6 Mart 2015
Sayı: KB 2015/09

Üniversitelerde artan faşist saldırganlığa karşı mücadele
En zenginler listesi açıklandı!
Bir korkunun itirafı
Gelenek AKP ile sürüyor
Özgecan’ları da Pozantı ve Şakran’ı da unutma!
‘Meclisten geçer, sokaktan geçmez!’
‘Umutsuzluk yerine inanç ve yaratıcılık’
Polis devletine karşı birleşik mücadeleye!
MİB MYK Mart Ayı Toplantısı Sonuçları
DEV TEKSTİL’in kuruluş süreci tamamlandı
Yerel bültenlerde baharın devrimci çağrısı
Kafkas Şeker’de kıyım ve direniş!
Divan işçileri mücadeleyi sürdürüyor
Kadın sosyalizmle özgürleşir!
Özgecan eylemleri ışığında 8 Mart - S. Soysal
Ukrayna'da kriz büyüyor
Filistin'e teslimiyet dayatılıyor!
Ortadoğu ve emperyalistler arası çatışma - A. Destan
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden...
Münster'de Kürt sorunu ve seçimler paneli
EÜ öğrencileri saldırıyı anlattı
DGB mücadeleyi meclislerle örüyor!
DLB devrimci faaliyeti büyütüyor
Edebiyatın çınarı sonsuzluğa uğurlandı
Patron sendikaları hesap verecek!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Üniversitelerde artan faşist saldırganlığa karşı mücadele

 

Son günlerde üniversitelerde yaşanan faşist saldırılarda önemli bir tırmanma yaşanıyor. Geçtiğimiz dönemin sonunda ve 6-7 Ekim Kobanê eylemlerinde faşist saldırganlığın kışkırtıldığına tanık olunmuştu. Sokaklarda onlarca kişi katledilmiş, üniversitelerde ilerici, devrimci siyasal faaliyete yönelik saldırılar gerçekleşmişti. Bu dönem de, 200 faşistin satırlarla, bıçaklarla Ege Üniversitesi’nde ilerici, devrimci öğrencilere saldırırken “fakülte reisi” faşist Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun ölümü ve ardından artan faşist terörle açıldı. Ölen faşistin ardından bu faşist saldırılar sıklaşmaya ve pek çok üniversiteye yayılmaya başladı.

20 Şubat günü Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun ölmesini bahane eden faşistler, birçok üniversitede ilerici, devrimci öğrencileri hedef alarak harekete geçtiler. Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi’nde tabanca kullanarak devrimci, ilerici öğrencilere yönelik katliam girişiminde bulundular. Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü’ne Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun resimlerini asan faşistler okulda yarattıkları provokasyonun ardından okul önündeki bir Kürt öğrenciyi bıçaklayarak ağır yaraladılar. İstanbul Üniversitesi’ndeki devrimci, ilerici öğrencilere saldırmak için onlarca ülkücü faşist okula girmeye çalıştı. Antalya’da Akdeniz Üniversitesi’nde “güvenlik önlemlerine rağmen” belinde silahla dolaşan kişiler okula girerek ırkçı, faşist terörü azgınlaştırdılar. Son olarak da Mersin Üniversitesi’nde bildiri dağıtan ilerici öğrencileri hedef aldılar. Bütün bu gerçekler faşist saldırılarda bir tırmanışın olduğunu gösteriyor.

Faşistlerin arkasındaki güçler...

Tüm bu saldırıların yakın zamanlarda gerçekleşmesi tesadüf değildir. DTCF, Ege Üniversitesi, Marmara Üniversitesi’nde yaşanan saldırılar rektörlüğün, özel güvenliklerin, okul içindeki sivil polislerin ve faşistlerin işbirliği ile gerçekleşmiştir. Marmara Üniversitesi’ndeki saldırı MOBESE’lerin, okul kameralarının ve sivil polislerin önünde olmuştur. Faşist saldırıya hiç müdahale etmeyen “güvenlik güçleri”, ardından yapılan protesto eylemine saldırmak için bahane aramış, öğrencilerin slogan atmasına bile tahammül edememiştir. DTCF’deki saldırıların görüntülerine bakıldığında bile açıkça görülen, özel güvenliklerin faşist saldırıyı seyretmekle yetindiğidir.

Saldırıların ardından okullarda “güvenlik” adı altında denetimler, kontroller arttırılmaktadır. Fakat bu denetimlerin ilerici, devrimci siyasal faaliyeti engellemekten başka bir işlevi yoktur. Faşistler okula bıçak, satır, tabanca ile girerken onları engellemeyen ÖGB’ler, devrimci öğrencilere üst araması, öğrenci kimliği sorma dayatması yapmaktadır. Örnek olarak, İstanbul Üniversitesi’nde, Ege’deki saldırıyı kınayan, direnişi selamlayan pankart asan yurtsever öğrenciler, ÖGB’nin “pankartın çok provokatif olduğu, bir saldırı durumunda güvenlik sağlayamayacakları” sözleriyle tehdit edilmeye çalışılmaktadır.

Bir yandan faşistlerin önü açılırken, diğer yandan onlarca öğrenciye yüzlerce soruşturma açılmakta, uzaklaştırma cezaları verilmektedir. Soruşturmalar, devrimci faaliyeti okullardan tamamen silmek niyetiyle açılmaktadır. Okullarda yapılan eylemler, etkinlikler, devrim şehitleri anmaları soruşturma konusu olmaktadır. Ege Üniversitesi’ndeki saldırıda faşist Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun ölmesi üzerine rektörlük öğrencilere gönderdiği e-postayla bütün eylem, yürüyüş, basın açıklaması vb. etkinliklerin yasak olduğunu “bir kez daha hatırlatmıştır.” Ardından 3 Mart günü okulda basın açıklaması yapmak isteyen 21 öğrenci okula giren polis tarafından gözaltına alınmıştır.

Tüm bu saldırılar, valinin, polisin, istihbaratın gözetiminde, okul yönetimleriyle işbirliği içerisinde gerçekleşmektedir. Fakat tüm bu kurumlar ve yöneticiler saldırılarda kendi rollerini gizlemeye çalışmaktadır. Zira ikiyüzlülük ve yalan kapitalist devletin tüm kurumlarının doğasında vardır. Burjuva medya saldırıların arkasındaki devlet gücünü saklayarak saldırıları, “karşıt görüşlü öğrenci kavgası” diye sunmaktadır. Benzer şekilde, sermaye devleti temsilcileri, faşist saldırganlığı “sağ-sol çatışması” diye tanımlayarak kendi rollerinin üzerini örtmeye çalışmaktadır. “Bir kişi öldürüldü” duygusallığı yaratarak saldırganlığın ardındaki sınıfsal çıkarların üzeri örtülmeye çalışılmaktadır. Bu tarz kirli yöntemlerle kendi geleceğini kurtarma derdine düşen sermaye devleti, öğrenciler arasında sürekli bir çatışma ortamı yaratarak gençliğin toplumsal sorunlara karşı birleşik mücadelesini engellemeye çalışmaktadır. Kendi organize ettiği, önünü açtığı faşist baskı ve terörle üniversiteleri terörize eden sermaye devleti, gerek “güvenlik” güçleriyle, gerekse “disiplin yönetmeliği”yle uygulayacağı baskıları meşrulaştırmayı, gençlik içerisinde korku duvarları örmeyi hedeflemektedir.

Gençliğe yönelik tüm bu faşist saldırganlık ve ardından gelen soruşturma, ceza uygulamaları, sermaye devletinin toplumun ezilen ve sömürülen sınıflarına yönelttiği saldırganlığından bağımsız değildir. Bunlar, Haziran Direnişi’nden sonra öfkesini, tepkisini sokaklara taşıyan kitlelerin üzerinde “iç güvenlik” yasalarıyla kurulmak istenen baskının üniversiteye yansımasıdır. Metal işçilerinin grevini yasaklayan, Soma’da, Torun Center’da işçi cinayetlerinin sorumlularını aklayan sermaye devleti, gençliği de her yönden kuşatmaya çalışmaktadır. Bu gerici-faşist ablukanın amacı toplumsal sorunlar üzerinden biriken öfkenin patlamasını, örgütlü kanallara akıtılmasını ve kendisine yönelmesini engellemektir.

Faşist saldırılara karşı...

Bu gerici-faşist ablukayı dağıtmak, sermaye devletinin dayatmalarına boyun eğmemekten, fiili-meşru mücadele yolunu tutmaktan geçmektedir. Bu da, faşist saldırıları -bu saldırılarda okul yönetiminin, polisin rolünü açığa çıkartıp- gençlik kitleleri içerisinde teşhir etmek ve bunlara karşı birleşik, militan, eylemli bir süreç örgütlemek anlamına gelmektedir. Mücadele bazen salt faşistlere karşı bir mücadeleye dönüşmekte, faşistlerle ‘alan kavgası’ yapmak sınırlarında ele alınabilmektedir. Bu saldırılara elbette ki ‘faşistlerin anladığı dilden’ de yanıt vermek gerekir. Ancak saldırılara yanıt verirken gençlik kitlelerini harekete geçirme hedefinden uzaklaşılabilmekte; böyle durumlarda devrimciler ve faşistler arasında düelloya dönüşen bir kısırdöngüden çıkmak da mümkün olmamaktadır. Nitekim, sermaye devletinin istediği tam da budur. Gençliği kendi içerisindeki çatışmalarla oyalayarak örgütsüz kesimleri politik mücadeleden uzak tutmak, örgütlü mücadeleyi ‘marjinal’leştirmektir.

Burjuva gericiliği karşımıza bugün milliyetçi-faşist gericilik olarak çıkmaktadır. Yeri geldiğinde dinci gericilik, yeri geldiğinde mülkiyetçi-bireyci gericilik olarak. Bu, ideolojik mücadeleyi de gerekli kılmaktadır. Elbette örgütlü faşistlerle, gericilerle yürütmeyeceğiz ideolojik mücadeleyi. Burjuva gericiliğinin etkisi altındaki geniş gençlik kesimlerini bu etkiden kurtarmak için yürüteceğiz. Satırlarla, baltalarla, çivili sopalarla üniversitelerde ‘insan avı’na çıkanlar, Kadıköy’de “ya Türksün, ya piçsin” diye yazılamalar yapanlar, facebook ve twitter hesaplarından silahlanma ve cihad çağrısı yapanlar, Kürtleri, Ermenileri, devrimcileri ezmekten bahsedenler, Özgecan’ı katledenler aynı ideolojik zeminden beslenmektedirler.

Bu açıdan, aslolan ‘faşistlerin etkinlik alanını daraltmak’la sınırlı olmayan bir politik mücadele süreci örgütlemektir. Zira, saldırıları örgütleyenin sermaye devletinin kendisi olduğu ve saldırganlığının bu şekilde durmayacağı göz önüne alındığında hedefimiz faşistlerin alanını daraltmakla sınırlanamaz. Hedefimiz, kitleleri bu saldırıların sorumlularına, ÖGB’lere, sivil polislere, kolluk güçlerine, rektörlüğe, toplamda YÖK düzenine ve sermaye devletine karşı harekete geçirebilmektir. Teşhiri güçlü yapmak, sermaye devletinin kurumlarını (kolluk güçleri, rektörlük, vb.) ve bizzat kendisini hedef göstererek mücadeleyi buralara yöneltmek, belli talepler ortaya koyarak bu talepleri geniş kesimlerle buluşturmak kitleleri harekete geçirecek ve politik bilincini geliştirecektir.

Bu sürecin bir parçası olarak, her türlü saldırıya, faşist baskı ve devlet terörüne karşı kitleleri hazırlamak ve gereken militan cevabı vermek de bugün önem kazanmaktadır. Sermaye devleti, aslolarak kitleleri devrimci mücadeleden yalıtmaya çalışırken, gençlik kitlelerini devrimci mücadeleye çekmek, sistematik devrimci politik faaliyeti örgütlemeyi gerektiriyor. Gerici-faşist ablukayı dağıtmanın bundan başka bir yolu yoktur.

 
§