelenmesi gereken, kanser hastası devrimci tutsak Güler Zere Adli Tıp Kurumu’nun son mağdurlarından. Zere’ye birçok sağlık kurumundan verilen “tahliye edilmeli” raporlarına rağmen, tahliyesine Adli Tıp engel oldu. 3. İhtisas Kurulu’ndan çıkan raporda, “tahliyesine gerek yok” denilebildi. Adli Tıp Kurumu’nun, Çukurova Üniversitesi Hastanesi’nin “Hastanenin mahkûm koğuşunda kalması bile yaşamsal risk taşıyor” şeklindeki raporuna rağmen, tedavisinin hastanenin mahkûm koğuşunda yapılmasına karar verdiği Zere’yi, sadece 2 dakika muayene ettiği ortaya çıktı.

İnfazının tamamlanması istenen yer, hapishanedekinden daha kötü koşullara sahip. Sterilizasyon açısından hapishaneden daha steril olmayan, havalandırmasız ve insansız hastane içerisindeki hapishane. Güler, kapısının arkasındaki askerlerce sürekli izleniyor. İki metre yükseklikteki demir parmaklıkla örülü penceresi morg servisinin penceresiyle karşı karşıya. Güler, morg servisinin hemen yanında olduğunun farkında, ölüm acısı yaşayanların feryatları da kulaklarında.
Şimdilik ağızdan sıvı gıdayla besleniyor. Tedavisi nedeniyle üç hafta kadar sonra, ağızdan beslenmeme olasılığı var. Sonra kılların dökülmesi, derinin kuruması, ses kısıklığı, duymada azalma, orta kulak iltihabı...

Zere her gün 10 dakika ışın tedavisi alıyor. Bulunduğu koğuştan onkolojiye taşınırken yakınlarının kendisini görmelerini engellemek için jandarma çevresinde etten duvar örüyor. Güler Zere’nin uzaktan da olsa yakınları ve arkadaşlarına el sallaması, sevdikleri ile göz göze gelmesi, onlara gülümsemesi yasak. Yakınları onunla ancak haftada bir defa, 30 dakika süreyle görüşebiliyor.

Güler Zere, Adli Tıp’taki muayenesini şöyle anlatıyor: “Sabah Adli Tıp Kurumu’na götürüldüm. Bir süre bekledikten sonra bir odaya alındım. Genç doktorlardan birisi nabzımı kontrol etti, kalp atış ritmimi dinledi, halsiz olup olmadığımı sordu. ‘Halsizim’ dedim. ‘Zaten yeni ameliyat olmuşsun’ dedi, şöyle usulden. Yaralarıma, ağız içime bakmadı bile. Ben onun tavrından olumlu rapor vermeyeceklerini anladım. Odanın içinde birçok doktor bulunuyordu. Onlar benimle hiç ilgilenmediler, ben daha dışarı çıkmadan bir başka hastayı içeriye aldılar. Sadece 2 dakikalık bir muayene yaptılar. Raporun olumsuz çıkmasına şaşırmadım.”

Adli Tıp 6. İhtisas Kurulu da diğerlerinden farksız!

Vakit Gazetesi Yazarı Hüseyin Üzmez, 14 yaşındaki B.Ç’ye “cinsel istismarda bulunduğu” gerekçesiyle tutuklanıp Bursa Cezaevi’ne konulmuştu. Üzmez, 6 ay cezaevinde kaldıktan sonra Adli Tıp 6. İhtisas Kurulu tarafından verilen B.Ç.’nin “ruh sağlığının bozulmadığı” raporunun ardından tahliye edilmişti. Tartışma yaratan bu rapor, uzunca bir aradan sonra yerini ATK Genel Kurulu’nun “ruh sağlığı bozulmuştur” raporuna bırakınca, Üzmez 7. duruşmada tekrar tutuklandı.

Adli Tıp 6. İhtisas Kurulu’nun geçmişi de farklı değil. Hüseyin Üzmez’in Adli Tıp raporunun yardımıyla tahliye edilmesiyle gündeme gelen kurulun başkanı Dr. Cemal Yalçın Ergezer’in de, daha önce hazırladığı başka bir rapor nedeniyle TTB tarafından 1 aylığına meslekten men edildiği ortaya çıktı.

Kurulun çocuk psikiyatristi Doç. Dr. Ayten Erdoğan, “B.Ç.’nin cinsel istismara uğradığı açık. Ruh sağlığının bozulmaması imkânsız. Ama bu görüşümü belirtince, diğer üyelerden baskı gördüm” deyip istifa etmişti. Bu istifa AKP kadroları tarafından yönetilen kurulun ne kadar bağımsız ve bilimden yana olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Kurumun diğer çarpıcı icraatlarından bazıları...

- PKK davasından tutsak kanser hastası İsmet Ablak da kurumdan beklenen rapor aylarca çıkmayınca tedavi gördüğü hastanenin bodrum katındaki mahkum koğuşunda yaşamını yitirdi. ATK, kendi ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak durumda olan Ablak’ı bile bile ölüme yolladı. Hastalığı nedeniyle 30 defa ameliyat olan cilt kanseri Ablak’a, tüm başvurulara rağmen “tahliye” raporu vermedi. İsmet Ablak’ın ölümüyle birlikte 2009’da cezaevlerinde yakalandıkları sağlık sorunlarından dolayı yaşamını yitiren siyasi tutsak sayısı 6’ya yükseldi. Ablak’ın ölümüyle, ölümü bekleyen siyasi tutsaklar gündeme geldi. İHD’nin 2008 raporuna göre cezaevlerinde 306 hasta tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bunlardan 18’i ağır hasta. Cezaevlerindeki 5 tutsak ise kanser hastası ve ölüm riski var.

-Münevver Karabulut’un otopsisinde pis masa ve eldiven skandalı yaşanmıştı. Yapılan otopside, Karabulut’un cesedine başka bir cesetten sperm bulaştırılmıştı. Bu gelişmenin ardından da kurumda “hizmetlilerin ve temizlikçilerin otopsi yaptığı” konuşulmuştu.

-Kurum, ayrıca İsmailağa Camii cinayetindeki yanlış kan incelemesiyle gündeme geldi. İmam Bayram Ali Öztürk’ü öldürdükten sonra linç edilen Mustafa Erdal’ın kanı yerine, olayla ilgisi olmayan bir kadının kanı incelenerek rapor yazıldığı ortaya çıktı.

Sorun kuşkusuz ki burada anlatılanlarla sınırlı değildir. Adli Tıp Kurumu’nun suç dosyası oldukça kabarıktır.

Kurumun dokunulmaz ismi: Nur Birgen

Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu’nun başındaki isim Nur Birgen. Birgen ismi, ATK’yla birlikte anılır oldu. Birgen hakkında, işkenceyi gizlediği ve ‘çelişkili rapor’ verdiği için soruşturma açıldı. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Yüksek Onur Kurulu’ndan 6 ay “meslekten men” cezası aldı. Ancak ceza uygulanmadı ve Birgen, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu başkanlığına getirildi.

Birgen, 2002’de “duyma ve hafıza sorunu” yaşadığı gerekçesiyle Susurluk hükümlüsü Özel Harekat Dairesi eski Başkanı İbrahim Şahin’in tahliyesini sağlamıştı. Zaten Birgen göreve, Susurluk davasında da adı geçen kontrgerilla şefi Mehmet Ağar tarafından atanmıştı.

Birgen’e göre Ergenekon sanığı Şahin “iyileşemezdi”, bir önce tahliye edilmeliydi ve o bunun için gereken raporu hemen hazırladı. Fakat F tiplerinde ölüm oruçlarından dolayı Wernicke-Korsakoff sendromuna yakalanan devrimcilerin bir önemi yoktu. Korsakoff’lular yürüyemiyor, konuşamıyor, hafıza kaybı yaşıyor. Üstelik tıp bilimi, bu hastaların “iyileşemeyeceğini” söylemesine rağmen bu Mengele artığı doktor müsvetteleri hipokrat yeminlerini bir yana bırakıp sermaye devletine hizmette kusur etmediler.

F tipi cezaevlerine karşı başlatılan ölüm oruçlarıyla çoğu tutukluya Wernicke-Korsakoff sendromu tanısı konmuş, o dönem hastaların cezaevlerinde kalmalarının tehlikeli olduğuna karar verilmişti. ATK raporlarıyla, ölüm orucundaki 600’den fazla devrimci tutsak tahliye oldu.

2003 Temmuzu’ndan itibaren ise durum değişti. Nur Birgen’in de başında bulunduğu Adli Tıp, Korsakoff teşhisi koyduğu hastaların cezaevlerinde kalabileceğine karar verdi. Ve hastalar tekrar tutuklanmaya başladı.

Unutulmamalıdır ki, Adli Tıp Kurumu’nun bu kokuşmuş yapısı sermaye devletinin genel çürümüşlük ve kokuşmuşluğundan bağımsız değil, onun önemli ve vazgeçilmez ayaklarından biridir. İnfazlar, işkenceler, katliamlar bir devlet politikası olarak sürdüğü müddetçe sermaye devletinin bu politikalarına uyarlanmış böyle bir Adli Tıp Kurumu’na ve Mengele artığı doktor müsvettelerine de ihtiyacı olacaktır. Son olarak bu kokuşmuş kurumdan bazılarının yerleri değişirken Nur Birgen’e dokunulmamasının sırrı da burada yatmaktadır.

 

 

Meslek örgütleri:
“Adli Tıp Kurumu lağvedilmeli!”

Adli Tıp Kurumu’nun tepki çeken kararlarıyla ilgili biraya gelen kurumlar İstanbul’da 23 Temmuz günü ortak basın toplantısı gerçekleştirdi.

TTB, İTO, TİHV, SES, İHD, ÇHD ve Adli Tıp Uzmanları Derneği temsilcilerinin yer aldığı toplantıda söz alan kurum temsilcileri, Adli Tıp Kurumu’nun verdiği taraflı raporlarla toplum nezdinde güvenirliğini yitirdiğini ifade ettiler.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Hüseyin Üzmez olayını hatırlatıp, yaşanan skandallara ilişkin devleti ve Adalet Bakanlığı’nı defelarca uyardıklarını belirterek, 3. İhtisas Kurulu tarafından, “panik atak” şeklinde teşhisler koyup, raporlar çıkartarak, bazı iş adamlarının tahliye edilmesine karar verilirken, 4. evre kanser hastalarının cezaevinde tutulduğunu söyledi.

Resmi bilirkişilik kavramının devlet bilirkişisi haline geldiğini söyleyen kurumun bağımsız olmaktan çok devlete bağlı bir yapı olduğuna işaret eden Gürsoy, “Adli Tıp Kurumu lağvedilmelidir” dedi. Üniversiteleri temel alan bir yapılanmaya gidilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün konuyla ilgili açıklamalarına değinerek Cumhurbaşkanı’nın bilimsel bir raporla bu yetkiyi kullanabileceğini belirtti.

Yaşanan sorunların Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanacak bir tebliğle çözümlenebileceğini ifade etti.

“Bu kurum ayakta kaldığı sürece yargıya da müdahale etmektedir. Resmi bilirkişi ATK, Adalet Bakanlığı’nın yargıya müdahale aracı” diyen Kozağaçlı, birçok örnekte olduğu gibi devletin aynı zamanda fail olduğunu belirterek devletin kendisini kendi kurumuyla akladığını söyledi.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı Türkiye’de Adli Tıpla ilgili sorunların çok eskiye dayandığını ifade ederek çelişkilerin giderilmesi gerektiğini vurguladı.

SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun ise, “Bizler burada mağdurların çığlığı olmaya devam edeceğiz. Adli Tıp Kurumu Adli Tıp’lık olmuştur” ifadesini kullandı. İnsan Hakları Derneği Merkez Yürütme Kurulu üyesi Ali Rıza Dalkılıç ise ilgililerin konuyla ilgili önemli adımlar atması gerektiğini kaydetti.

Basın toplantısının ardından, basın metnine ek olarak, Adli Tıp yapılanması için önerilerin bulunduğu ayrıntılı rapor basına dağıtıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul


 

 

TTB’den Adli Tıp atamalarına
ilişkin açıklama

TTB, 28 Temmuz günü yaptığı yazılı açıklama ile 26 Temmuz Pazar günü Resmi Gazete’de yayımlanan Adli Tıp Kurumu’nda yapılan atamalarla ilgili kamuoyuna bilgilendirmede bulundu.

Açıklamada, Adli Tıp Kurumu (ATK) başkan yardımcılarının görevden alınmalarının doğru bulunduğu ancak, 5. ve 6. İhtisas Kurulu üyeliklerine atanmalarının “bir nevi ödüllendirme” anlamına geldiği belirtildi.

Görevlerinden alınan ATK Başkan Yardımcıları Dr. Mustafa Okudan ve Dr. Hasan Ağrıtmış’ın raportörlük yerine ATK’nın 5. ve 6. İhtisas Kurulu üyeliklerine atanmalarının bir ödüllendirilme niteliği taşıdığı ifade edildi.

TTB tarafından her iki yöneticinin ATK’nın eski Başkanı Keramettin Kurt dönemindeki kurumda yapılan atama, görevden alma, istifaya zorlama, sürgün gibi bütün olumsuz uygulamaların ve bugün içine düşürüldüğü durumun müşterek sorumlusu olduğunun daha önce defalarca belirtildiği ve bir an önce görevden alınmalarının istendiği ifade edildi.

İbrahim Şahin’in Susurluk davasında aldığı hapis cezasının verilen raporla ortadan kaldırıldığının belirtildiği açıklamada Şahin’le ilgili hazırlanacak raporun sağlıklı ve güvenilir olabilmesi için, başkanlığını Nur Birgen’in yaptığı ATK 3. İhtisas Kurulu’nun ‘iddia edilen yeni kurum yapılanması’ beklenmeden acilen görevden alınması ve Şahin’in muayenesinin bilimsel yeterlilikleri ve güvenilirlikleri her türlü şüpheden uzak hekimlerce yapılmasının sağlanması gerektiği bildirildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Oysa ATK’nın kamuoyunda en tartışmalı yapılanması Wernicke Korsakoff hastaları, Susurluk hükümlüsü ve Ergenekon davası tutuklusu İbrahim Şahin, kanser hastası Güler Zere olgularında olduğu gibi bir dizi birbiriyle çelişik ve tartışmalı rapora imza atan 3. İhtisas Kurulu’dur. Üstelik Susurluk hükümlüsü ve Ergenekon davası tutuklusu İbrahim Şahin’in tutukluğunun bir kez daha sona erdirilmesi için ATK süreci geçtiğimiz günlerde başlamış bulunmaktadır.”