17 Nisan'04
Sayı: 2004/07


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs alanlarını zaptedelim!
  Gençliğin 1 Mayıs'a katılımını kitlesel örgütleyelim!
  1 Mayıs'a yönelik pratik görevlere nasıl yaklaşmalıyız?
  NATO Zirvesi ve güncel devrimci görevler
  Sendika bürokratları AB konusunda sermayeyle işbirliği içerisinde
  Yeni yönetmeliklerle kölelik yasalarına eğitim sektöründe işleyiş kazandırılıyor...
  Sermaye devleti "ağa"sının önüne secdeye yattı
  OSİM-DER coşkulu bir şenlikle açıldı
  "Sol", sosyal-demokrasi ve CHP tartışmaları...
  Irak halkının direnişi er geç emperyalist haydutları dize getirecektir!
  Büyüyen direnişin yarattığı ilk yankılar
  Bush-Şaron katilleri suç işlemeye devam ediyor!
  Devrimci değerleri sömürme sevdasında olanların gerçekliği üzerine birkaç söz!
  Hapishaneler gerçeği ve yeni saldırı hazırlıkları
  Şov dünyasının pazarlama aracı: Demokrasi!
  "Kazanan biz olacağız, kazanan devrim davası olacak!"
  Sınıfı ve devrimi öörgütlemede parti kadrosunun tayin edici rolü
  Solu olmayan alternatifler!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
“Tekellerin Avrupası” işçi ve emekçiler için daha fazla yıkım demektir...

Sendika bürokratları AB konusunda
sermayeyle işbirliği içerisinde

2-3 Nisan tarihlerinde Avrupa’da işçi ve emekçiler, işsizler, emekliler ve gençlik kitlesi sosyal hakların gaspına, esnek çalışmaya, sosyal güvenlik kurumlarının tasfiyesine, eğitim ve sağlığın özelleştirilmesine, artan işsizlik ve yoksulluğa karşı alanlara çıkarak neo-liberal politikalara geçit vermeyeceklerini haykırdılar.

Kapitalist sistem tarafından ezilen ve yoksullaştırılan kitlelerin ayağa kalkışının gerisinde, AB ülkelerinde uygulanan sosyal yıkım politikalarına karşı duyulan tepki ve öfke yatmaktadır. Artık Avrupalı emekçiler küreselleşme, tek pazar, ortak para birimi, serbest dolaşım vb. argümanlarla oluşturulan AB’nin, tekellerinin çıkarı üzerine kurulu bir birlik olduğunun bilincine varmaya başlamışlardır. Avrupa sermayesi, kapitalizmin yapısal krizine geçici çözümler üretmek için emeklilik yaşını yükseltmeyi, sosyal güvenlik kurumlarını özelleştirmeyi, kesintilerde işveren payını düşürmeyi, istihdamı ve çalışma yaşamını esnekleştirmeyi hedefliyor.

Avrupa ülkelerinde ekonomik durgunluğun yanı sıra artan işsizlik oranı da giderek ciddi boyutlara varmaktadır. Yapılan araştırmalar, işsizlikle beraber yoksulluğun arttığına, sosyal çelişkilerin derinleştiğine işaret etmektedir.

Tüm bunlar yabancı düşmanlığını da beslemektedir. Ucuz işgücü olarak çalıştırılan yabancı işçiler, Avrupalı emekçiler tarafından işsizliğin ve yoksulluğun temel nedeni olarak görülmekte, ırkçılık yaygınlaşmaktadır. Bu da Avrupalı emekçiler arasında ortak mücadelenin zeminini ortadan kaldırmaktadır. Elbette bundan en kârlı çıkan sermaye sınıfı olmaktadır.

Avrupa sermayesinin yaşadığı krizden çıkmak için gözünü kendi işçi sınıfı ve emekçilerinin hak ve kazanımlarına dikmesi, Avrupa’daki iktisadi-sosyal tablo kitlelerin AB’ye olan tepkisini de büyütmektedir. “Euro Observer’in aktardığına göre, 15 AB ülkesinde, 16 bin örnekle yapılan bir araştırma, AB’nin “iyi bir şey” olduğunu söyleyenlerin oranının 2003 baharına göre %6 oranında gerileyerek %48’e düştüğünü gösteriyor; %16’sı birlik bozulursa memnun olacaklarını söylerken, Euro’yla ilgili olarak, %59’u Euro’dan yana ama genişlemeye karşı olduklarını, %35’i ise karşı olduklarını açıklamış. Gelecek Avrupa Parlamentosu seçimleri söz konusu olduğunda da halkın yalnızca %30’u sandık başına gitmeyi düşünüyormuş.” (E. Yıldızoğlu, “Quo Vadis” Avrupa?, Straejik Analiz, Nisan ‘04)

Elbette tüm bu saldırı politikaları ve sosyal yıkımın yolaçtığı tepki, köklü mücadele geleneği olan Avrupa işçi ve emekçilerini de hareketlendirmiştir. Örneğin, ‘70’li yıllarda 200 bin civarında olan işsiz sayısının günümüzde resmi rakamlarla 4 milyonun üstüne çıktığı (gerçek rakam bunun iki katıdır) Almanya’da, “Gündem 2010” (Agenda 2010) adı altında hazırlanan saldırı paketinin 1 Ocak ‘04 yürürlüğe girmesi (12 yasadan 8’inin), saldırıların boyutunu ve 2-3 Nisan’daki eylemlere katılımın yüksekliğini açıklıyor.

Frankfurter Rundschau gazetesinin genel yayın yönetmeni Wolfang Storz, İşveren dergisinin Mart sayısında yeralan yazısında, Almanya’da sosyal yıkım paketinin etkilerini şöyle dile getiriyor: “Görülen o ki, reform paketi özellikle dar gelirlileri daha fazla etkileyecek. Ev ve işyeri arasında katedilen mesafe için ödenen yardımda, sağlık harcamalarındaki sigortalı payında ve özel emeklilikte yapılan düzenlemeler gelir durumu iyi olanları bile etkileyecek düzeyde. Ancak dar gelirliler ve işsizlerin yeni düzenlemelerden çok daha ciddi şekilde etkilenecekleri görülüyor.”

Sermaye hükümetleri tekellerin krizine çözüm olacak yasal düzenlemeler yapmak niyetinde. “Mal, hizmet, sermaye ve insanların” serbest dolaşımı üzerine kurulu AB’nin 15 yeni ülkeyi birliğe almaya hazırlandığı bir süreçte, yeni girecek ülke vatandaşlarının dolaşım ve çalışma özgürlüğünü kısıtlayıcı yasalar geçiriliyor. Birçok ülkede yapılan yasal düzenlemelerle birliğe yeni katılacak ülkelerin işçilerinin sosyal haklardan yararlanma olanaklarını ortadan kaldıran yasalar hazırlanıyor. Bu uygulamalar tekellerin Avrupa’yı ucuz işgücü cenneti haline getirme, sömürünün boyutunu artırma hedefinin bir göstergesi.

Bu saldırı politikaları elbette Avrupa Birliği ülkeleri ile sınırlı değildir. Tüm dünyada “sosyal devlet” anlayışı, sermayenin bu alanlara girerek kârlarını artırması için piyasa kurallarına terkediliyor. Bu süreç Türkiye’de de benzer bir şekilde işliyor. Neo-liberal politikalar işbirlikçi burjuvazi eliyle Türkiye’de de hayata geçiriliyor. Son açıklanan resmi rakamlara göre Türkiye’de işsiz sayısı 10 milyona yaklaşıyor. Kölelik yasalarıyla işçi ve emekçilerin işgüvencesi kaldırılmak isteniyor. Sosyal hakların gaspı, eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi gündemde vb. Tüm bunlar kapitalist-emperyalist dünya düzenine uyum için, İMF, DB vb. emperyalist kurumların dünya emekçilerine dayattığı saldırıların bir parçasıdır.

Avrupa ülkelerinde uygulanan politikalar, yapılan yasal düzenlemeler AB’nin tümüyle Avrupa sermayesinin çıkarına hizmet ettiğini, emperyalist bir birlik olduğunu gösteriyor. Bu açık ve net sınıf gerçekliğine gözlerini kapayan sendika konfederasyonları ise sermaye işbirlikçisi tutumlarına bir yenisini daha eklediler. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ile bir protokol imzalayarak, AB’ye üyelik sürecinde birlikte hareket etme kararı aldılar. “Ortak Eylem Planı” çerçevesinde biraraya gelen işçi ve işveren konfederasyonları, AB üyeliğine yönelik olarak yıl içinde ortak girişim ve faaliyetlerde bulunacaklarını duyurdular.

Artan işsizliğe ve yoksulluğa rağmen “ekonomi iyiye gidiyor” yalanları sermaye medyası tarafından propaganda ediliyor, AB’ye girmek için sermaye hükümetinin uygulamaları destekleniyor. AB kapısı toplumsal refahın ve kurtuluşun çözümü olarak tüm topluma empoze ediliyor. Tam da böylesi bir süreçte yapılması gereken, AB vb. emperyalist oluşumların emekçi düşmanı yüzünü teşhir etmekken, ihanette sınır tanımayan sendika bürokratları sermaye işbirlikçisi tutumlarına büyük bir azimle devam ediyorlar.

Sendika ağaları kölelik yasalarına onay vererek, özelleştirme saldırısının önünü düzleyerek, ekonomik ve sosyal hak gasplarını sessizlikle geçiştirerek, TİS’leri satışla noktalayarak, grev yasaklarını seyrederek sermayeyi ve hükümetini cesaretlendiriyorlar. Sınıfı doğrudan ilgilendiren tüm süreçlerde ihanetlerini derinleştiren bu ağaların AB yanlısı tutumları da şaşırtıcı değildir. Sınıf içerisinde AB politikalarının sınıfsal anlamı ve özü yeterince bilince çıkamadığı için, bu işbirlikçi tutum herhangi bir tepkiye de konu edilemiyor.

Sendikalar cephesinden AB karşıtı tepkiler, Türk-İş örneğindeki gibi, TC’nin üniter yapısının korunması vb. gerici argümanlara dayanıyor. “Ulusal bağımsızlık” söylemleri altında “milli sermaye”nin çıkarlarının savunusundan öteye geçilemiyor. Düzenin çok yönlü ideolojik saldırısı, konfederasyonlar cephesinden yaratılan bilinç bulanıklığı karşısında sınıf içerisinde anti-emperyalist, anti-kapitalist bir perspektifle AB karşıtı bir bilinç oluşturmak ihtiyacı öne çıkıyor.

Avrupa ülkelerinde özelleştirmelere, kölelik yasalarına, sosyal hakların tasfiyesine vb. saldırılara karşı sınıf mücadelesi yükselirken, AB’ye giriş sürecinde patron örgütleriyle biraraya gelerek uluslararası sermayenin sosyal yıkım politikalarına onay vermenin “emeğin Avrupası’nı yaratmak” söylemleriyle de uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Kendi ülkelerinde emekçileri hedef alan saldırılara karşı sınıf hareketini dizginlemek misyonunu yerine getiren bu hainlerin “emeğin Avrupası” söylemleri tümüyle samimiyetsiz ve gerçek dışıdır.

AB’nin emperyalist bir oluşum olduğu, AB’ye girme hayalleri yayan burjuvazinin işbirlikçi tutumu, sendika ağalarının ihaneti sistemli bir çalışmanın konusu edilmelidir. “NATO, AB, AGİT vb. emperyalist kuruluşlarla tüm ilişkilerin kesilmesi” şiarıyla devrimci sınıf mücadelesini yükseltme zorunluluğu işçi ve emekçilere anlatılmalıdır.