25 Şubat 2011
Sayı: SİKB 2011/08

 Kızıl Bayrak'tan
Metal işçilerinin grevi
emeğin davası olmalı!
Biat-ihsan üzerine kurulu sendikacılık ve taşeronluğu bitirme yalanı!
“Ontex’te ihanete ve
sömürüye karşı direniş!
Ontex direnişini görmek istemeyen “emek” dostları üzerine
Ankara İşçi Kurultayı’na giderken
Kurultay hazırlıkları yoğunlaşıyor
Sömürüye ve kölelik dayatmalarına
karşı GREV var!..
Zafer direnen işçilerin olacak!
UPS işçisiyle direniş süreci ve
metal grevi üzerine konuştuk
Arap dünyasında halk ayaklanmaları sürüyor
Amerikancı despotik Bahreyn Krallığı’nın sonu yaklaşıyor.
Mısır’da yeni bir mücadele dönemi
Araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır’la gündemdeki halk ayaklanmaları üzerine konuştuk
Dünyadan
Emekçi kadınları
örgütleme eferberliğine!.
Tecavüzü önlemek için yasaları değil düzeni değiştirmeli!
“Emekçi kadınlar
mücadele etmeli!.
Emekçi kadınlar 8 Mart’a yürüyor!
Gençliğin devrimci baharını kazanmak için ileri!
İnce ve Erpak serbest bırakıldı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır’la gündemdeki halk ayaklanmaları üzerine konuştuk...

“Olağanüstü bir dönemin içindeyiz”

- Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya yayılan halk ayaklanmalarının sahip olduğu ortak siyasal-ekonomik temel nedir?

- Bu gelişmelerin, yaşanan yüksek konjonktürün yansımaları olduğunu düşünüyorum. Yaşanan yüksek konjonktür kapitalizmin yapısal krizidir. Kapitalizmin yapısal krizinin tarihsel kökleri 1970’li yıllara dayanır. 1970’lerin ortalarından 2008 yılına kadar uzanan bu süreci uzun dalga krizi olarak nitelendirebiliriz. Kapitalizmin yapısal krizi, küresel düzeyde emek ve sermaye çelişkisini yoğunlaştırdı ve sınıfsal antagonizmayı keskinleştirdi. Kapitalizmin tarihinde buna benzer iki dönem yaşanmıştır (1873-1896 ve 1929-1939 büyük bunalımı ve sonuçları). Bu pratiklerde de gördüğümüz gibi böylesi dönemlerde iki olasılık doğar; imkan ve tehdit. Yani devrimin imkanı doğar, ama öte yandan, işçi sınıfı örgütlü değilse, siyasal öncüsü yoksa, karşı devrim mayalanır. Bugün Avrupa’nın Akdeniz Havzası’nda ve Kuzey Afrika’da yaşananlar tesadüfi veya istisnai gelişmeler değildir. İçine girdiğimiz tarihsel momentumun yansımalarıdır.

Süreç kendini önce Avrupa’nın Akdeniz Havzası’nda gösterdi. Bu, AB’nin birinci periferisi diye tanımlayabileceğimiz coğrafyadır. Bu coğrafya 2009’da mali kriz ya da borç krizi senkronizasyonuyla sarsıldı. Bu senkronizasyon hala devam etmektedir. Mali krizin derinleşmesi büyük bir ihtimaldir. Finans kapitalin emeğe vahşice saldırısına karşı sınıf son derece sert reaksiyon vermiştir. Yunanistan’dan Fransa’ya, İtalya’dan Portekiz’e kadar genel grevler ve büyük kitle gösterileri ve direnişler yaşanmıştır. Tam bu süreçte dalga karşı yakaya sıçradı. Yani AB’nin ikinci periferisine... Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın Avrupa’yla entegrasyonu önemli bir boyuttadır. Kriz sonrasında ihracatlarında önemli daralmalar yaşanmıştır. Ayrıca Avrupa’da Kuzey Afrika kökenli büyük bir göçmen işçi kitlesi bulunmaktadır. Özellikle Körfez ülkelerinde, Libya ve Ürdün’de Mısır kökenli işçiler çalışmaktadır. Bu işçilerin ülkelerine yolladığı döviz miktarında krizle birlikte ciddi düşüşler görüldü. Yine 2008 sonrasında temel gıda fiyatlarında önemli yükselmeler yaşandı. Bu, krizin ne kadar yıkıcı bir kriz olduğunu gösteren ayrı bir veridir. Öte yandan kapitalizmin yapısal krizi Magrip ülkelerinde uzun yıllar sınıf mücadelesini paralize eden bir dizi faktörü, başta siyasal İslam’ı, devre dışı bıraktı.

Tunus ve Mısır’da, açlık, yoksulluk ve işsizlikten dolayı kitlelerin ayağa kalktığı yönünde “çözümlemeler” yapılmaktadır. Ama bu sözlerin tek başına bir anlamı yoktur. Tarihsel süreci görmeyen, sınıfsal mücadeleyi es geçen tanımlamalardır bunlar. İşsizliğin, açlığın, yoksulluğun kaynağı bir karşı-devrim stratejisi olarak uygulanan neo-liberal politikalardır. Neo-liberal politikalar da öz olarak kapitalizmin yapısal krizine karşı sermayenin geliştirdiği bir modeldir. Son 30 yıllık süreç büyük altüst oluşlar yarattığı gibi, büyük birikimler sağlamıştır. 2008’de krizin kendini küresel düzeyde hissettirmesiyle birlikte Avrupa’nın Akdeniz Havzası’nda işçi sınıfı genel gevler ve yaygın sektörel grevlerle ayağa kalkmıştır. Kuzey Afrika ise (Tunus ve Mısır’da olduğu gibi) isyan ve ayaklanmalarla sarsılmaktadır. Bunlar içine girdiğimiz tarihsel momentumun göstergeleridir. Benzer sürecin Uzak Doğu’da yaşanma olasılığı yüksektir. Kapitalizmin yapısal krizinin yarattığı büyük anafor Uzak Doğu’yu da sarabilir. Başta Çin olmak üzere, Filipinler’den Endonezya’ya, Tayland’dan Güney Kore’ye kadar muazzam alt-üst oluşlar gündeme gelebilir. Son zamanlarda Çin’in hızla finans krizi içine düşeceği yönündeki tartışmalar dikkat çekicidir.

- Mısır ve Tunus özelinde, siyasal ve sınıfsal güçlerin mevzilenişi ile ayaklanmaların gelişme imkanları ve sınırları hakkında neler söyleyebilirsiniz?

- Mısır’da yaşanan 18 günlük sürecin analizi, sorunuza bir yanıt oluşturuyor. Mısır’da ayaklanmanın ilk gününde sokaklara ağırlıkta orta sınıf ve orta alt sınıf çıktı. İkinci gün alt sınıflar harekete dahil oldu. 15. gün işçi sınıfı yaygın ve blok halinde ayaklanmanın içinde yer aldı. Ancak bu gelişmeden sonra Mubarek devrildi. Mısır ve Tunus’ta özellikle işçi sınıfının mücedelenin içinde aktif yer alışının önemli olduğunu düşünüyorum. İki ülkedeki isyan ve ayaklanma bünyesinde farklı sınıf ve tabakaları barındırdı. Ama unutulmasın devrimci süreç sarsıcı ve yıkıcıdır. Devrimci süreç bir yanıyla büyük kitle mobilizasyonları yaratırken, diğer yanıyla ayrıştırıcıdır. Bugün ayaklanmanın içinde yer alan farklı sınıf ve tabakalar kendi sınıfsal çıkar ve sınırlılıkları içinde hareket etmeye başladı. Statükonun revizyonuna onay veren tavır içine girdiler. Bu tabiatlarına uygun bir gelişmedir. Devrimci sürecin ayrıştırıcı ve yıkıcılık kuralı her iki ülkede de işlemektedir.

Bu süreçte ısrarlı olan, devrimden çıkarı olan, kararlılığını sonuna kadar sürdürecek tek sınıf vardır, o da işçi sınıfıdır. Ancak işçi sınıfı süreci derinleştirebilir. Devrimin imkanını gerçeğe dönüştürebilir. Sürecin sınırını işçi sınıfının yönelimi belirleyecektir. Bugün Tunus ve Mısır’da işçi sınıfı yoğun bir mobilizasyon yaşıyor. Ayaklanma ve isyan işçi sınıfının özgüvenini arttırdı. Muktedir olma duygusu kazandırdı. Her isyan ve ayaklanma muazzam politik atak ve politik derinlik demektir. Bu yön işçi sınıfını besledi. Ve harekete geçirdi. İşçi sınıfı yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak doğrultusunda harekete geçti. Özellikle Mısır’da bir dizi ekonomik talebin yanında çalışma koşullarının düzeltilmesi için işçi sınıfı yaygın direnişler, eylemler ve grevler yapmaya başladı. Ordu bir alev topuna dönebilecek bu eylemleri engellemeye çalışıyor. Başta Nil Deltası ve diğer işçi havzaları her an patlamaya hazır volkanlardır. Son derece ağır çalışma koşulları, açlık sınırındaki ücretler ve ayaklanmanın kitleleri saran ruh hali bu volkanı harekete geçirebilir.

İşçi sınıfı böylesi bir hareketlilik içinde nesnel ve öznel şekillenmesini gerçekleştirebilir. Kısaca ayaklanma ve isyanların sınırını işçi sınıfının nesnel ve öznel şekillenmesi belirleyecektir. Ama şunun altını çizmekte yarar görüyorum. Bugün Magrip ve Ortadoğu’da her şey daha yeni başlıyor. İçine girdiğimiz süreç, buna Mısır ve Tunus da dahil, yeni, daha büyük, daha yıkıcı isyan ve ayaklanmaları yaratacaktır. İşçi sınıfı bu ayaklanmalardan çok şey öğrendi, öğrenmeye de devam ediyor.

- Mısır özgülünde ayaklanmada yer alan siyasal güçlerin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Mısır’da burjuva liberaller, Arap milliyetçileri, Müslüman Kardeşler ve parçalı durumdaki sol güçler bulunuyor. Müslüman Kardeşler Mübarek’le ilişkilerinin sonucu zayıflamış durumdalar ve parçalı bir görünüm veriyorlar. Yine de Mısır’da mobilizasyon gücü en yüksek olan yapı Müslüman Kardeşler. Fakat Mısırlı sol muhaliflerin açıklamalarında belirtildiği gibi bu yapıyı çok fazla da abartmamak gerekiyor. 18 Şubat Cuma günü Tahrir Meydanı’ndaki eylem aslında siyasal güçlerin bir inisiyatif kapma çabasına dönüştü. Müslüman Kardeşler eyleme ağırlığını koydu. Ama isyanın 15. gününde devreye giren işçi sınıfının eylemlerinin sürmesi ve yayılması da dikkat çekmektedir. Eylemler yalnızca Kahire değil, birçok sanayi kentinde de devam etmektedir. Mısır işçi sınıfı 1980 ve 1990’lı yıllarda neo-liberal politikalara karşı önemli pratikler gerçekleştirdi. 1989’da metal sektöründeki grev, 1994’te tekstil sektöründe yaşanan grevler önem taşıdı. 2000’li yılların ortalarında işçi sınıfının eylemleri giderek yayıldı ve kitleselleşti. Bu süreç işçi hareketinin yeniden bir diriliş dönemini işaretledi. 2006 Aralık grevleri yeniden dirilişin simgesi oldu. Nil Deltası yalnızca Mısır’ın değil, Ortadoğu’nun en büyük işçi havzası olarak öne çıktı. Bu deltada bulunan Mahalla kenti Kuzey Afrika’nın atölyesi gibi çalıştı. 2006 grevlerinde Mahalla’daki tekstil işçileri taşıyıcı güç gibi hareket etti. 2007’de Mahalla’daki ikinci grev daha sarsıcı gerçekleşti. Grev 6 gün sürdü. Aynı yıl içinde birçok kentte grevler yaşandı. Bir müddet sonra grevlere önderlik yapan işçiler, Tekstil İşçileri Birliği adında bağımsız bir örgütlenme kurdu. Grevler 2008’de de devam etti. 2008’deki bu grevlerden sonra da bir dizi bağımsız sendika kuruldu. İşçi sınıfı ayaklanma günlerinde grevler, direnişler ve fabrika işgal eylemleri gerçekleştirdi. Ve ayaklanmanın bir aşamasından sonra ağırlığını koydu. Ve hala Mübarek sonrasında da mücadelesini sürdürüyor.

Bugün farklı sınıfsal ve siyasal güçler süreci yönlendirmeye çalışıyor. Ama işçi sınıfı da hareketli ve arayış içinde. Ayaklanma döneminde korporatist nitelikli sendika olan UGTT içinde de ayrılıklar yaşandı. Mücadeleci bir kanat fiilen ayaklanmalar içinde yer aldı. İşçi sınıfı 2000’li yılların ortalarından aldığı birikimlerle, Mahalla deneyimleriyle, fabrika işgal eylemleri ve özyönetim pratikleriyle tarihsel bir aktör olmaya çalışıyor. Süreç hızla sınıfın şekillenmesine yol açabilir. Ama Marx’ın Fransa’da Sınıf Savaşları’nda anlattığı gibi sınıf için 1848 Haziran yenilgisi anlamına da gelebilir. Devrimci gelişme farklı sınıfları revizyonun parçası yapabileceği gibi, karşı devrimin işbirlikçisine de dönüştürebilir. Ama artık yol yürünmeye başlandı.

- Gelişmeler sizce bir anti-kapitalist boyut içeriyor mu?

- Yaşanan isyan ve ayaklanmalarda bu boyut görünmüyor. İsyanların içinde yer alan siyasal güçlerin bu yönde bir açılımı yok. Tunus’ta daha organizeli görünüm veren sol da ancak demokratik cumhuriyetten bahsedebiliyor, buna Tunus İşçileri Komünist Partisi dahil. İşçi sınıfının talepleri de, her iki ülkede de ekonomik ağırlıklı. İşçi sınıfının bu durumuna rağmen işgüdüsel olarak anti-kapitalist bir çizgide hareket ettiğini düşünüyorum. Bugün açısından anti-kapitalizm bilince çıkmış durumda değil. Bunun ağırlıkta ideolojik ve örgütsel nedenleri var. Sınıfın siyasal öznesinin ve programının olmaması gibi. Ama devrimci durumlarda en basit ekonomik talebin bile hızla siyasallaştığı ve siyasal sonuçlar yarattığı unutulmamalıdır. Devrimci dalgalanmaların işçi sınıfında anti-kapitalist reaksiyonlara yol açması çok şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü mücadele gerçeğin önündeki perdeyi aralar. ‘Mübarek ve Bin Ali Defol’ sloganlarıyla diktatörler defedildi. Şimdi atılan sloganlar kısa zaman bir sonra kifayetsiz kalabilir ve yerini ‘Kahrolsun kapitalizm’e bırakabilir.

- Bölgede siyasal islamın bundan sonraki rolü ve etkisi ne olur?

- Siyasal İslam Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Arap milliyetçiliğinin gerilemesi ve İran devrimiyle büyük bir atak yaptı. Sovyetlerin çöküşü bu süreci derinleştirdi. Ayrıca emperyalizmin ‘yeşil kuşak’ gibi konseptleri siyasal İslam’ın önünü açtı. Siyasal İslam’ın gelişmesi 1990’larda zirve noktasına ulaştı. Özellikle Cezayir’de FIS’in seçimleri kazanması son derece önemli bir çıkış oldu. Cezayir’deki iç savaş 150 bin kişinin ölümüyle sonuçlandı ve siyasal İslam geriletildi. Cezayir ve Tunus’ta “laik” diktatörler siyasal İslama yönelik sistemli operasyonlar gerçekleştirdi. Enver Sedat, Nasır sonrasında sola ve Arap milliyetçiliğine karşı siyasal İslam’ı kullandı. Kendisi Seyid Kutup çizgisinde yer alan radikal İslamcılar tarafından öldürüldü. Mübarek önce İslamcılara yönelik sert politikalar izledi, radikal İslamcıları tasfiye etti. 2000’li yıllların ortalarında Müslüman Kardeşler’le temas kurdu. Olanaklar sağladı. Siyasal İslamın 1980’li yıllardaki çıkışı,1990’lı yılların ikinci yarısından sonra hızla gerilemeye dönüştü. Ayrıca kapitalist krizin sınıfsal antagonizmayı keskinleştirmesi sınıf mücadelesini paralize eden siyasal İslamın etkisini kırdı. Ortadoğu’nun en yaygın işçi sınıfına sahip Mısır’da 2000’li yılların ortasından sonra sınıf çarpıcı gelişmeler gösterdi.

Tunus ve Mısır ayaklanmasında (İslamcılar her ne kadar eylemlerde yer alsalar da) siyasal İslamın etkisi olmadı. Önümüzdeki dönemde her ülkenin farklı özgünlüğünün olmasına rağmen, özellikle Kuzey Afrika bölgesinde siyasal İslamın paralizasyon etkisinin giderek azalacağını düşünüyorum. Bu sürecin bir boyutta Ortadoğuda’da kendini hissettireceği kanısındayım.

- Halk ayaklanmaları süresince yanıtı aranan sorulardan birisi de “yaşananlar devrim mi?” oldu. Sizin bu soruya yanıtınız nedir?

Yaşanlar üzerine birçok yorum yapıldı ve yapılıyor. Hatta yazılanlar totolojiye dönüştü. Burada Althusser’in şu sözünün önemli olduğunu düşünüyorum: “Sınıf mücadelesi son tahlilde kavramla kavramın mücadelesidir”. Batı medyası, Türkiye’deki büyük basın, hatta bazı sol çevreler devrim tanımını kolayca yapıyor. O kadar ileri gidildi ki her devrim vurgusu kavramın içeriğinin boşaltılmasına dönüştü. Kavramların (özellikle sol çevreler tarafından) böyle kolayca ve mesnetsiz bir şekilde kullanılması bana bir başka düzlemde apolitizasyonun tipik bir göstergesi olarak geliyor.

En başta bir tanım yapıyorsak bu tanım bir teorik katmanı ifade eder. Özünde yaşanan süreci anlamayı, analiz etmeyi, değerlendirmeyi içerir. Bir başka yönüyle pratik bir süreci anlatır. Manasını burada kazanır. Gerisi totolojidir. Bugün Mısır’da ve Tunus’ta diktatörler kovulmuş, iktidardan indirilmişlerdir. Ama rejim sürmektedir. Mülkiyet ilişkilerinde hiçbir değişiklik yaşanmamış, devlet aygıtı parçalanmamıştır. Hatta daha ileri bir politik iktidar değişikliği bile gündeme gelmemiştir. Eski rejimin revizyonu yönünde adımlar atılmaktadır. Ben yaşanan süreci politik devrim potansiyeli taşıyan bir süreç olarak değerlendiriyorum. Tunus ve Mısır’da bir devrimci süreç yaşanıyor, yaşananlar bir devrimci kalkışmadır. Son derece önemlidir ve muazzam olanaklar yaratmaya devam etmektedir. Her devrimci süreç kaotik, gelgitli, salınımlıdır. Bu salınımlar hala sürmektedir. Bugün için statükonun revizyonu yönünde bazı adımlar atılmaktadır. Literatürdeki belirli tanımlamaların önemli olduğunu düşünüyorum. Bu tanımlamaları Mısır ve Tunus’taki gelişmelerle karşılaştırırsak bugünkü yaşananları daha iyi anlayabiliriz.

Gramsci’nin “Hapishane Defterleri” adlı çalışmasında kullandığı “pasif devrim” kavramı önemlidir. Bu kavram bir başka anlamda devrimsiz devrimi anlatmakta ve özünde restorasyonu içermektedir. Devrim tehdidine karşı sistemin -absorbe etme gücünü gösteren- yukarıdan aşağı rektifikasyonunu ifade eder. Örneğin 1980’lerin ortalarında, Filipinler’de devrim tehdidine karşı Marcos diktatörlüğünün yerini Akino yönetimine bırakması sistemin bir restorasyonudur. Devrim bu restorasyonla bertaraf edilmiştir. Ayrıca yaşananlar bir konsolidasyon da değildir. Güney Afrika kapitalizminin apartheid rejimine son verip, Mandela’yı devlet başkanlığına, ANC’yi iktidara getirmesi bir konsolidasyon pratiğidir. Bu süreç köklü mücadele geçmişi olan ANC ve Komünist Partisi’ni mutasyona uğratmıştır. Bugün Mısır ve Tunus’ta egemenlerin yapmaya çalıştığı bu kapsamda bir gelişme değildir. Ayrıca bu ülkelerdeki siyasal yapı ve sosyo-ekonomik formasyon bunları gerçekleştirecek bir özelliğe sahip değildir.

- Bu süreç başlamadan önce Fransa’da yaşanan grevler üzerine yaptığınız bir değerlendirmede Akdeniz Havzası’nın sosyal mücadelelerin yeni odağı olacağı öngörüsünde bulunmuştunuz? Bu öngörünüz şu haliyle doğru çıkmış görünüyor. Peki son yaşananlardan sonra bu bağlamda düşüncelerinize neler eklersiniz?

Krizin ikinci evresi olarak tanımlayabileceğimiz mali kriz senkronizasyonu Yunanistan’dan başlayarak, bölgeye yayıldı. İrlanda’da toksik bankacılığın yıkımı gündeme geldi. Yakın tarihte Portekiz’de benzer gelişmeler bekleniyor. Portekiz İspanya’nın toksik bankacılık alanıdır. Yani Portekizi saracak bir mali kriz aynı zamanda İspanya’nın mali krizi anlamına gelmektedir. AB Merkez Bankası ve IMF bölgenin “stabilizasyonu” için 750 Milyar Avroluk bir bütçe oluşturmuştu. Bu para, ülkelerin borçları dikkate alındığında, daha şimdiden tükenmiştir. Mali krizin ayrıca Belçika ve İtalya’yı sarması bekleniyor. Böylesi bir dalga finans sisteminin çöküşü anlamına gelebilir. Mali kriz içindeki ülkelerin gerçekten iflası ya da konkordato ilanı finans sistemini bloke edecek gelişmelerdir. Böylesi bir gelişmenin etkisi salt kıtada değil, küresel düzeyde olacaktır. Bu aynı zamanda büyük altüst oluşların yaşanması anlamını taşır. 2011, 2012 ve 2013 yıllarının kritik eşik olduğunu düşünüyorum. Avrupa’nın Akdeniz havzası kıtayı harekete geçirebilir. AB’nin ikinci dominant ülkesi olan Fransa zaten geçen yıl yedi genel grevle sarsıldı. Bugün nispeten “sağlam” gibi görülen Almanya’nın bu süreçten etkilenmesi kaçınılmazdır. Akdeniz Havzası’ndaki mali kriz senkronunun lokalizasyonları incelttiği koşullarda, Avrupa’da genel grevlerin dalgasal bir şekilde ülkeden ülkeye yayıldığını görürsek şaşırmayalım. Finans kapitalin sosyal yıkım programları ve sınıfa karşı sınıf politikaları coğrafyayı radikalleştirmektedir.

Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar ve isyanlar Ortadoğu’yu derinden etkiledi. Halkları harekete geçirdi. Bunun daha da derinleşeceğini düşünüyorum. İçine girdiğimiz süreç Arap devrimlerinin daha ilk aşamasıdır. Akdeniz Havzası’nı hemen yanıbaşında Anadolu coğrafyası bulunuyor. Mali kriz senkronizasyonunun yayılması demek, Türkiye ekonomisini belirleyen üç parametrenin kırılması demektir. T.C.’nin 271 Milyar Dolar dış borcu, 45 Milyar Dolar cari açığı (2011 yılında 60 Milyar Dolara çıkması bekleniyor) ve 100 Milyar Dolarlık sıcak paraya ihtiyacı var. Bu parametrelerinin herhangi birinin kırılması ya da sıcak paranın yüzde 50’ye yakın oranında Türkiye’ye gelmemesi demek, ekonominin çöküşü anlamına gelir. Bu Anadolu topraklarında büyük altüst oluşlara yol açacaktır. Toplu tensikat, işyeri kapatmaları, yoğun işten çıkarmalar, zamlar ve yaygın sefalet gündelik hayatın parçasına dönüşebilir. Bu gelişmeler sınıfsal öfke ve kini arttıracaktır. Sarsıcı işçi hareketleri doğabilir. İşçi havzalarında küçük bir grevin bölgeyi tutuşturması olasıdır. Yani havza grevleri gündeme gelebilir. Öte yandan Bursa ve Manisa gibi kritik kentlerde kent grevlerini görebiliriz.

Akdeniz Havzası’ndaki gelişmeler bir yandan kıtayı sarsarken, diğer yandan Anadolu coğrafyasını harekete geçirebilir. T.C.’nin AB’yle entegrasyon düzeyi, AB’yle ekonomik ilişkileri son derece üst noktadadır. Bugün AB’nin ikinci periferisini (Tunus ve Mısır’da) isyan ve ayaklanmalar sarmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin de AB’nin ikinci periferisinde yer aldığı unutulmamalıdır. Diğer yandan Kuzey Afrika’dan gelen ayaklanma dalgası Ortadoğu coğrafyasında etkili oluyor. Bu coğrafyanın iki büyük sarsıcı ve infilak etmeye hazır sorunu var. Filistin ve Kürt sorunu. Bu iki sorun Ortadoğu’nun tüm dengelerini bozacak düzeydedir. Özellikle Kürt sorunu Ortadoğu’yu saran dalganın etkisiyle boyut değiştirebilir. Bölgesel ve küresel ölçekte yıkıcı gelişmelerin önünü açabilir. Bunun T.C.’ye etkisi de yıkıcı olacaktır.

Türkiye işçi sınıfının mücadele kapasitesi ve bugün Kürt sorununun geldiği boyut, yani sınıfsal enerjiyle ulusal enerjinin (TEKEL’de, UPS’de, Marmaray’da, İzmir Büyükşehir taşeron işçileri ve Mersin liman işçilerinde gördüğümüz) kaynaşma olanakları Anadolu coğrafyasında yeni ve devrimci imkanların zeminlerini yaratmaktadır. 1970’li yıllarda geliştirilen politik hat, yani Ortadoğu’nun Devrimci Çemberi bundan sonra daha fazla tartışacağımız bir konu haline gelebilir. Tarihsel bir momentum içindeyiz. İnanılmaz bir döneme giriyoruz. Muazzam imkanların ortaya çıktığı ve doğacağı bir dönem. Efendiliğin reddedildiği, itaatsizliğin yaygınlaştığı, isyanın ruhları özgürleştirdiği bir dönem. Büyük işçi hareketlerinin yaşandığı ve gelişeceği bir dönem. Avrupa’nın Akdeniz havzasından kıta Avrupası’na, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar geniş bir coğrafya “büyük günler”e gebedir.

- Peki Ortadoğu’da halk ayaklanmaları yaşanırken, Türkiyeli devrimcilerin buradan çıkarması gereken somut sonuç ne olmalı sizce?

En başta yaşanan dönemin olağanüstülüğünün farkına varılması gerekiyor. 21. yüzyıl daha yeni başlıyor. İsyan, ayaklanma, genel grev ve büyük kitle hareketleri sürece damgasını vuruyor. Militan diyalektik işliyor. Kapitalist tahakkümün dayattığı pesimizm ve fatalizm paramparça oluyor. Özgürlük ve onur yeniden bayraklaşıyor. Sınıfsal antagonizma umudu isyana dönüştürüyor. Sınıfın otonomisinde var olan zenginlik metropollerde bile yansımalarını buluyor. Ne yazık ki bu muazzam gelişmeler solun geniş kesimleri tarafından farkedilmiyor. Dünyayı saran isyan ve ayaklanma ruhu anlaşılmış değil. Bunun tabiki ideolojik-teorik ve politik-pratik nedenleri var. Ama herşeyden önce sola hakim olan pesimist hava dağılmış değil. Politik dekadans ruhları çürütecek noktaya ulaşmış durumda. Bu süreci ve bu sürecin coşkusunu, ritmini, olanaklarını ancak ruhlarını silahlandıranlar anlar ve içinde yer alır. Bunu becerebilenler yalnızca devrimci komünistlerdir.

Olağanüstü bir dönemin içindeyiz. Birçok devrimci kuşağın yaşamadığı bir döneme giriyoruz. Bu dönemin öznesi olmanın coşkusunu yaşamalıyız. Kendi inancımızda, kararlılığımızda, ontolojimizde bu coşkuyu hissetmeliyiz. Bu dönem yıkıcı teoriyle, yani marksizmle yıkıcı gücün, yani işçi sınıfı hareketinin birleşme ve kaynaşma dönemidir. Başka bir dünyanın imkanlarının çoğaldığı bir dönemdir.

20. yüzyılın başlarında, Bolşevikler yaşanan olağanüstü süreci okudular ve müdahale ettiler. Determinist sınırları yaratıcı zenginlikleriyle, sınıfın otonomisine dayanarak ve volantrizmin gücüyle aştılar. En yerel ve en enternasyonal olarak sürecin öznesi oldular. Lenin ve Bolşevikler yaşadıkları dönemin tarihsel momentumunu çözdüler. Lenin’in momentlerin teorisyeni olması, Bolşevikler’in tüm momentlere müdahale edip varolmalarının sırrı, sınıf içinde kök salmalarındandır. Bolşevikler, devrimci coşku, inanç ve kararlılıklarını bu köklerden aldılar. Bu köklerden beslendiler. Bizlerde 21. yüzyılın Bolşevikleri olmak zorundayız.

Ontolojimizi sınıfla bütünleştirerek, yeniden kurmalıyız. Yaşanan süreci sınıflar mücadelesinin optiğinden okumalıyız. Tahrir Meydanı’yla Ontex direnişinin diyalektik bağını görerek, sürecin içinde yer almalıyız. Fransa ve Yunanistan grevleriyle ÇEL-MER fabrika işgali arasındaki diyalektiği örmeliyiz. Kendini yakarak Tunus direnişini başlatan Bouazizi ile Ontex’te arkadaşlarının işten atılması karşısında üç makinenin şalterini indiren, fabrika içinde dakikalarca ajitasyon yapan ve işten atılan işçi kardeşimiz arasındaki olağanüstü diyalektiğin farkına varmalıyız. Çünkü Bouazizi yaratan koşullarla Ontex’teki o öncü işçi arkadaşımızı ortaya çıkaran koşullar aynıdır. Sınıfsal antagonizmanın muazzam zenginliklerinin dışavurumudur. O zaman yolumuz ÇEL-MER’lerin, Ontexler’in yolu olmalıdır. Yani işçi sınıfının yolu olmalıdır.

 

 

 

Mısırlı bağımsız sendikacıların deklarasyonu

Devrim, özgürlük, sosyal adalet

İşçilerin devrimdeki talepleri

25 Ocak devriminin kahramanları! Bizler, bu zamana dek yüzbinlerce işçi tarafından Mısır genelinde gerçekleştirilen grevlere, işgallere ve gösterilere tanıklık eden farklı işyerlerinden işçiler ve sendikacılar olarak, Mısır halkının yarattığı ve uğruna şehitlerin kanlarını döktüğü devrimimizin hedeflerinin ayrılmaz parçası haline gelmesi için, greve çıkan işçilerin taleplerini birleştirmenin doğru olduğunu anlıyoruz.

Sizlere, devrimin sosyal yönünü yeniden doğrulamak ve devrimin ondan en çok yararlanması gerekenlerin temelinden koparılmasını önlemek için, bizlerin haklı taleplerini biraraya getiren bir işçi programı sunuyoruz.

25 Ocak devrimi öncesinde yükselttiğimiz ve bu görkemli devrimin başlangıcının parçası olan taleplerimiz şunlardır:

1- Ulusal asgari ücretin ve emekli maaşlarının yükseltilmesi, devrimin meydana getirdiği sosyal adalet ilkesini elde edebilmek için en yükseğin en düşükten 15 kat fazla olmayacağı biçimde ücretler arasındaki makasın kapatılması, işsizlik yardımının ödenmesi, yanısıra yükselen fiyatlarla oranlı olarak düzenli ücret artışı

2 - Bağımsız sendikalar kurabilmek için koşulsuz ve sınırsız özgürlük, sendikalara ve liderlerine yasal koruma

3 - Kol emeğine dayanarak çalışan işçiler ve büro işçileri, köylü çiftçiler ve fikir emekçileri için iş güvenliği ve işten atılmaya karşı güvence. Geçici işçiler kadroya alınsın, işten atılan işçiler geri alınsın. İşçilerin geçici iş sözleşmesi ile çalıştırılmasına olanak sağlayan tüm bahaneleri ortadan kaldırmalıyız.

4- Özelleştirilmiş bütün işletmelerin yeniden kamulaştırılması ve tasfiye edilmiş rejim altında ulusal ekonomimizi harap eden kepaze özelleştirme programına tümden son verilmesi

5- * İşletmelerin üretimini düşürmek ve tasfiye edilmelerini sağlamak için yerleştirilmiş rüşvetçi yöneticilerin tamamen görevlerinden alınmaları

* Gençlere iş fırsatları yaratmak için, emeklilik yaşını aşan ve ulusal gelirin 3 milyarını yiyip bitiren danışmanların istihdamının kontrol altına alınması

* Fiyatları aşağıya çekebilmek ve yoksulların sırtına yüklememek için mallar ve hizmetler üzerindeki fiyat kontrolü uygulamasına geri dönülmesi

6 – Devrik rejimin kalıntılarına ve işletmelerin üretimini düşürerek tasfiye olmalarını sağlamak için yerleştirilenlere karşı halen yapılmakta olanları kapsayarak, Mısırlı işçilere greve çıkma, oturma eylemi düzenleme ve barışçıl biçimde gösteri yapma hakkı. Bizim görüşümüze göre, bu devrim gelirin adil dağılımını öncülük etmez ise hiçbir şeye değmeyecektir. Özgürlükler toplumsal özgürlükler olmaksızın tamamlanmış değildir. Oy kullanma hakkı doğal olarak bir somun ekmeğe sahip olma hakkına bağlıdır.

7- Sağlık hizmeti, artan üretim açısından gerekli koşuldur.

8 – Tasfiye edilmiş rejimdeki yolsuzluğun en önemli sembollerinden biri olan Mısır Sendikalar Konfederasyonu’nun feshedilmesi. Buna karşı alınmış yasal kararların uygulanması, mali varlık ve belgelerine el konulması. Mısır Sendikaları Konfederasyonu yöneticileri ve üyelerinin mallarına el konulması ve soruşturulmaları.

 

 

İmzacılar:

Ahmad Kamal Salah, Meteoroloji Kurumu çalışanı

Hossam Muhammad Abdallah Ali, Sağlık Teknisyenleri Sendikası

Sayyida Al-Sayyid Muhammad Fayiz, Hemşire

Ashraf Abd al-Wanis, Al-Fayyum Şeker Rafinerisi

Abd-al-Qadir Mansur, Omar Efendi Alışveriş Merkezi

Hafiz Nagib Muhammad, Future Pipe Şirketi, 6 Ekim şehri

Muhammad Hassan, Mısır-Helwan Tekstil A.Ş.

Mahmud Abd-al-Munsaf Al-Alwani, Tora Çimento

Ali Mahmud Nagi, Mısır Ticari İlaç A.Ş

Omar Muhammad Abd-al-Aziz, Hawamidiyya Şeker Rafinerisi

Muhammad Galal, Mısır Tıbbi Ürünleri

Shazli Sawi Shazli, Süveyş Gübre A.Ş.

Muhammad Ibrahim Hassan, Ordu Fabrikası No:45

Wasif Musa Wahba, Ordu Fabrikası No: 999

Gamil Fathi Hifni, Genel Ulaştırma Müdürlüğü

Adil Abd-al-Na'im, Kahire Genel Müteahhitleri

Ali Hassan Abu Aita, Al-Qanah İplik A.Ş., Port Said

Hind Abd-al-Gawad Ibrahim, Danışma Bürosu

Hamada Abu-Zaid, Danışma Bürosu

Muhammad Khairy Zaid, Danışma Bürosu

Hatim Salah Sayyid, Kültür Merkezleri Genel Müdürlüğü

Muhammad Abd-al-Hakim, Ulusal Posta Müdüryüğü

Ahmad Islam, Ibex International A.Ş

Tariq Sayyid Mahmud, Askeri Fabrika No:999

Nabil Mahmud, Askeri Fabrika No:999

Mahmud Shukri, Sendikacı

Ahmad Faruq, Askeri Fabrika No:999

Osama Al-Sayyid, Askeri Fabrika No:999

Yasir Al-Sayyid Ibrahim, Future Boruları A.Ş.

Mahmud Ali Ahmad, Tabakhane İşçileri

Abd-al-Rasul Abd-al-Ghani, Future Boru San.

Ali Al-Sayyid, Omar Efendi Alışveriş Merkezi

Kamal Abu Aita, Emlak Vergisi Tahsildarı (RETAU)

Ahmad Abd-al-Sabur, Emlak Vergisi Tahsildarı (RETAU)

Salah Abd-al-Hamid, Emlak Vergisi Tahsildarı (RETAU)

Salah Abd-al-Hamid, Emlak Vergisi Tahsildarı (RETAU)

Khalid Galal Muhammad, İşçi

Muhammad Zaki Isma'il, Petrotrade A.Ş.

Saud Omar, Şüveyş Kanalı A.Ş.

Kamal el-Banna, Süveyş Gübre A.Ş.

Kahire, 19 Şubat 2011

(arabawy.org sitesindeki İngilizcesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.