10 Ocak'04
Sayı: 2004 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kerkük olayları ve Türk gericiliğinin provokatif oyunları
  Yeni özelleştirme hamlesi ve mücadele sorumluluğu
  İhanetin hesabını vereceksiniz!
  Sermaye hükümeti emeklileri de sefalete mahkum etti!
  BDSP'li tekstil işçilerinden açıklama... Haramidere'nin haramileri sömürü ve zorbalıkta sınır tanımıyor!
  Eğitim-Sen Genel Başkanı sermaye sözcüleri ile aynı dili konuşmamalı...
  Türkiye demokratikleşiyor!
  Kamu emekçileri hedef tahtasında
  Birleşik Metal Genel Kurulu üzerine...
  Soruşturma terörüne son!
  BES'te kongreler süreci ve birleşik mücadele platformu
  Yeni bir yılın başına dünya ve Ortadoğu...
  Ordu-hükümet gerilimi...
  İşgal karşıtı direniş, kirli manevraları boşa düşürecektir
  Iraklı direnişçiler "tek cephe" içinde birleşmeye hazırlanıyor!
  Suriye'ye ABD ve İsrail'in taleplerini yerine getirmesi tavsiye ediliyor!
  BMİS Genel Kurulu'nda FTM-CGS temsilcisi Jean-Francois Care ile konuştuk...
  Küba devrimi 45 yaşında
  El Salvador'da başkanlık seçimi ve FMLN
  Amerikancı besleme "gazeteci"!..
  Yerel seçimler yaklaşırken...
  Bültenlerden...
  2003 üzerine gözlemler: Soldaki ve sağdaki ideologlar ve peygamberler
  Hep aynı hikaye
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Küba devrimi 45 yaşında

Küba lideri Fidel Castro, 3 Ocak günü ülkenin en büyük tiyatro binası olan “Karl Marks” salonunda yaptığı konuşmada, özellikle devrimlerin güncelliği üzerinde durdu. Castro, “Marks’a gerçekten hak vermek zorundayım. İnsanlık, tarih öncesi dönemini, ancak gerçek anlamda adaletli bir sosyal düzen inşa ettiğinde terkedebilir” diyor.

Bu sözler bir bakıma Castro’nun konuşmasının da özeti oluyor. Castro, tüm konuşmasında, insanlığın temel sorunlarının devrimlerden başka bir yolla çözülemeyeceği gerçeğinin altını net olarak çiziyor. “Milyarlarca insanın bu dünya üzerindeki yaşamı birkaç kişinin ne düşündüklerine, inandıklarına ve kârlarına bağlı. Bu durumu kabullenemeyiz. Bizi rehineye dönüştüren bu anlamsız duruma son verilmesini istemek hakkımızdır” diyor.

Devrimin özgünlüğü

Küba’yı insan onurunun korunduğu ülke olarak niteliyor Castro. Ama emperyalist burjuva basını bu konuşmayı boş bir iyimserlik olarak yorumluyor. Gerçekten öyle mi?

Devrim öncesinde Küba, tarihsel olarak ABD tekellerinin bir “tarlası” konumundaydı. Bir avuç işbirlikçi burjuva ile latifundiya sahipleri ABD tekellerine dayanak oluşturuyordu. Sierra Maestra’da başlayan gerilla savaşı ve bu savaşın emekçi sınıfların değişik katmanları tarafından desteklenmesi, 1 Ocak 1959’da, Batista’nın gece ülkeden kaçmasıyla sonuçlandı.

Anti-emperyalist demokratik devrim Batista diktatörlüğüne son vererek ilk görevini tamamlamıştı. Küçük-burjuva devrimci bir dünya görüşüne sahip “26 Temmuz Harekatı”, ideolojik-politik olarak bölgenin devrimci geleneğine bağlıydı ve heterojen bir konuma sahipti.

Bu nedenle Batista rejiminin yıkılmasından sonra, özellikle büyük burjuvazinin dışındaki kesimler, ABD’nin desteğiyle gelecekteki gelişmeler üzerinde etkili olma çabasına girdiler. Fakat Küba devrimcilerinin önemli bir özellikleri vardı. Soyundukları davada inançlı ve tutarlıydılar. Bu yönüyle, Latin Amerika’da tarihsel olarak etkili olan reformcu-popülist gelenekten radikal bir kopuşu temsil ediyorlardı. İkinci olarak, milli burjuvaziye dayalı gelişme modellerini savunan ve destekleyicisi konumunda olan yerleşik komünist partilerinden de bir kopuşun ifadesiydiler.

16 Şubat 1959’da devlet başkanı olan Fidel Castro’nun önderliğinde, Sovyetler Birliği’nin de desteğiyle birçok toplumsal dönüşüm gerçekleştirildi. İlk etapta mevcut devlet kurumları dağıtıldı. Ordu ve polis tasfiye edildi, eski rejimin uşakları yargılanarak cezalandırıldı. Parlamentonun dağıtılmasının yanı sıra bütün partiler yasaklandı. Yeni bir toplumsal sistem yaratma hedefiyle devrimci-demokratik bir iktidar inşa edildi.

En temel sosyal sorun toprak sorunuydu. Latifundiyalar dağıtılarak köklü bir toprak reformu gerçekleştirildi. Yabancı tekellerin varlığına el konuldu. Eğitim ve sağlık alanında tam bir seferberlik ilan edildi. Emekçileri korumak için sosyal yasalar çıkarıldı.

1959 Mayıs’ındaki toprak reformundan sonra ABD açıktan saldırıya geçti. İlk önce ekonomik şantajla, sonra ise askeri müdahale ile Küba’ya boyun eğdirmeye çalıştı. Birçok askeri saldırının ardından 17 Nisan 1961’de karşı-devrimci güçler, ABD’nin denizden ve havadan desteğiyle, Küba’nın güney sahiline çıkartma yaparak fiili saldırıya geçtiler. Küba halkı 72 saat içinde bu karşı-devrimci güruhu püskürterek dağıttı.

Yaşanan ideolojik-politik evrim ve işçi sınıfının toplumsal yaşamda artan rolü, 2 Ekim 1965’te Küba Komünist Partisi kuruluşuna yolaçtı.

Küba devrimi bölgede derin izler bıraktı. Birçok ülkede gerilla savaşları başladı. İlk kez bölgede büyük bir emperyalist gücün kapısı önünde bir halk kurtuluşunu savunuyordu. Bu önemli bir tarihsel gelişmeydi. Emekçi kitleler bir devrimle elde edilen toplumsal dönüşümlerin sonuçlarını sahiplenip savunuyordu. Yeni devrim bir egemen sınıf yerine diğer bir egemen sınıfı getirmemişti. Emekçi halk yığınları kendi iktidarlarına sahip çıkıyorlardı.

ABD ve dünya gericiliğini en çok rahatsız eden de bu oldu. Onlar Doğu Bloku’nun çöküşüyle Küba’nın yaşama olanağını yitireceğini umuyorlardı. Ülke ticaretinin %85’sini Doğu Bloku ülkeleriyle yapan Küba gerçekten de en zor dönemini yaşıyordu. Ancak, şantaj, abluka, tehdit ve karşı kampanyalara rağmen Küba halkı direnme yolunu seçti.

Karşı-devrimci güçlerin Küba’yı boğmayı başaramadığını belirtiyor Castro konuşmasında. Kaybeden ABD olmuştur. 45 yıl sonra Küba’nın bugün 178 ülkeyle diplomatik ilişkisi var. BM’de 179 ülke Küba’ya ambargoya karşı tutum aldı. Bundan dolayıdır ki, ilk kez ABD Kongresi’nde, Bush yönetiminin Küba politikası açıktan eleştirilerek, seyahatin yasaklanmaması talep edildi.

Ekonomik alanda Küba nefes almaya başlamış bulunuyor. Geçen yıla göre yüzde 2.6 oranında bir ekonomik büyüme sağladı. Eğitim, sağlık, kültürel yaşam diğer ülkelerle kıyaslanamaz düzeyde yüksek. Başkan Chavez’in yönetimindeki Venezuella ve Latin Amerika’daki diğer gelişmeler Küba’yı ayrıca rahatlatmıştır. Bolivya’da Ekim ayındaki kitle ayaklanması Gonzalo Sanchez de Lozda’yı Miami’ye “yollamıştır.” Meksika, Ekvador, Peru gibi ülkelerde dipten gelen dalga giderek belirginleşmektedir. Neo-liberal politikaların yolaçtığı kitlesel eylemler yaygınlaşmaktadır. “Devrimi savunalım” çağrısı yapan Castro’nun işaret ettiği dinamikler de, alt sınıfların yaygınlaşan bu politik hareketlilikleridir.

Avrupa Birliği’nin Küba’ya yönelik politikası da geri tepmiştir. Portekiz, Yunanistan, Belçika ve Avusturya elçilikleri Küba’yla diyaloglarını AB kararına rağmen kesmemişlerdir. Bunda Küba yönetiminin diplomatik terör ve emperyalist şantajları açıktan teşhir eden tutarlı politikası da etkili olmuştur.

Küba hala büyük ekonomik sorunlarla yüzyüze ve dünya pazarıyla girilen ilişkilerin sistem dışı etkiler yaratması kaçınılmaz. Bu nesnel gelişmeler karşısında politik iradenin etkisi önemli olsa da, uzun dönemde, başka devrimlerle desteklenmediği koşullarda, bu iradenin etkinliği sınırlı kalacaktır. Bu nedenle, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıfların maddi-manevi desteği büyük bir önem taşımaktadır. Emperyalist hayduta boyun eğmeyen, diz çökmeyen Küba halkı bunu fazlasıyla hak etmektedir.

Bu yüzyıl devrimler yüzyılı olacaktır. Tarihsel gelişme dinamikleri buna işaret ediyor. Devrimin 45. yılında Küba yöneticilerini iyimser kılan da bu gerçektir.



Devrimin kartalları Karl ve Rosa 11 Ocak’ta
kitlesel bir gösteriyle anılacaklar...

Devrim ve sosyalizm davasına bağlılığın sembolleri olan Karl ve Rosa’nın anısına her yıl geleneksel olarak düzenlenen yürüyüş bu yıl 11 Ocak Pazar günü yapılacak. Bu yılki gösteriye 250 tanınmış kişilik ve politik grup çağrı yaptı.

Bundan 85 yıl önce Alman proletaryasının bu iki yiğit önderi, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, Alman burjuvazisi tarafından hunharca katledildiler. Bugün, sosyal savaşın bütün Avrupa’yı pençesine aldığı, tekelci burjuvazinin ve onun hükümetlerinin savaş çığırtkanlığını yükselttiği bir dönemde kitlesel militan gösterilerin anlam ve önemi daha da artmaktadır. Berlin’de gerçekleşecek gösteriye yapılan çağrılarda, İkinci Dünya Savaşı sonrası başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün emekçi sınıfları hedef alan bu kapsamlı saldırıyı püskürtmek, tarihsel mücadelelerle kazanılmış hakları kıskançlıkla savunmak bütün toplumsal kesimlerin en acil politik sorumluluğudur deniliyor. Açıklama Alman Komünist Partisi (DKP), KPD, anti-faşist gruplar ve diğer sol örgütler tarafından yapıldı.

Geçen yıllar gerçekleşen gösterileri resmi bir törene dönüştürme eğiliminde olan Demokratik Sosyalizm Partisi’nin (PDS) Berlin parlemento grubu bu yıl gösteriye çağrı yapmaktan kaçındı. Böylece anma gösterilerine düzene karşı tepkilerin ortaya konulduğu devrimci bir atmosferde egemen hale geliyor. Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da Türkiyeli sol örgütler de gösteriye katılacaklar.

100 bini aşkın bir katılımın beklendiği gösteri SPD-Yeşiller hükümetiyle bir hesaplaşmaya dönüşecek, bütün hazırlıklar bu yönde.