işçi sınıfı ve emekçiler yönetiyor
Oysa, krizi yönetmek şöyle dursun, her attıkları adımla daha da derinleştiren
bu adamların elinde, 21 Şubattan bu yana ekonomi on kez batmış olmalıydı.
Batmadığına göre, onların beceriksizliklerini telafi eden güçlü
yardımcıları olmalı. Arkalarında ABD, İMF vb. emperyalist güç
odakları olduğu biliniyor. Artı, Türkiyedeki tekelci sermayenin
de sonuna kadar desteğini aldıkları çok açık. Ancak, tüm bu destekler
krizi yönetebilmeleri için yeterli değildir. Çünkü krizin asıl yaratıcıları
onlardır. Kriz kapitalizmin krizi, 21 Şubatta iflas eden program
da İMF-TÜSİAD programıdır. Krizden çıkış adına yürütülmeye çalışılan yeni
programın da öncekinden farklı sonuç yaratmayacağı ortadadır. Bu böyle
olduğu halde, halihazırdaki kriz yönetilebildiği gibi, bu yeni program
da sosuz bir şekilde yürürlüğe konulabilmektedir. Öyleyse, düzenin kriz yönetme becerisini kendisinde değil, karşıtında
aramak gerekiyor. Burjuvazi için krizi yönetmek, onun faturasını işçi
sınıfı ve emekçilere çıkarabilmek demektir, ki bugün olan da budur. Ama
bu konudaki başarı, kesinlikle mevcut hükümete ait değildir. Salt hükümetin
icraatına kalsa, sınıf hareketi onu çoktan saf dışı bırakır, Dervişi
evine, Eceviti huzurevine yollardı. Sınıfın kendi iç denetim
mekanizmaları sayesindedir ki, fatura döne döne sınıfa yüklenebiliyor.
Bir satılmışlar, hırsızlar, katiller güruhu hükümet olmayı sürdürebiliyor.
Sınıfın bu otodenetim mekanizması sendikalardır. Bu konuda
düzenin tek başarısı, işçi sendikalarının tepesindekileri satın alabilmiş
olmasıdır. Faturanın işçi sınıfı ve emekçilere kesilme araçlarından biri zorunlu
tüketim maddelerine zam yapmaktır. 21 Şubattan bu yana otomatiğe
bağlanan zamlarla, hayat pahalılığının en az iki katına çıkmasına rağmen,
bir tek sendikanın zamlara karşı bir tek eylemli itirazı duyulmamıştır.
İkinci bir araç dolaylı vergilerle işçinin-emekçinin cebini boşaltmaktır.
Sendikaların artırılan vergilere de itirazı duyulmamıştır. Ve nihayet,
üçüncü ve en temel araç ücretlerin geri çekilmesidir, ki bu süreçte bu
da son sınırına kadar kullanılmış ve kullanılmaktadır. Kamu işçisi ve
emekçisi sıfır zamma mahkum edilebildiyse, bu tümüyle sendikal ihanet
sayesinde gerçekleştirilebildi. Türk-İş ve başındaki Amerikan uşağı Meralin
başını çektiği bir ihanet şebekesi, işçi sınıfı aleyhine düzene hizmetlerinin
doruğuna tanmayı sürdürürken; KESKin başına çöreklenmiş reformist
ihanet de kamu emekçisinin 10 yıllık sendikal kazanımlarını düzene peşkeş
çekme ihanetine imza atmakla meşgul. Kamu emekçileri, ücret zamlarından
önce, kazanılmış haklarını kaybetmeme kaygısında. Ancak, gerek işçiler
gerekse de emekçiler, ihanetin önüne geçmenin ve faturayı sahiplerine
çevirebilecek bir mücadele ortaya koyabilmenin tek imkaıoan taban örgütlülüklerinden
yoksundurlar. Bu yoksunluktur ki, ihanetin süregitmesine ve tam da bu
sayede düzenin krizini yönetibilmesine imkan sağlamaktadır. Bunlar düzenin
kendi iç imkanları olmadığına, sıfın cephesinden sunulduğuna göre geri
almak mümkündür. Mümkünün ötesinde acil ve zorunludur. Bu yapılmadığı sürece, burjuvalar sadece krizin faturasını döne döne
bize ödetmekle yetinmeyecekler, işçi sınıfıyla alay etmeyi de sürdüreceklerdir.
Derviş, İMF ve ABDden aldığı direktiflerle kamu işçisine sıfır zamda
diretti ve kazandı. Ama şimdi bütçedeki açığın kamu işçisine verilen zamdan
kaynaklandığını söylemekten çekinmiyor. Tersine, bu açığı yine işçi ve
emekçileri vuracak olan yeni zamlarla kapatacaklarını ilan ediyor, ki
zamlar da ardardına uygulamaya konuyor. Oysa kamu TİSlerinde sözkonusu
olan, bu yıl içinde kamu işçisine 5 kuruş bile verilmeyeceği gerçeğidir.
Güya bir zam var, fakat gelecek seneden itibaren geçerli olacak. Tabii
o zamana kadar caymazlarsa. Ancak bu sanal zam bütçede gerçek bir açık
oluşturabiliyor, üstelik gerçek zamlarla geri alınıyor... Bu işedil;i
sınıfıyla alay etmek değilse nedir? Açıktır ki, TÜSİAD patronları 12 Eylülde bile bu kadar gülememişlerdir.
Ve yine açıktır ki, bu komediye artık bir son verilmelidir. İşçi sınıfı
ve emekçiler bu gidişe dur diyerek sadece içinde bulundukları bu rencide
edici durumdan kurtulmuş olmayacaklar, fakat ülkenin emperyalizme peşkeş
çekilmesini de önlemiş olacaklardır. Bu, bugün toplumun işçi sınıfının
devrimci kalkışmasına her zamankinden daha çok muhtaç durumda olduğunun
da göstergesidir. Bir avuç tekelci ve hırsız rantiyeyle onların hizmetindeki
burjuva siyaset erbabı ve bürokrasi dışında, toplumun büyük çoğunluğunun
hızla yoksullaştırıldığı koşullarda, işçi sınıfının eylemli itirazı toplumun
tüm emekçi katmanları tarafından sahiplenilecektir. Bundan kimsenin kuşkusu
olmamalıdır. Yeter ki güven verici, ciddi bir itiraz ortaya konulabilsin. Bunu sağlayacak olan, böyle bir itirazı örgütleyebilecek olansa sadece
sınıf devrimcileridir. Tüm ilerici, devrimci işçi ve emekçilerin, sınıfa
ve topluma karşı sorumluluğu, bugün, fabrika ve işyerlerinde acilen örgütlenmeyi
gerektirmektedir. Kapitalizmin bu köleleştirme programına karşı koyulacak,
direnilecekse eğer, bunu örgütsüz başarmak mümkün değildir. Kapitalist-emperyalist
köleleştirme programlarına ve sendikal ihanete karşı fabrika ve işyeri
direniş komitelerinde örgütlenelim, direnelim ve geleceğimize sahip çıkalım.
Kürdistan köylüsünü yıkıma uğratma planı
Ecevit geçen hafta Yüksek Planlama Kurulu toplantısının ardından güneydoğuda
tütünden başka ürünlere geçilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılacağını
açıkladı. Başka ürünlere geçiş, ya da aynı açıklamada sarfedilen
Köylüye sıkıntı çektirmek şöyle dursun, refah yolunu açacağız
sözlerini, işin cilasını oluşturduğu ve bunlara kimsenin inanması da beklenmediği
için bir yana bırakalım. Ecevitin açıklamış olduğu asıl şey, Kürdistanda
tütün tarımının yıkımı için devletin harekete geçmiş olmasıdır. Türkiyede 580 bin civarında işletmede tütün üretimi yapılıyor.
Bunlardan 165 bin kadarı Kürdistanda. Burada 1 milyona yakın insan
ya sadece tütünden geçiniyor ya da başka geliri olsa bile temel geçim
kaynağı tütün. Gene Kürdistanda Türkiyede üretilen toplam
tütünün yüzde 31i üretiliyor. Tütün tarımı yapılan arazinin en parçalı
olduğu bölge de yine Kürdistan. Ecevitin açıklamalarından da anlaşılmaktadır ki, tütün üreticisinin
idam fermanı imzalanmış ve hükmün infazı için harekete geçilmek üzeredir. Ecevit aynı konuşmada, sınırdaki mayınlı arazinin temizlenerek tarıma
açılacağını belirtiyor. Yapılan açıklamaya göre, Irak ve Suriye sınırında
306 bin hektar mayınlı arazi var. Ecevitin derdinin Kürt köylüsünün sefaleti olmadığı açıktır. Tüm
bu söylenenler uluslararası tarım tekellerinin ve büyük holdinglerin Kürdistanda,
özellikle de GAP bölgesinde büyük topraklar satın alıp yatırıma hazırlandıkları
gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde bir anlam kazanmaktadır. Uluslararası sermaye ve yerli tekeller için Kürdistan kârlı bir yatırım
alanıdır. Özellikle de büyük tarımsal işletmeler kurulması için uygun
olduğu düşünülmektedir. Fakat bunun için Kürdistandaki tarım ve
hayvancılığın tasfiyesi gerekmektedir. Bu doğrultuda şimdiye kadar çeşitli
adımlar da atılmıştır. Fakat 80lerin ortalarından itibaren
Kürdistanda yükselen ulusal kurtuluş mücadelesi, bu konudaki projelerin
yavaş yürümesine ya da askıya alınmasına neden olmuştur. Bugün ise uluslararası sermaye yeni yatırım ve pazar alanlarına her zamankinden
daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Türkiye tarımını yıkıma uğratmak için
yoğun çaba harcayan tekeller, bir taraftan da gözlerini Kürdistana
dikmişlerdir. Ulusal kurtuluş mücadelesinin PKKnin girdiği teslimiyetçi
çizgi nedeniyle hız kesmesi, tekellere bu konuda ayrıca cesaret vermekte,
uygun koşulların giderek olgunlaştığını düşündürtmektedir. İşte Kürdistandaki mevcut ekonomik yapıyı hızla yıkıma uğratmanın,
bu coğrafyayı topraksız ya da az topraklı köylülükten temizlemenin ve
devasa yatırımların önünü açmanın bir parçası da bölgede tütün tarımının
tasfiyesidir. Yıkıma uğrayan yoksul Kürt köylüsü büyük şehirlere göç etmek
zorunda kalacak, küçük bir kesimi ise bölgede kurulacak fabrikalarda,
kapitalist tarım işletmelerinde çalışacaktır. Her iki durumda da, daha
büyük bir yoksullukla, açlık ve sefaletle yüzyüze kalacaktır. Mayınlı arazilerin temizlenerek topraksız köylülere dağıtılmasına gelince.
Kürdistanda daha önce yapılan tüm göstermelik toprak reformlarında
olduğu gibi, böyle bir şey yapılsa bile, çok geçmeden bu topraklar büyük
toprak sahiplerinin elinde toplanacaktır. Geçmişteki örnekler de göstermiştir
ki, yoksul köylüye toprak dağıtılması sadece bir aldatmacadır. Eline geçen
toprakta kendini geçindirebilecek şekilde tarım yapamayan, bunun için
gerekli bilgiye, araç gerece, finansman desteğine ve örgütlülüğe sahip
olmayan yoksul köylü için bir tek yol vardır. Elindeki toprağı yok pahasına
satmak. Yapılmak istenen Kürt yoksul köylüsünü topraklarından söküp atmaktır.
Ecevitin süslü sözlerinin gizlediği gerçek budur. |
|||||