20 Mart'04
Sayı: 2004/03


  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırıları işçi sınıfını ve kitleleri örgütleyerek karşılayalım!
  Cam sektöründe sözleşme imzalandı...
  Fatura işçi ve emekçilere kesildi
  Emperyalist tekellerin önündeki tüm engeller kaldırılıyor
  Kürt-Arap çatısması yalanı...
  Devlet terörüne karşı devrimci mücadeleye!
  Düzen partilerine oy vermeyelim, hesap soralım!
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  Kent gerçeği ve belediyeler!
  Düzenin muhalefet boşluğu ve CHP'nin yeri
  13 Mart'ın ardından...
  Liberal solun yerel seçim perişanlığı.../3
  CHP'den "Güçbirliği"ne geçişlerin anlamı ve sınırları
  BES Genel Kurulu yapıldı...
  Sermayenin "sosyal savaş"ına karşı Avrupa emekçileri 2-3 Nisan'da alanlarda!
  İspanyol halkı gerici oyunları bozdu!
  İspanya'daki saldırıların gerisinde kim var?
  Kıraç'ta patronların sömürü ağı evlere girdi...
  Bültenlerden...
  BEKO işçisi saldırılarla karşı karşıya!
  Dizayn Teknik Plastik Boru fabrikasında kuralsız sömürü
  Süreç bize önemli görev ve sorumluluklar yüklüyor
  Cejra Newroz piroz be!..
  Güney Batı halkımızın haklı direnişinin yanındayız!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
13 Mart’ın ardından...

Sokak dilinin tercümesi

Haftalardır hazırlıklarını yürüttüğümüz 13 Mart eylemini gerçekleştirdik. Eylem, bir yandan gençlik hareketinin en ileri unsurlarının militan ve kararlı duruşunu yeniden kanıtlarken, bir yandan da hareketin gelinen yerdeki sınırlarını ortaya koydu.

Aylar öncesinden yapılan tartışmalarda ortaya konulan kurgunun aksine, geniş gençlik yığınlarının kitlesel katılımının gerçekleşmeyeceği birkaç hafta öncesinde artık herkes tarafından biliniyor, söyleniyordu. Ancak eylem öncesindeki bu iki haftanın buna rağmen güçlü bir çalışmaya değil, atalete ve kabullenişe konu edilmesi, bizim açımızdan anlaşılır değildir. Bu hazırlıksızlığın eylem alanına yansıması, darlık ve erken yaşanan bir dağınıklık oldu.

Öncesinde ve eylem alanında pek çok eksiklik ve sorun yaşanmasına rağmen 13 Mart, gençliğin YÖK yasa tasarısına karşı direncini göstermiş, İstanbul işgaline hazırlanan emperyalist haydutlara da gözdağı vermiştir. Bugün asıl ve temel sorun, eylemi ilk ortaya atıldığı andan itibaren soğukkanlı bir değerlendirmeye tabi tutarak, gelecek için gerekli dersleri çıkarabilmektir.

Yasaya karşı merkezi eylem önerisi ve tartışması

Hatırlanacağı gibi bu öneri, Ekim ayında Ekim Gençliği tarafından dile getirilmişti. Daha önce defalarca yazmış olmamıza rağmen bir kez daha kendi nedenlerimizi ortaya koymaya çalışalım.

Herşeyden önce birkaç yıldır gündemde olmasına ve konu ile ilgili tüm kesimler tarafından üniversiteye, emekçi çocuklarının öğrenim hakkına yönelik kapsamlı bir saldırı olarak değerlendirilmesine karşın, yasa etkili bir çalışmaya konu edilmemekteydi. Hatta dönem başında, düzenin iki farklı kliği içinde yoğun bir tartışma ile gündeme gelmiş ve yasa sadece üniversitelerden kimin semireceği ekseninde ele alınmaya başlanmıştı.

İşte bu dönemde okullardan başlayarak oluşturulması gereken yoğun ve etkili bir muhalefet bir türlü örülememiştir. Yine aynı günlerde gençlik grupları nezdinde ortaya çıkan ve hareketin üzerine çöken rehavet havasının kırılması, genç komünistler cephesinden temel bir sorumluluk olarak ele alınmıştır. Bulunduğumuz tüm yerellerde, elimizdeki olanakları bu konuda bir çıkış noktası yaratmak için seferber etmiştik. Buna rağmen istenilen hava oluşmamıştır. Bu sorun karşısında genç komünistler, merkezi eylem-yerel çalışma bağını tersten kurarak, muhataplarına merkezi eylem önermişlerdir. Yalnız yapılan öneri, hiç de tek başına bir eylem değil, fakat bununla beraber bu eksende yürütülecek güçlü bir çalışma ve geniş öğrenci kitlesini mücadelenin öznesi haline getirebileceğimiz araçlarn yaratılması olarak formüle edilmişti.

Yaşanan tartışmalara ve gerisindeki sorunlara burada çok fazla değinmeyi düşünmüyoruz. Sadece önerinin ancak iki ay sonra, Aralık’ta ciddi biçimde ele alınabildiğini belirtelim.

Aralık ayında önerinin tartışmasına paralel olarak soruşturma ve tutuklama terörü devreye girmiş ve istenilen çıkışın olanaklarını buradan doğru örgütleme fırsatı ortaya çıkmıştır. Gerçekten de soruşturma saldırısına karşı özellikle İstanbul’da yoğunlaşan bir mücadele örgütlenmiş ve önemli bir mesafe katedilmiştir. Burada da sıkıntılı yan, hareket içerisindeki belirleyici bazı grupların perspektiflerini tümüyle yitirmeleri, bunun sonucunda soruşturma karşıtı çalışmayı da fazlasıyla dar bir hatta sıkıştırmalarıdır. Oysa bu dönemde bu saldırı ile yasa tasarısı arasındaki bağ gerektiği gibi işlenebilseydi, ortaya çıkarılabilecek enerji ile mevcut tablonun dar sınırlarının aşılması yolunda önemli bir mesafe katedilebilirdi.

Elbette bunun gerçekleşmemiş olması tek başına öznel etkenler ile açıklanabilir bir olgu değildir. Ama öznel hataların da oldukça etkili olduğu açıktır. İşte buradan sonra merkezi eylem somut bir tartışmaya konu edilmiş, ancak içeriği konusunda da hala farklı algılayışlarla biçimlendirilmiştir. Buradan sonraki mesele tümüyle eylemin anlamının doğru kavranması ve çalışmanın da buna uygun şekillendirilmesi idi.

Oysa eylem, farklı çevreler tarafından çok basit ele alınmış, giderek sadece kendi çevrelerinin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük düşünülmüştür. Yine de Ekim Gençliği’nin eylem öncesi çalışmalara ilişkin program önerisi kabul edilmiş, üç haftalık çalışma bu programa dayandırılmıştır. Peki bu çalışma programı ne kadar ve nasıl uygulanmıştır? Gerçekten de eylemin seyrini önceden belirleyen bu nokta, kilit halkayı teşkil etmektedir. Ve yazık ki, kağıt üzerinde sorunu çözen program, hayata geçiriliş safhasında dumura uğraması nedeniyle, gerçek işlevinin yarısını bile yerine getirememiştir.
Şimdi bunun nedenlerine bakalım.

Hazırlıklar ile eylemin bütünlüğü

Her eylem, öncesi ve sonrasıyla birlikte bir bütünlük arzeder. Bu, 13 Mart eylemi için fazlasıyla geçerlidir. Fazlasıyla; çünkü bu eylem, zaten söz konusu çalışmaların yapılabilmesi için bir motivasyon aracı olarak tasarlanmıştır. Tam da bu tasarım dolayısıyla hazırlık çalışmaları özel bir önem kazanmaktadır. Bu çalışmaları düzenleyen programa bakıldığında görülecek ki, hemen her tür etkinlik, kendi dışımızdaki unsurlara ulaşmak, onları gelecekleri için harekete geçmeye sevketmek için ortaya konmuş mütevazi ve ilk akla gelen düşüncelerdir.

Bizce programın maddelerinden ziyade, onu oluşturan düşünce yapısı ve bakış önemlidir. İşte bu bakışta ortaklaşılamadığı yerde söz konusu çalışmalar ya yapılamamış, ya da zayıf kalarak anlamsızlaşmıştır. Bizim yasa ile ilgili bilgilendirme olarak tasarladığımız faaliyet dar bir ajitasyona, kat, sınıf vb. konuşmaları ile yürütülmesi gereken çağrı çalışması ise afiş gibi tek yönlü materyallere sıkışmıştır. Kurumların harekete geçirilmesi, okullarda örgütlü olmayan güçleri biraraya getiren, örgütleyen araçlar yaratılabilmesi, sorunun ve eylemin toplumsal gündemde ilk sıralara taşınabilmesi maalesef gerçekleştirilememiştir.

Elbette sorunu, kaç toplantı yapıldığı, kaç eylem örgütlendiği gibi soruları sıralayarak basitleştirdiğimizde, bir sonuç, dolayısıyla ilerisi için yetkin bir deneyim çıkarılması mümkün değildir. Zaten biz de çubuğu böyle dar bir yere değil, daha açık bir noktaya, anlayış sorununa bükmek istiyoruz. Denildiği gibi, bizim için söz konusu olan teknik ya da pratik bir sorun değildir. Yoksa işin bu yanında bizim de birçok yanlışımız ve eksiğimiz olduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak baştan beri süreci kendi güçleri üzerinden planlayan, buraya daraltan bir anlayışla, saldırıyı olabildiğince geniş bir cephe örgütleyerek karşılamak isteyenlerin perspektifinin çarpıştığı noktada, bizi güçlendirecek pek çok imkan da yeterince değerlendirilememiştir.

Kararlılık ve militan tutum zayıflıkları dengeledi

Nitekim eylem gününde bu daha da belirginleşmiştir. Bizim hazırlığımızın zayıflığı düşmanın aldığı önlemlerle birleşince, eylem oldukça dar kalmıştır. 6 Kasım sonrası döne döne yinelediğimiz ve gençlik hareketinin en belirleyici zaafı olarak nitelediğimiz sıkıntı, yani örgütsüzlük ve darlık, bu eylemde bir kez daha karşımıza çıkmıştır.

Eylemde yaşanan ikinci sorun, eylemi sonuç almaya dönük bir eylem olarak değil, sonuçsuz bir çatışma olarak kurgulayan grupların varlığıdır. İşte bu da öncesindeki çalışmalarla ve bakışla belirlenen bir olgudur. Yeterince derinleşmeyen bir faaliyet ve buradan sonuç alınamaması üzerine geri çekiliş ve dar bir platforma sıkışma...

Eylem gününe yansıyan da bu oldu. Geniş öğrenci yığınlarının bir eylemi değil, fakat katılım yönünden tam bir gruplar toplamı, dolayısıyla ilerici, devrimci siyasal grupların eylemi. Hatta bir noktadan sonra, eylemde karşıt güçlerin dengelendiği, kitle tarafından sonuçsuz bir yüklenme dışında yapılacak hiçbir şeyin kalmadığı andan itibaren ortada kalan tek şey, bu siyasal grupların iradelerini kanıtlamaları olmuştur.

Neyse ki, güçlerin fiziki dengesizliği ve polisin vahşi tutumuna rağmen bu irade savaşı kazanılmış, yaklaşık bir saatlik gergin bir bekleyişin ardından saatler süren bir direniş omuzlanmıştır. Daha da önemlisi polis tarafından Ankara’da daha önce eşi benzeri görülmemiş bir terör estirilmesine, saldırının dur durak bilmemesine karşın, akşam Yüksel’e çıkılabilmiş ve moral üstünlük korunmuştur. Bu 13 Mart eyleminin en olumlu yanıdır. Eylemde bir yerden sonra amacın sadece çatışma haline gelmesi, tümüyle hazırlığın zayıflığı ve sürecin kitlelere maledilememesi ile ilgilidir. Dolayısıyla Kızılay önünde tüm Eylem Komitesi tarafından sonu gayet açık görülebilen bir çatışmanın kaçınılmazlığı ve doğallığı buradan okunmalı ve böyle anlaşılmalıdır.

Son olarak eylemin ana gövdesinin önemli ölçüde devrimcilerden oluşması gibi gerçekten büyük bir avantajın da yeterince iyi kullanılamadığını söylemeliyiz. Oysa sürece ve gençlik hareketine ilgilerini yitiren reformist grupların bu zaaflı tutumu, onların gençlik içerisindeki etkilerinin zayıflatılması için ciddi bir fırsattı. Elbette bu fırsattan güçlü bir etki yaratarak yararlanılabilirdi. Etkili bir çalışma yapılamamış olmasının üzücü yanlarından biri de budur.

13 Mart ruhuyla yeni görevlere sarılmak!

Buraya kadar söylediklerimizden eyleme dair bütünüyle olumsuz bir sonuç çıkarılmadığını umuyoruz. Bizce eylem doğru ve yanlışlarıyla, ama daha çok da yanlışlarıyla, gelecek için son derece önemli dersler içermektedir. Yanlışları öne çıkarmamız, bunların doğrulardan fazla olması yüzünden değil –zaten bunu söylemek olanaklı da değil- önümüzdeki döneme yönelik hedefelerimizle ilgilidir. Nitekim tasarının yasalaşması artık gün sorunudur ve NATO Zirvesi de giderek yaklaşmaktadır. Tüm bunlara karşı yürütülen mücadelenin doğal sonucu ve getirisi olarak da, baskılar farklı biçimler altında yoğunlaşmaktadır.

İşte tüm bu saldırıları hakettiği net tutum ve duruşla yanıtlamanın yolu 13 Mart’ta alandaki kararlılığı kuşanmaktır. 13 Mart gençliğin kendini görmesini, eksiklerini tespit etmesini sağlamış, doğru bir yaklaşım ortaya konulursa bu eksiklerin kapanmaz olmadığını göstermiştir.

Yine 13 Mart ile dosta ve düşmana yasaya karşı muhalefetin sahipsiz olmadığı gösterilmiş, 6. Filo kumandanlarına işlerinin zor olduğu anlatmıştır. Gençlik hareketi, kendini tek ölçüt sanan reformist grupların elinde oyuncak olmayacak kadar dinamik bir yapıya sahiptir. İşte 13 Mart’ta Ankara sokakları aynı zamanda bunu anlatmaktadır.

Şimdi bu militan tutumu, düzen karşıtı öfkenin gücünü okullarımıza taşıma zamanıdır. Nisan’da büyük olasılıkla karşımıza yeniden çıkacak olan yasaya karşı gençliği birleştirmek için var gücümüzle çalışma zamanıdır. Haziran’da İstanbul’da toplanacak olan emperyalist haramilerden hesap sorma, ‘68’in Beyazıt ruhunu kuşanmak için güç toplama zamanıdır.

Ancak daha güçlü, daha örgütlü, daha hazırlıklı olarak!..



“Bir, iki, üç; daha fazla Kızılay, daha fazla direniş!”

Gençlik geleceği için Kızılay’daydı!

YÖK yasa tasarısına ve soruşturmalara karşı yapılan 13 Mart eylemi Kızılay’da polisin saldırılarıyla bir meydan savaşına döndü.

Birçok gençlik grubunun katıldığı ön çalışmalar, dönem ile birlikte başladı. Polisin saldırgan tutumu da ta o zamandan bu yana kendini ortaya koydu. Çalışmalar boyunca yerellerde polis eylem duyurularını engellemeye çalıştı. Afişleri asan, bildirileri dağıtan arkadaşlarımız farklı saldırılar ve baskılarla karşı karşıya kaldılar.

Tehditler sonuç vermedi

Düzen, gençliğin kararlılıkla sürdürdüğü çalışmalar karşısında gündemi terörize etme yoluna gitti. Emniyet Müdürlüğü ve Valilik, daha bir hafta öncesinden gazeteler, radyolar ve televizyonlar aracılığıyla eyleme katılacak gençleri tehdit etmeye başladılar. Tehdit açıktı: “Kızılay’a gelmeyin, gelirseniz pişman ederiz. Biz uyarmış olduk, sorumluluk sizin.” Ne var ki düzenin tehditlerini yayınlamakta hevesli yayın organları, gençliğin “13 Mart’ta Kızılay’da olacağız!” diyen ve tehditleri kararlılıkla cevaplayan bildirilerini hasır altı etti.

13 Mart eylemi için, 13 Mart’a kadar olan çalışma esas önemdeydi. Çünkü bizim derdimiz bir günlük bir eylemle gündemi atlamak değil, o güne kadar yapılacak çalışmalarla konuyu kamuoyunun gündemine taşımaktı. Eylem öncesi katılımcı illerden yapılan temsili yürüyüş son derece önemliydi. Ne var ki bu önemli araç gereğince değerlendirilemedi. İstanbul, Bursa, Adana ve Hatay’dan başlayan yürüyüş kolları bir gün önce Ankara’ya ulaştılar. Fakat özellikle Ankara Garı’ndaki karşılama son derece zayıftı. Garda sadece Ekim Gençliği ve Özgür Gençlik’ten öğrenciler bulunuyordu.

“Yaşasın devrimci dayanışma!”

Eylem sabahı, ÇHD avukatları ve karşılama komitesinden arkadaşlarımız gişelere gittiler. Beklediğimiz gibi polis terörü burada da karşımıza çıktı. Kimlik ve GBT kontrolü yapan polis tüm çabalarımıza rağmen bir arkadaşımızı gözaltına aldı.

Saatler 12:00’ye yaklaşırken gençlik grupları, Kurtuluş Parkı’nda toplanmaya başladı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen arkadaşlarımızın coskusu görülmeye değerdi. Eyleme gelenler uzun süredir görmediği arkadaşları, yoldaşlarıyla buluşmanın sevinciyle halaylara katıldı. Bu bizim için de böyleydi. Özellikle eylemden birkaç gün önce gözaltı terörüne uğrayan Edirneli yoldaşlarımızı tekrar bizimle omuz omuza kavgaya tutuşmaya hazır görmenin sevincini yaşıyorduk.

Kitle toplanınca kortejlerimizi oluşturup Kızılay’a doğru yürümeye başladık. En önde ortak pankartlarımız vardı. Böyle bir kitleyle, böylesine kararlı bir şekilde ortaklaşmak bizim için son derece motive ediciydi. Yürüyüşün en anlamlı sloganlarından birisi “Yaşasın devrimci dayanışma!” idi. Bununla birlikte “YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!”, “YÖK’e hayır!”, “YÖK Yasası geri çekilsin!”, “NATO’ya geçit yok!” sloganları ile ilerliyorduk. Ama yürüyüş boyunca en coşkulu atılan ortak slogan “Bir, iki, üç; daha fazla Kızılay, daha fazla direniş!” idi. Genç komünistler barikata doğru çoşkuyla yürürken, Parti sloganlarını da coşkuyla haykırdılar.

Polis barikatı, Kızılay kararlılığı ve çatışma...

Ziya Gökalp Bulvarı’ndaki barikata gelindiğinde kitle coşkusunu artırarak kararlılığını duyuruyordu. Polisin yaptığı hazırlık ise düzenin eyleme bakışını ve neler olacağını haber veriyordu. Kızılay’da her sokak başına gaz maskeli, köpekli polis birlikleri konmuş, ortam alabildiğine terörize edilmişti. Bütün bunlar karşısında polis, masum rolü oynamayı da elden bırakmıyordu; kitlenin kararlı isteğine çeşitli silahlarla yapılmış yığınak ve tehditlerle karşılık veren polis, ilk saldırıyı karşıdan bekledi. Yaklaşık yarım saat süren duyurularıyla, eylemden vazgeçmeye çağırdığı kitleden bu süre boyunca tek bir cevap alabildi: “Bir, iki, üç; daha fazla Kızılay daha fazla direniş!”

Artık olacaklar açıktı. Biz hakkımızı istiyorduk. Kızılay’a çıkıp, basın açıklamamızı okumak istiyorduk. Polis ise haftalar öncesinden başladığı tehditleriyle, yığınağıyla korkutamadığı, kararlılığında en ufak gedik açamadığı kitleyi dağıtmaya hazırlanıyordu. Yapılması gereken belliydi. Taşlarımızla saldırmaya başladık. Polis korkunç bir karşı saldırı ile cevap verdi. Atılan gaz ve biber bombalarından göz gözü görmüyordu. Kitle bu durum karşısında ancak kısa bir süre direnebildi ve saldırıyı göğüslemek için geri çekildi.

Saldırı öncesi ana caddeden ayrılınmaması konusunda o kadar uyarı yapılmasına rağmen, insanlar o anın paniği ile apartmanlara sığındılar. Yanlış olan bu tutumun sonucu onlarca arkadaşlarımız girdikleri apartmanlardan gözaltına alındı.

Üzerimize doğru büyük bir öfkeyle saldıran polis yalnızca gaz bombası kullanmadı. Gaz bombasından etkilenen insanlara acımasızca saldırdı. Polisin gaz bombalı saldırısını geri püskürtemediysek de eylem alanını terketmedik. Dağınık da olsa çatışmalar sokak aralarında saatlerce sürdü. Bütün çatışma boyunca polis, yoğun olarak gaz bombası kullandı. Fakat saatlerce süren direnişte en önemli eksikliklerden biri de kitlenin bir kısmının anlık heyecanları ve tatmini üstünden hareket etmesiydi.

Akşam 500 kişilik ikinci gösteri

Saatler süren sokak arası çatışmalarından sonra saat 18:00’de Yüksel’de buluşmak üzere ayrıldık. Gündüz süren çatışmalar ve karşı karşıya kaldığımız saldırılar sonrası tekrar Yüksel’e çıkmak önemliydi. Akşam Yüksel’de yapılan basın açıklamasında 500 kişiydik. Birçok gençlik grubunun aksi söylenmiş olmasına karşın akşamki basın açıklamasına katılmamış olması garip ve üzerinde önemle durulması gereken bir durumdu.

Yüksel’den marşlarımızla çıkıp, uzun zamandır ortak çalışma yürüttüğümüz ve bir gün boyunca birlikte direndiğimiz arkadaşlarımızı uğurlamak üzere Kurtuluş Parkı’na yürüdük. Marşlar ve halaylarımızla çoşkumuzu taşıdığımız Kurtuluş Parkı’nda dostlarımızı ve yoldaşlarımızı uğurladık. Ama gerek uğurladıklarımız, gerekse Ankara’da kalanlarımız için ortak kaygı, gözaltında olan yoldaşlarımız ve dostlarımızdı.

Akşam güçlü bir biçimde gerçekleştirilen basın açıklaması kitlenin moral üstünlüğünü daha da güçlendirdi. Tüm güne yayılan 13 Mart eylemi, en ileri unsurları şahsında da olsa gençlik hareketinin, YÖK yasa tasarısına ve soruşturma terörüne boyun eğmeyeceğini dosta düşmana göstermiş oldu.

Ekim Gençliği