İçindekiler:

25 Aralık 2020
Sayı: KB 2020/Özel-28

Pandemi yılı ve işçi sınıfı
Sermaye iktidarı KDP-PKK çatışmasını kışkırtıyor
Bir garip yolsuzluk hikayesi
Çıplak arama dayatması insanlık onuruna saldırıdır!
Soytarılar tarihin çöplüğünü boylayacaklar!
“Devlet hakikatten hoşnut olmuyor”
MİB: Yaşatacak olan örgütlü gücümüzdür!
İşçinin isyanı ve ötesi
Eğitim Sen’de kriz ve sendikal bunalım
28 Şubat’ın dümen suyunda “TKP Açılımı” / 2 - H. Fırat
Alman kolluk güçlerindeki faşist örgütlenmeler / 3
BM’nin İnsani Gelişme Raporu üzerine
Veysel Akgül yoldaşı kaybettik!
“İfşa hareketi”nin gösterdikleri
“Taleplerimiz için de mücadeleyi büyütmemiz gerekiyor!”
Gençlik mücadelesi ve 2020
Roboski Katliamı 9. yılında…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Alman kolluk güçleri içindeki faşist örgütlenmeler / 3

Irkçı-faşist örgütler devlet korumasında

D. Meriç

 

Heike Kleffner ve Matthias Meisner editörlüğünde,2019 yılında “Aşırı Güvenlik. Polis, Anayasayı Koruma Örgütü, Ordu ve Yargı İçerisindeki Aşırı Sağcılık” (Extreme Sicherheit. Rechtsextreme in Polizei, Verfassungsschutz, Bundeswehr und Justiz, Verlag Herder, Freiburg 2019) adı altında bir kitap yayınlandı. Kitap için Almanya’nın tanınmış 30’a yakın gazetecisi tarafından yargıya yansımış olan olaylar üzerine kaleme alınan 30 ayrı makalede, devlet aygıtları içerisinde yuvalanmış olan ırkçı faşist örgütlenmelere ilişkin çarpıcı belgeler yer alıyor.

Kitabın ilk bölümünde, Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün ortaya çıkışından Kassel Şehri Belediye Başkanı Walter Lübcke’nin öldürülmesine kadar olan süreç anlatılmaktadır. Bu örgütün bizzat Thüringen ve Hessen eyaleti Anayasayı Koruma Örgütü tarafından nasıl yaratıldığına ilişkin çarpıcı bilgiler verilmektedir. 1990’larda başlayan bu süreç iki Almanya’nın birleşmesi dönemine kadar uzanmaktadır. Bizzat sermaye devleti eliyle Batı’dan özel olarak seçilmiş olarak ırkçı anti-komünist oldukları kesin olan kişilerin Doğu Almanya’daki yeni eyaletlerde bazı özel görevlerin başına atanması ile başlamıştır.

MDR redaktörü Axel Hemmerling kitapta yayınlanan makalesinde oldukça ilginç bilgilere yer vermektedir: “NSU örgütü ile kurulan bağlantıların kökenleri, iki Almanya’nın birleşmesinden sonra yeni federal eyaletlerde oluşturulan Anayasa Koruma Örgütü ve Devlet Kriminal Polis Dairelerinin (LKA) kurulduğu 1990’ların başlarına dayanmaktadır. Bu kurumların başına atanacak olan kişilerde aranan en önemli özellikler, batıdan seçilmiş ve şiddetli komünizm karşıtı olmalarıydı. Thüringen’de yeni kurulan Anayasayı Koruma Örgütünün başına Helmut Roewer ve LKA’nın başına da yüksek düzey bir polis memuru olan Uwe Kranz atandı. Her ikisi de Batı Almanya’da yetiştirilmiş, aşırı sağcı düşüncelerini açıkça ifade etmekten çekinmeyen, polis ve gizli servislerde bir dizi üst düzey görevlerde bulunmuş kişilerdi.”

Makalede Roewer’ın, NSU’nun ortaya çıktığı Neonazi çevrelerin inşa edilmesinde önemli bir rol oynadığı belirtiliyor.“Kaynak” olarak kullandığı, finanse ettiği ve koruğu işbirlikçilerden Tino Brandt’ın (NSU’nun daha sonraki çekirdeğini oluşturanlardan Uwe Böhnhardt, Uwe Mundlos ve Beate Zschäpe’nin de içinden çıktığı) çok gizli olarak örgütlenmiş bir Neonazi organizasyonu olan Thuringian Homeland Security’nin başkanı olduğuna işaret ediliyor. Devamında zengin ve ayrıntılı olarak sunulan somut bilgiler, dün ve bugün kullanılan Neonazi çetelerin bizzat devlet güdümlü olduğunu açık bir şekilde gözler önüne seriyor.

Freie Presse Chemnitz gazetesi yazarlarından tarihçi Jens Eumann ise Hessen NSU davası soruşturmalarına dayanarak şu saptamada bulunuyor: “Devlet istihbarat örgütleri ile neo-nazi örgütler arasındaki ilişki sistematik olarak sürdürülmekte ve özel olarak korunmaktadır. Bunları kişisel hatalara bağlamak, münferit olaylar olarak lanse etmek gerçekle uyuşmamaktadır.”

Ordu, polis ve istihbarat örgütleri arasındaki bağlar

Kitabın ikinci bölümünde yer alan birçok makalede ordu ve polis bünyesindeki özel hareket timlerine yayılmış olan ırkçı faşist örgütlenmeler ve bunların istihbarat örgütleriyle olan düzenli ilişkilerini anlatıyor. Bunlardan en çarpıcı olanı Alman Silahlı Kuvvetleri subayı Franco A.’nın kurduğu ve yönettiği ırkçı faşist ağdır. Bir KSK subayı olan Franko A. Nisan 2017’de sahte bir kimlik ile ilticaya başvurduğu aşırı sağcı saldırılar planladığı için gözaltına alınmıştı. Suçlu olduğu belgelerle ispatlanmış olmasına rağmen yukarılardan gelen emirler sonucu hemen serbest bırakılmıştı. Franco A. faaliyetleri ortaya çıktığında, Fransız-Alman Tugayı’nın 291. Taburunda bir teğmendi. Askeriye içerisindeki ırkçı faşist çalışmaları defalarca ortaya çıkmasına rağmen üstleri tarafından sürekli olarak korundu. Franco A. KSK içerisinde kurduğu “prepper” isimli ırkçı faşist ağın yöneticisi olduğu ispatlanmış ve birçok insan hakkında ölüm listeleri hazırladığı kesinleşmiş olmasına rağmen mahkemeler tarafından serbest bırakıldı.

Bu ağın merkezi figürlerinden bir diğeri, 1985 yılında Halle’de doğan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın (KSK) yüksek rütbeli bir askeri olan André S.’dir. “Hannibal” adını kullanan bu yüksek rütbeli KSK subayı, kurduğu ırkçı sohbet grupları ağı ve UNITER e.V isimli dernek aracılığıyla Almanya’nın tamamının yanı sarı Avusturya ve İsviçre’ye kadar uzanan ırkçı bir ağa liderlik etmektedir. Ordu, polis ve özel güvenlik hizmetlerindeki seçkin birimlerin üyeleri için kendisini bir yardım organizasyonu olarak gizleyen UNITER derneği, kendi kurdukları komuta merkezinin kontrolünde askeri tatbikatlar yürütmektedir. Ayrıca André S. denilen bu ırkçı faşist subayın, Askeri İstihbarat Örgütü (MAD) ile de çok yakın ilişkileri ortaya çıkmıştır. Franco A. ile André S arasındaki ilişki kesilmeden sürdüğü ve birkaç kez şahsen görüştükleri saptanmıştır.

UNITER ayrıca NSU örgütü ile doğrudan bağlantılara sahiptir. André S birlikte UNITER’i kuran Ringo M., Baden-Württemberg eyaletinde Anayasayı Koruma Örgütünün bir çalışanıdır. 2015’de Anayasayı Koruma Örgütü’ne katılmadan önce, Böblingen şehrinde polis olarak Michèle Kiesewetter isimli polis ile birlikte çalışmışlardı. Ringo M.’nin birlikte çalıştığı ve yakinen tanıdığı bu polis memuru Nisan 2007’de Heilbronn’da NSU çetesi tarafından vurularak öldürülmüştü ve bu cinayetin sebebi hala sır olan kalmaktadır.

Tagesspiegel gazetesi muhabiri Robert Kiesel’in kitapta yayınlanan makalesinde şu olgulara işaret edilmektedir: “Hannibal” adıyla anılan ırkçı ağın en bilinen kısmı “Nordkreuz” grubudur. Mecklenburg-Vorpommern eyaleti CDU’lu İçişleri Bakanlığı’nın sistematik olarak bu dosyayı kapatmasına karşı eyalet federal başsavcısı Lorenz Caffier Ağustos 2017’den bu yana bu gurubu soruşturmaktadır. “Nordkreuz” grubu yaklaşık 30 şüpheli üyeye sahiptir. Bunların arasında eski KSK üyesi elit askerler, Özel Harekat (SEK) ve Kriminal Daire (LKA) polisleri, savcılar ve hakimler bulunmaktadır. Bu guruba yönelik soruşturmalar kapsamında, şüphelilerde “X günü” geldiğinde yakalanıp önceden belirlenmiş askeri kışlalara götürülerek öldürülecek 25.000 kişilik listeler bulunmuştur. 2019 yılında basına yansıyan bilgilere göre bu gurubun üyeleri tarafından 200 adet ceset torbası ve sönmemiş kireç temin edilmiştir. İki yıldır devam soruşturmalar kapsamında, ana şüphelilerden birisi olan eski SEK üyesi Marko G.’nin evinde 2019 Haziran’ında yapılan aramalarda, 2012 yılından bu yana diğer üç SEK üyesi tarafından çalınan 10.000’den fazla mermi, Uzi marka makineli tüfek ve susturucusu yakalanmıştır.

Kitabın başka bir bölümünde bu ırkçı faşist ağlarla ilişkileri olan savcı ve hakimler anlatılmaktadır. Bunlardan biri Thüringen’de savcılık yapan ve daha öğrenciyken “Jura-Nazi” lakabıyla tanınan Martin Zschächner’dir. Bu savcı Almanya için Alternatif (AfD) lideri Bernd Höcke’yi protesto eden bir ilerici aydınlar gurubuna karşı çok ağır soruşturmalar yürütmesiyle ünlüdür. Bir diğeri ise faşist AfD milletvekili olan Dresdenli yargıç Jens Maier’dir. Bu yargıç Norveç’te bir gençlik kampında toplu katliam yapan, onlarca genci katleden Andres Breivik isimli caniyi masum ilan etmiş ve “çaresizlikten böyle bir eylemi gerçekleştirdi” diyebilecek kadar ırkçılıkta sınır tanımamıştır. Yine mültecileri işgalci, yabancıları ise asalaklar, devlet kasalarını soyanlar olarak adlandıran Freiburg savcısı Thomas Seitz’ın adı anılmaktadır. Bu ırkçı faşist bugün AfD milletvekili olarak parlamentoda oturmaktadır. Kitabın başka bir bölümünde ise devlet ile ırkçı faşist örgütler arasında var olan ilişkilere değinilmektedir. “Gri alanlar” olarak adlandırılan bu bölümde özellikle istihbarat örgütleri ile Neonazilerin sola karşı birlikte nasıl çalıştıklarını anlatan sayısız vaka ele alınıyor.

Sınıf egemenliği ve şiddet aracı olarak devlet

F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı eserinde devlet konusunda şunları söylemektedir: “Devlet, sınıf karşıtlıklarını frenleme gereksinmesinden doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması ortamında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir. İşte bundan ötürüdür ki antik devlet köle sahiplerinin devletiydi: tıpkı feodal devletin, serf ve angaryacı köylüleri boyunduruk altında tutmak için soyluların organı ve modern temsili devletinde, ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesi aleti olması gibi.”

Dünyanın bütün emperyalist ülkelerinde olduğu gibi Alman sermaye devleti de içerde toplumsal mücadeleye, dışarıda ise emperyalist rakiplerine karşı sürdürülen işgalci kirli savaşlarda kullanılmak üzere her türden karanlık cinayet örgütlerine ihtiyaç duymaktadır. Bugün bu cinayet örgütlerinin çok sınırlı ölçülerde ortaya saçılan pislikleri bile Alman sermaye devletinin nasıl bir işleyişe ve bataklığa battığını, o çok övünülen burjuva demokrasisinin ikiyüzlülüğünü yeterli açıklıkta göstermektedir.

Ordu, polis ve istihbarat örgütleri aracılığıyla faaliyetlerini sürdüren bu karşı devrimci örgütlenmeler bizzat sermaye devletinin projeleridir. Onun tarafından kurulan bu çeteler cümertçe finanse edilmekte ve özenle korunmaktadır. Bugün artık burjuva basının bile saklayamadığı skandallar sermaye sözcülerini ikiyüzlü yalanlara ve göstermelik adımlar atmaya zorlamaktadır. Son dönemlerde en üst makamlarca yapılan açıklamalar bu faşist yapılanmaları ortadan kaldırmaya yönelik olmadığı gibi, onları daha da güçlendirmeyi, toplumsal tepkileri yatıştırmayı amaçlamaktadır.

Bu gerçeği Alman Savunma Bakanı A. Kramp-Karrenbauer’in gelişmelere ilişkin açıklamalarından ve alınan tedbirlerden görmek mümkündür. Bakan Kramp-Karrenbauer, SR3 radyo kanalına verdiği demeçte, özel kuvvetlere ihtiyacın her halükarda devam ettiğini, ancak “bu tür gizli faaliyetler yürüten birliklere özel bir güvenin mevcut olması gerektiğini” vurguladı. “Nasıl tedbirler alınacak” sorusuna Bakanın verdiği cevapta ise, özel harekat timi KSK’ye dört ay zaman verildiğini ve birliğin bu süre içerisinde kendisini temizlemesini beklediklerini belirtti.Bu açıklama ile suç işledikleri belgelerle açığa çıkmış ve sayıları yüzlerle ifade edilen ırkçı faşist askerlere yönelik bütün yasal soruşturma yolu kapatılmaktadır. Özenle korunan bu çeteler kuşkusuz sermaye devletinin kirli başka kurumlarında görevlerine devam edeceklerdir.

Hükümet ortağı ve Savunma Bakanlığı görevlisi SPD’li Eva Ho¨gl gelişmeler üzerine yaptığı açıklamada, “Ne Alman ordusu ne de KSK içerisinde iddia edildiği gibi aşırı sağcı örgütlenmeler yoktur ve ortaya çıkan vakalar ise münferit olaylardır. Hiç kimse bu münferit vakalar nedeniyle çok başarılı işler yapmış olan özel harekat timi KSK’yi töhmet altına sokamaz. Açığa çıkan bu münferit olaylar ise Askeri İstihbarat Örgütü (MAD) ve KSK’nin seçkin subayları tarafından soruşturulacaktır” demektedir.Yani yılardır KSK içerisindeki faşist örgütlenmeyle el ele çalışan askeri istihbarat elemanlarıyla, KSK içerisinde ırkçı-faşist örgütlenmeleri yaratan yüksek derecede subaylar, bu münferit olayları soruşturarak, suçluları yargıya teslim edecekler(!) Sermaye iktidarı temsilcilerinin yaptığı bu açıklamalar bile Alman kolluk güçleri içerisindeki faşist örgütlenmelerin nasıl korunup kollandığını göstermeye yetmektedir.

Kapitalist tekellerin elinde emekçilere karşı bir şiddet aracı olarak kullanılan sermaye devleti sömürü ve zulüm sistemi olan kapitalizmin ömrünü uzatmak için her yolu kullanacaktır. Tıpkı dün ve bugün olduğu gibi gelecekte de… Bu, kapitalist sitemin bekası için sermaye sınıfının bilinçli bir tercihidir ve o hiçbir şart altında bundan vazgeçmeyecektir. Kapitalistlerin diktatörlük aracı olan sermaye devletleri, onların beslemeleri olan bütün faşist örgütlenmeler yalnızca toplumsal bir devrimle ortadan kaldırılabilir. Onun dışındaki bir beklenti işçi ve emekçileri aldatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.