10 Ocak'04
Sayı: 2004 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kerkük olayları ve Türk gericiliğinin provokatif oyunları
  Yeni özelleştirme hamlesi ve mücadele sorumluluğu
  İhanetin hesabını vereceksiniz!
  Sermaye hükümeti emeklileri de sefalete mahkum etti!
  BDSP'li tekstil işçilerinden açıklama... Haramidere'nin haramileri sömürü ve zorbalıkta sınır tanımıyor!
  Eğitim-Sen Genel Başkanı sermaye sözcüleri ile aynı dili konuşmamalı...
  Türkiye demokratikleşiyor!
  Kamu emekçileri hedef tahtasında
  Birleşik Metal Genel Kurulu üzerine...
  Soruşturma terörüne son!
  BES'te kongreler süreci ve birleşik mücadele platformu
  Yeni bir yılın başına dünya ve Ortadoğu...
  Ordu-hükümet gerilimi...
  İşgal karşıtı direniş, kirli manevraları boşa düşürecektir
  Iraklı direnişçiler "tek cephe" içinde birleşmeye hazırlanıyor!
  Suriye'ye ABD ve İsrail'in taleplerini yerine getirmesi tavsiye ediliyor!
  BMİS Genel Kurulu'nda FTM-CGS temsilcisi Jean-Francois Care ile konuştuk...
  Küba devrimi 45 yaşında
  El Salvador'da başkanlık seçimi ve FMLN
  Amerikancı besleme "gazeteci"!..
  Yerel seçimler yaklaşırken...
  Bültenlerden...
  2003 üzerine gözlemler: Soldaki ve sağdaki ideologlar ve peygamberler
  Hep aynı hikaye
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Ordu-hükümet gerilimi....

M. Mert

Yeni yılın ilk günleri hükümet ile ordu arasındaki gerilime sahne oldu. AKP Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu’nun TBMM’deki mareşal üniformalı Atatürk resmiyle ilgili açıklamalarına Genelkurmay’dan sert tepki geldi. Kutlu açıklamasında, mecliste bulunan mareşal üniformalı Atatürk resminin indirilerek yerine sivil giysili bir resmin asılmasını ve yanı sıra meclisi korumakla görevli olan Meclis Muhafız Taburu’ndan duyduğu rahatsızlığı dile getirince, bir süredir sessizce işleyen hükümet ve ordu ilişkiler gerildi.

Hüsrev Kutlu’nun açıklamasına başta ordu sözcüleri olmak üzere düzenin bekası için “derin devlet” adına çalışanlardan tepkiler geldi. Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği tarafından yapılan açıklamada şunlar söylendi:

“Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na bağlı olan TBMM Muhafız Taburu, büyük komutan ve eşsiz devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri ile başlangıçta Meclis Muhafız Takımı olarak kurulmuştur. Tabur, Kurtuluş Savaş’ında sayısız kahramanlıklar göstermiş, Cumhuriyet tarihi boyunca saygın görevler yapmış, ulusun temsil edildiği mecliste devlet-ulus birlikteliğinin sembolü olmuştur. Taburun görev ve sorumlulukları, 18195 sayılı TBMM Genel Sekreterliği Teşkilat Kanunu ve İç Tüzüğü tarafından belirlenmiştir. Birçok çağdaş ve demokratik ülkede görev yapan, birçoğunda da bulunan Genelkurmay Başkanı, asker üniformalı krallar, prensler, parlamentolarda törenler icra eden ve dış güvenliği sağlayan askerler görmüştür. Ancak kendisi, bu konuyu meclisin sivilleştirilmesi meselesi olarak ele alan veya uuml;niforma ve askerden rahatsız olduğunu ifade eden bir şahsa rastlamamıştır.”

Genelkurmay’ın bu tepkisinin ardında, Meclis Muhafız Taburu üzerinden ordunun meclis üzerindeki egemenliğinin hedef alınması var. Bu ülkede herkes bu ülkenin asıl yöneticilerinin hükümet olmadığını iyi bilir. Tüm kararlar yukarıda alınır ve hükümete düşen alınan kararları şu veya bu şekilde hayata geçirmektir. Ordu bunun dışındaki her gelişmeyi veya kendi etkisini kırmaya dönük her girişimi sert bir şekilde yanıtlıyor.

AKP’ye asıl rahatsızlık veren budur. AKP hükümeti fırsat buldukça ordunun bu güç ve etkisini kırmaya, ipleri kendi eline almaya çalışıyor. Arasıra yapılan çıkışlar, şu veya bu milletvekilinin yaptığı açıklamalar bu amaca dönük. AKP, ordunun karşısına açıktan çıkamadığı ölçüde bu yöntemi kullanmak zorunda kalıyor. Son dönemde yaşanan gelişmeler üzerinden, medyanın da desteğinden güç alarak, ordunun etkinliğini geriletmeye çalışıyor.

Hüsrev Kutlu’nun açıklamasını partisinden bağımsız, onun onayı olmadan yapması mümkün değil. O sadece partisi adına sözcü oldu, o kadar. Mecliste bulunan askerlerin çıkarılması da bu çabanın bir parçası. Gerek Hüsrev Kutlu’nun gerekse daha sonra Bülent Arınç’ın açıklamalarında temel vurgu meclisin sivilleştirilmesi oldu. Burada bahsedilen “sivilleştirilme” ile ordunun hedef alındığı yeterince açıktır.

Genelkurmay’ın açıklamasında karşı saldırıya geçilmiş, bu süreçte bir tarikat liderinin kızının cenazesinde yaşanan ve medyaya yansıyan görüntüler de kullanılarak tehditler savrulmuştur. Kutlu’nun daha önce de “dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin olarak yargıya ve güvenlik güçlerine güven duymadığını ve bu şekilde sorumsuzca sarf edilmiş sözlerin, İstanbul Fatih Camii’nde görülen ve milletçe hepimizi üzen çağdışı manzaralara zemin hazırladığı çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır” denilerek, eğer böyle hareket ederseniz akıbetiniz öncüllerinizden farklı olmayacaktır demeye getirilmiştir. Ordunun gerektiğinde bu tehditleri gerçekleştirmekten geri durmayacağı açıktır.

Bu açıklamalara diğer partilerden de destek geldi. Özellikle meclis içinde derin devletin sözcüsü olan CHP yaşananlardan derhal sonuç çıkararak açıklamalara girişti. Medyada bile durumu alay konusu olan ve ordu sözcüsü gibi davranmakla suçlanan CHP, sözde muhalefet rolüne soyundu. Durumdan vazife çıkaran CHP “laik, demokratik cumhuriyeti” korumak için sahneye çıktı. Bu açıklamaların amacı bir yandan işçi-emekçilerin zihninde laik-şeriat ikilemi üzerinden yanılsamalar yaratmak, diğer yandan ise AKP’yi hizaya çekmede üzerine düşen görevi yerine getirmekti.

Medya da bu tabloda yerini almakta gecikmedi. Ordunun karşı çıkışı üzerine medyada Kutlu’nun geçmişi ve icraatları üzerine yazılıp çizilmeye başlandı. AKP milletvekillerinin tarikat liderleriyle çekilmiş resimleri ve geçmişte şu veya bu nedenle yaptıkları açıklamalar su yüzüne çıkarıldı. “Görevli” kalemşörler yazılarında ordunun tahrik edilmesinin yaratacağı sorunlar ve sonuçlar üzerinden hükümeti uyardılar. Böylece Genelkurmay’ın “düğmeye basmasıyla” dört koldan başlayan AKP’yi hizaya çekme operasyonu istenilen sonuç alınana kadar devam etti.

Bu gelişmeler üzerine, başta çeşitli ağızlardan Hüsrev Kutlu’ya destek çıkan hükümet geri adım atmak zorunda kaldı. Daha önce Kutlu’nun davranışını öven ve ona destek verenler sözlerini yutmak zorunda kaldılar. Erdoğan, mareşal krizi ile yeniden gerilen AKP-Genelkurmay ilişkilerini yumuşatmaya çalışarak, Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu’nun partinin disiplin kuruluna sevkedildiğini açıkladı. Son olarak Hüsrev Kutlu yaptığı açıklamada, aslında niyetinin kötü olmadığını, yanlış anlaşıldığını ve açıklamalarının çarpıtıldığını dile getirdi.

Yaşanan tartışma her ne kadar laiklik-şeriat üzerinden bir tartışma ve saflaşma görüntüsü ortaya çıkarsa da aslında sorun daha derindedir. AKP hükümeti bu tür açıklamalarla aynı zamanda tabanına seslenmekte ve bu arada da karşısındaki güçleri yoklamaktadır. Bu taktik bir süredir uygulanıyor. AKP’yi iktidara taşıyan tabanın beklentileri karşılanamasa bile en azından bu konuda bir takım adımlar atılması AKP için bir zorunluluk. Bunun için önce açıklamalar yapılıyor, sonrasında ise sert bir tepki görüldüğü oranda geri çekilinerek “bakın aslında biz yapmak istiyoruz ama karşımızdakiler izin vermiyor” izlenimi yaratılmaya çalışılıyor. Ayrıca hükümet istediği konuyu bu şekilde gündeme sokarak tartışılmasını sağlıyor ve aradığı desteği bulduğunda ya da uygun zamanı yakaladığında planlarını hayata geçirmye çalışıyor. Buna benzer bir tablo daha önce imam-hatipler ve kuran kursları konularında ortaya çıkmış ve gelişmeler aşağı yukarı aynı seyri izlemişti. AKP önce tabanının beklentileri doğrultusunda adımlar atmış, sonrasında yine geri çekilmişti.

Öte yandan bu tartışmaların zamanlaması da dikkate değer. Bu tür tartışmalar ön plana çıkarılarak işçi ve emekçilerin kendi temel sorunları üzerinde yoğunlaşmalarının da önüne geçiliyor. Nitekim asgari ücretin açıklanmasından hemen sonra yaşanan bu gelişme gündemi değiştirme gibi bir işlevi de yerine getirdi. İşçi sınıfı ve emekçiler yoksulluk denizinde boğulurken, düzen cephesindeki iç çekişmeler gündeme oturdu. Medya bu noktada da üzerine düşeni başarıyla yerine getirdi.

Ordu ile hükümet arasındaki dalaşmanın niteliği ne olursa olsun, sonuçta onlar sömürü düzeninin sürmesi için çabalıyorlar. İşçi sınıfı ve emekçilerin düzene yönelen tepkileri karşısında ortak hareket etmekten geri durmuyorlar. Bir takım sorunlar üzerinden birbirleriyle karşı karşıya gelseler de, tek dertleri çöplüğün horozu olup daha fazla semirebilmektir. İşçi ve emekçilerin sorunu ise, kendi geleceği için mücadele etmek ve bu asalaklardan kurtulmaktır. İşçi sınıfı ve emekçiler kendilerine ait olmayan gündemler üzerinden taraf olmak yerine kendi sorunları etrafında toparlanıp mücadele ettiklerinde, hem bu çöplüğe dönmüş sömürü düzeninden, hem de bu çöplüğün bekçi köpeklerinden tamamen kurtulmayı başarabileceklerdir.



Bulgaristan’da 30 askerden tepki:

Irak’a gitmiyoruz!

Basında Irak’ta Bulgaristan askeri üssüne saldırı haberi yayınlandığında birçok insan hemen şu soruyu sormuştur. Bulgaristan askeri Irak’ta ne arıyor? Tümüyle yerinde ve haklı bir soru...

Emperyalist merkezlerin dikte ettirdiği ekonomik-politik program bugün Bulgaristan’ı yoksulluk, işsizlik, rüşvet, suç ve fuhuşun kol gezdiği bir ülke durumuna getirmiş bulunuyor. Ülkeyi özelleştirme saldırısıyla ABD’li ve Avrupalı emperyalist tekellerin sınırsız sömürü ve talanına sunan monarşist yönetim kastı, bununla da yetinmeyerek, emperyalist saldırganlığın sadık bir uşağı olduğunu ispatlamak üzere Irak’a asker gönderme kararı da aldı. Bugün Bulgaristan Irak’taki işgalci güçlerden biri durumunda, kuşkusuz tümüyle ABD’nin hizmetinde...

Fakat ABD’ye bu uşakça sadakat ülkede giderek tepkilere yol açıyor. Irak’ta ölen beş askerin cenaze töreninin yapıldığı gün, Irak’ta göreve gidecek olan 30 askerin görevlerinden resmi olarak istifa ettiklerini açıklaması da bu hoşnutsuzluğun bir yansıması.

Bu tepki Bulgaristan toplumuna bugün egemen olan eğilimi de yansıtmaktadır. Önemli bir politik etki yaratan bu karar, yönetimdeki kapitalist hırsız takımı tarafından “önemsiz bir olay” olarak yorumlandı ve gündemden düşürülmeye çalışıldı. Ne var ki, ABD’nin rezilce yalanlarına dayalı ve başka bir halkı ezmeye yönelik savaş treninde Bulgarlar’ın işi ne sorusu hala bellekleri meşgul eden konu. En çok da bizzat Bulgaristan’da!..