Emperyalist haydutlar, kitle imha silahlarının varlığını gerekçe göstererek Irakı işgal etmişlerdi. Bunun yalan olduğunu onlar biliyordu elbet. Ancak, bu yalanların kısa sürede açığa çıkacağını hesaba katmamış olmalılar ki, yalanları peşpeşe ortaya serildiğinde zor anlar yaşadılar. Özellikle Bushun fino köpeği Blair, bu yalanlardan dolayı fena halde sıkışmıştı. Saddamın yakalanması ile durumu dengelemeye çalışırken, Busha özenerek ani bir gizli Irak ziyareti gerçekleştirdi. Bu manevralarla içine yuvarlandığı çukurdan çıkma hesapları yapan Blair, kitle imha silahlarının da mutlaka bulunacağını hala iddia edebilme cüretinde bulunan son kişidir aynı zamanda.
Bushla savaş çetesi daha kıvrak davranarak kitle imha silahlarını unutturdular bile. Ama yine de Saddamı kapalı kapılar ardından günde 12 saat sorgulayan CIAnın, üstünde en çok durduğu konunun kitle imha silahları olduğu belirtiliyor. Bu yılın sonunda yapılacak ABD başkanlık seçimlerinde Bushun şansını arttırmak açısından Saddamdan böyle bir itiraf gelseydi savaş kundakçıları için büyük bir nimet sayılırdı. Böylece tutsak Saddam, belki Bushla savaş çetesinin içinde çırpındığı bataklıktan kurtulmalarına katkıda bulunmuş olurdu.
Ancak Irakın işgali, ardından gelişen direniş, sorunu basit manevralar, ya da sahte gündemlerle geçiştirmeye imkan bırakmıyor. Zira işgal orduları her gün kayıp verirken, cephe gerisini sürekli oyalamak zorlaşıyor. Gizli Irak ziyareti şovlarının etkisi kısa sürede buharlaşırken, Saddamın yakalanması unutulmuş durumda. Kabarık suç dosyalarını açığa vurmasın diye Saddamı kamuoyundan saklayan haydutlar, böylece devrik diktatör üzerinden prim toplama şanslarını da yitiriyorlar.
Bu arada direnişin zayıflayacağı, Saddam ile 300 kişiye yakın direnişçinin yakalandığı, böylece direnişin büyük bir darbe aldığına dair ortaya atılan iddiaların yalan olduğu kesinleşmiş bulunuyor. Silahlı direnişin yanı sıra, kitle gösterileri de azalmamıştır. Gittikçe azgınlaşan işgal orduları, artık kitle gösterilerine bile pervasızca ateş etmeyi alışkanlık haline getirdiler. Bu saldırılar sonucu birçok insanı katleden işgalciler, keyfi tutuklamalarına da ara vermeden devam ediyorlar. İşkencede katledilenlerin haberleri basına yansırken, seyir halindeki araçlara ateş açılarak ailelerin toptan yokedilmesi gibi vahşi icraatlar yaygınlığını koruyor. Demokrasi ihraç etmekle övünen emperyalistler, işkenceci katilleri göstermelik de olsa yargılama ihtiyacı bile görmüyorlar. Böylece suratlarına asmaya çalıştıkları maskelerin iler tutar tarafı kalmıyor.
Yine de emperyalist zorbaları en çok sıkıştıran olgu, işgal karşıtı silahlı direniştir. Her gün birkaç askerin ölmesi ya da yaralanması, Irak halklarına işgali kabul ettirmenin mümkün olmayacağını tekrar tekrar gösteriyor. Direnişin bir diğer etkisi Iraka gönderilmeye hazırlanan askerlerin bu kararlarını gözden geçirmeleridir. Bunun son örneği Bulgar askerlerinin tavrı oldu. Irakın güneyindeki Kerbelada geçen hafta düzenlenen saldırıda Bulgar askerlerin hayatını kaybetmesinin ardından, 30 kadar Bulgar askerinin Iraka gitmekten vazgeçtiği bildirildi. Kuşkusuz bu henüz yaygın bir eğilim değil ama, askerlerin Irakta işgale katılmayı reddetmeye başlaması yine de önemli bir başlangıç sayılabilir.
Iraktaki işlerini bitirip, başka ülkeleri işgal ederek yollarına devam etme hevesleri kursaklarında kalan Bush ile savaş çetesi, Irak petrollerini yağmalama planını bile henüz düzene koyabilmiş değil. Sicili kanlı şirketlere verilen şaibeli ihalelerin foyası da ortaya çıkmaya başladı. Kirli ilişkiler ağı ile Irakta işleri yürütmeye çalışan işgal idaresi ve hizmetindeki kukla konsey, şimdiden yolsuzlukla anılmaya başlandı. Öyle ki, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeldin eskiden yöneticisi olduğu şirkete verilen kimi ihaleler iptal edildi.
Faşizmi küreselleştirip, dünyayı yeniden paylaşmak için saldırıya geçen savaş kundakçısı çetenin Irak direnişine takılması, halkları hiçe sayarak aşağılayan bu zorbalara karşı direnişten başka bir yolun etkili olamayacağını bir kez daha kanıtlamıştır. Filistin ile Irak halklarının emperyalist/siyonist vahşete karşı yükselttiği direnişler, her türden gericiliğe ve saldırganlığa karşı izlenmesi gereken yolu gösteriyor.
İşgalin bir gerekçesi kitle imha silahları idiyse, bir diğer gerekçesi Irak halkını zalim diktatörden kurtarmaktı. Varolduğu iddia edilen silahlar bulunamayınca, Irak halkını Saddam diktatörlüğünden kurtardık, fena mı oldu? argümanına sarılan emperyalist işgalciler, kendilerini özgürlüğün temsilcileri ilan etmişlerdi.
Elbette vahşi bir yıkım eşliğinde bir ülkenin işgal edilmesinin demokrasiyle/özgürlükle ile bir ilgisinin olmadığı aşikar. Ancak demokrasiyi bu kadar ağızlarına sakız edenlerin, en azından göstermelik bazı haklara tahammül etmesi beklenebilirdi. Aslında görüntüyü kurtarmak için böyle bir manevraya ihtiyaçları da vardı. Oysa gelişmeler, emperyalist orduların en sıradan demokratik haklara bile tahammül edecek durumda olmadıklarını gösteriyor. Böylece yalan temeli üzerinde inşa ettikleri demokrasi şatosu birden yerle bir oluverdi.
Amerikan-İngiliz emperyalistleri Iraka öyle bir demokrasi getirdiler ki, ülke ölüm tarlasına çevrildi. Kayıp insanlar, toplama kamplarında keyfi şekilde tutulan binlerce kişi de işin cabası. Aradan geçen aylara rağmen en temel altyapı hizmetleri halen işlemiyor. Eğitim ve sağlık kurumlarını dumura uğrattılar. Irakta çalışabilecek nüfusun yüzde 70i işsizliğe mahkum edildi. Devlet kurumları dağıtılmış, dolayısıyla devlette çalışıp maaş alanlar da ortada bırakılmış...
Bu kadar sorunu kısa sürede bir halkın başına bela edenlerin marifetleri bununla sınırlı değil. Zira bu tablodan dolayı Iraklılar sık sık alanlara çıkıp sorunlarını dile getiriyor, işgali de protesto ediyorlar. İşgalci orduları çiçekle karşılamayanların iki de bir protesto eylemleri yapmalarına, artık Anglo-Sakson demokrasisi daha fazla tahammül edemezdi. Zaten bu Iraklılar da demokrasiden anlamıyorlardı. Demokrasi/özgürlük işgali desteklemek için var, karşı çıkmak için değil! Bu kargaşaya hemen son vermek amacıyla Amerikan işgal yönetimi zaman kaybetmeden harekete geçti.
Iraktaki ABD işgal yönetimi, halkın gösteri düzenleme ve sesini duyurma hakkını ayaklar altına alan kararını yeni yıl müjdesi olarak halka açıkladı. İşgal yetkilileri, özellikle Bağdatta protesto ve gösteri düzenlenmesine karşı sert kısıtlamalar getirdi. 2003ün son gününde Iraklılara duyurulan karara göre; hiçbir birey veya grup, işgal yönetiminden ön izin almadan yürüyüş veya miting düzenleyemeyecek, hatta sokakta bir araya bile gelemeyecek.
Gösteri düzenlemek isteyenlerin, eylem tarihinden en geç 1 gün önce işgal yönetimine yazılı başvuru yapması gerektiği bildirildi. Bu başvuruda, eylemin amacı ve süresi, yaklaşık kaç kişinin katılacağı ve eylemi örgütleyenlerin isim ve adresleri yer alacak.
İşgal yönetimi gösteriye izin verse dahi; eyleme katılanların bol kıyafetler giymesi, kask takması, yüzlerini örtmesi yasak olacak. Eylemlerin azami süresi 4 saat olarak belirlendi. Göstericiler; işgal güçlerinin kullandığı binalara 500 metreden daha fazla yaklaşamayacak. Bu yasakları ihlal edenlerin tutuklanıp yargılanacağı kaydedildi.
Emperyalist işgalcinin demokrasisi de bu kadar oluyor. Katliamların, toplu tutuklamaların, ev baskınlarının, köyleri dikenli tellerle çevirmenin, füzelerle konutları yerle bir etmenin yanı sıra, bir de gösteri yasağına uymayanların tutuklanması bu listeye eklenecek. Bu barbarlığın tümü direnişi kırabilmek adına icra ediliyor. Oysa tüm veriler, direnişin güçlendiğini, Irak halkının maruz kaldığı mezalimlerin ise, ancak, işgalcilerin daha kısa sürede tamamen teşhir olmalarına hizmet edeceğini gösteriyor.
Bütün bu demokratik icraatlar, ABD emperyalizminin Ortadoğu halkları için temel aldığı demokrasi modeli hakkında yeterince aydınlatıcıdır. Zira Irak, Amerikan demokrasisinin Ortadoğu versiyonu olarak daha şimdiden nadide bir örnek oluşturuyor.