İçindekiler:

15 Ağustos 2023
Sayı: KB 2023/13

Haklar ve özgürlükler mücadelesini büyütelim!
Emekçiye düşman ekonomi programlarına devam!
Mızrak çuvala sığmıyor!
Enflasyon tahminleri
Diyanet
Direne direne kazanacağız!
Çürümüş rejim yıkılmayı bekliyor
Sendika başkanlarından "Saray gezisi"
Metal işçileri insanca yaşamak istiyor!
İşçi ve emekçi eylemlerinden...
100 işçiden 85'i sendikasız
Bir verip iki alıyorlar
Tarihsel temelleriyle Türkiye'de dinsel gericilik
Nijer'de askeri darbe ve tepkiler
ABD Basra Körfezi'nde gerilimi tırmandırıyor!
ABD-İngiltere suç ortaklığı
Dünyada grev ve eylemler
Emperyalizm insanlığın düşmanıdır
Wuppertal'da coşkulu Engels anması
"48 Filistinlileri" Siyonist hükümeti protesto ediyor
"Felaket toplulukları" ve 6 Şubat depremleri
Çocuk istismarcılarına "af" hazırlığı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Direne direne kazanacağız!

 

Muğla Milas’a bağlı İkizköy’de bulunan Akbelen Ormanı’nda Limak ve IC Holding’in ağaçları katletmesine karşı başlayan direniş ikinci haftasını geride bıraktı.

Direniş süresi boyunca önce kesilecek ağaçların “ömrünü tamamladığı” söylendi, sonra kesim yapılan alanın “küçük” bir bölge olduğu ifade edildi. Devamında ise enerji üretiminin sürmesi için kesimin “zorunlu” olduğu, şirketin “milyonlarca fidan diktiği” vb. demagojik açıklamalar YK Enerji çalışanları adına gazetelerde yayınlandı… Akbelen Ormanı’ndaki talan devam etti, buna karşı başlatılan direniş de.

Son olarak Erdoğan “Çevreci kılığına girmiş marjinaller” diyerek Akbelen’de direnenleri hedef gösterdi. Saray rejiminin şefi Akbelen’de Limak Holding’in talanına sahip çıktı ve Güney Ege’de kullanılan elektriğin neredeyse üçte ikisinin bu santrallerle üretildiğini iddia etti. Erdoğan, kömürle üretimin arttırılmasının savunusunu yaparken bunun “tüm dünyada geçerli yöntem” olduğunu söyledi. Oysa son yıllarda pek çok ülkede kömürle üretimin bırakılmasına dönük “çalışmalar” var. Erdoğan’ın asılsız iddialarının yanı sıra, Meclis’te Akbelen için verilen tüm önergeler AKP-MHP oyları ile reddedildi, sosyal medyada trol orduları “terör örgütleri destekliyor” vb. söylemlerle direnişi karalamaya başladı.

Öte yandan, Akbelen’deki direniş seçim öncesinde “Aman sokağa çıkmayın!”, “AKP kaos yaratmak için sokaklara çıkılmasını bekliyor!”, “Sandıkla bunları göndereceğiz!” diyerek tüm tepkileri sandığa endeksleyenlere de yanıt oldu. Direniş, iktidarın saldırılarına karşı gerçek ve kalıcı yanıtın sokakta verilebileceğini gösterdi. Geçtiğimiz hafta Akbelen’e “desteğe” giden CHP ve diğer burjuva muhalefet partilerine yönelik tepkiler ise bunun somut göstergesi oldu.

Geçtiğimiz dönemlerde Cerattepe’de “Hukuk yoksa kütük var!” diyen Artvinliler, doğa kıyımına karşı “Devlet kimdir?” diye haykıran Havva ana, siyasal hak ve özgürlüklerin gaspı karşısında direnişin sembolü olmuştu. Akbelen’de süren direniş de bu yanıyla en basit bir hak arama mücadelesi için bile direnmenin şart olduğunu göstermektedir. Kazdağları’ndan İkizdere’ye, Cerattepe’den Cudi’ye, Muğla Yatağan’dan Milas’a, Dikmece’den Akbelen ormanına… Sermaye doymak bilmez bir açlıkla emekçilerin yaşamlarını talan ediyor, haklarını ve özgürlüklerini gasp ediyor.

Seçim sonrası saldırganlıkta sınır tanımayan AKP-MHP rejimi, direnme potansiyeli taşıyan tüm kesimlere dönük zorbalığını arttırdı. İçinden geçmekte olduğumuz süreçte tırmandırılan polis terörü, gözaltı-tutuklama furyası vb., muhalif kesimlerin devlet terörüyle bastırılmaya çalışıldığını açıkça göstermektedir.

Grev yasakları ile OHAL’i savunan, emekçilerin yaşamlarına, topraklarına, haklarına göz diken ve talan eden Saray rejimi emekçilere sömürü cehennemini dayatmaktadır. Buna karşı merkezinde işçi sınıfının yer aldığı birleşik ve kitlesel mücadeleyi büyütmek günün en yakıcı ihtiyacıdır. Topluma dayatılan çok yönlü saldırıları geri püskürtmenin yolu sosyal, siyasal, sınıfsal hak ve özgürlüklere sahip çıkarak fiili-meşru mücadeleyi güçlendirmekten geçmektedir. Fabrikalarda düşük ücretlere ve ağır çalışma koşullarına karşı eylem yapan işçilerin, hakları için iş bırakan emekçilerin, Akbelen’de orman kıyımına karşı direnenlerin, Galatasaray Meydanı’nda direnen Cumartesi Anneleri’nin mücadelesine sahip çıkmak, güçlendirmek ve birleştirmek bugün talan düzenine verilebilecek en güçlü yanıt olacaktır.

 

Diyanet yargıya mı el atıyor?

 

Sermayenin “demir yumruğu” misyonuyla hareket eden AKP-MHP rejimi, emekçileri daha çok yoksullaştırma, muhalifleri zorbalıkla yıldırma, din istismarına ağırlık verme, şoven ırkçılığı yayma döngüsüne odaklanmış görünüyor. Bu döngüde Sarayın kullanışlı aparatı Diyanet (Diyanet İşleri Başkanlığı / DİB) özellikle öne çıkıyor.

Rejim hem açlığa ve sefalete mahkum ettiği emekçileri “din afyonu” ile uyuşturmak hem genç kuşakların zihinlerini esaret altına alabilmek amacıyla Diyanete özel bir misyon biçiyor. Din istismarı kapsamında tarikatlar, Milli Eğitim Bakanlığı ve saraydan beslenen medya gibi araçlar da kullanılıyor. Buna rağmen istismar faaliyetlerinin merkezinde DİB bulunuyor.

Devlet bütçesinden büyük bir pay alan DİB, israfta sınır tanımıyor. Bundan dolayı son yıllarda yıllık bütçesini Ağustos, Eylül ayları gelmeden tüketiyor. Ancak bu sorun teşkil etmiyor. Zira Saray rejimi bu aparatından parayı esirgemiyor. AKP şefi Tayyip Erdoğan “tasarruf yapın” diye vaaz verdiğinde Diyanet yılın ilk yedi ayında 20 milyar TL’yi har vurup harman savurmuştu. Yoksulluğu derinleştiren politikalar dolu dizgin devam ederken, rejim zorbalıkta sınır tanınmazken, Diyanet’in Saray için önemi de artıyor.

DİB, din istismarı alanında sorumlu bir kurum olarak misyonunu oynarken, “Diyanet yargı alanına mı el atıyor?” sorusuna yol açan bir icraata imza attığı ortaya çıktı. Sınırlarını aşan Diyanet, Kobani Davası’na müdahil olmak için mahkemeye dilekçe vermiş.

Birgün.com.tr’nin konuyla ilgili haberinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın karar aşamasına yaklaşan Kobani Davası’na katılma talebinde bulunduğu, bu amaçla davaya bakan Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dilekçe gönderdiği belirtiliyor. Camilerin zarar gördüğünü öne süren DİB, Selahittin Demirtaş başta olmak üzere yargılanan 108 kişinin cezalandırılmasını talep ediyor.

Topluma “ahiret” üzerinden vaazlar veren, yoksulluk ve sefalete şükretmelerini tavsiye eden Sarayın aparatı Diyanet, “dünyevi” işlerle iştigal etmekle yetinmiyor, uyduruk bir davada taraf olarak zulüm ve zorbalığa “ilahi kalkan” oluşturabileceğini var sayıyor. Zira her yönüyle gayrı meşru, düzen hukukuna göre bile garabetlerle dolu bir davada taraf olan Diyanet, sadece yoksulluk ve sefaletin değil, zulüm ve zorbalığın “meşrulaştırıcısı” rolüne de soyunmuş görünüyor.

Gazetecileri, aydınları zindanlara atan Saray yargısı; katilleri, tecavüzcüleri, dolandırıcıları, çete başlarını, yolsuzluk yapanları sokaklara salıyor. “Sarayın sopası” gibi alçaltıcı bir rol üstlenen yargının toplum nezdinde beş paralık bir saygınlığı/güvenirliği bile yoktur. Görünen o ki, Diyanet Sarayın zorbalığına kalkan olmanın yanı sıra, tetikçilik yapan yargıya da meşruluk kazandırabileceğini sanıyor. Oysa Diyaneti bile bu kirli işlerde kullanan kokuşmuş bir rejimin zorbalığını artık “kutsal şal” da örtemez!