10 Ocak'04
Sayı: 2004 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kerkük olayları ve Türk gericiliğinin provokatif oyunları
  Yeni özelleştirme hamlesi ve mücadele sorumluluğu
  İhanetin hesabını vereceksiniz!
  Sermaye hükümeti emeklileri de sefalete mahkum etti!
  BDSP'li tekstil işçilerinden açıklama... Haramidere'nin haramileri sömürü ve zorbalıkta sınır tanımıyor!
  Eğitim-Sen Genel Başkanı sermaye sözcüleri ile aynı dili konuşmamalı...
  Türkiye demokratikleşiyor!
  Kamu emekçileri hedef tahtasında
  Birleşik Metal Genel Kurulu üzerine...
  Soruşturma terörüne son!
  BES'te kongreler süreci ve birleşik mücadele platformu
  Yeni bir yılın başına dünya ve Ortadoğu...
  Ordu-hükümet gerilimi...
  İşgal karşıtı direniş, kirli manevraları boşa düşürecektir
  Iraklı direnişçiler "tek cephe" içinde birleşmeye hazırlanıyor!
  Suriye'ye ABD ve İsrail'in taleplerini yerine getirmesi tavsiye ediliyor!
  BMİS Genel Kurulu'nda FTM-CGS temsilcisi Jean-Francois Care ile konuştuk...
  Küba devrimi 45 yaşında
  El Salvador'da başkanlık seçimi ve FMLN
  Amerikancı besleme "gazeteci"!..
  Yerel seçimler yaklaşırken...
  Bültenlerden...
  2003 üzerine gözlemler: Soldaki ve sağdaki ideologlar ve peygamberler
  Hep aynı hikaye
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Yeni bir yılın başında dünya ve Ortadoğu...

İşçi sınıfı ve halkların giderek daha çok
inisiyatif kazanacağı yeni bir döneme doğru

Geride kalan yıl içerisinde kapitalist-emperyalist sistemin çelişmeleri hemen tüm alanlarda keskinleşmeye devam etti. Bunu emek-sermaye çelişkisi, emperyalistlerle halklar arasındaki çelişki ve nihayet emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkiler üzerinden tüm açıklığı ile görmek mümkün. Irak’ın işgali yoluyla Ortadoğu’ya yeni emperyalist müdahale, savaş öncesinde savaşa karşı gerçekleşen muazzam kitle gösterileri, işgale karşı Irak direnişi, özellikle Avrupa’da yaşanan yaygın işçi eylemlilikleri, Bolivya’da devlet başkanının devrilmesine kadar varabilen türden halk hareketleri, çelişkilerdeki bu keskinleşmenin en önemli siyasal yansımaları oldular.

Irak’a emperyalist saldırı

Kuşkusuz geride kalan yılın en önemli olayı, ABD ve İngiliz emperyalizminin Irak’a karşı gündeme getirdiği emperyalist savaş ve bununla bağlantılı gelişmelerdi. Bu, ABD emperyalizminin 11 Eylül saldırısını bahane ederek dünya halklarına karşı ilan ettiği süresiz savaşın Afganistan’dan sonra ikinci örneği oldu. Bunu yakın dönemde başka ülkelere yönelik emperyalist savaşların izleyip izlemeyeceği, diğer bazı etkenlerin yanında Irak direnişinin seyri belirleyecek.

Bu olay, Irak’ın işgali, yerel bir emperyalist müdahale savaşı olmanın ötesinde bir anlam ve önem taşımaktadır. Hep vurgulayageldiğimiz gibi Irak’a yönelik emperyalist savaşın iki yönü vardı. Bunlardan ilki, ABD emperyalizminin Ortadoğu gibi stratejik önemi büyük bir petrol bölgesinde varolan egemenliğini yeni boyutlarda pekiştirmek istemesidir. Bu, sorunun, halkların köleleştirilmesine, böylece bölge zenginliklerinin sınırsızca emperyalist sömürü ve yağmaya konu edilmesine yönelik yanıdır. Bununla sıkı sıkıya bağlantılı olan ikinci yön ise, ABD’nin, tam da bu sayede ve henüz yeterince güçlü ve hazır olmadıkları bir aşamada, öteki emperyalist güçler karşısında yeni stratejik üstünlükler elde etmek ve böylece emperyalist dünyanın rakipsiz egemeni olma konumunu güçlendirmek istemesidir.

Hazırlık aşamasından başlayarak işgalin gerçekleşmesi aşamasına kadar Irak’a emperyalist saldırı çerçevesinde yaşananlar, önümüzdeki yılların seyrini etkileyecek önemli bazı gelişmelerin ortaya çıkmasına yolaçtı.

Bunlardan ilki ve kuşkusuz devrimci siyasal mücadele bakımından en önemlisi, savaş öncesi dönemde dünya ölçüsünde gerçekleşen muazzam boyutlardaki savaş karşıtı gösteriler oldu. Yerel bir savaş hazırlığına karşı savaşa hazırlanan ülkeler de dahil dünyanın dört bir yanında gerçekleşen savaş karşıtı bu kitle hareketleri, halkların haksız, yıkıcı ve yağmacı bir emperyalist savaşa karşı büyük duyarlılıklarının bir göstergesiydi. Son yıllarda emperyalist küreselleşmeye karşı gerçekleşen kitle eylemleriyle birlikte düşünüldüğünde, dünya halklarının insanlığın ortak sorunları konusundaki duyarlılıklarının bir göstergesi olan bu eylemler ayrı bir politik anlam ve önem taşımaktadır.

Emperyalist dünyada iç bölünme

İkinci önemli gelişme, yine savaşın ön hazırlık süreci içinde oluşan Fransa-Almanya ve Rusya emperyalist ekseniydi. Bu eksenin oluşması, ABD-İngiliz emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik müdahalesinin söz konusu emperyalist devletler tarafından aynı zamanda kendilerine karşı yapılan bir hamle olarak algılanmasının dolaysız bir göstergesiydi. İlişkilerde gerginliklere yolaçan bu gelişme, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri batılı emperyalistler arasındaki ilişkilerde yaşanan en önemli çatlak oldu ve ‘89 yıkılışı sonrasında önü tümden açılan emperyalistler arası çelişmelerin yeni bir safhaya girişini işaretledi. Almanya-Fransa eksenine dayalı olarak NATO’dan bağımsız bir askeri oluşuma yönelik adımların geride kalan yılda hız kazanması da, ilişkilerdeki bu yeni durumun bir yansıması sayılmalıdır.

Üçüncü bir gelişme, silahlanma çabalarının yeni boyutlar kazanmasıdır. Genel olarak emperyalist dünyada gitgide boyutlanan bir silahlanma yarışı var. Dünya egemenliğine oynayan başlıca emperyalist devletler askeri bütçelerini artırıyorlar ve dünya ölçüsündeki saldırı ve müdahale kapasitelerini geliştirmeye özel bir önem veriyorlar. Silahlanma ve savaş bütçesini 400 milyar dolar gibi akıl almaz bir rakama çıkaran ABD bu konuda başı çekiyor. Daha on yıl öncesine kadar anayasasında ülke dışına asker gönderme yasağı olan Almanya, bugün 30 küsur ülkede asker bulunduruyor. Balkanlar’dan Afganistan’a birçok bölgede süren emperyalist işgallerde etkin roller üstlenmesi, geleceğe askeri bir hazırlık işlevi görüyor aynı zamanda. Alman “savunma” bakanı, Almanya’nın çıkarlarının “Hindikş dağlarının ötesine” uzandığını ilan etmekte bir sakınca görmüyor. Öte yandan, halen ABD’nin kanatları altında hareket eden Japonya’nın, sürmekte olan anayasal engellere rağmen Irak’a asker gönderme kararı alması ve bunu kendi saldırı ve müdahale kapasitesini geliştirecek yeni silahlanma adımlarıyla birleştirmesi, geride kalan yılın bu kapsamdaki bir başka önemli gelişmesi oldu.

Halklara karşı gerici birlik

ABD’nin Irak’a yönelik saldırı ve işgal harekatının önünü açtığı bütün bu gelişmeler, emperyalist dünyadaki etki ve nüfuz alanı mücadelelerinin giderek güç kazandığına işaret etmektedir. Yine de burada gözönünde bulundurulması gereken önemli bir nokta var. Kendi aralarındaki ilişkilerin bu seyrine rağmen, büyük emperyalist güçler, halihazırda emekçiler üzerindeki sömürü politikalarının yoğunlaştırılması ve halkların köleleştirilmesi alanında yoğun bir işbirliği halindedirler. Bunlardan ilki, neo-liberal saldırı politikalarının ortaklaştırılması alanındaki işbirliği, yeterince açıktır. İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü türünden emperyalist kuruluşların emekçilere ve halklara yönelttiği sosyal yıkım ve talan politikaları, emperyalist devletlerin ortaktutum ve paralel çıkarlarını yansıtmaktadır.

Fakat daha da önemli olan, bu aynı işbirliğinin emperyalist saldırı, müdahale ve savaş planında da hala önemli ölçüde gösteriliyor olmasıdır. Bosna-Hersek, Kosova ve Afganistan, bunun örnekleridir. Irak’ta yolların ayrılması, ABD emperyalizminin ötekilerin çıkar ve beklentilerini hiçe sayan tutumunun bir ürünü olmuştur. Buna rağmen, muhalif emperyalistler ABD ile köprüleri atmaktan çekindikleri, böyle bir gelişmeye kendilerini hazır hissetmedikleri için, savaş esnasında onu değişik yollarla desteklemişler ve savaşın ardından ise işgal yönetimini meşrulaştıran kararlara imza atmışlardır.

Bugün ise ABD’nin direniş karşısında zorlanmasından çıkar elde etmeyi ummakla birlikte asla onun Irak’ta yenilgiye uğramasını istememektedirler. Zira onlar, böyle bir yenilginin, ABD’den öteye genel olarak emperyalist dünya ve dolayısıyla kendileri için de bir yenilgi olacağı; bunun halkların anti-emperyalist mücadelesine görülmemiş bir itilim kazandıracağı konusunda yeterince açık bir fikre sahiptirler. Bu temel önemde gerçekten çıkan bir sonuç var. Bugün Irak konusunda ABD muhalifi konumundaki emperyalist devletler, ilerde işlerin iyice sarpa sarması durumunda, bir “felaketi” önlemek üzere ve elbette kendi çıkar ve beklentileri konusunda da tatmin edilmeleri koşuluyla, ABD’nin yanında savaşa katılacaklardır.

Irak’ta direniş ve bölgede
yeni gelişmeler

Irak’a yönelik emperyalist saldırı ve işgalin ortaya çıkardığı bir başka temel önemde gelişme, emperyalist işgale karşı Irak direnişi oldu. Devrimciler için son derece anlaşılır olan, fakat resmi dünya için beklenmedik olduğu ölçüde şaşırtıcı etkiler yaratan bu direniş, ülkenin Baas rejiminden devralınan kendine özgü koşullarından dolayı henüz Irak çapında genelleşebilmiş değil. Buna rağmen ve daha şimdiden, emperyalist hesaplara büyük bir darbe vurmayı başarabilmiştir.

Herşey bir yana, Saddam rejiminin utanç verici çöküşünü dünya halklarına karşı bir güç gösterisi ve moral saldırı dayanağı olarak kullanmaya çalışan emperyalistler ve yardakçıları, haftalarla ölçülen kısa bir zaman süresi içinde bu olanaktan yoksun kalmıştır. Direniş kendini göstereli beri artık ABD savaş makinasının sınırsız gücü değil, fakat halkların köleliğe boyun eğmezliği ve Irak’ın ABD için yeni bir Vietnam batağına dönüşmesi ihtimali tartışılıyor. Tüm sınırlılıklarına ve zaaflarına rağmen direniş halihazırda dünya ölçüsünde ezilenler ve ilerici halklar için önemli bir moral kaynağıdır.

Direnişin bu sınırlardaki bir politik ve moral etkiden öteye de sonuçları oldu. Saddam rejiminin devrilmesinin hemen ardından, hedefteki öteki ülkelere, İran ve Suriye’ye tehditler savuran ve bu ülkelere benzer müdahaleleri ima eden ABD, Irak direnişinin etkileri karşısında bu alandaki gücünün sınırlarını da hissetmeye başladı. Kesin bir biçimde denebilir ki Irak direnişi, ABD’nin bölgeye yönelik yeni saldırı niyetlerine hiç değilse şimdilik önemli bir ket vurmuştur.

ABD, söz konusu ülkelere yönelik tehditlerini hala da sürdürmekle birlikte, bunu daha çok bu tehditlerin basıncıyla ilgili ülkeleri belli sınırlar içinde hizaya sokmak üzere yapmaktadır. Fakat dikkate değer olan bir başka olgu da kendini işte tam da burada göstermektedir. Bölgenin farklı renklerden gerici rejimleri bu baskılar karşısında peşpeşe geri adımlar atmakta, ABD’nin tehdit ve dayatmalarına bir bir boyun eğmektedirler. Suriye’nin, özellikle de Libya’nın izlediği utanç verici yol bu oldu. Avrupalı emperyalist dostlarının “ikna” çabalarının da katkısıyla görüntüyü kurtarmaya çalışmakla birlikte İran’ın durumu da özünde farklı değildir. Düne kadar direndiği bir dizi alanda bugün geri adım atması ve bölgede saldırgan işgalci bir güç olarak bulunan ABD’ye karşı buna rağmen son derece dikkatl bir dil kullanmaya başlaması bunu göstermektedir. Ayrıca İran, Iraklı Şiiler’i belirgin biçimde dizginleyerek, ABD’ye bu yolla da yaranmaya çalışmaktadır.

Irak direnişinin sağladığı olanaklara rağmen düne kadar anti-emperyalist söylemler bile kullanan ve ABD-İsrail ikilisine karşı pek uzlaşmaz görünen bu rejimlerin bugün düştüğü bu durum gerçekte şaşırtıcı değildir. Zira bu ülkelerin egemen rejimleri, gelişmelere Irak’taki halk direnişinin anlamı üzerinden değil fakat Baas rejiminin çöküşü üzerinden bakmaktadırlar. Irak savaşı, bugün halk direnişi karşısında batağa saplansa da, ABD’nin sahip olduğu muazzam savaş makinası sayesinde egemen rejimleri yıkabileceğini ve rejim ordularını dağıtabileceğini gösterdi. Irak’ta yaşananların ABD tehdidiyle yüzyüze olan öteki gerici rejimler için esas anlamı/mesajı budur. Ve onlar gelişmelere bu olgudan baktıkları içindir ki, kendi rejimlerini ayakta tutabilmenin yolu olarak çareyi ABD tehditlerine boyun e&urren;mekte görmektedirler. Irak’taki direniş gerçeğini yaşadıktan sonra yeni işgal girişimlerinin kendisi için nelere malolacağını görmenin Amerikan emperyalizmini yönelttiği ihtiyatlılık da, işte bu sınırlar içinde söz konusu çürümüş rejimlerin işini bir parça kolaylaştırmakta, onlara bir ölçüde nefes aldırmaktadır.

Bu son gelişme, tehdit altındaki ülke rejimlerinin ABD karşısındaki bu teslimiyetçi tutumları, bölgede inisiyatifin tümüyle alttan gelen halk hareketlerine ve onlara dayalı siyasal akımlara geçmesi anlamına gelmektedir ve bu çerçevede, sanıldığından da önemlidir. Çürümüş Baas rejiminin yıkılması Irak’ta halk katmanlarına dayalı bir direnişin önünü açmış bulunuyor. Düne kadar özel nedenlere dayalı bir Amerikan-İsrail karşıtlığını sahte anti-emperyalist bir görünüm altında sunarak prim yapmaya çalışan rejimlerin bugün Amerikan saldırganlığı karşısında teslimiyeti ve uyumu seçmeleri, aynı etkiyi orta vadede bu ülkelerde ve genel olarak bölge düzeyinde yapacaktır. İran ve Libya rejimlerinin düne kadar gerek politik ve moral gerekse maddi açıdan islami akımların güçlenmesine katkısı bilinmektedir. Emperyalizme byun eğmenin orta vaadede bu açıdan doğuracağı sonuçlar da sorunun bir başka yönünü oluşturmaktadır.

Direnişin sorunları

Birleşik bir yapıdan yoksunluğu ve stratejisinin bulanıklığı, bugünkü Irak direnişinin en zayıf yanıdır. Fakat direnişin henüz başlangıç safhasında olduğu düşünüldüğünde, bunlara aşılabilir zaaflar olarak bakmak da olanaklıdır.

Irak’ın dinsel ve etnik yapısı, bu yapı üzerinde uzun onyıllar hüküm süren gerici Baas rejiminin yarattığı tahribat ve bıraktığı kötü miras, farklı milliyetlerden ve mezheplerden halk kitlelerinin emperyalist işgale karşı birleşik direnişini bugün için zaafa uğratmaktadır. Baas rejimi döneminde en büyük acıları yaşayan Irak Kürtleri’nin bugün emperyalist işgalin gönüllü ve aktif destekçileri olmaları, bu konumlarıyla Irak direnişini sırtından bıçaklamaları, sözü edilen sorunları daha da artırmakta, iyice karmaşıklaştırmaktadır.

Bu çok yönlü tahribatın etkisini zamanla kırmak, böylece tüm milliyetlerden ve mezheplerden halkların direnişçi birliğini sağlamak bugün Irak direnişin en büyük sorunu/ihtiyacıdır. Emperyalist işgalcileri yenilgiye uğratmanın, böylece gerçek özgürlüğün ve bağımsızlığın önünü açmanın bundan başka bir yolu yoktur. Bu ise ancak devrimci anti-emperyalist, demokratik ve laik bir program ve stratejik çizgi ekseninde olanaklı olabilir. Irak direnişinin bu doğrultuda bir gelişme yaşamasının olanakları konusunda şu an için bir şey söylemek doğal olarak kolay değil. Ancak bu başarılmadıkça, işgale karşı başarılı olacak ve zaferle taçlanacak bir mücadeleden sözetmenin olanaksızlığı da bugünden bellidir.

Filistin direnişi

Dünyada geride kalan yılın siyasal gündeminin ön sıralarında yer alan ve Irak’taki gelişmelerden yoğun bir biçimde etkilenen bir başka sorun ise Filistin direnişiydi. Bölgedeki gelişmeler üzerindeki ağırlığı sürekli olarak duyulan Filistin sorunu, halihazırda bölgeye yönelik emperyalist-siyonist hesaplar önündeki en büyük engel durumundadır. Filistin halkı 11 Eylül’le birlikte dizginlerinden boşalan emperyalist-siyonist gericilik karşısında en büyük bedeli ödemek durumunda kaldı. Fakat sergilediği olağanüstü direnç, kararlılık ve dayanıklılık sayesinde, emperyalist ve siyonist hesapları da sürekli olarak boşa çıkardı. Irak’ta ve bölgede daha rahat hareket etme olanağı elde etmek üzere geride kalan yıl içinde tezgahlanan Amerikancı “yol haritası”nın çöpe atılması, bunun son bir örneği oldu.

ABD emperyalizminin bölgede tartışmasız bir egemenlik kurma heveslerini daha ilk adımında zora sokan Irak direnişiyle birlikte Filistin direnişi, bugün bölgedeki anti-emperyalist devrimci gelişmelerin iki önemli dinamiği ve dayanağı durumundadır. Her iki direniş için de zaman içinde devrimci-demokratik önderliklerin güç kazanabilmesi, bölge halkları önünde geniş ufuklar açabilecek önemli bir etken olacaktır. Durum halihazırda bundan uzaktır. Fakat bugünkü görüntünün aksine, bölgedeki gelişmeler siyasal islamın etkisini zayıflatacak yönde seyretmektedir. Bunun ise orta vadede devrimci-demokrat akımların önünü açan bir etkide bulunması umulabilir.

Afganistan’da Taliban rejiminin akıbeti, Körfez’deki islami rejimlerin ABD’ye uşaklık etmeleri, Libya örneğinde olduğu gibi ona utanç verici bir biçimde teslim olmaları, İran örneğinde olduğu gibi onunla iyi geçinmenin yollarını aramaları, Irak Şiileri örneğinde olduğu gibi emperyalist işgalcilerle işbirliği yapmaları, Türkiye’de AKP örneğinde olduğu gibi dört dörtlük bir Amerikancı çizgi izlemeleri, zamanla islami akımları zayıflatan yönde bir etkide bulunacaktır. El Kaide gibi geçmişi kirli ve bugünü karanlık örgütlerin islami akımı bölge halkları için bir umut haline getirmeleri ise olanaklı değildir.

Baas milliyetçiliğinin Saddam rejimi şahsında utanç verici iflası, Kürt milliyetçiliğinin gelinen yerde ABD emperyalizminin bölge dayanağı ve vurucu gücü olmaya soyunması, burjuva milliyetçiliğinin de halklar için bir çıkış yolu olmadığını ve olamayacağını gösteren canlı örnekler olarak durmaktadır orta yerde.

Tüm 20. yüzyıl tarihi emperyalizme karşı tutarlı ve başarılı mücadelelerin ancak modern devrimci düşünce ve ideolojiler temelinde olanaklı olduğunu göstermiştir. Devrimci akımların bugünkü zayıflığı yanıltıcı olmamalıdır; ihtiyaç keşfin anasıdır, bu kural bölge halklarının emperyalizmin ve siyonizmin dayattığı utanç verici kölelikten kurtulma isteği için de geçerlidir. Günden güne güç kazanan bu haklı ve meşru istek, ancak devrimci bir program temelinde ve modern devrimci akımlar önderliğinde gerçeğe dönüşebilir. Tek tek her ülkede ve genel olarak bölge düzeyinde halkları güvenle ve başarılı bir biçimde ancak anti-emperyalist devrimci akımların önderliği birleştirebilir ve başarıya taşıyabilir.

Irak’a emperyalist saldırı ve Türkiye

Türkiye’de geride kalan yılın en önemli olaylarından biri de Irak’a yönelik emperyalist savaşa bağlı olarak ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan sorunlar oldu. Mart tezkeresinin kazaya uğramış olmasının yarattığı tüm yanıltıcı görüntüye rağmen, Irak olayı, tüm kesimleri ve kurumlarıyla işbirlikçi sermaye cephesinin ABD’ye uşakça bağımlılığını, bu temel tarihsel gerçeği, bir kez daha teyid etti. Çuval geçirme olayına rağmen meclisten çıkarılan yeni tezkere, Kuzey Irak’ta sözde “kırmızı çizgiler” çiğnenip atıldığı halde bunun ilişkilerde herhangi bir soruna yolaçmaması olgusu, ABD’ye bağımlılığın oturduğu “sağlam” zemini bütün açıklığı ile gözler önüne serdi. Türk burjuvazisi Amerikan emperyalizmine göbekten ba&curen;ımlıdır ve başta ordu ile hükümet olmak üzere tüm iktidar güçleri, bu temel ilişkinin gerekleri ekseninde davranmaktadırlar. Olayların seyri boyunca “islamcı” hükümet ile “kemalist” ordunun bu konudaki dikkate değer uyumunun gerisinde de bu aynı temel tarihsel-sınıfsal olgu vardır.

Irak’a emperyalist müdahale, Türk egemenlerinin Kürt sorunundaki tarihsel inkar ve imha çizgisinin sonuçları konusunda yeni veriler çıkardı ortaya. Türt devleti, salt Güney Kürdistan Kürtleri’nin sırtını ABD’ye dayayarak Irak’ta elde ettikleri konumu kırmak için, Irak’ın direniş bölgesinde ABD hesabına savaşmayı bile kabul etti. Sonuçta bunun gerçekleşmemesi Irak Kürtleri’nin kesin itirazları ve kararlı direnişleri sayesinde oldu. Halihazırda gelişmeler karşısında çaresiz durumdaki Türk egemenlerinin tüm umudu, Irak’taki direnişin ABD’yi Kürtler karşısında kendilerini tercih etmek zorunda bırakmasıdır.

Kendi ülkesinde Kürt ulusunun meşru ulusal demokratik haklarını tanımaya yanaşmayan ve bunları elde etmeye yönelik tüm girişimleri tarih boyunca hep kanlı operasyonlarla ezen Türk egemen sınıfları, Güney Kürdistan’da federasyon düzeyinde olsa bile bir Kürt devlet oluşumundan büyük bir korku duymaktadırlar. Bu korku onları ABD emperyalizmiyle daha uşakça bir uyuma ve bölgenin öteki gerici güçleriyle de daha sıkı ilişkilere yöneltmektedir. İlginç olan, Güney Kürdistan’da bir Kürt devletinin iki büyük hamisinden birinin ABD, ötekinin İsrail olmasıdır. ABD ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda İran ve Suriye’ye düşmanlık güdenler, Kürt halkının özlemleri karşısında İran ve Suriye ile gerici işbirliğine gidiyorlar, fakat engellemek istedikleri gelişme karşısında ABD ve İsrail’i buluyorlar. Söz konusu olan Türk burjuvzisinin bölgedeki iki “stratejik müttefiki”dir. Bu, bölgeye ilişkin Türk dış politikasının açmazı ve iflasıdır.

Güney’deki ve Kuzey’deki burjuva milliyetçi Kürt partileri, Kürt halkının haklı özgürlük istemlerini dünyanın ve bölgenin en gerici ve saldırgan iki ana gücü olan ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizmine ipotek etmekle, bu mazlum halkın kaderi üzerinde tarihsel bir kumar oynamaktadırlar. Komünistler, başından itibaren buna ilişkin hayalleri en açık ve kesin biçimde teşhir etmekte ve Kürt halk kitlelerini işbirlikçi Kürt partilerinin utanç verici olduğu kadar maceracı da olan Amerikancı çizgisine karşı uyarmaktadırlar. Fakat öte yandan komünistler, Amerikan işbirlikçi Türk egemen sınıflarının Güney Kürdistan’daki gelişmeler karşısında taraf olmaya yeltenmesini, çeşitli oyun ve provokasyonlarla Kürt düşmanı etkinliklerde bulunmasını, Irak’taki Kürt oluşumunu bertaraf etmek üzere bölgedeki öteki gerici-söürgeci güçlerle işbirliğine girişmesini de kesin bir biçimde mahkum etmekte, bu tür gerici ve kirli girişimlere karşı Kürt halkının yanında yer almaktadırlar.

Güney Kürtleri’nin bugün tuttuğu yol, Irak direnişini sırtından hançerlemek ve bölge halklarının ortak kurtuluş davasına ihanet etmek anlamına gelmektedir. Fakat bu hiçbir biçimde Türk egemen sınıflarının ve bölgedeki öteki Kürt düşmanı devletlerin Irak Kürtleri’ne yönelik düşmanca girişimlerini haklı çıkarmaz. Buna ilişkin her çaba ve girişim gerici ve gayrı meşrudur; buna girişenlerin Kürt sorunundaki tarihsel inkar ve imha siyasetlerinin bir uzantısıdır. Bunun karşısına dikilmek Türk işçi ve emekçileri ile tüm bölge halklarının ihmal edilemez sorumluluğudur. Kürt halkı için felaketli sonuçlar doğurabilecek işbirlikçi tutumları boşa çıkarmak da bu görev ve sorumluluğun gereklerini yerine getirebilmek ölçüsünde olanaklıdır. Bu yapılmadığı sürece, Kürt halkına güve vermek, onunla özgürlük ve eşitlik hedefleri doğrultusunda bütünleşmek ve böylece Amerikancı Kürt partilerinin macarecı siyasetlerini boşa çıkarmak olanaklı olmayacaktır.

İşçi ve halk hareketleri

Geride kalan yıl içinde çeşitli ülkelerde işçi ve halk hareketleri kendini göstermeye devam etti. Yıl boyunca Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve Avusturya gibi ülkelerde kimi zaman genel grev boyutlarında yaygın işçi eylemlilikleri yaşandı. Avrupa’daki bu yaygın işçi eylemlilikleri emek-sermaye çelişkisinin gitgide keskinleşmekte olduğunun önemli bir göstergesidir. Kendi sınırları içindeki anlamından öte bu eylemlerin asıl önemi de zaten buradadır.

Dünyanın yoksul, sosyal gerginliklerin ve sınıf mücadelelerinin şiddetli bir biçimde yaşandığı alanlarını bir yana bırakalım. Düne kadar belli bir refah düzeyinin ve oturmuş bir sınıf barışının egemen olduğu Avrupa’da son yıllarda yaşanan sınıf hareketlilikleri, içine girdiğimiz yeni dönemin dikkate değer bir göstergesidir. Bugün Avrupa’da kelimenin modern anlamında yeni bir sınıf mücadeleleri dönemine girilmiştir. Bir yanda kapitalist sınıf, karşısında ise işçi sınıfı var. Bu iki sınıf giderek daha çok ve daha açık biçimlerde karşı karşıya geliyorlar. Neo-liberal saldırı politikaları bu sınıfları adeta kendiliğinden karşı karşıya getiriyor. Kapitalist ekonominin yaşamakta olduğu krizin yükünü hafifletmek, kapitalist tekellerin kârlarını çoğaltmak, uluslararası ticari rekabette üstünlük sağlamak, ve nihayet, silahlanaya ve dünya egemenliği için mücadeleye daha büyük kaynaklar ayırmak ihtiyacı, emperyalist Avrupa burjuvazisini işçi sınıfının yüzyıllık kazanımlarına çok yönlü olarak ve hoyratça saldırmasına neden olmakta, bu ise işçi sınıfını yeniden mücadele sahnesine çıkarmaktadır.

Bu eylemlerin bugün için sendika bürokrasisinin denetimi altında olması, gelişen olgunun önemini azaltmıyor. Önemli olan, uzun onyılların ardından sosyal durgunluğun kırılması, sermaye uşağı sendika bürokrasisi tarafından başarıyla denetlenen “sosyal barış”ın çatırdaması, böylece sınıf mücadelesinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıdır. Sendika merkezleri tarafından desteklenmeyen ve en fazla 20 bin kişilik bir katılım beklenen 1 Kasım Berlin gösterisine herkesi şaşırtan biçimde 100 bin işçi ve emekçinin katılması, bu eylemlerin artık denetim dışına da taşabildiğini göstermektedir. Süreç içinde bu eğilim daha da güçlenecektir.

Avrupa’da ve tüm dünyada sermayenin emeğe saldırısı sürekli bir hal almıştır ve tüm göstergeler bu saldırıların önümüzdeki dönemde daha da şiddetleneceğini göstermektedir. Bu sosyal mücadelelerin de kızışacağı ve kendine yeni çıkış yolları arayacağı anlamına gelmektedir.

Latin Amerika’da sonu gelmeyen sosyal çalkantıların Bolivya örneğinde olduğu gibi günlerce süren bir halk isyanına varması ve sonunda devlet başkanını ABD’ye kaçmak zorunda bırakması, geride kalan yıl içinde emek-sermaye çatışmasının öteki emekçi katmanları da kapsayan bir başka örneği oldu. Farklı emekçi katmanları bu türden eylemlere çeken temel neden, emperyalizmin ve işbirlikçi sermayenin aç gözlü sömürü ve talan politikalarının ağırlaştırdığı çok yönlü sosyal sorunlardır. Bu tür çatışmalarda kendine özgü bir biçimde işçi sınıfı ve yoksul emekçi müttefikleri ile işbirlikçi sermaye güçleri ve onların arkasındaki emperyalist güçler karşı karşıya gelmekte, çatışma sınıfsal eksene dayalı bir iç savaş görünümü kazanmaktadı.

Yakın geçmişte örnekleri öteki Latin Amerika ülkelerinde de görülen bu türden emekçi halk hareketlerinin her seferinde yatıştırılıp kontrol altına alındığı bir gerçektir. Fakat bu isyanlara yolaçan nedenler ortadan kalkmadığı gibi, tersine, sorunlar daha da ağırlaşmakta, sosyal çelişkiler daha da keskinleşmektedir. Dolayısıyla da sınıf mücadelelerini doğuran zemin giderek daha da olgunlaşmakta, benzer halk hareketlerini daha geniş boyutlarda ve daha şiddetli biçimlerde yeniden doğurmaktadır.

Bu hareketlerin halihazırda kolayca yatıştırılıp kontrol altına alınabilmesinin gerisinde devrimci bir örgütlenme, önderlik ve programdan yoksunluk var kuşkusuz. Bu yazık ki bugün tek tek ülkelerden öteye, neredeyse dünya ölçüsünde bir durumdur. Uluslararası komünist ve devrimci akımların son 20 yılda, özellikle de ‘89 yıkılış sonrasında yaşadığı büyük güç ve itibar kaybı, bu arada kendini yenilemede sergilediği yeteneksizlik, işçi ve halk hareketlerinin devrimci bir önderlikle buluşmasını bugün için zora sokmaktadır. Bu durum bir süre daha böyle devam edecek gibi görünmektedir. Fakat olayların genel gidişi, işçi ve halk hareketlerinin dünya ölçüsünde büyümesi ve yaygınlaşması, kendini yenilemeyi başarmış komünist ve devrimci akımların zaman içinde güç kazanmasını da sağlayacaktır.