6 Mart 2015
Sayı: KB 2015/09

Üniversitelerde artan faşist saldırganlığa karşı mücadele
En zenginler listesi açıklandı!
Bir korkunun itirafı
Gelenek AKP ile sürüyor
Özgecan’ları da Pozantı ve Şakran’ı da unutma!
‘Meclisten geçer, sokaktan geçmez!’
‘Umutsuzluk yerine inanç ve yaratıcılık’
Polis devletine karşı birleşik mücadeleye!
MİB MYK Mart Ayı Toplantısı Sonuçları
DEV TEKSTİL’in kuruluş süreci tamamlandı
Yerel bültenlerde baharın devrimci çağrısı
Kafkas Şeker’de kıyım ve direniş!
Divan işçileri mücadeleyi sürdürüyor
Kadın sosyalizmle özgürleşir!
Özgecan eylemleri ışığında 8 Mart - S. Soysal
Ukrayna'da kriz büyüyor
Filistin'e teslimiyet dayatılıyor!
Ortadoğu ve emperyalistler arası çatışma - A. Destan
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden...
Münster'de Kürt sorunu ve seçimler paneli
EÜ öğrencileri saldırıyı anlattı
DGB mücadeleyi meclislerle örüyor!
DLB devrimci faaliyeti büyütüyor
Edebiyatın çınarı sonsuzluğa uğurlandı
Patron sendikaları hesap verecek!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ortadoğu ve emperyalistler arası çatışma

A. Destan

 

Uzun yıllar emperyalist-kapitalist dünya sisteminin jandarması olan ABD emperyalizmi ile Sovyetler’in çözülüşünün ardından emperyalist dünya ringinde ABD’nin karşısına güçlü bir rakip olarak çıkan Rusya arasında çatışmalar gün geçtikçe ısınıyor. Aralarında zaman zaman AB emperyalizminin de kafasını çıkardığı bu gerici odakların dalaşında çatışmanın en önemli adresi yıllarca Ortadoğu oldu. Soğuk Savaş döneminden bugüne bu iki kutup arasında kalan Ortadoğu son yıllarda dizginlerinden boşalmış bir vahşetle karşı karşıya. Rakibine üstünlük kurmada hiçbir insani değer gözetmeyen bu barbarca rekabetin sonucu mezheplere, ırklara ve bölgelere dayalı bir boğazlaşmanın doruğa ulaşması oldu.

Afganistan ve Irak savaşlarının ardından emperyal hesapları daha fazla deşifre olan ABD emperyalizmi hem mali olanaklarının zayıflaması hem de ortaya çıkan tepkiler nedeniyle son yıllarda Ortadoğu politikalarını “taşeron” ülkeler üzerinden yürütmekteydi. ABD emperyalizmi 11 Eylül sonrası Ortadoğu’ya savaş ilan ettiğinde burnundan kıl aldırmayan, Ortadoğu’da tek başına egemenlik kurmak isteyen ülke görünümü vermişti. Ancak kısa sürede dünyanın bu en gelişmiş savaş makinesinin soluğunun ne kadar zayıf olduğu ortaya çıkmış oldu. Afganistan ve Irak’a kısa sürede giren ABD, halkların direnişi ile hiç de beklemediği bir sonla karşılaştı. Bütün hesaplarını günler içerisinde bölge halkının çiçeklerle karşılayacağı bir zafer üzerine kurmuştu. Başlangıçta diğer emperyalist devletlere sırt çeviren ABD emperyalizmi pastadan pay vermek pahasına bölgeden kaçabilmek için AB emperyalizmine sığındı. Zaten ekonomisi zayıflayan ve dünyanın en büyük dış borcuna sahip ABD emperyalizmi savaşı finanse etme olanaklarından yoksun kaldı. Dahası savaşa ayırdığı her bütçe ABD’deki emekçilerde de tepkilerin büyümesine ve ‘occupy’ eylemlerinde görüldüğü üzere, patlamasına kadar vardı.

Ortadoğu’yu ihtiyacına göre şekillendirme çabasını İsrail, Türkiye ve Körfez ülkeleri gibi yeminli ortaklarına devreden ABD, açıkladığı strateji değişikliği ile gözünü Asya’ya diktiğini, hareket tarzını da uzun süreli savaşlardan vur kaç operasyonlara çevireceğini ilan etmişti. Rusya ile ittifak halinde yükselen Çin’i tehdit etmek anlamına gelen bu strateji büyük ölçüde Ortadoğu bataklığını uzaktan kumanda etmenin ve paçalarına çamur bulaştırmadan yol yürümenin de ilanıydı.

ABD’nin bu uzaktan savaşına karşılık Rusya da koruması altına aldığı İran ve Suriye eliyle Ortadoğu’da dengeleri kendi lehine çevirmeye çalışmaktaydı. Bu fırsattan hareketle hemen arka bahçesinde özellikle AB emperyalistlerinin müdahalelerine de yüzünü dönme fırsatı buldu. Ukrayna gibi eski Sovyet ülkelerinde elini sağlamlaştırmak ve AB etkisini zayıflatmak için birebir müdahale etme olanağı buldu.

Ortadoğu bataklığına dönüş

ABD’ye hizmet paydasında birleşen gerici devletler kendi çıkarları noktasında ise bir çatışma haline girdiler. Bu çok çeşitli çıkarlar ve hesaplar bir yandan Ortadoğu’nun iyiden iyiye bir kaos ve çatışma ortamına doğru sürüklenmesiyle, bir yandan da Rusya eksenli ittifakın güç kazanarak Ortadoğu’da etkin hale gelmesiyle sonuçlandı.

Diğer yandan, ekonomik alanda Rusya ile çatışma derinleşmeye başladı. Son dönemde petrol fiyatlarının hızlı düşüşünde ABD’nin parmağı olduğu bilinen bir gerçek. Rusya da buna karşılık hızla Ortadoğu’ya yönelerek üstünlük çıtasını yükseltmeye koyuldu. Mısır, Yemen ve Lübnan’da çok yönlü ekonomik ilişkiler geliştirmeye çalışırken, diğer yandan ABD’yi geriletmeye başladı.

Arka arkaya gelen Rusya hamleleri ve ortaya çıkan yeni tablo ABD’nin Ortadoğu’nun satranç tahtasına vezir olarak tekrar dönmesinin de ‘zorunluluğunu’ ortaya çıkardı. Neyse ki aradığı bahaneyi IŞİD gericileri vermiş oldu. “Musul operasyonu” adı altında savaş makinesini yeniden bölgeye sokacak olan emperyalistler, ABD’li emekçilerden de büyük bir destek bulmuş görünüyor.

Obama Kongre’den üç yıl sürecek “terörle mücadele” için yetki istedi. Mart’ta oylanacak yetki ile ABD savaş makinesi daha sonra uzatılabilecek bir biçimde en az üç yıllığına Ortadoğu’ya savaşa girişebilecek.

Suriye’deki çetelerin silahlandırılmasını öngören bu plan doğrultusunda IŞİD bahanesiyle Suriye’nin hedefe alınacağı ortaya çıkmış oldu.

Yenilgiye uğrayan IŞİD’e soluk aldırmak

AKP gibi gerici devletlerin beslemeleriyle IŞİD bir anda Irak ve Suriye’de kendine geniş bir alan açtı. Özellikle Türkiye sınırındaki bölgeleri elinde tutarak ilerleyen IŞİD Doğu Guta, Kalamun, Halep’in içi, İdlib kırsalı ve Humus kentini geriye dönme ihtimalini düşünmeden Nusra’ya bırakarak ilerledi.

Türkiye’nin yönlendirmesiyle yöneldiği Irak’ta yenilgiye uğrayan IŞİD çeteleri Ortadoğu’da kendine bir çıkış arar duruma geldi. Vahşetin dozunu arttırması aslında gittikçe zayıflayan etkisinin bir göstergesi.

Aslında Irak’taki ve bölgedeki tüm güçlerin IŞİD’e son verecek olanaklara sahip olduğu görülüyor. Ne Suriye’de ne Irak’ta IŞİD’in barınabilmesi mümkün. Ancak ABD emperyalizmi özellikle Irak güçlerinin henüz yetersiz olduğu savını pompalamakta.

Bunun belli başlı iki nedeni bulunuyor. Birincisi; başta söylendiği üzere, IŞİD bahanesi ile ABD emperyalizmi bölgeye kanlı bir giriş yapmayı planlıyor. Bunun için de IŞİD’in güç toplamasına müsaade ediyor. Öte yandan ise IŞİD’i Rusya’ya, Kafkaslar ve Çin’de müslümanların yaşadığı bölgelere doğru sürmek istiyor. Rusya Dışişleri Bakanı Afganistan’daki IŞİD militanlarının Orta Asya Cumhuriyetleri ve Rusya sınırında görüldüklerini ifade ederek bu durumu doğruladı. Kısacası ABD emperyalizmi bölgede IŞİD’in varlığını sürdüreceği bir plan içerisinde.

Suriye’ye dönük saldırı hazırlıkları

ABD’nin IŞİD karşısındaki bu tavrı doğal olarak bütün planların yıllardır süren Suriye çatışmaları eksenli yapıldığını ortaya koyuyor. En başından da Suriyeli “ılımlı muhaliflerin” silahlandırılacağı ve eğitileceği tartışmalarıyla başlayan ABD’nin Ortadoğu operasyonunun namlusunun ucundaki gerçek hedefinin Suriye olduğunu göstermiş oluyor.

Son yıllarda Rusya ve ABD çatışmasının en belirgin alanı olarak Suriye, Esad’ı devirmeye odaklanmış gerici güçlerle en az onlar kadar gerici Suriye devletinin çatışmalarında arada kalan mazlum halklara yönelik vahşete sahne oluyor. Türkiye’nin de etkin bir biçimde dahil olduğu Suriye çatışmalarında “muhalif” grupların bir türlü içeriden destek bulamayarak kısır bir döngüye girmeleriyle, Suriye devleti durumu kendi lehine çevirmiş ve bu grupları köşeye sıkıştırmış bulunuyor.

Suriye’de çatışmaların gerçekte iki tarafı bulunmaktadır. Bir yanda ABD öncülüğünde İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve sözde muhalif güçler; öte yanda ise Rusya, Çin, İran ve Lübnan Hizbullah’ı gibi güçler. Bu güçlerden İsrail hava gücü ile Esad karşıtı gruplara açık bir destek vermekte, Hizbullah da Şeba saldırısı gibi misillemelerle İsrail’i zor durumda bırakacak hamleler gerçekleştirmektedir. Türkiye ve Katar ise açık-gizli lojistik destek sunmaktadır.

Savaşın bu hale gelmesi ve Suriye devletinin kısa sürede yenilememesi, ABD için Esad’a karşı bir zayıflama ortaya çıkarmıştı. Yer yer “Esad’lı bir çözüm” üzerine açıklamalar yapan ABD, son günlerde yine Esad’a karşı katı bir tutum içerisine girmiş, bir dizi açıklamada Esad’ın gitmesinin bir zorunluluk olduğunu ifade etmeye başlamış görünüyor. ABD emperyalizmi sahadaki olanakları yine “dengeleri bir çırpıda değiştiririz” hesabıyla okurken, bu saldırıların sonucunda harcanan ve ülke ekonomisini sarsan savaş bütçeleri ise ABD sermayesinin gözlerini kamaştırıyor. Bu maceraların sonucunda yenilgi ya da zafer olmasına aldırmayan, pazarlayacağı askeri gücünden başka bir şeyi kalmayan ABD sermayesi bulunuyor.

Diğer yandan, Golan Tepeleri’ni elinde bulunduran ve Suriye’yi yıllardır susuzluğa mahkûm eden bunun için gölleri kurutmaktan çekinmeyen ABD’nin şımarık çocuğu İsrail’in de güçlü bir etkisi bulunuyor. Filistin’de gittikçe zayıflayan Mahmud Abbas’ın etkisiyle güçlenen direniş iradesi Suriye’nin önemli destekçilerinden olurken, Suriye’nin yenilgisinin bu iradenin de zayıflamasına yol açabilecek denli önemli olduğu dile getiriliyor.

Buna karşın Rusya da Suriye savaşının bir parçası olan Hizbullah’la görüşmesinde niyetini açıkça belli etti. Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’la yapılan görüşmede “tüm silah fabrikalarımız ve gelişmiş silahlarımız direnişin hizmetindedir” mesajı verildi. Rusya’nın Ortadoğu’daki yeni rolü ve ABD’nin bölgeye müdahalesini durdurma eğilimi ifade edildi. BRICS ülkeler topluluğu aracılığıyla Lübnan direnişine siyasi ve askeri destek sağlanacağı belirtildi. “Son olarak ise Suriye Beşar Esad tarafından yönetilmelidir. Esad Rusya’nın müttefikidir” denildi.

Her ne kadar sonunda Suriyeliler arasında diyalog ortamı yaratacak bir toplantıya ev sahipliği yapmak istendiği belirtilse de başta ifade edilenler ve Hizbullah’a silah yardımıyla çatışmanın derinleştirileceği, bir yandan BM Genel Kurulu’nda Suriye aleyhine yaptırımlar çıkması önlenerek diğer yandan Hizbullah aracılığı ile de silah gücü sağlanacağı, bunun da Moskova’nın bölgedeki etkisi karşılığında yapılacağı duyurulmuş oldu.

Esasen Hizbullah’ın “İsrail’e daha yetkin silahlarla karşılık verebiliriz” tehdidinin ve İsrail’e karşı Suriye koruyuculuğunun ardında, Rusya’nın bu siyasi ve silah desteği yatmaktadır.

Buradan da anlaşılacağı üzere ABD’nin olası bir Suriye saldırısı aynı zamanda ellerinde Rusya’nın gelişmiş silahları ve fabrikaları olan Hizbullah’la da bir çatışmayı ortaya çıkaracaktır.

ABD-İran müzakereleri

Ortadoğu oyununda en güçlü aktör hiç şüphesiz İran. Rusya ile açık işbirliği ve bölgede Rusya taraftarı güçlerin organizasyonunu yürütme görevi ile ABD’nin de temel hedef ülkelerinden biri. Yıllarca başını ABD emperyalizminin çektiği BM tarafından ambargo uygulanan İran, güçlü ekonomisi ile de göz dolduruyor. Oldukça geniş doğalgaz ve petrol rezervlerine sahip olan ülkede yıllar süren bu ambargonun işe yaramadığı görülmüş oldu. Ortadoğu’nun birinci, dünyanın ikinci doğalgaz rezervlerine ve Ortadoğu’nun üçüncü petrol rezervlerine sahip.

ABD’nin ambargoyu zayıflatarak İran’la iyi ilişkiler kurma politikası henüz sonuçlarını vermese de İran üzerindeki baskıyı da azalttı. Nükleer müzakereler konusunda eski katı tutumunu geride bırakan İran’ın şimdilik karşılık verdiği bu çaba, dönemsel olarak İran’la ABD ilişkilerinin yumuşadığı imajını yarattı. Ancak gerek İran’ın stratejik konumu gerekse ABD’nin bölge politikaları bu iyimser havanın çok sürmeyeceğini göstermektedir. İçeride güçlü bir anti-Amerikancı yapıya sahip olan İran, Rusya ile olan köklü ilişkileri ile de eninde sonunda ABD ile bir çatışmaya girmek durumunda.

Bu kadarı bile İsrail’i çileden çıkarmaya yetti. Kendi ülkesindeki muhalefetten bile tepki alan Netanyahu’nun ABD’ye giderek İran konusunda uyarıda bulunması başlangıçta ABD tarafından sert karşılandı. Fakat Netanyahu ABD tarafından yatıştırıldı. Obama “İran’la müzakereler sonucunda silah üretimini engelleyebiliriz” dedikten hemen sonra Netanyahu bunu “bölgedeki hareketlerini sınırlandırmak için bir olanak” olarak tarifledi. ABD-İran ilişkilerinin kalıcı olmadığı ancak Rusya-İran ittifakının kısa dönemli olarak zayıflatılmak istendiği açığa çıkmış oldu.

Ayrıca, Yemen politikasında İran Husilere gösterdiği destekle önemli bir noktada duruyor. Yakın zaman içerisinde Yemen’de ortaya çıkacak bir iç çatışma şu anda ABD’nin doğrudan müdahil olduğu biçimiyle İran’ı da içine çekecektir. Burada ABD ve İran açık biçimde karşı karşıya gelecektir.

Ortadoğu’nun bağrına saplanan bıçak” İsrail

ABD-Rusya çatışmasının ve Suriye politikalarının en dolaysız etkileyeceği ülkelerin başında hiç şüphesiz İsrail bulunmaktadır. Yıllardır Filistin direnişini Mahmud Abbas eliyle ablukaya alan İsrail, son dönemde hiç beklemediği bir karşılık almış oldu. Bir yanda saldırı gücünü arttıran Hizbullah öte yanda gittikçe radikalleşme eğilimi gösteren Filistin tarafı. Birbiriyle tam olarak uyumlu bu iki gelişme, İsrail’e, kendisini bölgeden atma fikrinde uzlaşan güçlerin güçlenmesiyle korku dolu günler yaşatmaktadır.

Öncelikle Hizbullah saldırısı; İsrail yıllardır elini kolunu sallaya sallaya bölgede operasyonlar yapmakta ancak oldukça zayıf misillemeyle karşılaşmaktaydı. En son ÖSO çeteleri için Suriye’yi havadan vurmasına karşılık, Suriye Hizbullah eliyle karşılık vermek istemekteydi. Her seferinde “Hizbullah’ın silah nakillerini vuruyoruz” yalanıyla savuşturan İsrail’in Suriye saldırıları en sonunda Cihat El Muğniye’nin öldürülmesi ile Hizbullah’a gereken fırsatı sağladı. Oldukça prestijli ve sembol bir aileden gelen Muğniye’nin ölümünün ardından Hizbullah hızlıca Şeba saldırısını gerçekleştirdi. Silah gücü olarak kendinden beklenmeyen bir güç gösteren Hizbullah İsrail’e daha ağır silahlar da kullanabileceğinin mesajını iletti. İlk kez İsrail tarafından karşılık verilmeyen saldırının ardında Rusya’nın Suriye için verdiği silahlar olduğu biliniyor. Bu kadarı bile Suriye savaşının İsrail üzerindeki önemli etkisini ortaya koyuyor.

Diğer bir önemli gelişme ise yaşanan ekonomik bunalım karşısında Filistin direnişinin radikalleşmesi korkusu; İsrail Filistin’in toplaması gereken vergilere el koymakta daha sonra da Filistin yönetimine ödemekteydi. Ancak son aylarda bu vergilerin ödenmemesi ve 150 milyona yakın alacağın birikmesi Filistin yönetimini zor durumda bırakmaktadır. 150 bin kişinin maaşını ödeyemeyen Filistin yönetimi içeride itibar kaybetmektedir. Hizbullah saldırısı ile de imajı çizilen İsrail’e karşı mücadele talepleri artmakta, Oslo Antlaşması’nın feshi talepleri yükselmektedir.

Bu iki gelişme Suriye’de ortaya çıkacak bir savaşın İsrail cephesinde de dengelerin farklı ilerleyeceğini göstermektedir.

Yemen ve Libya’da bölünme

Bölgede ABD-Rusya çatışmasının kısa zamanda patlayacağı en belirgin yer Yemen olarak görülüyor. Yaşanan gelişmeler ülkeyi hızla bir iç savaşa ve zorla oluşturulan bütünleşmeye karşı daha fazla bölünmeye doğru sürüklüyor. Bu vesileyle, Yemen’de dünden bugüne yaşanan gelişmelere kısaca bir göz atmakta fayda var.

Arap Bahar’ıyla iktidardan alınan Ali Abdullah Salih’in yerine yardımcısı Abd Rabbuh Mansur al-Hadi getirilerek emekçi hareket bastırılmak istendi. Belli bir süre işe de yarayan bu politika kısa sürede iflas etti. Nüfusun %40’ını oluşturan Husiler ve Güney Yemenliler tekrar ayaklandı. Ekonomik sosyal taleplerin yoğun olarak işlendiği protestolar sonucu Hadi önce Husilerle anlaşma yoluna gitti daha sonra ise anlaşmanın şartlarına uymayarak istifa etti. İstifasının ardından Sana’yı ele geçiren Husiler parlamentoyu feshettiler. Ardından Yemen’in Aden bölgesine kaçan Hadi Körfez ülkelerinin desteği ile istifasını geri çekti ve burayı başkent ilan etti. BM Genel Kurulu’nun da Husilere Körfez ülkelerinin planını dayattığı bu evrede, ABD büyükelçisi Hadi’yi tanıdığını açıkladı.

İran’ın desteklediği Husiler ise Sana’da özel kuvvetleri ele geçirerek Hadi’yi kaçak ilan ettiler. Daha önce Kuzey’le zorla birleştirilen “solcu Güney Yemenliler” ise ayrılmayı istemekteler. Yemen’de açık olarak şu anda eski cumhurbaşkanı Hadi, Körfez ülkeleri işbirliği ve ABD-BM merkezli bir taraf ile Husiler, Güney Yemenliler ve İran’dan oluşan diğer taraf arasında yakın zamanda silahlı bir hal alacak çatışma yaşanmakta. Hadi’nin Husiler’den kaçan askerlerden oluşan birlikler oluşturulduğu gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde Yemen’de emperyalistler eliyle bir iç savaşa doğru gidildiğini görmek mümkün.

Bölünmeye ve iç savaşa doğru giden bir diğer ülke ise Libya’dır. Bir tarafta Körfez ülkelerinin desteklediği Tobruk hükümeti diğer yanda ise Türkiye’nin desteklediği Trablus’taki Müslüman Kardeşler çizgisindeki Milli Kongre ve Ömer el Hasi hükümeti bulunuyor. Bir de son aylarda bölgede yerleşmeye çalışan IŞİD.

Körfez ülkelerinin desteklediği Tobruk hükümeti ABD’nin IŞİD planıyla Trablus’a da el atmaya çağırıyor. Türkiye’yi de Libya’da teröristleri desteklemekle suçlayan Tobruk hükümeti, Libya savaşının ardından Türkiye’nin elde ettiği ihaleleri ve inşaat işlerini iptal etmeye başladı.

Mısır

Bugün bu çatışmaların ortasında henüz safları tam olarak netleşmemiş iki bölge bulunmakta. Bunlardan ilki Mısır. Mısır devleti Ortadoğu’da önemli sayılabilecek etkiye sahip bir ülke. Son dönemde özellikle Rusya tarafından desteklenen Mısır, halihazırda Rusya’nın ciddi yardımlarını almış durumda. Ancak yer yer yaptığı bazı çıkışlarda ABD tarafına da mesaj attığı gözlemlenebiliyor.

Yakın zaman önce Putin, Mısır’ı ziyaret etti. Nükleer santral inşa anlaşmasının yanı sıra doğalgaz ithalatı için düzenlemeler yapıldı. Gazprom, Mısır’la sıvılaştırılmış doğalgaz anlaşması imzaladı. Ayrıca Rusya’dan helikopter ve silah alımını içeren 3 milyar dolarlık bir anlaşma imzalandı. Bir diğer antlaşma da Rusya ile Mısır arasında serbest ticaret bölgesi oluşturulmasına yönelik gerçekleştirildi.

Putin’in ziyaretinin hemen ardından Güney Kıbrıs ile Mısır arasında Afrodit doğalgazı boru hattı inşası antlaşması imzalandı.

Son olarak da Mısır, Libya’daki IŞİD mevzilerine hava saldırısı düzenleyerek Rusya’yla 3, Fransa’yla da 5,2 milyar dolarlık silah antlaşması gerçekleştirdi. Tüm bu antlaşmalar ve IŞİD’e hava saldırıları sonrası emperyalistlerin IŞİD’e müdahale için çağrılması Mısır’ın saflarını bulanık hale getiriyor.

Ayrıca Mısır İsrail’le de yakın ilişkiler içerisinde. En son geçtiğimiz ay İzzettin Kassam Tugayları’nın ardından Hamas’ı da ‘terör örgütü’ ilan etti. Böylece ABD ile birlikte Gazze’yi abluka altına almış oldu.

Gözler Kürt bölgesinin üzerinde

Kobanê direnişi sonrasında bölgedeki güçlerin Kürtlere yönelik bakışı tamamı ile değişti. Büyük bir prestij ile bölgenin en etkin gücü olduğunu kanıtlayan Kürtler Rojava’da oluşturdukları kanton bölge ve yapısıyla da birçok etnik grup için örnek olarak görülüyor.

IŞİD’in geriletilmesindeki rolü ile silahlı direniş gücünü ortaya koyan Kürt savaşçıları şimdi her iki grubun da kendi tarafına çekmek istediği bir yerde duruyor. Bir süredir bu çatışmada ABD tarafı ile ilişkileri ve IŞİD’e karşı savaşan gerici güçlerle yeni girdiği anlaşmalar düşünüldüğünde ABD-NATO tarafına daha yakın durduğu gözlemlenebiliyor. Ayrıca ABD ile aralarında tarihsel bir ilişki bulunuyor.

En önemli verilerden biri Afrin Kantonu ve Şamlılar Cephesi arasında imzalanan anlaşma olarak düşünülebilir. Halep’te ‘Kurtarma Odası’ adı altında bir birlik kuran bu cephe tüm Suriye muhaliflerini kapsıyor ve geçenlerde yaptıkları açıklamaya göre hedefleri YPG’yi aralarına katmak. Bu güçler düne kadar YPG’ye karşı savaşıyorlardı.

Ortadoğu’da Türkiye

AKP’nin büyük umutlarla ve heyecanla başladığı Ortadoğu projeleri bugün artık tamamıyla enkaza dönmüş durumdadır. “Model ülke” olarak bir süre pazarlanan AKP, Müslüman Kardeşler’in Mısır’da düşüşünün ardından siyasal İslam’ın aldığı darbeyle beraber gözden düşmüş oldu. ABD’nin “model ülke” olması nedeniyle göz yumduğu ve kendi gerici çıkarlarına dayalı olan manevra alanını şu günlerde bir bir Körfez ülkelerine ve diğer güçlere terk ediyor. Öyle ki bugün artık Ortadoğu’da Türkiye’nin adı ancak tüm tarafların sırt çevirdiği IŞİD gibi gerici güçlerin destekçisi olarak anılıyor.

Mısır’da, Suriye karşıtı emperyalist koalisyonda, hatta Libya ve Yemen’de Türkiye tamamen dışlanmış durumda.

Ortadoğu halkları ve Türkiye’de
emperyalizme karşı mücadele olanakları

Sonuç olarak: Ortadoğu’da emperyalistler arasında süre giden kanlı hesaplaşma daha da setleşecek gibi görünüyor. Emperyalistler arası rekabet uzun yıllardır bölgeye kan ve vahşetten başka bir şey getirmedi. Bu, tablonun yalnızca bir yüzü.

Diğer yüzü ise emperyalist politikalar ne olursa olsun Ortadoğu’da halkların direnme ve mücadele gücünün bu planları her seferinde boşa düşürdüğüdür. ABD, AB ve Rusya emperyalizmi, bölge halkını teslim aldığını düşündüğü bir anda, yıllardır varlığını koruyan kalelerinin Arap Baharı ile bir bir düşmesi karşısında şaşkınlık yaşadılar. Bölge halkı bugün yine Tunus’ta olduğu gibi ateşi parlatacak bir kıvılcım beklemektedir. Ancak bu kıvılcım devrimci bir programa sahip, emperyalist kamplar arasında sürüklenen değil emperyalizme ve kapitalizme cepheden kaşı çıkan bir kıvılcım olmalıdır. Böylesi devrimci bir hareket hiç kuşkusuz Ortadoğu’da anında karşılığını bulacaktır. Arap Baharı bunun bütün verilerini ortaya koymaktadır.

Türkiye bu açıdan devrimci sınıf partisi ve gelişmiş bir işçi sınıfıyla bu olanaklara sahiptir. Partisi ile sınıfının birleştiği an, Ortadoğu’da da halkların emperyalizme karşı devrimin sosyalizmin bayraklarını taşıyacakları andır.

Bu konuda Türkiye işçi sınıfı da oldukça duyarlı bir sınıftır. Çeşitli siyasal eğilimler içerisinde işçi sınıfı ayrışabilse de anti-emperyalizm tüm sınıf için birleştirici bir politik unsurdur. Buradan hareketle gündelik ekonomik mücadele ve anti-emperyalist mücadele görevlerini birleştirebilen bir çalışma Ortadoğu’ya umut olabilecek Türkiye işçi sınıfından da karşılık görecektir.

 
§