16 Haziran'01
Sayı: 13


  Kızıl Bayrak'tan
  Kızıl Bayrak 7 yaşında!..
  9 Haziran mitinginin gösterdikleri
  Yeni Ölüm Orucu ekipleriyle direnişi büyütüyoruz!
  ÖO Direnişi 240. gününde sürüyor
  KESK yönetiminin yasak savma çizgisi...
  Kamu emekçileri hareketi
  Meclisten geçen "ek bütçe" krizin faturasıdır!
  Sınıf ve emekçi hareketi
  Özelleştirme saldırısı ve TELEKOM işçilerinin mücadele platformu
  Aymasan işçileri işçi sınıfı adına direndikleri bilinciyle hareket etmelidir!
  Gençlik
  Krizi burjuvazi değil işçi sınıfı ve emekçiler yönetiyor
   Uluslararası hareket
  "Kararlıyız, kazanacağız"
  '84'ten '01'e bir gelenektir zindanlarda direniş!
  Süleyman Yeter davası sürüyor...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Özelleştirmeye Karşı Anadolu Yakası Telekom İşçi Komitesi”nin hazırladığı broşür:

Özelleştirme saldırısı ve TELEKOM işçilerinin mücadele platformu


21 Şubat krizinin ardından başta Türk Telekom olmak üzere, THY, TEKEL, Şeker Fabrikaları ve kamu bankalarının özelleştirilmesine hız verildi. 14 aydır uygulanan IMF-TÜSİAD programının çöküşünün de belgesi olan 21 Şubat krizi, işçi ve emekçilere dönük saldırıların uygulanmasının dayanağı haline getirildi. Öyle ki 14 aydır uyguladıkları program ile bizleri “kemer sıkmak” durumunda bırakanlar, söz konusu programın çöküşünün ardından öncekinin katmerlenmiş devamı niteliğinde olan yeni bir program hazırladılar ve buna “Ulusal Program” adını verdiler. Sermaye örgütlerinin dört elle sarıldığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) yeni bir “Ulusal Kurtuluş” olarak ilan ettiği bu program, programın asıl hazırlayıcıları durumunda olan IMF-DB ve emperyalist devletlerden de büyük bir destek aldı. Öeki IMF patentli programlarda olduğu gibi, bu programın da sermaye tarafından destek görmesi şaşırtıcı değildir. Çünkü bu program da diğerleri gibi yerli ve yabancı sermayenin kâr krizine çözüm aramakta, devlet işletmelerinin yağmaya açılmasını, tarımsal üretimin yıkıma uğratılmasını, sosyal hakların gaspı ve ücretlerin en alt seviyeye çekilmesini öngörüyor.

Kriz sonrası başta akaryakıt olmak üzere temel tüketim maddelerinden ulaşıma kadar ardı ardına yapılan zamlar, ücretlerin yarı yarıya erimesi, yarım milyon işçinin işten atılması, tasarrufların gasp edilmesi vb. ile faturanın ilk taksitlerini biz işçi ve emekçilere ödetenler, Derviş programı ile yeni faturalar ödetmek için kolları sıvadılar. Yeni saldırı programının öncelikli hedeflerini özelleştirmeler oluşturuyor.

Özelleştirmenin gerçek nedenleri

24 Ocak Kararları, 12 Eylül darbesi ve Özal hükümetinden bugüne özelleştirme, sermaye partilerinin ve hükümetlerinin programlarının ana eksenini oluşturdu. Kamu işletmelerinin zarar ettiği, verimsiz çalıştığı ve yolsuzluklara yol açtığı propagandası ile özelleştirmenin zemini döşendi. Bu propaganda eşliğinde kamu işletmelerine yeni yatırımlar yapılmadı, zarar ettirilmeleri için ne gerekiyorsa yapıldı, taşeronlaştırmalar vb. uygulamalar ile özelleştirmenin adımları atıldı ve KİT’lerin kaynakları sermayeye aktarıldı. Fakat tüm bu çabalar yapılan propagandanın sahtekarlığını gizlemeye yetmedi. İlk elden en kârlı kuruluşlardan özelleştirmeye başlanması tüm iddiaları altüst etti. Artık özelleştirmecilerin söyledikleri kimseyi ikna edemiyor. Peki, eğer KİT’ler zarar ettiği ve verimsiz çalıştığı için değilse ni&ceil;in özelleştiriliyor?

Nasıl ki devletin sınai yatırımlara yönelmesi sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde gerçekleşmişse, özelleştirmeler de yine sermayenin çıkarları ekseninde gerçekleşmektedir. Türkiye’nin kapitalistleşmesi sürecinde devlet, ekonomik yaşamda önemli bir rol oynamıştır. Sermaye sınıfının cılızlığı ve sermaye birikiminin zayıflığı nedeniyle en temel yatırımlar devlet tarafından yapılmış, kapitalizmin geliştirilmesi ve sermaye sınıfının palazlandırılması bu politikanın başlıca amacı olmuştur. Devlet işletmeleri özel sektöre ucuz girdi ve ara malı sağlamak, özel sektör tarafından üretilen ürünleri normal fiyatlarının üzerinde bir fiyatla satın almak, ihale ve aracılık yöntemleriyle en uygun koşullarda KİT’lere ortak ederek palazlandırmak, batık özel şirketlerin zararlarının karşılanması ve başka yollarla kapitalistlere kaynak aktarmak gibi işlevler görmüş ve bu sade güçlü bir sermaye sınıfı yaratılmıştır.

1970’li yılların sonunda sermaye sınıfı önemli bir mali krizle karşı karşıya kalmış, bu kriz 12 Eylül darbesi sonrasında ücretlerin en alt seviyeye düşürülmesi ve Ortadoğu pazarlarına dönük ihracattaki artış sayesinde hafifletilebilmiş, krizin hafiflemesi sayesinde özelleştirmeler aciliyetini yitirmiştir. 1987’den başlayarak işçilerin düşük ücrete tepki göstermesi, ‘89’bahar eylemleri ile ücretlerde belirgin bir artış sağlanması, ihracatta önemli düşüşler yaşanması ve ardı ardına yaşanan krizler, özelleştirmelerin yeniden gündemleşmesine yol açmıştır. Kısacası özelleştirme yabancı ve yerli sermayeye yeni kâr alanları açmak devletin mali krizini kısmen de olsa gidermek ve dış borçların bir kısmını ödeyebilmek amacıyla sermaye tarafından dayatılan bir saldırı politikası olmuştur, bugün de öyledir.

TELEKOM’DA özelleştirme saldırısı

Teletaş ve Netaş’taki PTT hisselerinin satışı, T’nin PTT’den ayrılması ile başlatılan özelleştirme sürecinin, Türk Telekom A.Ş.’nin özelleştirilmesi ile tamamlanması istenmektedir. 21 Şubat krizinin ardından IMF’nin kredi vermesi ve krizden çıkmak için özelleştirmelerin şart olduğu yönünde güçlü bir propaganda başlatıldı. Krizden çıkışı 15 milyar dolarlık IMF kredisine bağlayan sermaye hükümeti, bu kredinin gelmesini ise özelleştirmelerin gerçekleştirilmesine, kamu mallarının yağmaya açılmasına ve tarımsal üretimin yıkımına bağlıyor. IMF “şunları, şunları yapmazsan kredi vermem” diyor, bunlar da sık sık verdikleri niyet mektupları ve yaptıkları görüşmeler ile “söylediklerinizi yapacağız, kredi musluklarını açın” diyorlar. Bu nedenledir ki, meclisten çıkan her bir yasa, işçi ve emekçire dönük saldırı anlamına geliyor. %45’i yabancılara, %5’i çalışanlara olmak üzere Telekom’un %99’unun özelleştirilmesini öngören Telekom Yasası, bu saldırı yasalarından birini oluşturuyor.

Telekom’un özelleştirilmesini kredinin gelmesi ve krizden çıkış için hayati önemde gören hükümet, özelleştirmenin faydaları konusunda da güçlü bir propaganda başlatmıştır. Özelleştirmenin faydaları konusundaki iddiaları şöyle sıralayabiliriz:

- Hizmet kalitesi yükselecek!
Özelleştirmeciler Türk Telekom’un rekabete açılmasıyla hizmet kalitesinin yükseleceğini iddia ediyorlar. Oysa 20 yıllık uluslararası deneyimler, hizmet kalitesinin yükselmesi şöyle dursun, özellikle yüksek maliyetler ve düşük kâr marjı nedeniyle kırsal alandaki yatırımların durduğunu ve hizmet kalitesinin düştüğünü gösteriyor. Meksika Telekom şirketi (TELMEX)’in özelleştirilmesi sonrasında yatırımlar büyük yerleşim bölgelerinde yoğunlaşmış, geri kalmış bölgelerde ise neredeyse hiç yatırım yapılmamıştır. Şehirlerarası haberleşme hizmetlerine büyük yatırımlar yapılırken, sık sık arızalanan ve eski tip bakır kablolarla çalışan şehir içi şebekelerin arıza, onarım ve bakımı ikinci plana itilmiştir. Amerika’da bölgesel telefon şirketleri 1984-1992 yılları arasında şubelerinin %28’ini kapatmıştır. Diğer yandan bugününya telekomünikasyon sektörünün aşırı yatırımdan kaynaklanan önemli bir mali krizle karşı karşıya olması yeni yatırımları olanaksız kılmaktadır.

- Fiyatlar düşecek!
Özelleştirmeciler Telekom’un özelleştirilmesinin rekabete, rekabetin ise fiyatların düşmesine yol açacağını iddia ediyorlar. Oysa kablolu telefon hizmetleri yapısı gereği rekabete kapalıdır. Türk Telekom’un ülkenin bölgelere ayrılarak özelleştirildiği farz edilirse, daha baştan ihale alan her şirket kendi pazarına sahip olacak, karşısında herhangi bir rakip olmayacaktır. Bölgelere ayrılmadan yapılacak özelleştirmede ise zaten rekabetten söz edilemez. Diğer yandan uluslararası özelleştirme deneyimleri, fiyatların düşmesi bir yana, özellikle şehir içi tarifelerin katlanarak arttığını göstermektedir. İngiliz Telekomünikasyon Şirketi (BT)’nin özelleştirilmesinin ardından 1990’da yerel konuşma ücreti %5.9, jetonlu yerel konuşmalar %41 oranında artırılırken, ticaret ve iş konuşmaları %15 oranında düşürülmüştür. Meksika TELMEX’in özelleştirilmesinin ardından şehir içi arama ücretleri 2 kat artarken, milletler arası görüşme ücretleri yarı yarıya düşürülmüştür. Amerikan tekeli AT&T, 1984-1992 arasında ev telefonlarına %60 zam yaparken, büyük şirketlerin kullandığı şehirlerarası telefon görüşmelerinde %40 indirim yapmıştır. Bu örnekler, fiyat düşmesinin yalnızca milletler arası görüşmeler ile işyeri abonelerinin görüşmelerind söz konusu olduğunu ve bu durumun iş çevrelerinin işine yaradığını göstermektedir.

Yukarıdaki açıklamalar da göstermektedir ki, özelleştirmecilerin iddiaları dayanaksız iddialardır ve emekçileri yanıltmayı amaçlamaktadır. Özelleştirmenin sonuçları fiyatların yükselmesi ve hizmet kalitesinin düşmesiyle sınırlı olmayacak, Telekom işçileri daha büyük faturalarla karşılaşacaktır.

25 bin işçi işten atılacak!

Telekom’un özelleştirilmesinin ilk sonuçlarından biri, diğer tüm özelleştirmelerde olduğu gibi kitlesel işçi kıyımları olacaktır. Özelleştirmenin ardından kısa sürede 25 bin işçinin işine son verileceği söylenmektedir. Yani 3 işçiden 1’i atılacak. Daha şimdiden hükümet işçi kıyımlarına yasal kılıf aramakta, “re’sen emeklilik” ile işçi kıyımının ilk adımını atmak istemektedir. Elbette ki işçi kıyımları 25 bin işçiyle sınırlı kalmayacak, uzun vadede bu sayı daha da artacaktır. Telekom Yasası’nda sayıları 12 bini bulan 399’a tabi sözleşmeli personel ile kapsam dışı personelin özelleştirmeden hemen sonra diğer kurumlara dağıtılacağı, emekliliği gelmiş çalışanların istekleri doğrultusunda %30 fazla prim ödenerek “gönüllü emekli” edileceği, 1475 sayılı İş Kanunu’na tabi &ccdil;alışanların işveren tarafından işten atılması durumunda Hazine tarafından “iş kaybı tazminatı” ödeneceği söylenmektedir. Uluslararası Telekomünikasyon şirketlerinin 25-30 bin çalışanın yeterli olduğunu söylemeleri, transferlerle birlikte istihdamın 40-50 bin arasında düşeceğinin göstergesidir. Petrol-İş Sendikası’nın ‘97-99 yıllıklarındaki bilgilere göre, özelleştirme öncesi toplam 20.972 kişinin çalıştı&urren;ı kamu kurumlarında, özelleştirmelerin ardından toplam 14.310 işçi işten atılmıştır, yani çalışanların %68.2’si. Bu rakamlar da gösteriyor ki, Türkiye’de özelleştirmelerin ardından işçilerin %70’i işten atılmaktadır.

İngiliz Telekomünikasyon şirketi (BT)’nin özelleştirildiği 1984 yılında 241.000 olan personel sayısı 1997’de 119.900’e düşerek 1984-97 arasında 121.200 kişi, yani çalışanların yarıdan fazlası kapı önüne konmuştur. 1989-93 yılları arasında Kanada’da NBTEL’de %14, MTS’de %19, Sask Tel’de %26, AGT’de %42, Bell Canada’da %9 oranlarında istihdam azalması olmuş, Bell Canada 1995’te 3 yıl içerisinde 10.000 işçiyi, yani şirket işgücünün %25’ini işten çıkaracağını açıklamıştır. Kanada’da işçi çıkarmalar “erken emeklilik”, “gönüllü işten ayrılma” ve doğrudan işten çıkarma yoluyla yapılmıştır. Amerikan tekeli AT&T 1984-97 arasında 150.000 işçinin işine son vermiş, bölgesel telefon şirketlerinin 1984-92 arasında şubelerinin %28’ini kapatmaları sonucu 158.281 işçi işsiz kalmıştır. Japon telekomünikasyon şirketi NTT’nin özelleştirildiği 1985’te 304.000 olan işçi sayısı 1993’te 215.600’e düşmüştür. Japonya’da da yine “erken emeklilik ve gönüllü emeklilik” ve “transferler” önemli bir rol oynamıştır. Geçmiş yıllara ait olmaları -97 öncesi- nedeniyle verdiğimiz bilgiler, işten atmaların bugünkü boyutlarını göstermek açısından yetersiz kalmaktadır. &Oml;rneğin bugün 113.000 çalışanı bulunan Japonya NTT, önümüzdeki günlerde 60.000 çalışanı işten çıkaracağını, geri kalanların ücretlerini %20-30 düşüreceğini ve taşeronlara devredeceğini açıkladı. Böylece özelleştirmenin başladığı 1985’te 304.000 olan işçi sayısı 53.000’e düşürülmüş olacak, kalanlar da taşerona devredilecek. 1985-2001 arasında toplam 251.000 kşi, yani toplam personelin %83’ü işten atılmış olacak. Az sayıda verdiğimiz bu örnekler, Türk Telekom işçilerinin karşılaşacağı kıyımın göstergesi olmakla birlikte, 25.000 rakamının ne kadar iyimser bir rakam olduğunu da göstermektedir.

Taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma yaygınlaşacak!

Taşeronlaştırma uygulaması bugün de bulunmakta ve gittikçe yaygınlaşmaktadır. Özelleştirmelerin ardından taşeronlaştırmanın yanı sıra sözleşmeli personel, geçici işçi, mevsimlik işçi gibi uygulamalar da yaşanmakta, sendikalı işçi sayısı hızla düşmektedir. Yine Petrol-İş’in 97-99 yıllıklarındaki bilgilere göre, Türkiye’de özelleştirmelerin ardından sendikalı işçi sayısı %72 oranında düşmüştür.

Amerikan AT&T’de 1984-97 arasında işten atılan, 150.000 işçi, sendikalı işçi sayısının %60’ını oluşturmaktadır. İngiliz BT’de özelleştirme sonrası taşeronlaştırma yaygınlaşırken, bazı birimlerin satışa çıkarılması, sözleşmeli personel uygulaması ve part-time çalışma yaygınlaştırılmış, sendikalı işçi sayısı hızla düşmüştür.

Ücretler düşecek! Sosyal hak gaspları artacak!

Her özelleştirme sonrasında taşeronlaştırmaya ve sendikasızlaştırmaya ücretlerdeki hızlı düşüş eşlik etmektedir. Elbette ki ücret düşürmeleri için özelleştirmeler beklenmemekte, bugün olduğu gibi her toplusözleşme döneminde kamu işçilerinin ücretlerinin çok yüksek olduğu yönünde propaganda yapılmakta ve sıfır zam dayatılmaktadır. Özelleştirme sonrasında düşük ücretli sendikasız işçi çalıştırmaya yönelinmesi, “işten atma” tehditleri altında sendikalı işçilerin ücretlerinin aşağıya doğru basınç altına alınmasına ve ücretlerin hızla düşmesine yol açacaktır. Ücretlerin düşmesine, sosyal hak gaspları eşlik edecektir. IMF-TÜSİAD hükümeti, sermayenin istekleri doğrultusunda kıdem tazminatının kaldırılmasını amaçlayan “Kıdem Tazminatı Fonu Yasa Tasarısı” hazırladıEğer bu yasa tasarısı yasalaşırsa, ancak ölüm ve emeklilik halinde kıdem tazminatı alınabilecek, yani işten atılmalarda kıdem tazminatı ödenmeyecek. Daha önceki fonların akıbeti düşünüldüğünde, bu tasarının aslında kıdem tazminatının tümüyle kaldırılması anlamına geldiği açıktır.

Özelleştirme emperyalizme bağımlılık ilişkilerini artırıyor!

Kapitalizm, 2. Dünya Savaşı ile 70’li yıllar arasında, daha önce benzeri görülmemiş bir büyüme dönemi yaşamıştı. Devlet ekonomik yaşama müdahale ederek kapitalizmin devresel krizlerini sınırlayabildi. Bu aynı dönemde tekelleşme korkunç boyutlara ulaştı. 1950’lerde ABD’de, 1960’larda Avrupa’da ve 1970’lerde Japonya’da pek çok uluslararası tekel oluştu. Tekelciliğin bu derece boyutlanması, kâr oranlarının düşüşünü, pazarların daralmasını ve geri kalmış ülkelerin emperyalist tekellere ve ülkelere kölece bağımlılığını beraberinde getirdi. 1970’li yılların başında kapitalizm bugün de aşılamayan büyük bir krizle sarsıldı. Bu dönemler aynı zamanda “sosyal devlet!” anlayışının terk edildiği dönemler oldu. 1970’lerdeki bunalım kârların düşmesi ve pazar sorunu olarak kendisini göstermiş, giderek kapalist devletlerde mali kriz ve uluslararası borç krizi boy göstermiştir. Kârlardaki düşüş, ücretlerin düşürülmesi ve sosyal hak gasplarıyla dengelenmeye çalışılırken, pazar sorunu ise, geri kalmış ülkelerin açık pazar haline getirilmesi ve yeni pazar açılması ile çözülmek istenmiştir. Ne var ki, dünya pazarlarının paylaşılmış olması ve yeni pazarlar açılamaması, yeni çözüm arayışlarına nee olmuştur. İşte özelleştirme, bu krizi, krizin faturasını işçi ve emekçilere dayatarak aşmak için oluşturulmuş çok kapsamlı bir saldırı politikasının halkalarından biri olarak gündeme gelmiştir. Sermaye, özelleştirme politikasıyla kârlılık ve pazar sorununa kısa vadede bir çözüm bulmak istemektedir.

Bugün gelinen noktada geri kalmış ülkeler uluslararası tekellerin ihtiyaçları doğrultusunda sömürgeleştirilmiş ve büyük yıkımlarla yüzyüze bırakılmıştır. Bu süreç aynı zamanda Türkiye’nin de emperyalist devletlere bağımlılığını artırmış, tahkim yasası, serbest bölgeler, Gümrük Birliği, stand-by antlaşmaları, niyet mektupları ve IMF programlarıyla bu bağımlılık daha da perçinlenmiştir. Elbette ki bu bağımlılık ilişkileri işçi ve emekçilerin yıkımıyla sonuçlanırken, Türk tekelci sermayesinin daha da palazlanmasına yol açmıştır. Sermaye sınıfı, bu bağımlılık ilişkilerindeki çıkarları nedeniyledir ki, IMF programlarını “kraldan kralcı” bir tutumla desteklemekte, ısrarla savunmaktadır; yani IMF programları Türk egemen sınıflarının da programıdır. Özelleştirmeler bu bağımlılık ilişkilerini daha da artırmakta, &ul;lke kaynaklarının yerli ve yabancı tekellerce yağmalanması anlamına gelmektedir. Telekomünikasyon sektörü uluslararası tekellerce küresel kapitalizmin sinir sistemi olarak tanımlanmaktadır. Haberleşme, enerji ve bankacılık sektörlerinin tekellerin egemenliği altına girmesi, dünya pazarlarında bu tekellerin hakimiyetini pekiştirmekte ve geri kalmış ülkelerin emperyalizmin tam boyunduruğu altına girmesine yol açmaktadır.

Haber-İş özelleştirme taraftarı mı?

Telekom’un özelleştirilmesi aylardır ülkenin en temel gündemlerinden birini oluşturuyor. IMF’den ABD başkanına, hükümetten orduya kadar herkes Telekom’un özelleştirilmesi üzerinde hararetli tartışmalar yürütürken, sendikamız, sanki bu tartışmaların muhatabı değilmişçesine sessizliğini bozmadı, bozmuyor. Haber-İş Genel Başkanı Cengiz Teke’nin aylar öncesinden “özelleştirme nedeniyle tek bir işçi atılırsa işyerlerini işgal ederiz” demesi, bu suskunluğun gerisindeki nedeni açıklamaktadır. Yani Cengiz Teke özelleştirmeden sonrası için konuşuyor ve bu tutumuyla özelleştirmecilere davetiye çıkarıyor. Biz biliyoruz ki sendika merkez yönetiminin de, şubemiz yönetiminin de “özelleştirmeye karşıtlık” gibi bir tutumu yoktur, olmamıştır. Onların karşıtlığı özelleştirmeye değil, “sonuçlarına!” olmuştur. Ama ye biliyoruz ki, özelleştirmeye karşı mücadele etmeyenin sonuçlarına karşı da mücadele etme şansı yoktur (zaten özelleştirmeye karşı olmayanın sonuçlarına karşıtlığı yalnızca lafta bir karşıtlıktır). Geçmiş özelleştirme deneyimleri “tek bir işçi atılırsa” edebiyatının hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığını, bu tutumun yalnızca, özelleştirmeye karşı tabandan gelecek tepkileri söndürmenin aracı olduğunu kntlamaktadır.

İşyeri komitelerinde örgütlenelim!
Özelleştirmeye geçit vermeyelim!

Özelleştirme saldırısı ancak ve ancak biz Telekom işçilerinin mücadele birliği sayesinde püskürtülebilir. Bunun için her şeyden önce çalışma birimlerimizde işçi-memur birliği temelinde işyeri komitelerini oluşturmalı, büyük direniş ve grevlere hazırlanmalıyız. Bu mücadelede SEKA işçilerinden, özelleştirme saldırısını püskürten Güney Kore Telekom işçilerinden öğrenmeliyiz. Bölgemizden başlatılacak bir mücadelenin ülkenin dört bir yanına dalga dalga yayılacağı, Telekom’dan yükselteceğimiz mücadele bayrağının TEKEL işçilerinin, Kamu Bankaları çalışanlarının, THY işçilerinin, Şeker Fabrikaları işçilerinin ve Türkiye işçi sınıfının omuzlarında dalgalanacağı bilinmelidir.

Telekom’un özelleştirilmesine karşı mücadelenin emperyalist tekellerin egemenliğine karşı bağımsızlık mücadelesi anlamına geldiği de unutulmamalıdır. IMF-TÜSİAD-Derviş programını ve sosyal yıkım saldırısını püskürtmenin yolu da bu mücadeleden geçmektedir. Vakit kaybetmeden ellerimizi birleştirmeli, işyeri komitelerini oluşturmalı ve özelleştirmeye geçit vermemeliyiz.

MÜCADELE TALEPLERİMİZ:
- Özelleştirmeler durdurulsun, Telekom Yasası iptal edilsin!
- Taşeron uygulaması kaldırılsın, taşeron işçilere kadro verilsin!
- Re’sen emeklilik çalışmaları durdurulsun!
- Kıdem Tazminatı Fonu Yasa Tasarısı geri çekilsin!
- Ücret kayıplarımız telafi edilsin, sıfır zam dayatmasına son verilsin!
- Sahte İş Güvencesi Yasa Tasarısı geri çekilsin! Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
- Emperyalizme kölece bağımlılık ilişkilerine son verilsin, IMF-TÜSİAD-Derviş programı iptal edilsin!
- Tüm dış ve iç borç ödemeleri durdurulsun!
- Krizin faturası kapitalistlere!

ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞI
ANADOLU YAKASI
TELEKOM İŞÇİ KOMİTESİ

YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1- KİGEM, Telekom’da Özelleştirme/ Funda Başaran, Gaye Yılmaz
2- Petrol-İş 1997-1999 Yıllıkları