İçindekiler:

25 Aralık 2020
Sayı: KB 2020/Özel-28

Pandemi yılı ve işçi sınıfı
Sermaye iktidarı KDP-PKK çatışmasını kışkırtıyor
Bir garip yolsuzluk hikayesi
Çıplak arama dayatması insanlık onuruna saldırıdır!
Soytarılar tarihin çöplüğünü boylayacaklar!
“Devlet hakikatten hoşnut olmuyor”
MİB: Yaşatacak olan örgütlü gücümüzdür!
İşçinin isyanı ve ötesi
Eğitim Sen’de kriz ve sendikal bunalım
28 Şubat’ın dümen suyunda “TKP Açılımı” / 2 - H. Fırat
Alman kolluk güçlerindeki faşist örgütlenmeler / 3
BM’nin İnsani Gelişme Raporu üzerine
Veysel Akgül yoldaşı kaybettik!
“İfşa hareketi”nin gösterdikleri
“Taleplerimiz için de mücadeleyi büyütmemiz gerekiyor!”
Gençlik mücadelesi ve 2020
Roboski Katliamı 9. yılında…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Hakikati söylediğinizde devlet bundan hoşnut olmuyor”

 

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile salgın süreci ve AKP iktidarının pandemi politikaları üzerine konuştuk...

 

-Salgın nedeniyle binlerce sağlık çalışanı enfekte olurken, onlarca sağlık çalışanı yaşamını yitirdi. İktidarın sağlık çalışanlarına dönük salgın politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yetersiz olduğunu sürecin başından beri söylüyoruz zaten. Alınan önlemler bu salgının hızını kesebilecek önlemler değil. Belki sınırlı ölçüde bir etkisi olabilir. Çünkü insanların toplu olarak bir arada bulundukları bazı alanların kapalı olması, insanların da aynı zamanda biraz daha olayın ciddiyetini fark etmesi bulaşı sorununa etki ediyor. Ama onun dışında alınması gereken önlemleri başından beri söyledik. Biz en az 14 gün tercihen 28 gün bir kapanma uygulanmalı diyoruz. Zorunlu üretim dışında üretim durdurulmalı ve özellikle toplu bulunulan alanların tamamı kapatılmalı.

Yerel yönetimlerle ve toplumla ortaklaşarak yerel sorunların gözetilmesi önemli. Çünkü İstanbul’daki salgın hızıyla Mersin’deki salgının ya da Kars’taki salgın hızı birbiri ile eşit değil, sorunları farklı. Dolayısıyla yerel yönetimlerin olmadığı bir karar mekanizması doğru bir karar mekanizması da değil. Ama salgın, son derece merkezi bir yapıyla tepeden yönetiliyor ve yerelde sanki İl Hıfzıssıhha Kurulları, pandemi kurulları varmış gibi davranılıyor. Bunların da yerel sorunlarla değil, doğrudan merkezden gelen emirlerle kararlar aldığı bilinen bir gerçek. Dolayısıyla çok ciddi boyutta bir eksiklikle karşı karşıyayız.

Tabi bu arada bu 14 ila 28 günlük kapanmanın bir bedeli var. Özellikle emekçiler açısından insanca yaşayabilecekleri bir gelirin sağlanması gerekiyor. Emekçilere, gündelik işlerde çalışanlara, güvencesiz çalışanlara ve esnafa da bu destek mutlaka olmalı. Esnaf için ayrıca kira giderlerinin karşılanması, elektrik, su, ısınma gibi temel giderlerinin karşılanması gibi bir zorunluluk da var. Ancak bu şekilde gerçek bir kapanma sağlanabilir ama asla sokağa çıkma yasağını kast etmiyorum. Çünkü ev içinde de bulaşın çok olduğunu biliyoruz, dolayısıyla özellikle kapalı ve kalabalık evlerde sorun daha ciddi boyutta.

Bir boyutu daha var işin, ev içi şiddet. Özellikle bu dönemde insanlar uzun süre evde kaldıkları ve kapandıkları için şiddet daha da artıyor. Hele ki yoksulluk koşulları, sosyal destek mekanizmalarının olmasını gerektiriyor. Kadınlar ve çocukların bu dönemde daha çok şiddete uğradığını gördük biz. Dolayısıyla sosyal hizmetler alanının yaygınlaştırılması ile ev içi sorunların denetlenmesini de sağlamak gerekiyor.

 

-Salgınının ilk gününden bu yana Sağlık Bakanlığı’nın gerçek vaka ve ölüm sayılarını gizlediği, bunu teşhir eden TTB’yi ise hedef gösterildiği gözler önüne serildi. TTB’ye dönük bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hakikati ortaya koyma iradesi hep saldırı ile karşılaşıyor. O nedenle beklenir bir refleks devlet adına. Benzer bir örneği başka bir yerden doğru verebilmek mümkün: Toplumsal olayları haberleştirdikleri için, helikopterden atılma iddiası ile ilgili haber yapan gazetecileri tutukladılar. Hakikati söylediğinizde devlet bundan hoşnut olmuyor ne yazık ki. Oysa zaten demokratik meslek örgütü olarak Türk Tabipleri Birliği, halk sağlını koruma sorumluluğunu taşıyor. Ve bunun için de halk sağlını korurken, devlet politikalarını değerlendirme, denetleme ve bunları eleştirme yükümlülüğü var. Yani bu bir ödev zaten. Anayasa tarafından tanımlanmış, yasalar ile garanti ve güvence altına alınmış bir ödevimiz var bizim ama bu ödevi yapmak tabii ki uygun değil. Neden uygun değil? Çünkü doğru salgın yönetimi yapılmıyor, salgının bu kadar hızlı ilerlemesinde sorumlulukları olduğunda bunlar görülür kılındığında kendi sorumlulukları da ortaya çıkmış oluyor ve bu yüzüne vurulunca da siyasi otorite buna karşılık size saldırı olarak bir hakikat kırıcılığı yapıyor. Asıl suçlu ve sorumlu onlar sizi suçlayan, kriminalize eden bir tutum sergiliyorlar.

 

-Salgının seyri her geçen gün ağırlaşıyor. Bunun karşısında birtakım önlemler açıklansa da başta TTB olmak üzere, meslek örgütleri, odalar, sendikalar ve birçok kuruluş gerçek önlemlerin acilen alınması gerektiğini ifade ediyor. Alınması gereken acil önlemler nelerdir?

Birincisi şehirlerarası ulaşımı, özellikle yerellerin koşulları gözetilerek durdurmak zorundalar, yani sınırlamak zorundalar. Salgının yoğun olduğu bölgelerden salgının daha düşük olduğu bölgelere toplu ulaşım olanaklarını durdurmalılar ki böylece oradan bir aktarım söz konusu olmasın, yani karantina uygulamaları dediğimiz uygulamaları hayata geçirmeleri gerekir. Zorunlu üretim dışında üretimin durdurulması gerekir. Toplu taşıma ile yolculuk yapmayı sınırlandırmaları gerekir. Toplu taşımayı da daha sık yapacak ki içinde fiziksel mesafenin korunabildiği koşullarda yolculuk yapılabilsin. O da zorunlu haller dışında, onun dışında insanların özellikle yakın çevresinde, açık havada fiziksel mesafeyi koruyarak, fiziksel aktivitelerini sürdürebilmelerini olanaklı kılmak gerekiyor çünkü bu salgında en önemli risk faktörlerinden biri de obezite. Yapılan çalışmalara göre obezitenin ölüm riskini yüzde yetmiş dört arttırdığını görüyoruz. O nedenle eve kapatmak yerine insanların fiziksel aktivitesini sürdürmesini sağlamak çok önemli.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

 

Dink davası duruşması görüldü

 

Dink davasının 116. duruşması 24 Aralık’ta Çağlayan’da bulunan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.  

Duruşmada mahkeme başkanının paylaştığı, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünden gelen yazıda; dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz ile dönemin İstanbul Jandarma istihbarat görevlileri Ecevit Emir ve Emre Cingöz’ün mütalaanın açıklanmasından sonra yurt dışına kaçmak için Gürcistan ile irtibat kurdukları ve görüşmeler yaptıkları belirtildi.  

Yargılananlardan Hamza Celepoğlu, savunmasını yetiştiremeyeceğini öne sürerek Şubat ayında savunma yapmayı talep etti. Mahkeme başkanı savunmaların Ocak ayında alınacağını belirterek bu talebi reddetti.

Mahkeme heyeti kararında duruşmanın başında okunan yazı üzerine Ali Öz ve Ecevit Emir’in ev hapsine alınmasına, sanık Emre Cingöz’ün ise İstanbul’u terk etmemesine hükmederek bir sonraki duruşmayı 6 Ocak 2021’e erteledi.