19 Ağustos 2011
Sayı: SİKB 2011/32

 Kızıl Bayrak'tan
İçeride dışarıda yeni bir savaş ve saldırganlık dönemi
“Kürt açılımı”ndan kirli savaşa…
İftar sofrasında savaş tamtamları!
Koşar adım Suriye batağına
Sömürgeciliğe sıkılan ilk kurşundan bugüne.. - S. Yalçınkaya
Krizin faturasını kapitalistler ödesin!
Güçbirliği, bölge toplantıları ve
bazı görevler
MİB MYK Ağustos ayı toplantısı sonuçları.
Baskılara karşı direniyorlar
Kubatoğlu direnişçisi Cafer Timtik’le direnişin 100 gününü konuştuk
Ümraniye İşçi Birliği kuruldu
Kriz derinleşirken
isyan her yerde!
İsrail’de emekçiler
alanları terketmiyor
Kriz derinleşiyor, silahlanma artıyor!
Kapitalizm açlık ve ölüm demektir!
Mücadeleyle dolu bir yaşam süren Mihri Belli aramızdan ayrıldı
17 Ağustos’u unutma, unutturma!
Rant ve soyguna devam
Mamak Kültür Sanat Festivali’nin ardından
Sacco ve Vanzetti’yi insanlığın vicdanında canlı tutmak için
İspanya’nın kızıl çiçeği: Lorca!
TÜİK’ten pembe tablo.
İçerden yanan ateş!
“Kürdistan açık bir toplu mezar gibi”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sömürgeciliğe sıkılan ilk kurşundan bugüne;

Zorlu bir özgürleşme mücadelesi

S. Yalçınkaya

İmparatorluk çağının himayesi altında göz yumulanları, modern burjuva cumhuriyetinin yok sayılanları, Mezopotamya topraklarının ev sahibi onlar. Tarihleri işgal, yağma, baskı ve sömürüyle yazılmış bir halk onlar. Sürekli talana uğrayıp egemenlik altına alınmanın, parça parça bölünmenin ve dost görünüp sırtından hançerlenmenin tarihidir onlarınki. Ama o tarih nasıl ki zorbalık, sömürü ve ihanetlerin tarihiyse, aynı zamanda isyanın ve boyun eğmemenin de tarihidir. Şeyh Saitler’den Koçgiri’ye, Seyit Rızalar’dan bugünlere...

Kürt halkı tarihi boyunca yaşadığı baskı ve sömürünün en koyu ve katmerlisini cumhuriyet dönemi boyunca yaşadı. Dersim’de yaşadığı büyük katliamdan bugüne tam anlamıyla bir inkar, asimilasyon ve köleleştirme saldırısına maruz kaldı. Uzun yıllara yayılan sömürgecilik pratiğinin sahipleri böylelikle uzunca yıllar Kürt halkının sesini boğup sindirdiklerini sanmışlardı. Katliam ve işkenceyle terbiye edilip, yerlerinden yurtlarından sürgün edilenler nasıl başkaldıracaktı ki? Oysa tarihin tekerleği dönüyor, diyalektiği işliyordu.

Tarihin insanlığa kazandırdığı ulusal özgürleşme ve varolma hakkının zor yoluyla alıkonması kolay değildi. İşte PKK’nin 1984 yılının 15 Ağustos günü Şemdinli ve Eruh’da gerçekleştirdiği baskınlarla attığı adımlar bunu simgeliyordu. 1984 yılı Kürt halkının özgürlük yolunda koşacağı o uzun parkura attığı ilk güçlü adım, sömürgeciliğe sıkılmış “İlk kurşun”  oldu. İlk kurşun sömürgecilik şahsında onyılların ezilmişliğine, asimilasyona, yok sayılmaya ve aşağılanmaya sıkılmıştı. Katliamla yok edilmek istenen, asimilasyonla ulusal kimliği ve değerlerinden arındırılmaya, onuru kırılarak özgüvenden yoksun bırakılmaya çalışılan Kürdün isyanı olmuştur. Kürt hareketi cephesinden tanımlandığı biçimiyle “Kürdün yeniden dirilişidir” bu ilk kurşun.

1984 15 Ağustos’undan bu yana 27 yıl geçti. Hiç abartmaksızın ve rahatlıkla ifade edilmelidir ki, onyıllar boyunca alınamayan mesafe kısa sayılabilecek bu son 27 yıllık zamanda alınmıştır. Kuşkusuz bu 27 yılın ve bu yıllar içerisinde yaşananların en kritik öznesi ilk kurşunu sıkan PKK oldu. Şimdiye kadar kah bu aşiretin kah o şeyhin önderliğiyle geçmiş isyanlar ya yenilgilerle sonuçlanmış ya gerici uzlaşmalarla yarı yolda bırakılmıştı. PKK ise modern çağın kendi gerçekliği içinde, sömürgeleştirilmiş bir halkın ulusal özgürlük talebinin taşıyıcısı olarak Kürt halkı için gerçek manada çığır açıcı bir rol oynadı.

‘84’ten bu yana!

15 Ağustos bir yönüyle Kürt halkının sömürgeciliğe karşı bir başkaldırısıysa bir başka yönüyle de özgürlük hareketinin sürükleyicisi olarak PKK’nin halkla bütünleşmesinin başlangıcı olmuştur. 15 Ağustos, öncesinde bir grup Kürt devrimci aydınının başlattığı mücadelenin giderek bir halkın özgürlük hareketine büyümesinin kilometre taşıdır. Savaş böylelikle başladı, yıllar içinde hareket büyüyüp Kürt halkı tabanına yayıldı. Marksizm-Leninizm’e samimi yakınlığı ve programının devrimci halkçı içeriği ile Kürt köylülüğü tabanına oturtması PKK’yi ulusal özgürlük mücadelesinin öncülüğü düzeyine yükseltti.

Kürt halkının ulusal boyunduruk altında tutulmasının temel ayağı olan Türk devleti, uluslararası dayanağı olan emperyalizm ve “iç” dayanaklarını toprak ağalığı, aşiretler ve şeyhlikte bulan feodal işbirlikçi yapı hedef tahtasına oturtuldu. PKK’nin Kürt halkıyla gerçek manada bütünleşmesi de bu program çerçevesinde verilen mücadele sürecinde gerçekleşti. Özellikle devletin sömürgecilik uygulamalarına karşı militan bir savaş yükseltiliyor ve sömürgeciliğin iç dayanakları olan gerici feodal düzene büyük darbeler vuruluyordu. Doksanlı yılların başına gelindiğinde ise PKK şahsında bir gerilla mücadelesi olan Kürt özgürlük hareketi giderek serhildanlar düzeyine varan kitlesel bir halk isyanına dönüşüyordu.

Bu dönem içerisinde Kürt ulusal kimliğinin uyanışında, genel olarak Kürt halkının ve özellikle Kürt kadınının özgürleşmesinde muazzam bir yol katedildi. Kadını ve erkeğiyle onbinlerle ifade edilebilen gerilla ordusu, yüzbinlerin katılımıyla görkemlileşen siyasal serhildanlar, metropollere yayılan ulusal uyanış, ulusal sömürü ve köleliğe karşı gerçek bir başkaldırı ve özgürleşmenin kilometre taşları oldular. Bütün bunları olağan sınırların ötesinde daha da anlamlı hale getiren şey ise bu başarıların hem içte hem de uluslararası alanda koşulların son derece elverişsiz olduğu bir konjonktürde başarılabilmiş olmasıydı. 12 Eylül zorbalığının sürdüğü, solda tasfiyeciliğin en berbat biçimleriyle artık çürümeye dönüştüğü ve ‘89 çöküşünün yaşandığı bir evreydi bu. Yani içte anlamlı bir destekten yoksunluk dışta olağanüstü bir siyasal ve ideolojik basınç altında, kendi gücü ve olanaklarıyla...

‘90’lı yılların başına tekabül eden görkemli ulusal uyanış sömürgeci devlet tarafından tam bir gözüdönmüşlükle, kirli savaş daha da yükseltilerek yanıtlandı. Bir yandan Kürdistan şehirleri savaş alanına çevrilip şehirler top ateşine tutularak adeta yeniden işgal edilirken, bir taraftan da ülkenin dört bir yanında sürek avı başlatılmış, yargısız infazlar ve faili meçhuller devreye sokulmuştu. Köyler boşaltılıyor, tarlalar yakılıyor, hayvanlar telef ediliyor, infaz mangaları ellerinde listelerle insan avlıyor, hapishaneler dolduruluyor, işkence ve zulmün en koyusu uygulanıyordu. Bu dönem, binlerce Kürdün katledildiği, yüzbinlercesinin yurdundan göç etmek zorunda kaldığı PKK’nin de büyük askeri kayıplar verdiği bir bilançoyla geride bırakıldı. Ne var ki uğranılan bunca zulüm, işkence, infaz, katliam ve sürgüne rağmen özgürlük tutkusu bitirilemedi, Kürt halkı sindirilemedi ve kayıpları ne olursa olsun özgürlük hareketi ayakta durmayı bildi.

Bir dönüm noktası ve yol ayrımı!

Devlet cephesinden bastırma harekâtı, PKK ve Kürt halkı cephesinden ise sömürgeciliğin türlü uygulamalarına karşı direniş, farklı süreçlerde düzeyi değişmekle birlikte devam etti. ‘90’lı yılların başında beliren, ortalarında ise fiilen kabul edilen karşılıklı bir denge ve kilitlenme tablosu ortaya çıktı. PKK önderliğinde somutlaşan Kürt ulusal hareketi devlet karşısında gerçek bir güç olmuş, bu gücün da devletin baskı ve zorbalıkla alt edilemeyeceği kanıtlanmıştı. Tersinden ise Kürt ulusal hareketinin, ulusal sorun çerçevesi içinde bir mücadele çizgisi, bu kapsamda elde ettiği güç ve olanaklarla sömürgeciliği yıkıp aşamayacağı da ortaya çıkan bir başka gerçekti. Ortaya çıkan tablo Kürt ulusal hareketinin gücü ve elde ettiği meşruiyeti karşısında devleti çeşitli hakların kullanılmasına katlanmaya mecbur ederken, PKK’yi de kazanılmış mevzileri güçlendirebileceği ve bir ara çözümün yolunu açabileceği çeşitli ittifak arayışlarına itti.

Sınıf mücadelesinin geriliği ve parçalı tablosu ve Türkiye devrimci hareketinin geriliği bu sürecin seyrini belirledi. Devrimci hareket cephesinden ara dönemlerde kimi çıkışlar olduysa da bu çıkışlar istikrar kazanamadığı ölçüde Kürt ulusal hareketini de devrimci müttefiklerinden fiilen yoksun bıraktı. Devrimci bir müttefik ve ortak mücadelenin yokluğu durumunda saf ulusal taleplerle sürdürülen mücadelenin içine girdiği sıkışmışlık tablosundan çıkabilmesi için geriye iki seçenek kalıyordu: Ya ulusal talepler temelli mücadele, sınıfsal ve sosyal sorunlar tabanı üzerinden toplumsal devrim yoluna büyütülecek ya da programdaki devrimci amaç ve hedefler geri bir zemine çekilerek Kürt orta sınıflarıyla işbirliğine gidilecekti. Sonuç olarak bu ikinci yol seçildi ve Kürt orta sınıflarıyla uzlaşıldı. Kürt siyasal hareketinin son onbeş-yirmi yılına damgasını vuran “siyasal çözüm ve barış” çizgisi bu temelde geliştirildi. Bu çizgi eldeki güçle devleti asgari bir çözüm üretmek üzere pazarlığa zorlamak anlamına geliyordu.

Çeşitli sallantılar ve gelgitlere sahne olan ve “siyasal çözüm” diye adlandırılan bu çizgi, Abdullah Öcalan’ın trajik biçimde ele geçirilmesinin ardından İmralı savunmalarıyla resmi bir karakter ve program düzeyine ulaştı. Bu dönem Kürt siyasal hareketinin en kritik dönüm noktalarından birine daha sahne oldu. Bir yandan PKK önderinin ele geçirilmesi üzerinden Kürtlere karşı görülmedik bir şovenist histeri dalgası yükseltilirken diğer bir yandan da Öcalan’ın İmralı savunmalarının politik karakteri ciddi tahribatlara yol açtı.

Ateş ve barut içinde kazanılan mevziler, Kürt halk kitlelerinin ödediği kitlesel bedellerle yaratılan değerler bu süreçte sorgulanmaya açıldı-aşındırıldı. Üstelik izlenen çizginin doğal bir sonucu olarak ABD gibi halkların celladı ve Kürt ulusal boyunduruğunun temel suçlularından olan bir emperyalist gücün Irak işgaline elde edilebilecek olan kırıntı haklar payına utangaç ve aynı zamanda utanç verici bir destek sunuldu. Yaşanılan bu dönem Kürt orta sınıflarının Kürt siyasal hareketine politik, ideolojik ve programatik olarak hegemonyasını kurduğu bir dönem oldu. Ulusal özgürlük talepleri çeşitli yasal, bireysel ve kültürel haklar derekesine düşürüldü. Gerilla güçlerinin özellikle sınır ötesine çekilme sürecinde ve tek taraflı ateşkes dönemlerinde, savaşın en koyu evrelerinde bile verilmeyen ağır kayıplar verildi. Aynı dönem içerisinde “Halk savaştan yoruldu artık barış olsun” söylemi Kürt siyasal hareketinin temel argümanı oldu. 

Yeni dönem ve dönüm noktaları!

Anılan bu son dönemin 2000’li yılların ortalarından itibaren hem devlet hem de Kürt siyasal hareketi payına kapandığını ifade etmek gerekir. İnisiyatifin bütünüyle devletin elinde olduğu, PKK şahsında Kürt hareketinin sürekli bir bekleyiş ve hareketsizliğe itildiği tablo yoktur artık. Hem PKK içinde bulunduğu pasif ve tüketici edilgenlik atmosferinden çıkmış, hem genel olarak ulusal özgürlük mücadelesi belki de tarihinde hiç olmadığı kadar bir meşruiyet alanı yaratmıştır. Çünkü Kürt sorunu küçük kırıntılarla üstesinden gelinemeyecek ağırlıkta tarihsel ve toplumsal kökleri olan bir sorun olarak kendisini kısa süre sonra dayatacak, elde edilen kırıntı düzeydeki kazanımlar da daha ileri mücadelelerin dayanağı haline gelecekti.

Yıllardır verilen mücadele birikiminin bir ürünü olarak devlet karşısında hiç de azımsanmayacak haklar kazanılmış ve fiilen kullanılır düzeye çekilebilmiştir. Ulusal kimliğin tanınması, Kürt hareketinin bir taraf olarak “fiilen” muhatap alınmak zorunda kalınması, Kürt halkının ulaştığı bugünkü ulusal bilinç ve niyahetinde Kürt halkının örgütlülükleriyle birlikte elde ettiği yaşam hakkı kuşkusuz kazanımların en büyükleri olmuştur. Bunlara elde edilen onlarca başka mevziyi de eklemek gerekir elbette. Bütün bu kazanımlar son döneme bağlanabilecek ögeler değildir doğal olarak. İlk kurşunun atılmasından bu yana verilen uzun soluklu mücadelenin biriktirdikleri şu son dönemde daha ileri bir düzeyde ve yine “fiilen” kullanılabilmektedir.

Bugünkü tablo hareketin özgüvenini pekiştiren, halkı geniş kitleler halinde harekete geçirebilen, çeşitli kritik dönemeçlerde devlete geri adım attırabilirken, bunların toplamı daha ileri adımlar atmaya cesaret vermekte ve daha güçlü hareket etmeyi sağlamaktadır. Böylece önceki dönemlerde devlet karşısında kaybettiği inisiyatifi tekrar ve giderek daha fazla kazanabilmekte ve geçmişi aşma potansiyelleri taşıyan yeni bir denge durumu oluşturabilmektedir.

Fakat katedilen yol, içinden çıkılan büyük engebeler ve kazanılan mevziler ne olursa olsun Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik talebi olanca ağırlığıyla ortada durmaktadır. Elde edilen, kazanılıp kullanılabilen hangi hak varsa başından beri belirtildiği gibi bütün bunlar “fiilen” kazanılmıştır. Her bir hak, hala daha can bedeli mücadelelerle kullanılmakta ve korunmaktadır. Her şey kararlı ve militan mücadelenin kollayıcılığı dışında güvenceden yoksun durumdadır. İşte bu gerçeklik 1984’te sıkılan ilk kurşunun ve yarattıklarının yaşamsal önemini bir kez daha hatırlatmaktadır.

Bugünkü kazanılmış olanlarla birlikte, ulusal özgürlük ve eşitlik talebinin gerçekleştirilmesi çok daha kapsamlı bir mücadeleyi gerektiriyor. Zira Kürt halkının kazanımlarına ve özerklik ilanı şahsında elde edebileceği yeni mevzilerine dönük tahammülsüzlükle gericilik yeniden dizginlerinden boşalıyor. İsmi konulmadan olağanüstü hal uygulaması yürürlüğe giriyor, kontrgerilla çeteleri yeni bir düzeyde devreye sokuluyor, Kürt halkı ve siyasetçileri üzerindeki baskı ve yasaklar daha da koyulaştırılıyor. PKK’ye karşı, İran, ABD, Irak ve Irak Kürt yönetimiyle birlikte bir yok etme savaşı sürdürülüyor. “Yeni tutuklama furyaları için şimdiden zemin hazırlanıyor, KCK tutukluları başka hapishanelere sürgün ediliyor, “terörle arasına mesafe koymayanlar da bunun bedelini öder” denilerek PKK yalnızlaştırılmaya çalışılıyor. Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştürülmüyor, bazılarına Öcalan’ın avukatlığını yapma yasağı koyuluyor ve Kürtçe konuşma yasağı getiriliyor.

Görüldüğü üzere tüm toplumsal muhalefet ögeleri açısından olduğu gibi özellikle de Kürt halkı ve Kürt siyasal hareketi için yeni bir dönem başlıyor. Neresinden bakarsak bakalım bir kez daha Kürt halkının teslim alınmaya, PKK şahsında Kürt siyasal hareketinin bitirilmeye ve etkisizleştirilmeye çalışılacağı karanlık bir döneme giriyoruz. Kuşkusuz Kürt halkı ve hareketi açısından hiçbir şey eskisi gibi değildir. Devletin tasfiye hedefli saldırısına ilk kurşundan bu yana elde edilen başarılar, kazanılan mevziler ve 27 yılın biriktirdiği muazzam dersler ve deneyimlerle giriyor. Her şey bir yana yılların yanılsaması ve beklentilerinden sonra sözkonusu devlet saldırısının mahiyeti konusunda yeteri kadar açıklıkla giriliyor bu yeni döneme.

Son söz olarak şunlar ifade edilmelidir; devletin Kürt halkı ve hareketini hedefleyen bu kapsamlı saldırı dalgası Kürt halkını da aşan bir biçimde tüm toplumsal muhalefet hareketini hedeflemektedir. Buna benzer her dönemde devletin, terör vb. demagojilerle tüm muhalefetin başını ezmeye yöneldiği bilinmektedir. Kaldı ki dönem itibariyle devletin önemli başka hedefleri de bulunmaktadır. Birincisi kriz koşullarına hazırlık olarak devreye sokmayı planladığı kapsamlı sosyal yıkım programı ve buna karşı gelişebilecek sınıf mücadelesi ihtimali. Diğeri ise bir süredir Arap coğrafyasında ve Avrupa’da tekrar başgösteren toplumsal mücadelelerin Türkiye’ye sıçraması ihtimalini ortadan kaldırmak... Yeniden büyük bir krizin yaşanmaya başlandığı ve Türkiye’yi de vurmasının kaçınılmaz olduğu koşullarda devletin hazırlığı kendi payına son derece gerçekçidir. Bu nedenle döneme topyekun bir hazırlık ve karalılıkla girmek, devletin çift yönlü saldırısına sınıf mücadelesini yükselterek cevap vermek gerekiyor. Düzeyine bakılmaksızın bu başarılabildiği ölçüde hem Kürt halkına fiilen destek verilebilecek, hem genel planda karanlık bir dönemin kapsamlı saldırıları göğüslenebilecektir.

 

 

 

15 Ağustos’ta ne olmuştu?

15 Ağustos 1984 tarihinde PKK gerillaları Şemdinli ve Eruh’ta bulunan askeri güçlere yönelik baskınlar düzenledi. Karakolları ve askeri lojmanları ele geçiren gerillalar, her iki kent merkezini bir süre denetimleri altında tuttular. Cami hoparlöründe halka propaganda yaptıktan bir süre sonra da ayrıldılar.

PKK’nin askeri kanadı olan HRK’nin Mahsum Korkmaz öncülüğünde 30 kişilik olduğu belirtilen bir grubu tarafından gerçekleştirilen Eruh baskınında karakol ile birlikte cezaevi de basıldı. Askeri mühimmata el koyan gerillalar bir saat sonra ilçeden ayrıldılar.

Şemdinli-Eruh baskınını ilk duyuran 18 Ağustos’ta Hürriyet gazetesi oldu. “Güneyde Operasyon” sürmanşetini kullanan Hürriyet gazetesi baskına  geniş yer verdi. Şemdinli baskınında ağır yaralanan bir asker olaydan 5 gün sonra yaşamını yitirirken, Eruh’a yapılan saldırıda ise bir asker ölmüştü.

Devlet bu eylemlere yönelik “bir grup Eşkıya yakında yok edilecekler” açıklamasında bulunuyordu. Fakat eylem Kürt halkı içerisinde büyük bir sarsıntı yaratarak 29. Kürt isyanının fitilini ateşlemiş oldu.