Son günlerin moda konusu Büyük Ortadoğu Projesi, yani BOP. Yine son günlerde hemen hemen herkes bu konuda yazıp, çiziyor ve konuşuyor.
Birkaç Amerikan kalemşörü hariç hemen hemen herkes bu porjeye endişe ile bakıyor ve Amerikaya güvenilemeyeceğini söylüyor.
Henüz erken olduğu için bu konuda fazlaca detaya girmek istemiyorum. Zamanı gelince bu konuda çok şey söyleyeceğiz...
Ancak sevindirici olan şey Amerikan kalemşörleri dahil olmak üzere hemen hemen herkes Filistin sorunu çözülmeden BOPun uygulama şansının olamayacağını söylüyor.
Ancak bu konuda da zaman zaman kasıtlı ya da kasıtsız yanlış değerlendirmeler yapılıyor.
Bazıları Filistin sorunu yerine, Filistin-İsrail sorunu gibi tanım ve kavramlar kullanmaktadırlar.
Oysa böyle bir kavram yoktur ve bu konuda tek bir gerçek vardır.
İsrail denilen devlet 1948 yılında Amerika tarafından Filistin toprağı üzerinde haksız, yasa dışı ve kanlı bir şekilde kurulmuştur. Dünyanın dört bir yanından getirilen Yahudiler (yalnız son 10 yılda çoğunluğu Rusyadan olmak üzere bir milyon 300 bin Yahudi Filistine göç ettirilmiştir) bu topraklara taşınırken 3 milyon kadar Filistinli göçe zorlanmıştır. Bunlar inanılmayacak kadar zor koşullarda komşu Arap ülkelerinde yaşamaktadırlar. Bunlara ilaveten bugün 4 milyon Filistinli de 1967den beri İsrail işgali atında bulunan Batı Şeria ve Gazzede yaşamaktadır. Bunların bir vatanı ya da bağımsız bir devleti yoktur.
Yani birilerinin hep göstermek istedikleri gibi ortada bir Filistin devleti ve ülkesi yoktur. 1948den alırsanız 56, 1967den alırsanız 36 yıldır İsrailin işgali altında ve insanlık dışı koşullarda yaşayan milyonlarca Filistinli insandan söz ediyoruz.
Dolaysıyla Filistin halkının en az 36 yıldır yaşadığı acılar ve İsrail terörü yerine Filistin-İsrail sorunundan söz etmek eğer vicdansızlık değil ise, insafsızlıktır..
Şimdi tüm bunlar yetmiyormuş gibi Amerikalılar karşımıza çıkıp Büyük bir Ortadoğudan söz ediyorlar. Bu Büyük Ortadoğuda 22 Arap ülkesinin yanı sıra Arap olmayan 4 müslüman ülke var. Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan.
Amerikaya göre Türkiye Avrupanın değil Ortadoğunun bir parçasıdır ve BOPta rol almalıdır.
Amerika tüm bu ülkeleri adam edecekmiş!!
Ama işin daha ilginç tarafı Amerika bu Büyük Ortadoğu coğrafyasında bir de müslüman olmayan yabancı bir organ yerleştirmek istiyor.
Amerikaya göre herkes, yani 26 müslüman ülke kendini İsraile benzetmelidir.
Bölgede tek demokratik, laik, insan haklarına saygılı, barışsever ve çağdaş bir ülke!!
Bush yönetimi herkesi kendisi gibi sanıyor!
Bu konuda Umur Talu Sabahta son günlerde oldukça ilginç ve doğru tesbitlerde bulunuyor.
Taluya göre bugün Beyaz Sarayda egemen olan kökten dinci (yani radikal hıristiyanlar H.M.) yaklaşımın yani Evanjelikler olarak tanımlanan yeni hıristiyanlık mezhebi; Mesihin dönüşü ve İsanın bin yıllık hükümranlığı için İsrailin her koşulda korunmasını, işgal ettiği topraklardan çıkmak bir yana yayılmasını, Şeytanın güçleri (yani müslümanlar H.M.) ile büyük kapışmanın olacağını vaazediyor.
İşte Büyük Ortadoğu Projesinin gerçek amacı budur.
BOPun amacı BİPi gerçekleştirmektir..
Yani Büyük İsrail Projesi...
Bunu göremeyenlerin gözlerini lazer ile çizdirmelerini tavsiye ediyorum. Türk doktorlarına güvenmiyorlarsa, akıllarına yaptıkları gibi gözlerini de Amerikan doktorlarına emanet edebilirler!
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Truman ve Eisenhoower doktrini ile Marshall Planının gerçek hedefi İsrail devletini yaratmak ve o yıllarda kuruluş aşamasında olan bu devlete güç katmaktır.
Yoksa BMde bu devletin kurulmasına hayır diyen bir Türkiye ne oldu da 9 ay sonra İsraili tanıyan ilk ve tek müslüman ülke olmuştu?!
Bir düşünün bakalım...
Cevabını bulanlar Amerikanın BOPta Türkiyeye neden önemli rol vermek istediğini belki anlarlar!!
Devlet İstatistik Enstitüsünün yayımladığı en son hane halkı işgücü verileri, toplumun en önemli sorunu olan işsizlikle ilgili gerçekleri bir daha ortaya seriyor. Bu gerçekler, bakan göze göre değişiyor. İsteyen, nalıncı keseri gibi, bazı rakamları kendine yontarak işsiz sayısının azaldığını bile iddia edebilir. Nitekim bugün-yarın iktidardan böyle şeyler duyabiliriz.
Örneğin, 2002nin son çeyreğinde yüzde 11 olan işsizlik oranının 2003ün son çeyreğinde yüzde 10.3e indiğini gösterecek sayılarda var tablolarda. Bunları ayıklayarak bir pembe tablo sunmak da mümkün.
Ama, bir yılın tek çeyrekten oluşmayıp tamamına baktığımızda kriz yılı 2001de yüzde 8.4 olan açık işsizlik oranının 2002de yüzde 10.3e, 2003ün tamamında ise yüzde 10.5a çıktığını görürüz.
İşgücünün umutsuzluğu ve kadınlar
Fakat bu yüzde 10.5 işsizlik verisi de gerçeği anlatmıyor. Esasa inmek, yani piyasaya çıkan işgücündeki artışa eksilişe bakmak gerek. Bunu yaptığımızda piyasaya çıkan işgücünün 850 bin azaldığını görüyoruz.
Yani, 1 yıl önce iş arayan 850 bin kişinin, iş bulmaktan umudunu keserek işgücü tanımının dışına çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla bu yılın sonunda 2 milyon 400 bine yaklaşan açık işsizlere, iş aramaktan umudunu keserek işgücü piyasasından çekilen 850 bini eklememiz gerek.
Başka bir anlatımla, geçen yıl iş arayanlar, bir yıl boyunca piyasada iş arayan durumda kalsalardı, işsiz sayısı 3 milyon 250 bine çıkardı, işsizlik oranı da yüzde 10,3de kalmaz, yüzde 13.3 olurdu.
Umudunu kaybederek işgücü piyasasından çekilen 850 bin kişinin yaklaşık 500 binini kadınların oluşturması, bir diğer önemli olgu. Kriz sonrası evin geçimini sağlamak için evinden dışarı çıkan kadınların iş bulmaktan umutlarını kesip yeniden evlerine döndüklerini anlamış bulunuyoruz. Kadını özgürleştirmek, ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkarmak, öyle lafla olmuyor, evden çıkmayı başarabilen kadına bir de iş vermek gerekiyor. Vermeyince onu tekrar eve mahkum ediyorsunuz. Bu durumun, AKP iktidarını rahatsız etmediği ve etmeyeceği de çok açık.
Böylece açık işsizlere, işgücü olmaktan vazgeçmişleri eklediğimizde 3 milyon 250 bin işsiz sayısına ulaşmış oluyoruz. Eksik istihdam diye adlandırılan, iğreti işlerde, informal işlerde çalışan 1 milyon 166 bin işsizi eklediğimizde ise işsiz sayısı ya da atıl işgücü 4.4 milyona ulaşıyor ki, bu dehşetli bir işsiz ordusu.
Büyümeye rağmen
2002de yüzde 8e, 2003te yüzde 5e yakın büyüyen ekonominin istihdam yaratmak yerine işsizlik üretmesi ise bir başka ilginç boyut. Daha doğrusu, istihdam için bir politika geliştirmeyip, büyüme olunca istihdam sorunu da kendiliğinden azalır şablonunun ne kadar dayanıksız olduğunu da kendi pratiğimiz gösteriyor.
Büyüme, istihdam yerine işsizlik yaratmış. Nasıl olmuş? Bu büyüme, yeni yatırımlara dayanan bir büyüme değil. Olan, sadece atıl kapasitelerin dış pazar için kullanılması. Ama bunu yaparken de rekabet gücü bulabilmek için vahşi bir işgücü sömürüsü yaşandı.
Hem reel ücretler düşürüldü hem de üç kişinin işi iki kişiye yaptırılıp biri kapı dışarı edilerek verimlilik artışı(!)na gidildi. Böylece dışarıda rekabet edecek maliyet fiyatı yakalanmak istendi. Nereden? Tabii ki işgücü üstünden. Böylece, ihracata dönük büyüme isimli süslü görüntünün altında koskoca bir yoksullaşma ve işsizlik var.
(...)