17 Nisan'04
Sayı: 2004/07


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs alanlarını zaptedelim!
  Gençliğin 1 Mayıs'a katılımını kitlesel örgütleyelim!
  1 Mayıs'a yönelik pratik görevlere nasıl yaklaşmalıyız?
  NATO Zirvesi ve güncel devrimci görevler
  Sendika bürokratları AB konusunda sermayeyle işbirliği içerisinde
  Yeni yönetmeliklerle kölelik yasalarına eğitim sektöründe işleyiş kazandırılıyor...
  Sermaye devleti "ağa"sının önüne secdeye yattı
  OSİM-DER coşkulu bir şenlikle açıldı
  "Sol", sosyal-demokrasi ve CHP tartışmaları...
  Irak halkının direnişi er geç emperyalist haydutları dize getirecektir!
  Büyüyen direnişin yarattığı ilk yankılar
  Bush-Şaron katilleri suç işlemeye devam ediyor!
  Devrimci değerleri sömürme sevdasında olanların gerçekliği üzerine birkaç söz!
  Hapishaneler gerçeği ve yeni saldırı hazırlıkları
  Şov dünyasının pazarlama aracı: Demokrasi!
  "Kazanan biz olacağız, kazanan devrim davası olacak!"
  Sınıfı ve devrimi öörgütlemede parti kadrosunun tayin edici rolü
  Solu olmayan alternatifler!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Devrimci değerleri sömürme sevdasında olanların gerçekliği üzerine birkaç söz!

Serhat Ararat

Daha önce yaptığımız değerlendirmelerde SHP-DEHAP eksenli “Demokratik Güçbirliği” projesini, devrimci yurtsever değerleri yasal zeminde tasfiye etme operasyonu olarak tanımlamış ve bunun devlet merkezli bir operasyon olduğunu vurgulamıştık. Seçim süreci, seçim sonuçları ve seçim sürecinde Kürt halkının sergilediği tavır bu değerlendirmelerimizi doğrulamıştır. Bilindiği gibi “Demokratik Güçbirliği” daha çok SHP ve DEHAP kanatları üzerinde durmuş, ama diğer “sol” reformist grupların bu “ittifak” içinde neden yer aldıkları, beklentileri, onları harekete geçiren temel ideolojik-politik etkenleri üzerinde durmamış, doğrusu durma gereğini görmemiştik. Ancak anlaşılan o ki bu gruplar, mücadele değerlerimizi tasfiye planlarında üstlendikleri rolleri devam ettirme eğilimindedirler. Belki de güçleri, etkileri sınırlıdır, ama sol, devrimcilik ve sosyalizm adına bu uğursuz rolü oynadıkları için gerçeklikleri üzerinde durmak gerekir.

Yeri geldiğinde EMEP gibi partiler ve onların sözcüleri devrimcilikten, tarihsel mücadele değerlerinden söz ederler; “düzen”, devrimci mücadele”, “reformizm” gibi kavramları dillerine dolarlar. “Demokratik Güçbirliği” içinde neden yer aldıklarını ve bundan beklentilerinin ne olduğunu geniş geniş açar ve değerlendirirler. Ancak bu söz düzeyinde söylenenlerin hiçbir değeri yok. Başka bir deyişle düzene yamanan, düzen içinde kendisine bir yer edinmeye çalışan, bunu yaparken yeri geldiğinde devrimci kavramları, değerleri ve simgeleri kullanmaktan çekinmeyen, İmralı teslimiyet ve ihanetinin payandası bu ve benzeri grupların gerçekliği üzerinde kısaca durmamız gerekir.

İmralı, açık ki, sadece Kürt halkının devrimci değerlerini tasfiye hareketi değil, aynı zamanda devrim, sosyalizm, sınıf mücadelesi, ulusal kurtuluş gibi kavramların içini boşaltan, genelde devrim ve sosyalizm değerlerine ideolojik ve politik bir saldırıdır. Devlet merkezli sürdürülen bir tasfiye ve bozarak dejenere etme hareketi var. Dolayısıyla İmralı merkezli tasfiyeciliği en genel anlamda sol içinde değerlendirmek, reformizm olarak tanımlamak mümkün değildir! EMEP ve diğerleri, onların bir zamanlar mangalda kül bırakmayan “sözcüleri” bu gerçekliği bilmiyorlar mı? “Devlet neden Öcalan’a İmralı’dan Kongra-Gel ve DEHAP’ı yönetmesine izin veriyor” sorusunu kendilerine sorduklarına ve bunun “makul” bir yanıtını verdiklerine göre, neden kendilerini bu hareket için kırmızı halı haline getiriyorlar? Bu soruya mantıkı ve makul bir yanıt vermeden söylenecek her sözün koca bir yalandan ibaret olduğu açıktır. Evet, EMEP ve diğer gruplar bile, birçok noktada İmralı çizgisiyle örtüştükleri için ve mevcut enkazdan kırıntı koparabilmek için İmralı çizgisi ile “ittifak” yapmaya can atıyorlardı, bu eğilimleri bugün de devam ediyor...

Peki hangi noktalarda örtüşüyorlar?

“Parlamenter hayaller”, “yerel iktidarda pay kapma” hesaplarından önce aralarında ideolojik ve politik ortak noktalar var. Bir kez, EMEP ve onun dayandığı gelenek, hiçbir zaman Kemalizm’den, resmi ideolojiden tam olarak kopmadı. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin en devrimci aşamalarında bile “emekçilerin ortak mücadelesi” gerekçesi ardına gizlenerek verilmesi gereken desteği sunmadı, bugün DEHAP ile yapmaya can attığı ittifak politikasını PKK ile gerçekleştirme gereğini duymadı. Onlara göre burjuva milliyetçi bir hareketti, yüzünü kendi egemenlerine ve emperyalizme çevirmişti ve eninde sonunda düzen içi bir çözüme yatacaktı. Eleştiri yapmak, uyarı görevi yapmak ayrı bir şeydir, ama devrimci yönlerini etkin bir biçimde desteklemek, onun devrimci mücadelesini kendi öz mücadelesi olarak algılamak, bnun ruhsal ve politik yaklaşımı içinde olmak ayrı bir şeydir. Peki, bugün DEHAP ve onu yöneten “irade”, gerçekten düzenin dışında mı, kendi egemenlerine ve emperyalizme cepheden bir tavır mı alıyor? Hayır, bırakalım bunu pratik adımlarda, söz düzeyinde bile yapmıyor. O halde bu ittifak hareketini bu kadar süslemenin ve kitlelere başka türlü göstermenin anlamı nedir?

Bunun anlamı çok açıktır. EMEP de Kemalizm’in ağır etkileri taşıyor ve bu noktada SHP ile, İmralı eksenli DEHAP yönetimiyle örtüşen noktaları var. Dolayısıyla Kemalizm’i Kürdistan’a taşıma, yasal zemindeki mevzilerimizi tasfiye etme, devrimci ulusal kurtuluş bilinci baltalama operasyonu olan “Demokratik Güçbirliği” hareketi içinde yer almalarında şaşılacak bir yan yok. Bu konuda Evrensel Gazetesi’nin “Rojev” adlı köşenin yazarlarından Ender İmrek ideolojik olarak durduğu yeri ibret verici bir biçimde ortaya koyuyor. Anılan yazar 10 Nisan 2004 tarihli “AKP dur! NATO defol!” başlık yazısında Kemalist damarının ne denli güçlü ve sağlam olduğunu vurguluyor. Yazar, bu yazısında, Irak’ta gelişen direniş ve bunun ABD politikalarına vurduğu darbeleri özetledikten sonra, sözü, AKP hükümetinin bu gelişmeler karşısındak tavrına getiriyor. Kuşkusuz bizim konumuz Irak, Irak’ta yaşanan gelişmeler, bunun AKP’nin tutumuna yapacağı etkiler değil. Üzerinde durmak istediğimiz esas nokta, bu değerlendirmeyi yapan yazarın hangi bakış açısına sahip olduğudur! Bu konudaki bakış açısını ise yazısının sonlarında, şu satırlarda veriyor:

“23 Nisan’ın öngününde, 1 Mayıs’a, 19 Mayıs’a hazırlanırken Türkiye NATO’culara, kan dökücülere, sömürü ve yağmacılara sofra edilmek isteniyor. Bir yandan ulusal kurtuluş ve bağımsızlık nutukları, diğer taraftan emperyalist işgalciler önünde el pençe divan duran manzaralara tanık olacağız. Ama görülecektir ki, halk ölmedi, ulusal ve sosyal kurtuluş idealleri tükenmedi. 23 Nisan, 1 Mayıs ve 19 Mayıs emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele günleri olarak kutlanacaktır. 6. Filo askerlerini Dolmabahçe’de denize döken Deniz Gezmiş’ler gibi ülkesini ölümüne seven yurtseverler, işçiler, emekçiler ve genç devrimciler vardır ve meydan boş değildir!”

Tam bir bulamaçla, devrimci değerlerle resmi tezler, Genelkurmay ve Perinçekler’in ağızlarından düşürmedikleri kavramların bulamacıyla karşı karşıyayız. İmralı’da dile getirilen resmi tezlerle Ender İmrek’ik tutkulu bir üslupla dile getirdikleri arasında ne fark var? 23 Nisan ile 1 Mayıs’ın, 19 Mayıs ile 1 Mayıs’ın ne ilgisi var? Deniz Gezmişler’in “ülkesini ölümüne seven yurtseverler” olarak tanımlanması ya da onların bu çizgiye indirgenerek daraltılmasının güncel anlamı nedir, hangi ideolojik ve politik duruşa meşruiyet kazandırılmak isteniyor?

Bu soruların yanıtları verildiğinde EMEP ile İmralı çizgisi arasındaki ideolojik “kardeşlik” de karşımıza çok daha net olarak çıkar ve neden bir tasfiye operasyonunun payandası olmak için çırpındıkları sorusunun yanıtı da verilmiş olur!

Kemalist damarla birlikte bu noktayla bağlantılı olarak düzen içinde yer edinme, düzen içinde mevzi kaparak bunu kalıcı hale getirme istemi de anılan operasyonda yer almanın başka önemli bir nedendir. Ortada kendi ideolojik ve politik yönelimleriyle örtüşen bir hareket var, yine bunun sunduğu önemli olanaklar, mevziler var; bunlardan yararlanmamak olur mu? “Yüksek politika” yapmak bu değilse nedir? Bu fırsat kaçırılır mı? Varsın fırsatçı, hatta “leş kargaları” desinler, “reformist” desinler, tam da fırsatların kendisini bu kadar yakıcı bir tarzda dayattığı bir dönemde “yüksek politika” yapmaktan geri durmak olur mu?

Onlar da durmadılar ve “Demokratik Güçbirliği” içinde etkin yerlerini aldılar, TV’de boy gösterdiler, kaptıkları gazete köşelerinde diller döktüler...

Düzen içinde sağlam bir yer kapmayı, bunun için dün başarısız olması için dualar ettiği ulusal kurtuluş mücadelemizin değerlerini tırmıklamayı “yüksek politika” sayan bu fırsatçıları, kuşkusuz halkımız unutmayacaktır. Biz de öyle gerektiği ölçüde gerçek yüzünü halkımıza ve halklarımıza göstermeye devam edeceğiz...



1 Mayıs’a hazırlık çalışmalarımız sürüyor...

Devrimci faaliyetimizi hiçbir güç engelleyemez!

Küçükçekmece BDSP olarak 1 Mayıs çalışmalarına, “Emperyalist barbarlığa, kapitalist sömürüye karşı 1 Mayıs’ta alanlara!” ve “Nato zirvesine geçit yok!” şiarlarının yazılı olduğu afiş çalışması ile başladık. Kuleli’den başlayarak Topkapı’ya kadar yol boyunca durakları afişlerimizle donattık. Topkapı’da resmi bir polis ekibi tarafından çevrilerek gözaltına alındık. Faaliyetimizi engellemeye dönük bu müdahaleye kararlı bir karşı duruş gösterdik. 5 saat karakolda alıkonulduktan sonra malzemelerimizi ve afişlerimizi geri alarak, kontrol için götürüldüğümüz hastahaneden serbest bırakıldık.

BDSP imzalı 1 Mayıs bildirilerimizi ise İkitelli, Yenibosna ve Sefaköy’deki fabrikalara ulaştırmaya başladık. Geçtiğimiz aylarda direniş yaşayan Fanset’te yaptığımız dağıtımda, patronun kiraladığı mafya çeteleri tarafından engellenmeye çalışıldık. Dağıtımdaki ısrarımıza rağmen işçiler patronun adamları tarafından fazlasıyla sindirilmiş olduğu için bildirilerimizi almak istemediler. Buna rağmen Fanset işçisine seslenmeyi sürdüreceğiz.

Dağıtımlarımız emekçi semtlerine ve fabrikalara dönük olarak devam ediyor.

Küçükçekmece BDSP çalışanları