13 Mart'04
Sayı: 2004/02


  Kızıl Bayrak'tan
  Son işçi-emekçi eylemlerinin gösterdikleri
  6 Mart eyleminin gösterdikleri
  6 Mart Ankara mitinginde emekçilerle konuştuk...
  6 Mart eylemi...
  BDSP'nin işçi ve emekçilere Newroz çağrısı...
  Edirne'de Ekim Gençliği okurlarına polis terörü...
  Sağlık emekçileri 10-11 Mart'ta iş bıraktı...
  10-11 Mart eylemlerinden...
  Yerel seçimler ve AKP'nin yalanları
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  13 Mart'ta Kızılay'da olacağız!
  Liberal solun yerel seçim perişanlığı.../2
  "Paris Komünü proletarya diktatörlüğü idi"
  8 Mart'ın devrimci özüne sahip çıkalım!
  8 Mart devrimcidir, devrimci kalacak!
  8 Mart eylemleri...
  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!
  12 Mart '95... Gazi'de faşist katliam ve devrimci kitle direnişi
  Yerel seçimler ve EMEP'in devrimci imaj çabası
  Geçici Irak Anayasası kabul edildi
  Bağdat ve Kerbela'da katliam...
  Siyonist vahşet tırmanıyor!
  Bültenlerden...
  Yurtsever Kürdistan halkına! Kongra-Gel içindeki gelişmeler
  Basından...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Yerel seçimler ve
EMEP’in devrimci imaj çabası

28 Mart yerel seçimlerinin yaklaştığı şu günlerde Demokratik Güçbirliği olarak kendisini ifade eden, Karayalçın’ın öncülük ettiği liberal reformist blokun seçim startı başlamış oldu.

Basınımızda “Güçbirliği”nin oluşumu, bileşenleri ve seçim platformu üzerinde yeterince duruldu. Ancak seçimlerin gündeme geldiği andan itibaren kendisini diğer parti ve örgütlerden farklı göstermeye çalışan, ancak seçimlerdeki politik ve pratik tutumuyla hiç de diğerlerinden farklı olmadığı açığa çıkan EMEP hala ısrarla farklı olduğunu iddia ediyor.

Bu açıdan, son günlerde Evrensel gazetesinde yayınlanan, A. Cihan Soylu imzasını taşıyan köşe yazıları ibretliktir. EMEP teorisyenlerinden A. Cihan Soylu’nun sözde farklı bir yaklaşım ortaya koyma çabası doğrusu yazarı gülünç duruma düşürmektedir.

Yapılan ittifakın reformist-liberal örgütsel duruş ve karakterlerine denk düşen birliktelikler olduğunu ısrarla gizlemeye çalışan EMEP teorisyenleri, aslında aynı yazılarda kendileri ile çelişmektedirler. İttifak bileşeni olması için uzun süre flört edilen CHP, merkezi düzeyde birliktelik sağlanamayınca aniden bölücü ilan edildi. Devletin temel direği olan ancak oyları böldüğü için “bölücü” olarak görülen bu partinin kimi yerde alan boşaltma yöntemi ile desteklenmesi kararı alındı. Ancak EMEP yönetenleri bu durum karşısında yine sahtekarca bir tutumla durumu geçiştirme taktiğine başvurdular.

EMEP açısından CHP ile ilgili koparılan sözde fırtına hiç de ilkesel bir tutumun sonucu değildir. Sorun CHP’nin merkezi düzeyde “Demokratik Güçbirliği” içerisinde olmamasıdır. Evrensel gazetesinin 26 ve 29 Şubat tarihli sayılarında A. Cihan Soylu imzası ile yayınlanan yazılar bu bağlamda önemli ipuçları vermektedir. Her iki yazıda da EMEP platformunun sahte ve ikiyüzlü manevralarını çok açık bir şekilde görmek mümkün. Ancak, yazar dersini iyi çalışmamış olacak ki, yazının içeriğinde çelişkiler var.

Popülüst bir yaklaşımla devrimci vurgular ve ilk bakışta kulağa hoş gelen sözler içerisinde gizlenen ve yazıların devamında ortaya çıkan asıl niyet EMEP teorisyeninin hiç de iyiniyetli olmadığını kanıtlamaktadır. İlkesiz bir şekilde SHP ile yapılan ittifakın bir parçası ve bunun hararetli savunucusu konumuna düşen EMEP teorisyeninin son günlerde yazılarında yaptığı devrimci vurgular ortadaki ayıbı örtmek içindir. İlkesellik vb. konularda söyleyecek söz bulamayan EMEP teorisyeni, SHP ile yapılan ittifakın mantığını kitlelerle birleşme çerçevesinde ele almaktadır. Yaşanan, kitlelerle buluşmak adına ilkelerin ayaklar altına alınmasıdır. Yoksa yerden yere vurduğunuz CHP’nin, göklere çıkardığınız Karayalçın’ın SHP’sinden farkı ne? CHP düzen partisi ise SHP neyin nesidir? Üstelik sözümona demokrasiyi toparlayıp bir çatı altınd birleştirme iddiasında olan Karayalçın’ın borazanlığını yapmak gibi kötü bir işleviniz var. Oysa Karayalçın, DEHAP ve diğer bileşenleri kullanarak gelecekte sosyal demokrasinin liderliğine soyunmuştur. Baykal’ın Karayalçın’a direnmesinin gerisinde bu vardır.

Siyaset sahnesine soyunan her parti ve siyasal akımın temel sorunlarından biri kitlelerle birleşme sorunudur. Ancak komünistler açısından kitlelerle birleşmeden önce onların karşısına hangi program ve perspektifle çıkılacağı öncelikli ve temel bir sorundur. Bu anlayış üzerinde yapılacak bir kitle çalışması kendi gerçek hedefine ulaşacaktır. Elbette EMEP’in de kitlelerin karşısına çıkacağı bir programı var. Ancak bu hiç de “Soylu” yazarın belirttiği gibi devrimci bir program ve perspektif değildir. EMEP’in seçim programı ittifak sürecinde yayınlanan ortak deklarasyondan ibarettir. Onun dışında kendi başına bağımsız bir seçim programına dahi sahip değildir. Burjuvazinin çöplüğünde kırıntılar kapma hevesinin ötesinde bir amaçları yoktur.

Ama A. Cihan Soylu hiç de öyle düşünmemektedir! Birinci yazısında, önemli olan seçimleri kazanmanın dışında oluşturulacak seçim komiteleri ile sınıfın devrimci partisini (ki bu parti EMEP’tir!) güçlendirmek olduğunu belirten yazar, sosyalizm vurgusu yapmaktan da geri durmamaktadır. Oysa EMEP’in perspektifi AKP’yle mücadele ile sınırlıdır. İktidar seçeneği olarak sunulan da reformist bir yöntemle belediyelerin kazanılmasıdır. Hayal dünyasında yaşayan bu reformistler ciddi ciddi kazanılacak birkaç belediye ile iktidar olabileceklerini hesaplıyorlar. Oysa tarihsel deneyimler hiç de böyle demiyor. Bu gerçeğin altını bir kez daha kalınca çizelim.

EMEP’in bu tutumu Kürt ulusal mücadelesinde de ortaya çıkıyor. Dün herşeye rağmen devrimci bir programa sahip olan yurtsever hareketi, burjuva, milliyetçi bir yaklaşım diye eleştiren EMEP geleneği, bugün çok daha geri bir durumda olan, Amerikancı bir çizgiye sahip ve Kürt ulusal mücadelesinin yarattığı bütün kazanım ve değerlere savaş açan Kongra Gel ve DEHAP çizgisi ile seçim çalışması yapıyor. Tüm bunlara rağmen bizim Soylu yazarımız hala devrimci vurgular yaparak kendi hayal dünyasında yaşıyor. Oysa EMEP ve benzeri akımlar Karayalçın’ın kontrolünde düzen kanallarına kan pompalıyorlar. Bizim teorisyenimiz de bunun teorisine soyunmuştur. Bu yaklaşım EMEP geleneğinin bir hastalığına dönüşmüştür. Bu akımın teslimiyetçi oportünist kaymalarına devrimci bir kılıf uydurmakla görevli memurlar her d¨nem ortya çıkmaktadır. Bir dönem bunu başkaları yaparken, bugün bu vazifeye A. Cihan Soylu soyunmuştur.

Engin Yılmaz



Bir “ilginç” tartışmanın
gizleyemediği gerçekler!

10 Mart tarihli Hürriyet gazetesinin “sosyetik fişleme” başlığıyla manşetten verdiği haber, çok bilinen bir konuyu yeniden tartışmaya açtı. Habere göre Kara Kuvvetleri Komutanlığı, askeri birlikler ve kaymakamlıklara gönderdiği gizli bir genelgeyle, çeşitli kurum, örgüt, çevre ve kişiler hakkında istihbari bilgi toplanmasını talep ediyor.

Peki sorun ne, tartışma nereden çıkıyor? Hürriyet gazetesinin bunu “ilginç istihbarat” olarak tanımlamasının arkasında ne var? Kuruluşundan bu yana sermaye devleti binbir koldan, resmi ve gayri resmi olarak istihbarat toplamıyor mu? Bütün vatandaşlarını tek tek fişlemiyor mu? Azınlıklara mensup insanlar “bölücü” potansiyel olarak yıllardır gözlem altında tutulup, yakından izlenmiyorlar mı? Devrimciler, namuslu aydın ve sanatçılar, ulusal hakları için mücadele eden Kürtler bu istihbaratlara dayanarak yıllardır katledilip, gözaltılarda kaybedilmediler mi? Bu icraatlar hala da devam etmiyor mu? Şimdiye kadar bu kanlı icraatlara ve icraatları düzenleyen resmi-gayri resmi devlet güçlerine hiçbir itirazları olmayan tekelci medya için “ilginç” olan ne?

İşin hukuki kılıfı, KKK’nin yetki sınırları, bu ülkede Ku Klux Klan gibi bir örgütün olup olmadığı vb. üzerinden işin özünü karartan bir tartışma yürütenler bir yana, sermaye medyasının bu haberi manşete taşıyıp serzenişte bulunmasının haklı bir sebebi var. Bekleneceği gibi bu sebep, böyle bir faaliyetin hak ve özgürlükler üzerinde bir tehdit oluşturması değil. Onların derdi, “azınlıklar ve kendini azınlık olarak görme eğiliminde olanlar”ın (Kürt, Laz, Çerkez, Roman, Abaza, Arnavut, Boşnak vb.) hala da bölücü potansiyel olarak muamele görmesi de değil. Tekelci medyanın rahatsızlığı, bu ülkenin asıl sahiplerinin de istihbarata konu edilmesidir. Onların kanına dokunan, söz konusu gizli genelgede “kendini ulusal değerlerin dışında ve üstünde gören AB ve ABD yanlısı kişi ve gruplar, zengin ailelerin çocklarının oluşturduğu gruplar”ın tespit edilip izlenmesi biçimindeki ifadedir.

Şimdi bu çevreler “AB ve ABD yanlısı olmak bir devlet politikası değil mi? Bu durumda hükümetin de izlenmesi gerekmiyor mu” diye feveran ediyorlar. Yani demek istiyorlar ki, bu aynı genelgede adı geçen 49 “yıkıcı ve bölücü örgüt”, azınlıklar, Türkiye aleyhine çalışan yazar, düşünür, düşünce ve felsefe grupları tamam da, gitgide derinleştirdirdiğiniz emperyalizme uşaklık çizgisini sadakatle izleyen biz sermaye çevrelerini bu listeye eklemeniz biraz garip kaçmıyor mu? İşte, tekelci medyanın bütün rahatsızlığı bundan ibaret.
Genelkurmay Başkanlığı, bu tartışmaların ardından genelgenin bazı yanlarının gözden geçirilerek düzeltilebileceğini ima eden, ama işin esasını cepheden savunan bir açıklama yaparak “bu işte bir gariplik yok” demeye getirdi: “Çıkabilecek olaylara karşı etkin tedbirlerin alınabilmesi için önceden planlama yapılması bir ihtiyaçtır. Söz konusu haberde konu edilen faaliyetin bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir”. Bu açıklama genelgenin esas olarak kimleri hedef aldığını bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Gerekli mesajı alan tekelci medyanın bu durumda yapacağı iş, “derin devletin güvenliğimiz için yaptığı icratlardan sual olmaz” deyip önüne konulan görevlere dört elle sarılmaktır.

Bu vesileyle bir kez daha gündeme gelen bu tartışmanın bir başka cephesi daha var. Emperyalist politikalar çerçevesinde yeniden yapılanma sürecine giren Türkiye’de, derin devletin tüm alanlardaki belirleyici konumunun ve ağırlığının aynen devam etmesidir. AB’ye uyum yasaları başta ABD olmak üzere emperyalistlerle ilişkilere, dış politikadan en sıradan iç politik meselelere kadar, bu sürecin dümeni ordu merkezli derin devletin ellerindedir. Dolasıyla, bu konuda ortaya çıkan merkezkaç kuvvetleri kontrol etmek, farklı çıkışları denetim altında tutmak da orduya düşmektedir. Özellikle Kıbrıs ve AB üyeliği konusunda, ordunun farklı eğilimleri “dengeleyici” çıkışları ve çıkışmaları bu amaca hizmet etmektedir.