İçindekiler:

19 Mayıs 2023
Sayı: KB 2023/07

Seçim oyununda ilk perde kapandı
Dengeyi devrimci sınıf mücadelesi değiştirecek!
Sefalet koşulları ancak örgütlü mücadeleyle aşılır
Talan düzenine dair yeni ifşaatlar
Pişkince alay ediyorlar!
Gerici-faşist rejiminin seçim "vaatleri"
Rejim ağır bilançonun sorumlusudur!
AKP'nin nefret söylemi
Alınlarını seccadeye koyup şükrettiler ve...
İş cinayetleri katliama dönüştü!
"Mata süreci böyle bitmemeliydi"
Direnişçi Kocar işçilerinden kamuoyuna
Devrimci parti ve legal alanın kullanımı
Denizlerin mücadelesi sandıklara hapsedilemez!
İbrahim Kaypakkaya mücadelemizde yaşıyor!
İşçi sınıfı iktidarından ne anlıyoruz?
Yine ırkçı-Siyonist rejimden yine katliam
Arap Birliği Şam'a geri döndü!
ABD göçmen düşmanlığını sürdürüyor
Gültekin Malcı ile dayanışma devam ediyor
Kimi, neden protesto ettik?
Devrimci 1 Mayıs Korteji'nden açıklama
Basın özgürlüğünün güvencesi mücadeledir!
Üniversitelerin sesi yükseliyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

AKP’nin nefret söylemi

G. Umut

 

Dinci-faşist ittifak bugünlerde “aile kurumu” üzerinden demagojik söylemlere ağırlık veriyor. Hem Erdoğan hem de AKP’nin tüm sözcüleri bu konuyu olur olmaz hep gündeme getiriyorlar. Aile kurumu üzerinden süren bu demagojinin bir boyutunu ise LGBTİ+lara yönelik düşmanlaştırıcı söylem oluşturuyor. 

Bunun en berbat örneğini ise Süleyman Soylu, krem reklamı üzerinden LGBTİ+’ları hedef alarak yaptı. Ardından Giresun mitinginde konuşan Erdoğan şunları dedi:

“Biz LGBT’ci değiliz. CHP LGBT’ci, İYİ parti LGBT’ci HDP LGBT’ci. O masanın etrafında olanların LGBT’ye karşı olduklarını duydunuz mu. Cumhur İttifakı olarak biz karşıyız. Çünkü bizim için aile kutsaldır. Ne yaparlarsa yapsınlar bize Allah yeter.”

Daha önceki konuşmalarında da “14 Mayıs kadına şiddetin yanında olanlara, LGBT’cilere ders verme günü olacak” diyen Erdoğan, her sıkıştığı durumda da aile kurumu demagojisine sarılarak LGBTİ+lara nefret kusmaktadır.

AKP iktidara geldiği günlerde çeşitli sorunlar üzerinden güya “açılım” projeleri sunarak bu sorunları istismar etmişti. Bugün nefret kustuğu LGBTİ+lara yasal güvence sözü 2002 yılında Erdoğan tarafından vaat edilmişti. Dün yasal güvence sözü verilen ve bugünse aile demagojisi ile LGBTİ+ düşmanlığı yapan gerici-faşist iktidar, her gün yeni saldırıları hayata geçirmek için seferber olmaktadır.

2020 yılında baroların bölünmesi saldırısının gerisinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın LGBTİ+ları hedef alan açıklamaları vardı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararı topluma aktarılırken gerekçe “Eşcinsellik teşviki”ydi. 6284 sayılı kanun tartışmaya açılırken yine LGBTİ+lar üzerinden “aileyi tehlikeye atıyor” söylemleri kullanıldı.

Seçimlere az bir süre kala neredeyse her alanda kullanılan aile söylemi ve LGBTİ+ düşmanlığı toplumu kutuplaştırmanın kullanışlı bir aracıdır. Bu aynı zamanda, bu söyleme karşı çıkan herkese sallanan sopan ve bir gözdağıdır.

Bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nden çıkanlar, iktidarları döneminde kadın cinayetlerinin tam bir kırıma dönüştürenler, Hüda Par ve Yeniden Refah gibi gerici partilerle 6284’ü pazarlık konusu yapanlar demagojik söylemlerle kadın haklarından ve şiddetten bahsediyorlar.

Kazanımların pazarlık konusu haline getirildiği ve her geçen gün tırpanlandığı bir dönemde artan kadın cinayetleri AKP iktidarının aynasıdır. Tarikat ve cemaatlerin meşrulaştırılması, devletin büyük parasal kaynaklarının bu gerici merkezlere sınırsız bir biçimde aktarılması, devletin yönetim kademelerine ise cemaat ve tarikat mensuplarının yerleştirilmesi, kadın ve çocuk haklarına dönük saldırılar bunun sonuçlarıdır.

Kadınların eve kapatılması, aile kurumunun kutsanması, değerler söylemleri altında kadının erkeğin kölesi olarak görülmesi ve ucuz emek sömürüsüne maruz bırakılması, kadın emeğinin “eve katkı” olarak adlandırılması ile artan kadın cinayetleri ve şiddet, bu gerici karanlık zihniyetin günlük uygulamalarıdır artık.

İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılması, Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü açıklamalarının ardından anayasa düzenlemesi adı altında LGBTİ+ları hedef alan ve 6284’ün hedefe konulması, “Büyük aile buluşması” adı altında LGBTİ+ düşmanlığının yaygınlaştırılması ve çocuk istismarının meşrulaştırılması karanlığın giderek arttığının gösteriyor.

Gerici-faşist iktidarın tüm toplumun üzerine çöken bu karanlığını bertaraf etmek ancak dişe diş mücadele ile mümkün olacaktır. AKP iktidarının koyulaşan karanlığına karşı her geçen büyüyen ve militanlaşan kadın eylemlilikleri de bunu gösteriyor.

Kalıcılaşan nefret söylemlerini parçalamanın, LGBTİ+lara dönük her türlü şiddetin karşısında durmanın da kazanılmış hakları korumanın da tek yolu mücadele ve direnmekten geçmektedir.

 

 

Yıkımdan rant devşirenlere karşı mücadeleye!

 

Gerici-faşist rejimin iktidarını kolayından terk etmek istememesinin bir nedeni de ranttır. Gerici-faşist rejimin başı Erdoğan, 21 yıldır kendi yakın çevresi ile birlikte tarikatları, yandaş sermaye gruplarını, cemaatleri-tarikatları zenginleştirmiştir. Bu zenginliği büyük oranda yıllardır sürdürdükleri rant politikalarından sağlamışlardır. Rant politikalarına kılıf uydurmak için yasaları kendi çıkarlarına göre düzenlemişlerdir. Vazgeçemedikleri işte bu ranttan elde ettikleri muazzam zenginliktir. Öte yandan korktukları; yasal ancak emekçiler nezdinde meşru olmayan bu büyük suçların hesabını verme ihtimalleridir.

Rant, talan, yağma ve yalan üzerine kurulu gerici-faşist rejimin sebep oldukları büyük deprem yıkımının 4’üncü gününde başlattıkları ihaleler hiç hız kesmeden sürüyor.

Arama-kurtarma çalışmaları için bu kadar acele edilmezken yıkımdan rant devşiren gerici-faşist rejim “acele kamulaştırma” adı altında emekçilerin topraklarına el koydu.

Yıkımın sorumlularına ödül

Kamu İhale Bülteni’nde ve basına yansıyan haberler göre deprem illerinde yapılan ihalelerin adresleri oldukça tanıdık. AKP’nin semirttiği çetelerin aldıkları ihalelerle yaptıkları yolların, şehir hastanelerinin, okulların, havaalanlarının akıbeti belli. Erdoğan’ın “Erzurum’a çağ atlatacak tesis” diyerek açtığı ancak 3 yıl sonra çöken kayak pistini yapan şirket bunlardan biri. Bir diğeri Erdoğan’ın sahte temel atma töreni yaptığı Defne Hastanesi’nin ihalesini alan şirket. Bir başkası depremde oluşan çatlakları sıvayla kapatarak rapor almaya çalışan şirket. Yine aralarında bölgede daha önce yaptıkları okulların depremde kullanılamaz hale geldiği şirketler de var. Bu şirketlerin yaptıkları usulsüzlerle ilgili bir yaptırım olmazken, diğer yandan yıkımın ardından bir kez daha milyarlarca liralık ihale verilerek ödüllendirilmesi bu rejimin kuralı haline gelmiştir.

***

Yapılaşmanın önemli bir rant alanı olduğu AKP iktidarı döneminde inşaat sektörü devasa bir büyüme yaşamıştır. İnşaat sermayedarlarının kârları katlarken öte yandan karşılaştıkları birtakım yasal zorluklar da gerici-faşist rejim tarafından yapılan yeni düzenlemelerle kolayca aşılmıştır. Meslek odalarının yetkileri elinden alınmış, mahkemelerde verilen itiraz kararları görmezden gelinmiş, imar afları çıkarılmış, emekçilerin itirazları jandarma, polis, yargı eliyle bastırılmıştır. Sonuç olarak inşaat sektörü, yandaş sermayedarlara devasa kaynak aktarımının aparatı haline getirilmiştir. Bu aktarımın “yasal” dayanağı ise 21/b maddesidir. Söz konusu madde; doğal afetler, salgın hastalıklar, can ve mal kaybı tehlikesi olduğu durumlarda acele ihalelere izin veriyor. Ancak afet olsun-olmasın her türlü ihale bu maddeye sığınılarak yapılıyor. Cezaevleri, otoyol, hastaneler, köprüler, havaalanları gibi “çılgın” ve “mega” projeler için açılan ihalelerle milyarlarca lira kamuoyunda 5’li çete olarak bilinen inşaat sermayedarlarına aktarılıyor. Dolayısıyla deprem gibi “doğal afet” durumunda bölgede alelacele yapılan ihaleler tümüyle “yasal” bir çerçeveye oturuyor. Daha depremin 4’üncü gününde enkaz altında kurtarılmayı bekleyen binlerce insan varken başlayan ihaleler, depremzedelerin acil ihtiyaçlarının sürdüğü günlerde de devam etmiş, seçimden birkaç gün öncesine kadar sürmüştür. Bu durum gerici faşist rejimin depremi “Allah’ın lütfuna” çevirdiğinin ve bitmek bilmez doyumsuzluğunun yalnızca küçük bir örneğidir.

Önümüzdeki günlerde gerici-faşist rejimin sandıkta bir nöbet devri gerçekleştirmesi durumunda yerine gelenlerin nasıl bir politika izleyecekleri belli değil. Sundukları boş vaatler dışında bir programları görünmüyor. Ancak gerici-faşist rejim devam ederse rant, yağma ve talan konusunda seçimlerden de aldıkları güçle çok daha pervasız davranacakları kesindir. Rant düzeni sürdükçe pervasızlığın dozu değişse de emekçilerin payına düşen yıkım değişmeyecektir. Emekçiler kendilerine dayatılan bu yıkım ve rant düzenine karşı mücadeleyi yükseltmedikçe yoksulluktan ve ölümden kurtulamayacaktır.