31 Ocak 2014
Sayi: KB 2014/05

Yerel seçimler ve reformist payandalar
Erdoğan: “Orada olmayan başbakan!”
AKP, salgın hastalıklar ve “biyolojik silahlar”
Yakılıp-yıkılan, boşaltılan Lice’nin davasına da sürgün
Polis şiddeti, etkileri ve sonuçları tartışıldı!
MİB MYK Şubat Ayı Toplantısı
Yatağan işçileri erteleme oyununa gelmemelidir
Taşeron köleliğine karşı mücadeleye!
“Örgütlenmek ve mücadele etmekten başka çare yok!”
KESK davasında 24 tahliye!
YATSAN’da patron TEKSİF’i seçti!
Gebze’de yeni bir mücadele mevzisi açılıyor!
Marksizm, burjuva temsili kurumlar ve parlamentarizm
Davos sorunların kaynağıdır
Akdeniz’de askeri güçlerini süreklileştiriyorlar
Ukrayna krizi aşılamıyor
Dönem gericiliğe ve sermayeye hizmetle kapandı!
Ekim Gençliği okurundan Yusuf Devran’a mektup
Devrim Okulları başladı
İzmir’de ‘İsyan’ çıktı!
İstanbul yağmalanıyor!
Kadın İstihdam Paketi’ni reddediyoruz
OSTİM-İVEDİK patlaması
‘Gezi tutsaklarına özgürlük!’
Ali İsmail Korkmaz davasına katılalım, katillerden
hesap soralım!
Haziran Direnişi yargılanamaz
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yakılıp-yıkılan, boşaltılan Lice’nin
davasına da sürgün

 

Sermaye devletinin tarihi aynı zamanda katliamlar tarihidir. Geçmişte yaşananların zamanla üzeri örtülemediği gibi, bu katliamlara yenileri de eklenmeye devam etmiştir. Kolluk güçleri kendilerine verilen yetkiyle bir suç makinesi gibi çalışmışlar, ancak her seferinde korunup kollanmışlardır. Günümüzün ‘moda’ tabiriyle ‘yedirilmemişlerdir.’ 1993’te Lice’de yaşanan vahşette olduğu gibi, burjuva hukuk sisteminin yargı mekanizması tarafını açıkça belli etmiştir.

Lice’de ne olmuştu

Dönem kayıpların, katliamların, infazların olağan hale geldiği “olağanüstü hallerin” zamanıydı. Özellikle Kürdistan’da vahşet akıl almaz boyutlardaydı. Köyler yakılıyor, boşaltılıyor, Kürt kadınlarına tecavüz ediliyordu. O günlerde bölgede akibetleri herkesçe bilinen insan cesetlerinin çok sonraları asit kuyularında, garnizon bahçelerinde, kimsesizler mezarlıklarında olduğu kabul edilecekti. Ancak bu farkındalık sermaye devleti için suçluları yargılayıp mahkum etmesi için yeterli sebep değildi. Ne de olsa tüm bunlar “devletin bekası” için yapılmıştı.

22 Ekim 1993’te Lice hayalet bir kente döndü. Evler yakıldı, kurşunlandı, sokaklar insan cesetleriyle doldu. 4 gün boyunca Lice’ye giriş çıkışlar yasaklandı. 9 bin 600 nüfuslu ilçeden geriye sadece 300 kişi kaldı. Resmi kayıtlara göre 20 kişi hayatını kaybederken, 401 konuttan 302’sine tam, 86’sına orta, 13’üne de az hasarlı raporu verildi. Kontr-gerillanın da aktif rol aldığı bu katliamda, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın devlet güçleri tarafından öldürülerek bu cinayet de PKK’ye yıkıldı. Lice sokaklarından insan kanı akarken, devlete göre bu barbarlığın sorumlusu PKK idi. Televizyon programları, “PKK Lice’ye saldırdı, sivil insanları öldürdü” başlığında haberler yapıyordu. Küçük çocukların cesetlerini göstererek, “bunlar bebek katili” deniliyordu.

Lice’de görev sırası hukukta

Fırat’ın ötesinde Kürt halkının katliamına imza atanların yargılamalarında olduğu gibi, berisinde gerçekleşen katliamların mahkemelerinin de sürgüne tabi tutularak uzak illere gönderilmesi hukuk sisteminin alışıldık kalem oyunlarından biridir. Son olarak, Lice Katliamı davası da Eskişehir’e alındı. Ali İsmail Korkmaz’ın Eskişehir’deki davası Kayseri’ye gönderilirken, Lice Katliamı davasının Eskişehir’e alınması tarihin trajik bir rastlantısı değil, bilinçli bir tercihtir.

20 yıl sonra zaman aşımına girmek üzereyken açılan Lice davası, Diyarbakır 8’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekteydi. Dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Emekli Albay Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tünay Yanardağ’ın tutuksuz olarak yargılandığı dava zaten asıl faili, yani katliamcı devleti temize çıkarmayı amaçlıyordu. Bu iki tetikçinin yargılanıyor gibi görünmesi de bir mizansenden ibaretti. Sanık avukatlarının “güvenlik gerekçesiyle” davanın başka bir ilde görülmesini talep etmesi, devam eden oyunun yeni bir hamlesiydi. Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin davanın Eskişehir’de görülmesine karar vermesiyle bu açıkça görüldü.

Konuyla ilgili açıklama yapan Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Cihan Aydın, Lice davasının başka bir ile nakledilmesinin adil yargılama hakkının ihlali olduğunu ifade etti. Aydın, son zamanlarda önemli davaların başka ile naklinin yaygın hale geldiğini ifade ederek, “Bu nakillerin temel amacı mağdur taraflarının davaya etkin katılımını engellemektir. Bu tür davalar, kamuoyundan uzaklaştırılmaya çalışılıyor” dedi.

Bu davanın Eskişehir’e gönderilmesine neden olan “güvenlik” gerekçesi aslında adalet terazisinin ağırlığının hangi tarafta olduğunu da göstermektedir. Güvenlik deyince devlet yetkililerinin aklına katledilenlerin güvenliği değil, faillerin güvenliği gelmektedir.

 

 

 

 

İHD’nin Roboski yürüyüşüne barikat!

 

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin Roboski için adalet yürüyüşü polis barikatıyla engellendi.

Galatasaray’dan Taksim Meydanı’na yapılması planlanan yürüyüş kısa bir sürede, polis tarafından engellendi. Bunun üzerine, polis barikatı ve yasakçı tutum teşhir edilerek basın açıklaması barikatın önünde gerçekleştirildi.

Açıklamayı okuyan Av. Abdulbaki Boğa, “Roboski Katliamı insanlığa karşı işlenen bir suçtur! Yargı mutlaka failleri yargılamalı ve cezalandırmalıdır. Örtbas edilmemelidir” diyerek açıklamaya başladı. Roboski’de katliam emrinin doğrudan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel tarafından verildiğini ifade eden Boğa, faillerin aklanmaya çalışıldığını ifade ederek şunları söyledi: “Roboski Katliamı nedeni ile Diyarbakır 10. Madde ile görevli Cumhuriyet Savcılığı’nın görevsizlik kararı verip dosyayı Diyarbakır 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’na göndermesi, Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermesi şunu göstermektedir. Türkiye’de cezasızlık, bir devlet politikası olarak sürdürülmektedir. Türkiye’de insanlığa karşı işlenen suçlarda devam eden cezasızlık politikası bu kararla kendisini bir kez daha göstermiştir.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

Abdullah Canan’ı katledenler
tekrar yargılansın!”

 

Cumartesi Anneleri, 1996 yılında Gever’de Abdullah Canan’ı katledenlerin yeniden yargılanmasını istediler.

Eylemin 461. haftasında söz alan tutsak yakınları adaletin olmadığını ve mücadelelerinin süreceklerini belirttiler. Abdullah Canan’ın oğlu Tayyip Canan ise babası için “Onurlu şehadetin yolumuzu aydınlatıyor. Cellatlarınız ise her gün yıkılacak” dedi.

Cumartesi Anneleri adına basın açıklamasını okuyan Ümir Tekal Dişli, Abdullah Canan’ın başından geçen süreci aktardıktan sonra, ailenin şikayetlerinin dikkate alınmadığını belirtti. Dişli o dönem bölgeye gelen 3 CHP milletvekilinin, bir rapor hazırladığını ve faili meçhullerin sorumlusu olarak Yurdakul’u gösterdiklerini kaydederek, bu raporu yayınlayan gazetelerin sorumluları hakkında dava açıldığını söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 
§