10 Mayıs 2020
Sayı: KB 2020/Özel-2

1 Mayıs’ın ardından...
1 Mayıs dayatmaları ve sendikal bürokrasi
Sendikal bürokrasinin 1 Mayıs perişanlığı
2015 Metal Fırtına!
İstanbul’da 1 Mayıs eylemleri
İzmir’de 1 Mayıs eylemleri
İzmit’te yasağa rağmen 1 Mayıs
AİM 1 Mayıs’ı ‘evde kalamayanlar’ ile kutladı
Dört bir yanda 1 Mayıs
Anti-faşist zaferin 75. yıldönümü…
Anti-faşist mücadele ve komünistler - A. Eren
Almanya’da 1 Mayıs kutlamaları
Dünyada her yer 1 Mayıs’tı!
Paris’te yasaklara rağmen 1 Mayıs
İsviçre’de 1 Mayıs
Dünyanın aşıyla imtihanı
Yaktıkları kızıl meşale yolumuzu aydınlatıyor
Denizler dört bir yanda anıldı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sendikal bürokrasinin 1 Mayıs perişanlığı

E. Eren Yılmaz

 

Salgının gölgesinde gerçekleşen 1 Mayıs geride kaldı. Sermaye düzeninin işçilerin yaşamını hiçe saydığı, acil ve yakıcı taleplerini görmezden geldiği, “çarklar her şartta dönecek’” dayatmasının hüküm sürdüğü bir dönemde, tam da beklendiği gibi,1 Mayıs geçiştirilmeye çalışıldı. Herkes kendi sınıfsal karakterine uygun bir tutum aldı.

Ama başaramadılar. Sürecin özgünlüğü üzerinden ortaya çıkan tüm sınırlandırıcı etmenlere rağmen 1 Mayıs bir kez daha engellenemedi. Bu engellerin aşılmasında, ilerici-devrimci güçler ile fabrika ve işletmelerde öncü işçilerin gösterdiği çabalar belirleyici oldu. Sınırlı eylemliliklere rağmen 1 Mayıs ülke ölçüsünde gündemleşti.

***

1 Mayıs’ın gerçek sahibi olduğunu iddia eden sendika bürokratları cephesinde yaşanan tam bir iflas tablosuydu. Türk-İş ve Hak-İş ağaları için 1 Mayıs, 5 kişiyle 5 dakikalık bir boy gösterme seremonisinden ibaret kaldı. İmajlarını düzeltmek için de 1 Mayıs sonrasında ısmarlama röportajları tercih ettiler.

Türk-İş başkanı, süreç geride kaldıktan sonra, neredeyse tüm haber sitelerinde yayınlanan röportajıyla işçilerin sorunlarını bir bir sıraladı. En iyi mücadele yöntemi olarak gördüğü “hükümetten ricada bulunma”nın ardından “önümüzdeki dönem mücadele çetin olacak” demeyi de unutmadı. Artık yeni bir zorunlu sürece kadar Türk-İş başkanı ortalıkta görünmeyebilir. Onun için amaç hasıl olmuştur. 

Hak-İş başkanı ise özrü kabahatinden büyük bir açıklamayla sürece katıldı. Sendikaların içinde bulunduğu bugünkü durumu ‘80 darbesine bağlayan açıklamasında, meseleyi sendikaların mali zayıflıklarına getirerek, kıvraklığını göstermiş oldu. Üzerinde tepindikleri işçi aidatları yetmiyor olmalı ki, ‘80 darbesinden sonra işçi aidatlarının düşmesinden, grev fonunun kaldırılmasından, sözleşme sonrası farkların artık sendikalar tarafından alınamamasından yakındı. Kısacası kendi ihtiyaçlarına denk düşen sorunları dile getirdi. Tam bir arsızlıkla, işçi sınıfının mücadelesinin zayıflığını da buna bağladı.

***

Bu iki sendika konfederasyonunun pespaye tutumlarını eleştiren DİSK ne yaptı? Göstermelik adımların dışında hiçbir şey. Sadece 1 Mayıs üzerinden değil, bir bütün olarak salgın süreci boyunca hiçbir şey yapmadıkları gibi. Buna rağmen, MESS TİS sürecinde satış sözleşmesine imza atan, ardından gerçekleşen DİSK Genel Kurulu’nda DİSK Genel Sekreterliği koltuğuna oturan Adnan Serdaroğlu’nun başında bulunduğu Birleşik Metal-İş “özgüven” dolu şu açıklamayı yapabildi: “5 kişiyle gidin çelenk bırakın diyen baskıcı zihniyete... DİSK asla boyun eğmez. Sonuçları neye mal olursa olsun, kendi taleplerini hayata geçirmek için mücadele eder. Başkaları gibi gidip AKP talimatına uygun çelenk bırakmaz. Ne mutlu gelenekleri yaşatanlara ve teslim olmayanlara.” *

1 Mayıs günü DİSK yöneticileri sembolik bir katılımla Taksim’e yürüyüp çelenk bırakmak istediler ve polis saldırısı ile gözaltına alındılar. AKP gericiliği tam da kendisinden bekleneni yaptı, en küçük bir “esneklik” gösterme ihtiyacı duymadı.

Peki, “asla boyun eğmez” denilen DİSK, içinden geçilen sürecin ortaya çıkarttığı sendikal mücadele görevleri ve 1 Mayıs sorumluluğu üzerinden bakıldığında, kendisinden beklenenleri yaptı mı? DİSK yöneticilerinin 1 Mayıs günü sermaye devletinin kaba şiddetiyle gözaltına alınmış olmaları, “geleneklerin yaşatıldığı”nın ve “teslim olunmadığı”nın göstergesi olabilir mi?

Gericiliğin gözaltı saldırısı üzerinden asıl yanıtlanması gereken soru ise şudur: Onbinlerce üyesi olan bir sendikanın yöneticilerini bu kadar pervasız bir şekilde gözaltına alma cesaretinin gerisinde ne var? Bu sadece AKP iktidarının yasa ve kural tanımayan diktatörlük uygulamaları ile açıklanabilir mi? Sınıf mücadelesinin güçler dengesi üzerine kurulu olduğu basit gerçeğinin bunda bir rolü yok mudur?

Genelde olduğu gibi salgın sürecinde de açıklamalar yapmanın ötesinde anlamlı bir pratik sergilemeyen, kendini dayatan yakıcı talepler karşısında mücadeleyi örgütlemek bir yana kendi kendine sınırlar koyarak sürekli geri adım atan bir bürokratik anlayıştır, bugün DİSK’in tepesinde hüküm süren. Taksim’in 1 Mayıs’a kapatılmasına, hoyratça uygulanan grev yasaklarına, birbirini izleyen saldırılara vb. boyun eğenler karşısında sermaye gericiliği, 20 kişiyi bile Taksim’e yürütmeme ve gözaltına alma rahatlığını gösterebilmektedir. Fabrikalarda salgının hızla yayıldığını belirterek hükümete 48 saat süre tanıyanlar, ardından kıllarını bile kıpırdatmazlarsa, neden ciddiye alınsınlar ki? Sınıf mücadelesinde “yağmasan da gürle”’ mantığıyla hiçbir yere gidilemez. Bugün yaşananlar bundan ibarettir.

1 Mayıs’ın ardından gerçekleştirdikleri açıklama da, her zaman yaptıkları gibi, “dostlar alışverişte görsün” kabilindendir:

“Tek adam yönetimi ve AKP iktidarı içinden geçtiğimiz bu salgın günlerinde, halkımızın ve emekçilerin en temel ihtiyaçlarını, yaşam hakkını hiçe saymaya devam ediyor. Sade emekçiler faturalarını, ev kiralarını, kredi kartı borçlarını, temel sağlıklı beslenme ihtiyaçlarını karşılayamazken; aymaz iktidar işçileri ücretsiz izin adı altında 1170 TL gibi insanlık dışı ücretle yaşamaya mahkûm edecek maddeyi içeren torba yasayı çıkarmaktan geri durmuyor. İşçiye, emekçiye, sendikalara, emekten yana demokratik kitle örgütü ve siyasi partilere, hatta kendisine oy verenlerin de içinde bulunduğu milyonlarca insanın sesine kulaklarını kapıyor, büyük sermayenin çıkarına yasalar çıkarıyor. Siyasi iktidar salgına karşı insanlarımızı korumak şöyle dursun, emeğe ve halk sağlığına zararlıdır.’”**

Görüldüğü üzere, Birleşik Metal yöneticileri, yaşanmakta olan tabloyu iyi resmediyorlar. Ama sınıf mücadelesi sağı solu “ağlama duvarına çevirmek” değildir. Asgari sınıf bilinci olan herkesin bildiği temel önemde gerçek, sınıf mücadelesinde kazanımlar elde etmek, ekonomik ve sosyal haklarla birlikte demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlarını genişletmek ancak dişe diş mücadelelerle olanaklıdır. İşçi ve emekçilerin mücadele tarihi henüz sadece açıklamalar yapılarak, talepler sıralanarak, hak ve özgürlüklerin kazanılabildiğine tanıklık etmemiştir. 

Evet, tam bir zorbalık düzeniyle karşı karşıyayız. Salgın bunu çok daha belirgin bir hale getirmiş bulunuyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler ancak fiili meşru mücadelenin yolunu tutarak, örgütlü bir güç olarak sermayenin ve onun iktidarının karşısına dikilerek, bu tabloyu değiştirebilir, zorbalığa son verebilirler. Fabrikalar bu mücadelenin ana merkezleridir.

Bu düzende, yakıcı taleplerden başlayarak tüm sorunların kaynağı olan kapitalist sömürü düzenini hedef alan mücadeleleri geliştirmek dışında bir çözüm yolu bulunmuyor. İşçi sınıfının üretimden gelen gücü de dahil her mücadele aracını, yol ve yöntemi kullanarak fiili mücadeleyi örgütleme ihtiyacı, öncü işçileri göreve çağırıyor. Bu zorbalık düzeni karşısında yapılabilecek tek şey budur. Bu aynı zamanda, “Zorbalar kalmaz, gider!”***  başlığıyla yapılan pek vurgulu açıklamaların sahiplerine de verilecek en anlamlı yanıttır.

 

* Birleşik Metal-İş’in facebook sayfası, 2 Mayıs tarihli paylaşım.

** DİSK yöneticilerinin gözaltına alınması sonrasında Birleşik Metal-İş adına, 1 Mayıs tarihinde yapılan açıklama. BMİS facebook sayfasından alınmıştır.

*** DİSK adına gözaltılar sonrası yapılan açıklamanın başlığı. disk.org.tr’de yer alan bu açıklamanın içeriği de diğerlerinden farklı değil.