31 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/29

  Kızıl Bayrak'tan
  Kürt sorununda “Amerikan Çözüm Planı” devrede
  Kürt halkına yönelik baskılar, cinayet ve katliamlar sürüyor..!
  “Güney Kürdistan seçimleri ve ötesi
Adli Tıp Kurumu, sermaye devletinin
has bir kurumudur!
Entes direnişi günlüğünden…
Alpagut işçisi mücadele geleneğini sürdürüyor...

  Metal İşçileri Kurultayı hazırlık çalışmalarından.

  Kent AŞ’de direnişe devam!
  Mamak 6. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  AKP Hükümeti, Emre Aköz’ün ağzından Alevilere kin kusuyor...
  Eğitim haktır, satılamaz!
  Gençlik eylemlerinden...
  İstanbul Sanayi Odası raporu aynasına yansıyanlar...
  Devrimci sınıf çalışmalarından...
  “Barack Obamalı hayaller” çöküyor…
  Dünyada işçi ve emekçi eylemlerinden...
  “Arka bahçe”deki devrim 50. yılında!
  Güler Zere serbest bırakılsın!
  Kürdistan hapishanelerinden
zulüm manzaraları
.
  Güney Kürdistan seçimleri
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP Hükümeti, Emre Aköz’ün ağzından Alevilere kin kusuyor...

Sabah gazetesi yazarlarından Emre Aköz, geçtiğimiz günlerde gazetenin kendine ayrılan köşesinde bir yazı kaleme aldı. Yazısına vesile olan ise, Samanyolu Haber’de Emekli Cumhuriyet Savcısı Ahmet Gündel tarafından yapılan bir değerlendirme idi. Gündel söz konusu röportajda, “yüksek yargıdaki kriz, uzun süredir sistemli olarak mezhep ağırlıklı kadrolaşmadan kaynaklanıyor” demişti. Bu söz vesilesiyle Emre Aköz, Alevi emekçilerine olan kinini kusmak için de bir fırsat yakalamış oldu. Böylece bu derin gazetecimiz, düzen güçleri arasında sürmekte olan HSYK krizinin derinliklerinin ta nerelerde olduğunu da bir çırpıda çözüvermiş oldu.

Aköz’e göre mesele çok basitti. Şöyle soruyordu Aköz: “Savcının dediği mezhep hangisi?” Cevabını da yine Gündel’in açıklamalarına dayanarak aktarıyordu: “Geçen akşam, ‘S Haber’deki Rota programında, emekli Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet Gündel, yüksek yargıdaki krizle ilgili çok önemli ipuçları verdi. Konuyu ‘içeriden’ bilen Gündel, yüksek yargının, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından uzun yıllardır sistemli biçimde siyasallaştırıldığını söyledi. Gündel, Yavuz Baydar’a bazı kararların mezhepsel kaygılarla da alındığını belirtti. Gerçekten de yüksek yargı kadroları belli bir mezhepten hukukçuların hâkimiyetinde mi? Nüfusun yüzde 15’ini oluşturan bir mezhep üyelerinin, yüksek yargıdaki koltukların diyelim ki yüzde 50’sine oturmaları normal mi? Hele hele, bu mezhepten vatandaşlar, istisnalar haricinde, kitlesel olarak CHP’yi destekliyorsa... Darbe amaçlı cumhuriyet mitinglerinde aktif olarak yer aldılarsa... Ergenekon’un hükümetin uydurması olduğu propagandasını yapıyorlarsa... Zihinler karışmaz mı?”

Aköz, daha sonra “aslında ben de Alevi dostuyum” diyerek durumu kurtarmak istese de bir kez zehrini kusmuştu. Ordu ile AKP arasındaki dalaşmanın HSYK raundunda, AKP’yi kazançlı taraf yapmak isterken, aynı zamanda Alevi inancına mensup emekçilere olan düşmanlığını da dile getirmiş oldu. Konuya dair Alevi örgütlerinden de Ergenekon’la ve darbeyle birlikte anılıyor olmanın rahatsızlığını dile getiren çeşitli açıklamalar yapıldı.

Aslında HSYK nezdinde, yargı mensuplarının inançları itibariyle nerede durduklarının hiçbir önemi yoktur. Alevi inancına mensup birileri HSYK içinde olsa bile bu durum hiçbir şeyi değiştirmez. Çıkar üzerine kurulu olan bir sistemde, birbirine rakip farklı çıkar gruplarının oluşmasından daha doğal bir şey yoktur. Bu çıkar gruplarının niteliğini belirleyen ise, mezhepsel konumları değildir. HSYK içinde de AKP karşısında çizilen hattı Alevi inancıyla gerekçelendirmek, bu haliyle “bir taşla iki kuş vurmak” istemekten kaynaklanmaktadır. Alevi emekçilerini bu kadar kolayca sistem içerisindeki kamplardan birine dâhil etmek için bir art niyet gerekmektedir. Nasıl ki AKP’nin dümen suyunda yol almaya çalışan Reha Çamuroğlu’nun ibretlik durumu bütün alevi emekçilerine mal edilemez ise, bu son durum da böyledir.

Öte yandan Emre Aköz’ün bahsi geçen açıklamasının gerisinde yatan gerçek ise, Alevilere yönelik düşmanlıktır. Yine Aköz’ün bu düşünceleri sadece kendi şahsıyla sınırlı değildir.

Hatırlanacağı gibi, 2 Temmuz Katliamı’nın sorumlularından olan dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, AKP’den 21. dönemde Sivas Milletvekili olarak seçilmişti. Başbakan Erdoğan da Sivas Belediye Başkanlık görevini yürüten ve Sivas katliamında rol alan Temel Karamollaoğlu ile aynı dönemde aynı partiden, 2 Temmuz 1993’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmaktaydı. O dönemde yaşanan katliama dair herhangi bir demeç vermeyen Erdoğan’ın icraatları arasında Karacaahmet Cemevi’ni yıkma çabası vardı. Yine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Sivas davası sanıklarından olan, mahkeme kararıyla aranan İhsan Erçakmak’ı işe alabilmiş, Erdoğan bunu da görmezlikten gelmişti.

Bu kadar da değil. Eski Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Necati Tayyar Taş 2002 yılında “Cemevi ibadet yeri olamaz. Cemevi bir cümbüş yeri, oralarda saz çalınıyor” deme gafletini gösterirken, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu da fütursuzca “Cemevi, inançları yerine getirme ve ibadet yeri değildir. Müslümanların mabedi 14 asırdır camidir. Ne ney üflemenin, ne sema ayininin, ne Alevilerin cem ayininin, semah ve niyazının, namaz dengi bir ibadet sayılması mümkün değildir” diyebilmiştir. Ve şu son süreçte Amasya’da olduğu gibi camisiz Alevi köyü kalmazken, ikinci camilerin temeli atılmaktadır.

Sadece bu örnekler bile sistemin “kırmızı çizgileri”nin Alevi emekçilerinin üzerinden nasıl kalınca geçtiğini göstermektedir. Sistem AKP şahsında kendi Alevisini yaratmak istemektedir. Bunun sınırları da bellidir. Veziroğlular, Reha Çamuroğlular bunun en çarpıcı örnekleridir.

TRT’de daha hala Pir Sultan’ın türkülerinin sansürlenmesi çok çarpıcı bir başka örnektir. 19 Temmuz 2008’de, Sivas ‘ta Aşık Veysel adına düzenlenen TRT’nin de canlı yayın yaptığı Uluslararası Âşıklar Bayramı’nda Pir Sultan Abdal’a ait “Kul olayım kalem tutan eline / Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz” türküsü sansüre takılarak “Kul olayım kalem tutan ellere / Kâtip arzuhalim yaz yâre böyle” biçiminde söylenmiştir. Bilindiği gibi, Hızır Paşa, Pir Sultan’a, “İçinde Şah geçmeyen üç deme (şiir) söyle seni affedeyim” demiştir. Pir Sultan Abdal da üç deme söylemiş, ama üçünde de şah sözcüğünü kullanmıştır. Bu yüzden de Pir Sultan Abdal idam edilmiştir.

Kısaca yürürlükte olan kanunlar Hızır Paşaların kanunudur. Bugün “Alevi açılımları”ndan bahsedilmesi, “Başbakanlık Alevi Açılımı Komisyonu” oluşturularak “Alevi Çalıştayları” düzenlenmesi bir yanılsama yaratmamalıdır. Alevi emekçileri, AKP’nin, bir takım düşkünlerin de peşinden gitmemelidir. CHP de dahil tüm düzen partileri için bu geçerlidir.

Sözün kısası Hızır Paşalığa soyunan Emre Aköz’e söylenecek tek bir söz vardır: “Yürü bre Hızır Paşa / Senin de çarkın kırılır. / Güvendiğin padişahın. / O da bir gün devrilir.”

Gazetemizin 12 Haziran 2009 tarihli 22. sayısında benzer bir vesile ile ifade edildiği gibi, Alevi emekçileri için “tutulacak yolun adı mücadeleyle, direnişle özdeşleşmiş Pir Sultanlar’ın yoludur. Tüm ezilenlerin olduğu gibi alevi emekçilerinin taleplerinin gerçek anlamda karşılanacağı sosyalizm için mücadele alevi emekçilerin sorunlarının biricik çözüm anahtarıdır.”