1 Temmuz 2016
Sayı: KB 2016/25

Katil sermaye devleti ve dinci-gerici AKP iktidarıdır!
Gericiliğe karşı devrimci direnişin toplumsal dayanağı işçi sınıfıdır!
Türkiye-İsrail anlaşması; dinci gericilikle ırkçı-Siyonizm aynı safta!
AB kapısı, Türkiye ve sahte umutlar
Atatürk Havalimanı’nda bombalı saldırı
Sermaye baronları teftişte!
“Birlik olursak kazanırız, bölünürsek yok oluruz!”
Soma AŞ ile sendika işçilerin tazminatlarını geciktiriyor
MİB MYK Haziran Ayı Toplantısı Sonuç Bildirgesi
İSDEMİR’de neler oluyor?
Emperyalistler arası hegemonya kavgasında yeni bir dönemeç
Fransa’daki sınıf ve kitle hareketinin anlamı, etkileri ve geleceği
Brexit: ‘AB hülyası’na ağır darbe
Metal Fırtına ve Çerkezköy B/S/H/ deneyimi
Derby Lastik Fabrikası işgali deneyimi ışığında...
Georgi Dimitrov sosyalizm mücadelesinde yaşıyor!
Gençlik mücadelesinde üniversiteler
Eğitimde dinci gericiliğin geldiği nokta
Sivas Katliamı’nın 23. yıldönümü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalistler arası hegemonya kavgasında yeni bir dönemeç…

D. Yusuf

 

Emperyalistler arası hegemonya mücadelesi iyiden iyiye kızıştı. ABD sarsılan ve tartışmalı hale gelen hegemonyasını yeniden tesis etmek amacıyla dünyanın çeşitli bölgelerinde yoğun bir hareketlilik içine girmiş bulunuyor. Deyim uygunsa hamle üstüne hamle yapıyor. Sözgelimi, Kafkas cephesinde Rusya’yı kuşatma amaçlı çabaları, bazen vites düşürse de aralıksız sürüyor. Şu sıralar ayrıca Asya-Pasifik Bölgesi’nde sarsılan hegemonyasını korumaya dönük de kışkırtıcı bir saldırganlık içindedir. Hedef, kendisine ciddi bir rakip olarak gördüğü Çin’i kuşatmaktır. Bu amaçla Çin karasularında Çin’i kuşatma hedefli adımlar atıyor, Çin karşıtı bölge ülkeleri ile bu amaçlı kirli ilişkiler geliştiriyor. ABD, son olarak bölgeye NATO benzeri uluslararası saldırı örgütü kurulması önerisinde bulundu.

Fakat ABD’nin hegemonya kavgasındaki ana yoğunlaşma alanı Ortadoğu’dur. Daha somut olarak da Suriye’dir. Ortadoğu, her daim ABD için doğal bir etkinlik alanı olarak görülmüştür. Çıkarları gerektirdiğinde ya da çıkarlarını tehlikede hissettiğinde, uluslararası kuralları ve teamülleri hiçe sayarak, ilgili ülkelerin iç işlerine müdahale mi değil mi demeden, bu coğrafyadaki herhangi bir ülkeye giriş yapmıştır. Günümüzde ise adeta Ortadoğu’ya taşınmıştır.

Bahanesi örneğin bir dönem Saddam rejimiydi. Irak halkını Saddam diktatöründen kurtarmak aşağılık yalanı ile 2003’te Irak’ı ikinci kez işgal etti. Irak’ı bir kez daha yakıp-yıktı, viraneye çevirdi. Hem de geriye bir de kanlı bir iç savaş bırakarak, geri çekildi. Ardından Suriye’yi hedef tahtasına çaktı. Bu kez de Suriye halkını Beşar Esad’dan kurtarma yalanına sarıldı. Gerçek amacı Suriye’ye doğrudan müdahale idi. Fransa gibi emperyalist koalisyonun ön plandaki kimi üyelerinin eğilimi de bu yöndeydi. Ne var ki, ortada Libya işgali gibi taze bir deneyim vardı. Hiç de beklenen sonucu vermemişti. Bu caydırıcı bir rol oynadı. Ancak, Suriye’ye doğrudan müdahalenin tercih edilmemesinde tayin edici olan Rusya ve Çin engeliydi. Haliyle dolaylı bir müdahale tercih edildi. Hala bu noktada duruluyor.

ABD bir süredir zamanın bunun için henüz erken olduğu gerekçesi ile doğrudan karşı karşıya gelmek istemediği Rusya’yla, tümüyle taktik manevraların ifadesi anlaşmalar temelinde Suriye ve geleceği konusunda mesailer yapıyor. Birlikte üç etaplı Cenevre görüşmeleri yaptılar. Daha baştan kırılgan olduğu açığa çıkan, böyle olacağını kendilerinin de bildiği ateşkeslere başvurdular. Ateşkesler anında ihlal edildi. Edenler, Türk sermaye devleti ile ilişkili El Nusra ve benzeri çetelerdi. Bu cinayet örgütü pek çok katliam yaptı. Gerçek şu ki, ABD’nin tüm bunlardan haberi vardı. ABD, ılımlı muhalif dediği cihatçı sürüler ve BM’nin dahi “terörist” olarak nitelediği El Nusra gibi gerici çeteler aracılığıyla başvurduğu bu türden dolaylı icraatların arkasında durmaya devam ediyor. Yegane amacı Suriye rejiminin ve dolayısıyla da Rusya’nın daha fazla ilerlemesini, yeni mevziler kazanmalarını ya da aldıkları yerleri tahkim etmelerini engellemektir.

ABD son dönemlerde bu amaçla oldukça yoğun ve çok yönlü bir hareketlilik içindedir. Suriye ve Rojava bölgesinde önceden 250 askeri vardı. Yakın zamanda 250 askerini daha buraya taşıdı. En üst düzeyde ABD’li general ve askeri uzman Rojava’yı ziyaret etti, YPG ve YPG’nin bileşeni olduğu Demokratik Suriye Güçleri ile görüşmeler yaptı. Bunlarla IŞİD’e karşı mücadelenin sorunları üzerinde konuşuldu, buna ilişkin planlar yapıldı. Ardından da sömürgeci Türk sermaye devletinin YPG ile ilgili kuru sıkı tacizlerine aldırmadan YPG’nin omurgasını oluşturduğu ve öncülüğünü yaptığı Rakka-Menbic operasyonunu başlattılar. Bu aynı ABD diğer yandan da Irak merkezi hükümeti ile birlikte Felluce’ye sefer planlayıp hayata geçirdi. Devamla Musul’u IŞİD’den geri almanın hazırlıkları yapılıyor.

En dikkate değer gelişme ise, ABD’li kirli savaş uzmanı 51 diplomatın yayınladıkları bildiridir. 51 diplomat bu bildiride Pentagon yönetimine ve Obama’ya Suriye’ye doğrudan müdahale çağrısı yapıyorlar. Dışişleri Bakanı John Kerry ve aynı anda da Dışişleri sözcüsü John Kirby Suriye’ye doğrudan bir müdahalenin gündemlerinde olmadığını, koşulların henüz bunu gerektirmediğini açıkladılar. Fakat bilinmelidir ki bu açıklama diplomatik bir açıklamadır. 51 diplomatın çağrısı her şeye rağmen manidardır ve emperyalist hegemonya savaşının geldiği yeni aşamayı işaretlemektedir.

ABD Rusya’nın doğrudan ve oldukça hızlı bir biçimde Suriye’ye ve dolayısıyla da Ortadoğu’ya giriş yapması ile, kelimenin gerçek anlamıyla şaşkınlığa uğradı. Rusya’nın bölgedeki güçler dengesini değiştirme nitelikli bu hazırlıklı, planlı ve hedefli girişine karşı tersinden hazırlıksız yakalandı. Rusya sadece hızlı giriş yapmadı, Suriye rejim güçleri ile koordineli olarak bölgede ölüm kusan çağdışı gerici çetelere karşı hızlı biçimde operasyonlara girişti. Karşı karşıya olduğu emperyalist kuşatma nedeniyle atıl kalan rejim güçleri birdenbire hareketlendi, savunmadan saldırıya geçiş yaptı. Cihatçı çetelerin denetimine geçen kimi yerleri yeniden denetimine aldı, ilerledi. Bu sadece moral bir kazanım olmadı kuşkusuz.

Kuşkusuz ki yine Rusya sayesinde politik alanda da değişiklikler oldu. Suriye’ye müdahale ve geleceği konusu değişen duruma bağlı olarak tali plana itildi. IŞİD’e karşı mücadele ve bu alanda alınacak sonuç esas hale geldi. Bunun kendisi, ABD ve koalisyon güçlerine politik alanda vurulmuş bir darbeydi. Rusya kısa süre içinde itibar kazandı. Emperyalist koalisyonun Almanya ve Fransa gibi önemli devletleri dahi Rusya’nın girişimlerini ve IŞİD ve diğer cihatçı çetelere karşı başarılı hamlelerini takdir ettiler.

ABD tüm bunların şahsında, şüphesiz ki tümüyle değil, ama belli bir anlamda ve belli sınırlarda inisiyatifi Rusya’ya kaptırdı. İşte ABD şimdiki hareketliliği ve bunun ifadesi hamleleri ile bölgedeki inisiyatifi yeniden ele geçirmek istiyor. Rakka-Menbic ve Musul operasyonlarında alacağı zaferin bunu sağlayacağı inancındadır. Rusya ve Suriye rejiminin işini zorlaştırmak ve ilerlemelerini engellemek amacıyla El Nusra gibi ölüm makinelerinin kirli ve kanlı saldırılarına arka çıkması, Türk sermaye devletinin Suriye sınırında başvurduğu provokatif girişimlere göz yumması, Rusya ile anlaşmalı biçimde kararlaştırılan ateşkesi bir fırsata çevirmesi; bunların tümü de bu amaca hizmet etmektedir. ABD zamana oynuyor artık. Adım adım dolaysız bir kapışmaya hazırlanıyor.

Fransa ve İngiltere de devrede

Fransa başlarda Suriye’ye doğrudan müdahaleyi savunuyordu. Libya işgalinde olduğu gibi bu konuda oldukça iştahlıydı. Ne ki sonradan o da geri çekildi. Bir süre sonra o da ABD ve koalisyonun içindeki diğer emperyalistler gibi Esad ve rejimini ikinci plana itip, IŞİD’e karşı mücadeleyi öncelikli hedef olarak benimsedi. Şimdi tümüyle buna yoğunlaşmış görünüyor.

An itibarı ile Fransa da 150 kişilik bir askeri güçle, belli sayıda kargo uçağı ve helikopterle Rojava’dadır. O da Rakka-Menbic operasyonuna bir biçimde iştirak etmiş bulunuyor. Ve dahası, Fransa’nın Rojava’daki varlığı çok da gelip geçici bir varlığa benzemiyor. Kobanê’nin güneyinde bir askeri üs kurmaya çalışması bunun göstergesidir.

Sadece Suriye’nin kuzeyinde değil, son dönemlerde güneyinde de bir hareketlilik var. Burada hareketli olan emperyalist devlet ise İngiltere’dir. İngiltere Ürdün sınırından Suriye’ye giriş yapmıştır. İngiltere bölgenin en eski işgalci, daha doğru bir ifade ile sömürgeci gücüdür. Önceki bölge haritasının çizilmesinde ve statükonun belirlenmesinde başı çekmiştir. Yıllar sonra bölgenin haritası yeniden çizilmek istenmektedir. İngiltere de yine aynı nedenlerle, yani bu haritanın kendi çıkarları temelinde yeniden şekillendirilmesi kavgasında ben de varım demek üzere buradadır.

Yeni bir başka gelişme daha var. Norveç de Forsvarets Spesialkommando adlı birlikle alana giriş kararı almış bulunuyor.

Rusya ve Suriye cephesinde de hareketlilik var

Rusya çok sınırlı bir geri çekilme manevrası yapmıştı. Ancak bu kadarı dahi yanıltıcıydı. Deyim yerindeyse bu, satranç meraklısı Putin’in kazanmaya hedefli yeni bir hamlesiydi. Nitekim bölgedeki hareketliliği hep devam etmiştir. ABD ve müttefiklerinin, en çok da Türk sermaye devletinin ılımlı olarak nitelediği El Nusra başta gelmek üzere sözde rejim muhalifi çetelere ağır darbeler vurmuştur. Bu arada, Suriye rejim güçleri her daim Rus hava kuvvetlerinin desteği ile belli ilerlemeler sağlamaya devam etmiştir. Rusya şimdi yeniden görünür bir hareketlilik içindedir. Suriye’ye dönük olası bir doğrudan müdahalenin dillendirildiğini o da biliyor ve Pentagon’un karanlık ofislerinde ısıtılan bu olası hamleye karşı kendi cephesinde hazırlık yapıyor.

Öte yandan, ABD ve YPG Rakka-Menbic hattında ilerlerken, Rusya da rejim güçleri ile koordineli biçimde Halep yönünde ilerliyor. Hedef Suriye’nin en büyük ve önemli, dahası da moral değeri olan bu kentini ele geçirmektir. Bu, emperyalist koalisyon başta gelmek üzere, Ürdün üzerinden bunu engellemek isteyen Suudiler ve Türk sermaye devletinin oluşturduğu cepheye vurulmuş bir darbe olacaktır.

ABD, İngiltere, Fransa, Norveç ve diğerleri bölgenin ve bu arada da Suriye’nin geleceğinin şüphesiz ki kendi kirli çıkarları temelinde şekillenmesi için yoğun bir çaba yürütürken, Rusya da Çin, İran, Suriye ve Lübnan Hizibullah’ını da yanına alarak cepheyi güçlendirme yoğun çabası içindedir.

Gelişmelerin akış yönü yeni bir emperyalist savaşa doğrudur

Başta ABD olmak üzere emperyalistler Ortadoğu ve Suriye’ye dönük müdahalelerini, bölge halklarını, yıllardır yaşamlarını çekilmez hale getiren diktatör ve diktatörlüklerden kurtarmak olarak açıklıyorlar. Günümüzde ise buna, IŞİD’e karşı mücadele gerekçesini eklemişlerdir. Hiç kuşkusuz bunların tümü de aşağılık bir yalandan ibarettir. Emperyalistlerin diktatör dedikleri yıllardır onlara tam bir uşak ruhu ile hizmet eden işbirlikçileridir. Diktatör olmakla suçladıkları Saddam da diğerleri de onların eseridir. Türk sermaye devletinin şefi T. Erdoğan, Suudi kralı, Sudan’daki soykırımcı ve Ortadoğu’nun tüm diktatörleri ABD uşağıdır. Tümü de kendi halkları ile birlikte bölgenin kardeş halklarına kan kusturmaktadırlar. Türk sermaye devleti, Suudi rejimi, Katar, Ürdün, Yemen, Birleşik Arap Emirliği, Mısır, Irak; bunların hepsi de ABD işbirlikçisi diktatörlüklerdir. Hepsinin arkasında ABD ve batılı diğer emperyalist devletler vardır. Aslında yıkılmayı bekleyen bu devletler, diğer şeylerin yanı sıra ABD ve batılı emperyalistlerin desteği ile ayakta durmaktadırlar. ABD ve diğer emperyalistlerin, aşağılık iddialarının tam aksine, halkları bu çağdışı rejimlere ve diktatörlere karşı korumamakta, onlardan kurtarmak diye bir dertleri de bulunmamaktadır. Tam tersine Türk sermaye devleti örneğindeki gibi, başta Kürt halkı olmak üzere tüm kardeş halklara dönük kirli savaşları desteklemekte, kölelik koşullarında tutulmaları için onlara yardım etmektedirler.

Emperyalistlerin, halkları IŞİD ve El Nusra gibi ölüm makinelerinden korumak amacı ile bölgede bulundukları bir başka aşağılık yalanlarıdır. IŞİD de El Kaide de onun bugünkü versiyonu olan El Nusra da ABD, Fransa ve İngiltere’si ile batılı büyük devletlerin eseridir. Bu çağdışı çeteleri, en başta mazlum Kürt halkı olmak üzere, Ortadoğu halklarının başına bela eden onlardır. IŞİD ve diğerlerini kendi kirli çıkarları için vesayet savaşı yürütsünler diye bölgeye salan onlardan başkası değildir. Türk sermaye devleti, Suudiler, Katar ve İsrail, bu çeteleri koruyan, kollayan ve yaşamasını sağlayan ABD işbirlikçileridir. Türk sermaye devleti gelinen yerde bu konuda işi artık arsızlığa vurmuştur. IŞİD fazla teşhir olduğu için, onunla bağlarını kesmemekle birlikte, şimdi can simidi gibi El Nusra’ya sarılmıştır. Sermaye devletinin şefi Erdoğan tam bir utanmazlıkla, “El Nusra IŞİD’e karşı cengaverce savaşıyor, siz hala niye ona terör örgütü diyorsunuz” mealinde sözler edebiliyor. ABD’nin de işbirlikçilerinin de IŞİD gerekçesi tümüyle dipsiz bir yalandır.

Hakeza Rusya’nın Suriye’ye girişi, kalıcı biçimde yerleşmesi Suriye halklarını korumak ve kollamak amaçlı değildir. Akdeniz ticaret yolu gibi stratejik çıkarları da dahil, kendi sefil çıkarları için buradadır. Bölge haritasının kendi çıkarları temelinde yeniden çizilmesi, onun da yegane hedefidir. Bu konularda ABD ve diğer batılı emperyalist devletlerden farklı bir yanı bulunmamaktadır.

Bölge halklarının yakıcı ihtiyacı: Birleşik sosyalist devrim!

Bölgedeki nüfuz mücadelesi eninde sonunda emperyalist bir kapışma ile sonuçlanacaktır. Süreç de bu yönde seyretmektedir. Ve zaten ABD, AB ve Rusya’sı ile tüm emperyalistler, bölgenin artık dikiş tutmaz hale gelen statükosunun, başka bir anlatımla haritasının, elbette ki kendi çıkarları temelinde yeniden belirlenmesi ve şekillendirilmesi için bir kez daha Ortadoğu’ya taşınmışlardır. Suriye ve Rojava’ya müdahaleleri de bu aynı amacı taşımaktadır. Suriye’nin geleceğini belirlemekten kastettikleri ise özünde ve esasında, bölgenin haritasının kendi çıkarları temelinde yeniden belirlenmesidir. Suriye’nin ve Kürdü, Türkü, Arabı, Farsı, Ermeni ve Yahudisi ile bu coğrafyadaki halkların kaderleri onları zerrece ilgilendirmemektedir. Bu devletlerin hiçbiri bölge halklarının daveti ile bu coğrafyaya gelmiş değiller. Halkların iradesinin hilafına buradadırlar. Tümü de zorba, işgalci, sömürgeci, yağmacı ve emperyalisttir. Bölge halklarının yaşamını çekilmez hale getirenler onlar ve bölgedeki işbirlikçileridir. Bu nedenledir ki bölge halklarının onlara hiç ama hiç ihtiyacı yoktur.

Tüm emperyalistlerin derhal ve tam olarak Ortadoğu’dan defolması, iktisadi, siyasi, askeri, kültürel ve diplomatik her alanda ve her bakımdan onların varlığına son verilmesi, bölgede yıkılmayı bekleyen tüm işbirlikçi devletlerin yıkılması, başlarında bulunan çağ dışı diktatörlerin kesin ve kalıcı biçimde kovulmaları bölge halklarının tek çıkış yoludur. Bu coğrafyanın bir emperyalist sömürü ve yağma sofrası, bir halklar hapishanesi, bir savaşlar coğrafyası olmaktan çıkıp, sömürüden, yağmadan, kölelikten ve savaşlardan arındırılmış, bir kardeş halklar coğrafyası, daha özlü bir ifade ile, bir ayağı Balkanlar’da bir ayağı Ön Asya’da olan özgür ve eşit sosyalist cumhuriyetler birliği haline gelmesi tek kurtuluş seçeneğidir.

Ve tüm bunları olanaklı hale getirecek olan, Türkiye ve bölge işçi sınıfının merkezinde olduğu birleşik bir sosyalist devrim, tüm bölge halklarının yakıcı biçimde ihtiyaç duyduğu yegane çözüm yoludur.

 
§