31 Ocak 2014
Sayi: KB 2014/05

Yerel seçimler ve reformist payandalar
Erdoğan: “Orada olmayan başbakan!”
AKP, salgın hastalıklar ve “biyolojik silahlar”
Yakılıp-yıkılan, boşaltılan Lice’nin davasına da sürgün
Polis şiddeti, etkileri ve sonuçları tartışıldı!
MİB MYK Şubat Ayı Toplantısı
Yatağan işçileri erteleme oyununa gelmemelidir
Taşeron köleliğine karşı mücadeleye!
“Örgütlenmek ve mücadele etmekten başka çare yok!”
KESK davasında 24 tahliye!
YATSAN’da patron TEKSİF’i seçti!
Gebze’de yeni bir mücadele mevzisi açılıyor!
Marksizm, burjuva temsili kurumlar ve parlamentarizm
Davos sorunların kaynağıdır
Akdeniz’de askeri güçlerini süreklileştiriyorlar
Ukrayna krizi aşılamıyor
Dönem gericiliğe ve sermayeye hizmetle kapandı!
Ekim Gençliği okurundan Yusuf Devran’a mektup
Devrim Okulları başladı
İzmir’de ‘İsyan’ çıktı!
İstanbul yağmalanıyor!
Kadın İstihdam Paketi’ni reddediyoruz
OSTİM-İVEDİK patlaması
‘Gezi tutsaklarına özgürlük!’
Ali İsmail Korkmaz davasına katılalım, katillerden
hesap soralım!
Haziran Direnişi yargılanamaz
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yatağan işçileri erteleme oyununa gelmemelidir...

Kazanmak için
devrimci sınıf mücadelesini büyütelim!

 

Özelleştirme saldırısı, emperyalist-kapitalist sistemin “küreselleşme” adı altında dünya genelinde işçi ve emekçilere dayattığı daha fazla sömürü ve yağma politikasının en önemli ayaklarından biridir. Türkiye işçi sınıfı da özelleştirmelerin sonuçlarını yakından bilmektedir. Özelleştirmeler, işçi sınıfı açısından tam bir yıkım olmuş, kazanılmış hakların gaspı yanında güvencesizlik ve geleceksizlik dayatmıştır. Özellikle 12 Eylül sonrasında kamu işletmelerinin özelleştirme süreci ile birlikte verilen mücadele Türkiye sınıf hareketi içinde önemli bir dinamik olmuştur.

Sümerbank’tan SEKA’ya, TELEKOM’dan TEKEL’e, Seydişehir Alüminyum’dan madenlere özelleştirme karşıtı eylem ve direnişler konusunda sınıf hareketi pek çok deneyim biriktirmiştir. Şimdi de Yatağan işçileri özelleştirme saldırısına karşı mücadele etmektedir.

İşçiler, Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri ve madenlerin özelleştirilmesine tepki olarak yaklaşık 4 ay öncesinden başlattıkları mücadele süreciyle kararlı bir direniş içindeler. Yatağan Termik Santrali önünde çadır kurarak başlatılan mücadelede açlık grevinden imza kampanyasına, mitingden yürüyüşlere imza atan işçiler, termik santrale gelen bir danışmanlık şirketinin avukatlarını kovmak gibi farklı biçimlerde de kararlılıklarını dile getirdiler. Eylem ve yürüyüşlerine polis saldırıları olmasına rağmen direnişlerine devam eden işçiler, son olarak özelleştirme ihalesine son teklif verme günü olan 24 Ocak’tan bir gün önce Ankara’ya gitmek isterken önleri yine polis tarafından kesildi. İşçilerin otobüslerine Yatağan çıkışında el konuldu. Ancak yine de yaklaşık iki bin işçi, gece soğuğunda 40 kilometre yürüyerek Muğla merkezine gelerek direnme kararlılıklarını gösterdiler.

Bilindiği gibi enerji işçileri daha öncesinde de, 7 Ekim’de Milas’tan başlattıkları yürüyüşle 10 Ekim’de Meclis önüne gelmişler, burada baretlerini Meclis önüne bırakarak özelleştirmenin iptali taleplerini yinelemişlerdi.

İşçilerin ayları bulan bu direniş kararlılığı sonrasında, kitlesel bir şekilde Ankara’ya yürüyüşleri öncesi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) ihaleleri ertelediğini duyurdu. Kuşkusuz sermaye devletinin, hele de yolsuzluklar ve kendi içinde girdiği gerici iç dalaşmanın ortaya çıkardığı pisliklerle boğuşurken, binlerce işçinin büyüyen eyleminden çekinmesi şaşırtıcı değildir. Her ne kadar sermaye devletinin, sendikal bürokrasinin hizmetine koşulmuş olmasından duyduğu bir rahatlığı olsa da, işçilerin tabandan gelen basıncı ile olası bir ikinci Tekel süreci yaşamak istemeyeceği açıktır.

Sendikal bürokrasi engeli aşılmalıdır!

Sendikal bürokrasinin özelleştirme karşısındaki kirli sicili ise bilinmektedir. İşçilerdeki mücadele azmini bir takım göstermelik eylemlerle boşaltan, yoran ve yıldıran bir pratiktir bu. Yatağan işçileri de şimdiye kadarki bu yaşanmışlıklardan öğrenmelidir. Zira sendikal bürokrasi şimdiden foyasını ortaya koymuştur. T. Maden-İş Sendikası Yatağan Şube Başkanı Süleyman Girgin ve Tes-İş Yatağan Şube Başkanı Fatih Erçelik’in Başbakan Erdoğan ile görüşme sonrası söyledikleri hayli uyarıcıdır. Erdoğan’ın açılışlar için gittiği Marmaris’te gerçekleşen toplantı sonrasında “devletin ekonomiden çekilmesi ile ilgili uyguladığımız bir program var. Bundan geri bir adım atmamız mümkün değil” demesine rağmen, T. Maden-İş Sendikası Yatağan Şube Başkanı bunu şöyle yorumlamakta ve işçileri oyalamaktadır: “Başbakanımızın ağzından bunları duymak bile memnun etti ve biz o ışığı gördük.” Sendikal bürokrasinin her işçi direnişinde böylesi oyalayıcı, beklemeci tavrı bilinmektedir. Ama Erdoğan açıkça özelleştirmeden geri adım atmayacaklarını söylemesine rağmen böylesi zorlama yorum ise fazla söze gerek bırakmıyor.

24 Ocak’taki Ankara eyleminde işçilere verilen mesaj da, işçilerin direnişinin yönünü saptırmakta, sermaye ve hükümetine destek vermektedir. Ankara’daki eyleme katılan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay konuşmasında konuyu saptırarak şunları söyledi: “Yatağan özelleştirmesini bu hükümete yaptırtmayız, bu problemi yaratanlardan 30 Mart’ta sandıkta hesap sormak sizin de, bizim de boynumuzun borcudur.”

Sermaye devleti gibi sendikal bürokrasi de işçilerin tuttuğu fiili-meşru yoldan çok korkmakta ve işçilerin mücadelesini düzenin seçim sandıklarında boğmak istemektedir. Böylelikle görev savmakla birlikte, özelleştirme politikasının bir sermaye devleti politikası olduğu gerçeği de örtülmekte, hükümet değişikliğiyle sorunun çözülebileceği yanılsaması yaratılarak işçilerin bilinçleri düzen sınırlarına hapsedilmek istenmektedir. Sendikal bürokrasinin işçilerin yaktığı direniş ateşini söndürmek üzere bir kez daha itfaiye rolüne soyunduğu görülmektedir.

Sendikal bürokrasiyi korkutan bir diğer nokta da özelleştirme karşıtı mücadelenin birleşik bir mücadeleye dönme potansiyeli ve sınıf dayanışmasının gücüdür. Zira Ankara eylemine özelleştirme saldırısının hedefinde olan karayolu işçileri, Zonguldak’tan gelen maden işçileri gibi çeşitli illerden işçilerin katılımı olmuştur.

Zonguldak maden işçilerinin sendikal bürokrasiye tepkileri ise oldukça anlamlı olmuş, Yatağan işçilerinin önünün Muğla’da kesilmesi nedeniyle “Türk-İş bizi Muğla’ya götür!” sloganı atarak, Türk-İş’i göreve çağırmışlardır. Ancak yine sendikal bürokrasinin bildik tavrı görülmüş, işçilerin bu tepkisi kürsü tarafından yatıştırılmaya çalışılmıştır. Sendikal bürokrasinin işçileri oyalayıcı konuşmalarından sonra ise eylem alelacele bitirilmiştir.

*

Şimdiye kadarki sürece bakıldığında özelleştirme saldırısı kapsamlı bir saldırı olmasına rağmen gösterilen tepkilerin özelleştirmenin hedefinde olan işletmelerle sınırlı kalması ile oluşan parçalı tablo özelleştirme karşıtı hareketi güçsüz bırakmıştır. Özeleştirmenin hedefinde olunmasına rağmen bir takım ertelemeler ya da mahkeme kararları beklenerek son halkaya gelinmiş, o ana dek işçiler mücadeleye hazırlanmamış, sınıf dayanışması örülmemiştir. Kuşkusuz kamu işletmelerinde devlet, baştan Türk-İş gibi bir konfederasyona “görev” vererek, işçilerin sınıfsal bilinçlenmesine ket vurabilmiş olmanın avantajına sahiptir. Bundan dolayı özelleştirmeleri çok da engelle karşılaşmadan yapabilmiştir. İşçilerin militan mücadele yolunu tuttuğu ve bundan dolayı sendikaları basınç altına aldıkları örnekler olduğunda ise, sendikal bürokrasi gelişen direnişi denetimde tutmak için kolları sıvamıştır. SEKA, TEKEL bu açıdan hayli öğreticidir.

Değinilmesi gereken bir diğer konuda, sendikal bürokrasi mevcut çizgisinden dolayı özelleştirme saldırısının gerçek mahiyetinin görülmesine engel mücadele talepleriyle hareketi sınırlandırmış, özelleştirme karşıtı mücadelenin sınıfsal bir karşıtlık ekseninden yürütülmesinin önünü kesmiştir. Bu sermaye sınıfına ve devlete ayrıca önemli bir destek olmuştur. Zira özelleştirilen kamu işletmelerinin uluslararası sermayeye peşkeşine karşı oluşan tepkiler ulusal duygular kullanılarak saptırılmış, emperyalist tekellerin değil, yerli tekellerin satın alması ileri sürülebilmiştir. Halka arz yoluyla özelleştirmeye razı olmak gibi öneriler ya da özelleştirme karşıtlığını o işletmedeki işçilerin kazanımlarının korunup korunmadığı ile sınırlamak gibi dar ekonomist talepler ileri sürülerek sınıf bilincinin oluşmasına önemli darbeler indirilmiştir.

Biliyoruz ki, işçilerin eylem ve direnişleri kurulu düzeni tanıyıp, bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda örgütlenmeleri ve siyasal bir sınıf bilinci kazanmaları için “okul” işlevi görmektedir. Sendikal bürokrasinin bunu engellemek üzere sermayeye önemli hizmetlerinden dolayı Türkiye işçi sınıfı bugün tamamen kölelik koşullarına mahkûm edilmek üzeredir.

Özelleştirme karşıtı mücadele içinde durum budur. Kuşkusuz önemli bir birikim elde edilmiştir, ancak bu sınıf hareketini ileriye taşıyan bir güce dönüşememektedir. Hâlihazırda işçilerin tek örgütlü oldukları yer olan sendikalara egemen bürokratik, icazetçi ve çoğu durumda ihanetçi çizgi aşılması gereken en önemli engellerden biridir.

Bugün Yatağan işçileri de bundan dolayı ciddi handikaplarla karşı karşıyadır. Özelleştirme karşıtı mücadelenin sınıfsal bir karşıtlık ekseninden ve devrimci bir sınıf programından yoksun olması en önemli sorundur. Yanı sıra erteleme kararı sendikal bürokrasinin işi sürece yayarak ateşi soğutmak için kullanacağı bir taktik olacaktır. Sermaye devletinin de istediği budur. İçerde ve dışarıda ciddi krizler yaşayan sermaye devletinin en son isteyeceği şey kararlı-militan-kitlesel işçi eylemleri ve onun yaratacağı etkidir.

Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!

Sınıf hareketinin önündeki bahsedilen engeller, bugünkü durumda işçi sınıfının kendiliğinden hareketiyle aşılamaz. Devrimci bir önderlikle, “sınıfa karşı sınıf” bakışı üzerinden ortaya konacak bir direniş kararlılığı ile diğer sınıf bölüklerini de harekete geçiren bir mücadele hattı örülmelidir. Başta özelleştirmelere, güvencesizliğe, taşeronlaşmaya ve sermayenin diğer saldırılarına karşı işçi sınıfının ortak mücadele taleplerini içeren devrimci bir program etrafında birleşik bir mücadele yürütülmelidir. Başka türlü ne saldırılar durdurulabilir ne de sendikal bürokrasinin işçileri engelleyici etkileri aşılabilir. Bu konuda sınıf içinde devrimci çalışmanın önemi bir kez daha ortaya çıkarken, öncü ileri işçilere de büyük görevler düşmektedir.

Bugün işçi eylemlerinde de Haziran Direnişi’nin mücadeleci ruhunun kendisini hissettirmesi ise önemli bir avantajdır. Bu ruhla devrimci sınıf mücadelesinin büyütülmesi gerekmektedir.

 

 

 

 

Özelleştirmelere karşıtı kitlesel eylem!

 

Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri ve madenlerin özelleştirilmesine tepki olarak aylardır mücadele eden işçilerin direnişi büyüyor. Özelleştirme ihalelerinin iptali talebiyle Ankara’ya ulaşmak isteyen Yatağan işçilerinin yürüyüşünün gece saatlerinde engellenmesine rağmen 24 Ocak günü saat 10.00’da Toros Sokak’ta buluşan binlerce işçi, Özelleştirme İdaresi önünde yaptıkları eylemle sınıf dayanışmasını yükselttiler. Yürüyüşün en önünde açılan Türk-İş pankartının hemen arkasında Türk-İş, DİSK, KESK yöneticileri ve milletvekilleri yürürken, sırasıyla Türk Metal, Türkiye Maden İşçileri Sendikası, Soma, Konya ve Çeltek şubeleri, TES-İş, Yol-iş üyesi karayolu işçileri, Ambarlı Santrali İşçileri, TÜMTİS, Petrol-İş, Genel Maden-İş Zonguldak Şubesi, Demiryol-İş, Koop-İş, KESK, Liman-İş, Şeker-İş pankartlarıyla yürüyüşte yerlerini aldılar. Ayrıca BDSP, İP, EMEP, HKP, TKP ve Kaldıraç pankart ve flamalarıyla eyleme katılım sağladılar.

Sıhhiye güzergahında devam eden yürüyüşe öfke hakimdi. Yürüyüş boyunca özelleştirmelere, yolsuzluklara, talana ve baskılara tepki içeren sloganların yanı sıra Yatağan işçileriyle dayanışmayı yükselten sloganlar da coşkuyla atıldı. Ses aracından yapılan konuşmalarda şoven ve gerici söylemler ön plana çıkarıldı.

Kolej’de bulunan Özelleştirme İdaresi önüne gelindiğinde eylem mitinge dönüştü. Polisin Kızılay yönündeki yoğun ablukası dikkat çekti. Tüm işçilerin alanda toplanmasıyla birlikte basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada burjuva hukukunda bile yeri olan seyahat etme özgürlüğünün hiçe sayılarak maden ve enerji işçilerinin il dışına çıkmalarının zor yoluyla engellenmesi kınandı ve bu uygulamanın insanlık suçu olduğu belirtildi. Yatağan işçilerinin özelleştirme karşıtı mücadele süreci özetlenerek eylemlerin uyarı niteliği taşıdığı vurgulandı. İşçilerin öfkesinden ve dayanışmasından korkanların sorunu çözmek yerine ihaleyi iki ay erteleme yoluna gittiklerini ve işçileri oyaladıklarını vurgulayan açıklama “Bizi kandırıp durduracaklarını sandılar ve ama yağma yok!” sözleriyle devam etti. Bu direnişin Türkiye ve dünya işçi sınıfı tarihinin en büyük direnişlerinden biri olduğu ileri sürüldü. Direnişin bütün emekçilerin umudu olduğu, aynı zamanda bütün ülkenin desteğini almış kararlı işçilerin direnişi olduğu belirtildi. “Ölmek var, dönmek yok!” sloganıyla yola çıkan işçilerin sınıf dayanışmasını yükselterek mücadeleye devam edecekleri bir kez daha vurgulandı.

Açıklamanın ardından sendika temsilcileri tarafından kısa konuşmalar gerçekleştirildi. Türk-İş Genel Başkanı, TES-İş Genel Başkan Yardımcısı ve Türkiye Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanı yaptıkları konuşmalarla özelleştirme karşıtı mücadeleyi sonuna kadar destekleyeceklerini belirttiler. Ancak bu konuşmalarda 30 Mart işaret edilerek sandık adres olarak gösterildi ve AKP’den hesabı seçim yoluyla sorma çağrısı yapıldı. Kürsüden yapılan konuşmaların aksine, şehir dışından gelen bazı işçilerle yapılan sohbetlerde seçimlerin de çözüm olmayacağı düşüncesinin var olduğu gözlemlendi.

Ayrıca karayolu işçileri kendi talepleriyle eylemde yerlerini aldılar. “Yargı kararlarını uygulamayan bakan bizim için ölmüştür” diyen karayolu işçileri sembolik bir tabut taşıyarak Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i protesto ettiler. Zonguldak maden işçilerinin sendikal bürokrasiye tepkileri ise dikkat çekti. “Türk-İş bizi Muğla’ya götür!” sloganını atan işçiler Türk-İş’i göreve çağırdılar. İşçilerin bu tepkisi kürsü tarafından yatıştırılmaya çalışıldı. Tüm konuşmaların ardından ise eylem alelacele bitirildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

 
§