Şimdiye kadar, Irak halkının emperyalist işgale karşı yükselttiği direnişin parçalı, birbirinden kopuk gruplar tarafından yürütüldüğü yönünde ortak bir görüş vardı. Bunun anlaşılır nedenleri de var kuşkusuz. En sıradan demokratik hakkı bile kullanmanın mümkün olmadığı uzun yılların ardından işgale karşı ortaya çıkan bir direniştir söz konusu olan. Yani onlarca yıldır -ABD emperyalizminin de yaygın desteği ile- Irak halklarını tam bir dikta ile yöneten Saddam rejimin enkazı içinden çıkarak kendini bulmaya çalışan bir direniş hareketinin başlangıçta bazı sorunlar yaşaması kaçınılmazdı. Dolayısıyla örgütlenmenin sağlam bir zemine oturmasının ve birbirinden ayrı kanallarda akan güçlerin biraraya gelmesinin belli bir zaman almasında anlaşılmayacak bir durum yoktur.
Dünyanın en modern silahlarıyla donanmış emperyalist ordulara karşı direnmenin çetin bir iş olduğunu, bu barbar gücü parçalı direnişlerle püskürtmenin mümkün olmayacağı açıktır. Bu gerçeği bugün için en iyi bilenlerin başında da Iraklı direnişçilerin geldiğine kuşku yok. Bundan dolayıdır ki, verili durumdaki parçalı tabloya son verip, direnişçi güçleri tek cephede birleştirmek için aylardan beri çaba harcanıyordu. Bu çabanın olumlu sonuç verdiğini açıklayan Irak Yurtsever İttifakı lideri Cabbar el Kubeysi, Ulusal Direniş ve Kurtuluş Cephesinin yakında kurulacağını bildirdi.
Milliyetçi, İslamcı gruplar ile Yurtsever Komünist Hareket (işgali destekleyen Irak Komünist Partisinden ayrılan kesim) adına açıklamayı yapan el Kubeysi, uzun süren çabalarının meyve verdiğini vurgularken, direnişin birkaç hafta içinde güçleneceğinin de altını çiziyor. Çünkü artık direniş içindeki farklı akımlar daha yakın hareket edecekler ve böylece devinim kazanacaklar diyor.
İşgalcilerin iddia ettiklerinin aksine, direnişçiler içinde Baas üyeleri ile islamcı kesimler azınlık durumundalar. Ağırlığı oluşturanlar Ulusal Demokratik Güçler (UDG) diye tanımlanan gruplardır. İkinci sırada ise sol-sosyalist gruplar yer alıyor. Şimdiki yansıma, UDG kapsamındaki grupların, direniş cephesinde de etkin olduklarını gösteriyor. Direniş cephesinin hazırladığı ilk programatik bildirinin içeriğinden bunu anlamak mümkün. Bildiri, anti-emperyalist yurtsever bir çerçeveye oturuyor. Bu da anlaşılır bir durumdur; zira işgale karşı tüm direnişçi güçleri kucaklayacak bir ittifakın doğasına uygun çerçeve budur. Bu çerçevede bir ittifakın işgal karşıtı direnişe yeni bir ivme katacağına ise kuşku yoktur.
El Kubeysi, yakında açıklanacak programatik bildirinin başlıca unsurlarını şöyle açıkladı.
* Irakın işgalden kurtarılması ve BM çatısı altında bile olsa tüm yabancı askerlerin çekilmesi.
* Hükümet Konseyi gibi işgalciler tarafından oluşturulmuş tüm otoritelerin yasadışı kabul edilmesi ve bunlara karşı savaşılması.
* İşgalcilerle işbirliği yapılmasının yasaklanması. İşgalcilerin emrindeki polislerin ve diğer görevlilerin derhal bu görevlerinden ayrılmaya çağrılması.
* Amerikan-İngiliz saldırganlarının halka tazminat ödemesi.
* Direniş cephesinin demokratik bir hükümet için çaba sarfetmesi.
Iraklı Şiilerin silahlı direnişe katılmamasını; İran rejiminden ve onun Irakta bulunan binlerce ajanından gelen baskıdan kaynaklandığını belirten el Kubeysi, Muhteda el Sadrla görüştüklerini ancak, Muktedanın, işgale karşı barışçıl yollardan direnmeyi tercih ettiklerini söylediğini aktarıyor. Kürtlerin direnişe katılmamasını ise, Amerikalılarla yaygın işbirliği yapmalarına bağlıyor. Çok denememize rağmen, cepheye katılacak bir Kürt gücü bulamadık. Ama kapılarımız her zaman açık sözleriyle Kürtleri direnişe çağırıyor el Kubeysi.
Yasadışı işgal son bulana kadar silahlarını bırakıp barışçıl eylemlerle kendilerini sınırlamayı asla kabul etmeyeceklerini vurgulayan el Kubeysi, anlamlı ve mutlaka desteklenmesi gereken şu çağrıyı yapıyor: Savaş karşıtı hareketler taraflarını belirlemeli. Tarafsızlık mümkün değildir. Biz, yurdumuz özgür olana dek savaşacağız. Barış ve adaletten yana olanlar, bizim kendi kaderimizi tayin hakkımızı kabul etmeli ve direnişi desteklemeli.
Evet, emperyalist çapulcuların kabusu gerçeğe dönüşüyor!
Türkiye cezaevlerinde uygulanan sistematik baskı ve terörün bir benzeri İspanyol devleti tarafından Basklı siyasi tutuklulara uygulanmaktadır.
Basklı siyasi tutukluların zindanlardaki durumuna dikkat çekmek için tutuklu yakınları 5 Ocaktan itibaren Barselona, Berlin, Brüksel, Cenevre, Milano, Paris ve Kopenhagta bir haftalık açlık grevine başladılar. İspanya ve Fransa zindanlarında tutulan siyasi tutuklular kimliklerini tahrip etmek, diğer tutuklularla ilişkilerini kesmek ve beyinlerini öldürmek üzere ya tek tip hücrelere ya da uzak zindanlara kapatılmaktadır. İspanyol devletinin izlediği politikanın esası, iki tutukluyu birarada tutmamaktır. Aileler tutukluların bu durumuna dikkat çekmek için açlık grevi süresince parti, sendika, kilise ve diğer toplumsal örgütlerle görüşecek ve destek arayacaktır. Yedi ülkede aynı anda açlık grevine gidilmesinin amacı böylece etkili bir enformasyon ağı kurmaktır.
İspanya cezaevlerinde bugün 700 politik tutuklu bulunmaktadır. Bu sayı faşist Franko döneminden bile daha fazla. Baskta yurtsever partiler ile basın-yayın faaliyetleri yasak olduğundan dolayı, gerici İspanyol devleti en ufak tepkiyi zindana atma yöntemiyle yanıtlamaktadır. 700 tutuklunun büyük çoğunluğu İspanya ve Fransa zindanlarına dağıtılmış bulunmaktadır. Bu yürürlükteki uluslararası hukukun bile kurallarına aykırı bir durumdur. İspanyol devletinin kendi hukuku da buna aykırıdır. Aileler haftada bir saatlik ziyaret için 1400 km yol katetmek zorunda kalabilmektedirler. 1982 yılından bu yana İspanyol devleti siyasi tutukluların iletişimini tamamen kesmek için sistematik olarak onları ülkenin en ücra köşelerine dağıtmaktadır. Özellikle son bir yıldan beridir tutuklulara yönelik sistematik bir baskı ve işkence uygulamaktadır. Bu baskı ve terör, Bask ülkesinin tümün yayılmış bulunuyor. Bu sıkıyönetim yasa ve önlemleri Fransa tarafından da fiili olarak desteklenmektedir. Öyle ki, İspanyanın bakılarına karşı direnen her kişi ve gurup, ETAnın militanı olarak nitelendiriliyor ve tutuklanıyor. Zindan politikası da bu yeni stratejinin bir parçası olarak uygulanmaktadır.
21 yıl zindanda kalan Basklı yurtsever Jon Anza, Son bir yıldır tutuklulara sıkça işkence yapılmaktadır diyor ve uluslararası dayanışma çağrısı yapıyor. İzolasyon koşullarında Bask dilinde gazete okumak ve mektuplaşmak tamamen yasak.
İşte bu duruma dikkat çekmek için 150 tutuklu yakını Avrupa ülkelerinde açlık grevine başladılar. Bu eylemden önce ve şiddetli yağmura rağmen, en büyük Bask kenti Bilbaoda 20 bin kişi tutuklularla dayanışma gösterisi yaptı. Ayrıca tutuklu aileleri gelecek haftalar içinde İspanya devletine karşı 25 bin olaydan dava açacak. BM İnsan Hakları Komisyonu, 2000 yılı raporunda İspanyol hükümetinin Basklıların demokratik haklarını kabaca çiğnediği saptamasını yapmıştı.
Basklı tutsak yakınlarının açlık grevi eylemiyle dayanışmada bulunmak özellikle yurtdışında yaşayan Türkiyeli ve Kürdistanlı emekçiler için bir görevdir. Bu ilk etapta eylem yerlerinin ziyareti yoluyla ortaya konulmalıdır.