Burjuva medyanın felsefesi budur. Sabancıya atfedilen iyi fabrikatör, halktan biri, işçi dostu, fakir fukara babası, sanatın dostu vb. yalanlarıyla gerçekler gizlenerek, sahte bir imaj yaratılmak istenmektedir. Tüm bunlar, bireysel olarak sadece Sabancıyı değil, Sabancı üzerinden sömürü düzenini aklama çabalarının ürünüdür.
Sermayenin basındaki en has uşağı Ertuğrul Özkökün Sabancıya methiyeler dizdiği yazısı buna en açık örnektir. Özkök, Sabancı holdingdeki tören esnasında holding binasının girişine asılmış Sabancı portresine bakarken, birden gözünün önüne Hulusi Kentmenin geldiğini söylüyor. Öyle ya, Yeşilçamın pos bıyıklı, babacan fabrikatörüydü Kentmen. Onlarca filmde canlandırdığı iyi fabrikatör rolleriyle sınıf karşıtlıklarının üstünü örtmek için hayli işe yaramıştı. Bunun farkında olan Özkökün, Kentmen öldükten sonra TÜSİAD onun heykelini diktirmeli diye öneride bulunması da boşuna değildi. Sabancının da oynadığı iyi fabrikatör rolü ile doğrusu Kentmenden aşağı kalır bir yanı yoktu. İşte bu nedenle Özkök, Saancı portresine bakarken Kentmeni anmaktadır.
Sadece Özkök gibi satılmış kalemler değil Diyanet İşleri de bu iyi fabrikatör ve hayırsever oyununun bir parçası idi. Sakıp Sabancının cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu kıldırdı. Bardakoğlu törende yaptığı konuşmada Temenni ve dua ediyorum ki, merhum Sakıp Sabancı bey de toplumun her dert ve sorunuyla alakalı alanlarda yaptığı güzel ve hayır işlerinin karşılığını yüce rabbimizden alacaktır. Mekanı cennet olsun dedi. Böylece Sabancının ve Sabancı şahsında kapitalizmin aklanmasında din de bir kez daha kullanıldı. Ne de olsa Sabancının cenaze töreni kızı Dilek Sabancının şirketi Vista tarafından organize edilmişti. Bu organizasyonda her türlü ayrıntı düşünülmeliydi!
Ancak bilinmeli ki, sizin milyon dolarlarla yürüttüğünüz ve her türlü aracı kullandığınız bu yalan kampanyanız, fabrikalarda çalışan ve her geçen gün kölelik zincirlerine yenileri eklenen, türlü uygulamalar ile yaşamları felce uğratılan işçilerin gözünde kan emicilerin pisliklerini örtmeye yetmeyecektir.
Diyorlar ki, Sabancı binlerce insana ekmek veriyormuş! Acaba üç kuruş ücrete kölelik koşullarında çalışan binlerce işçi mi Sabancı gibi asalakları doyuyuruyor, yoksa yan gelip yatan Sabancı gibileri mi onları?
Sabancı işçi dostuymuş! Peki, o yüzden mi Adanada sendikaya üye olan Eksa işçilerinin sendikalaşmasını engellemek için denemedik yol bırakmadı. Daha üç-beş ay önce BOSSA fabrikalarında işten atılan binlerce işçi ve taşeronlaştırma saldırıları hafızalarımızda. Adapazarında Fulora Su fabrikasında sendikalaşan işçilerin örgütlenmesini engellemek için yapılan itirazın üç yıldır mahkemelerde sürünmesi Sabancının nasıl bir işçi dostu olduğunu göstermeye yeter. Lastik işçilerinin her seferinde Sabancının hükümete verdiği emirle ertelenen grevleri bir başka örnektir. Milli güvenliğe aykırı bulunarak kısa bir süre önce ertelenen lastik grevinin bizzat Sabancının emriyle gerçekleştirildiği bir sır değildir. Böylesi örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir, anck bu kadarı bile Sabancının işçinin dostu mu yoksa düşmanı mı olduğunu göstermeye yeter.
Sabancının sanata yaptığı katkılar ise anlatmakla bitmez! İnsanlığın tarihsel ve sanatsal ürünlerini parayı basıp toplamak ve insanlığın ortak zenginliklerini köşklerine kapatmak bunların başında gelir. Kendisi herhangi bir sanat eseri mi yaratmıştır ki sanat insanı, sanatın ve sanatçının dostu olmuştur? Onun için sanat alınıp satılan bir metadır yalnızca.
Sabancı fakir fukara babasıdır, yardıma muhtaç birçok insana destek olmuştur, diyorlar... Ama bu insanlar neden bir parça ekmeğe muhtaçtır diye sormuyorlar. Ülkemizde her geçen gün zenginler ve yoksullar arasındaki uçurum büyüyor. Biz yoksullaştıkça Sabancılar zenginleşiyor. Bugün borsanın yüzde 16sı Sabancıların elindedir. Sizce nerden geliyor bu değirmenin suyu? Halkı soyup soğana çeviren, onuruyla oynayıp dilencileştiren bu asalaklar, dağıttıkları üç kuruş bahşişle bir de kahraman ilan ediliyorlar!
Sabancıyı gerçekten tanımak istiyorsanız Alpaslan Türkeşle olan ilişkisine ve Türkeşin bu konudaki açıklamalarına dönüp bakın. Sabancı faşist MHPnin eski lideri Türkeşe özellikle 80 döneminde çantalarla para aktarmıştır. 12 Eylülde MHP tetikçilerini besleyip destekleyen bizzat Sabancının kendisidir. Dahası bu ülkedeki tüm faşist darbe hazırlıklarının ve darbelerin gerisinde de yine o vardır.
Sabancıyı ölümünden birkaç gün önce ziyaret eden Erdoğan yaptığı açıklamada, Sabancının sürdürülen İMF yıkım programlarının kararlılıkla uygulanmasını istediğini söylüyor. O ölüm döşeğinde bile işçi ve emekçi milyonların yıkımı pahasına elde edeceği kârdan başka bir şey düşünmeyecek kadar çürümüş bir sınıfın, burjuvazinin temsilcisidir.
Nekroloji ile nekrofili (Ölünün ardından kaleme alınan tanıtım yazısı ile ölüsevicilik) arasındaki uçurumu 3 günlük yayınlarıyla kapatan Türk egemen medyası, hakiki Sakıp Sabancıyı değil, kendi sanal dünyasındaki Sakıp Sabancıyı yansıttı. O bir melekti.
Cumartesi sabahı erken saatlerden Pazartesi günü akşamüstüne kadar Türkiyedeki yaygın medyanın bir tek konusu vardı: Sakıp Sabancı!
NTV, CNN Türk, TV8, SkyTürk, Habertürk gibi haber ağırlıklı TVler belgeseller, yorum ve izlenimler ve naklen yayınlarla vefatı izleyen neredeyse her saati izleyicilere aktarırken, radyo ve gazeteler de üç gün boyunca Sabancının vefatını ve bu olayın yankılarını çok geniş bir şekilde aktardı. Zaten yoğun bakıma alındığında da manşetlere çoktan çıkmıştı.
Öncelikle teknik ve mesleki kriterleri göz önünde tutarak, bu Sabancı coverageının (izleme ve aktarmanın) içerik ve süre/sayfa olarak haber değerini mübalağalı olarak aştığını, ihlal hatta iğfal ettiğini belirtmek gerekir.
Türkiyeyi hiç bilmeyen ama Türkçe bilen bir yabancı okur, radyo ve TV programlarını izleyip gazeteleri okusa, Sakıp Sabancıyı bir peygamber, bir imparator, bir kral ya da bir melek sanır.
Haber değerinin diğer önemli unsuru olan, toplumdaki doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen insan sayısı konusunda da Türk medyası abarttı.
Sakıp Sabancının ölümü elbette ailesini, yakınlarını ve Holding ile çevresini doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir ama bu vefatın Hakkarideki ya da Edirnedeki yurttaşın günlük, siyasal, toplumsal, kültürel yaşantısı üzerinde hiçbir doğrudan ya da dolaylı etkisi olmamıştır.
Medya organları da Sabancı ailesi ya da Sabancı Holding için yayın yapmadıklarına göre, bu coverage abartılıdır. Üstelik de kasıtlı, bilinçli...
Neden?
Bu sorunun kuşkusuz birden fazla yanıtı var. Ben Salı günü derslerimde öğrencilerle bu konuyu tartışmaya açtım ve ilginç sonuçlara vardık:
* Sabancı Holding Türkiyenin en büyük üç reklam vereninden biridir. Dolayısıyla Türk egemen medyasının bu abartılı coverageı medya organlarının önemli bir reklam verenine aşırı saygı gösterisi olarak algılanabilir. (Kimileri buna yalakalık diyor ama...)
* Türk medyasının yüzde 60ından fazlasını kontrol eden Doğan grubunun sahibi ile Sabancı ailesi par alliance akrabadır. Dolayısıyla bu abartılı coverageı aile içi destek olarak da değerlendirmek mümkün.
* Türk medyasının önde gelen medya mülkiyetine sahip kişileri (Aydın Doğan, Mehmet Karamehmet, Turgay Ciner, Ferit Şahenk...vs...) Sakıp Sabancı gibi birer büyük işadamıdır. Coveragedaki abartı, iş adamlarının kendi aralarındaki bir post-mortem dayanışma örneği olarak da algılanabilir.
* İnsan, her ölümde, özellikle de yakınlarının, yaşıtlarının ve meslektaşlarının ölümünde biraz da kendi ölümünü görür. Doğanlar, Karamehmetler ve Şahenkle, Sabancının ölümünde biraz da kendi ölümlerinin provasını mı yaptılar acaba?
Sabancının vefatının medyadaki abartılı yansıması, kuşkusuz gerçek hayattaki bazı abartmaların da sayesinde kendine uygun bir zemin buldu. Aslında pek kimsenin anlayamadığı ama üzerinde fikir yürütmediği en önemli olay, Genelkurmay Başkanının Pazartesi günü düzenleyeceğini ilan ettiği basın toplantısının, cenaze nedeniyle ertelenip Salıya kaydırılması...
Bir devlet, bir genel kurmay plan, taktik ve stratejilerini bir özel sektör mensubunun önceliklerine göre mi düzenler? Orgeneral Hilmi Özkökün tercihi siyasi bir tercihtir ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin ne zaman kime daha fazla imtiyaz tanıdığını göstermesi açısından anlamlıdır. (Kimileri buna anlamsızdır diyor ama...).
Sakıp Sabancının medyatik ve güler yüzlü bir kişi olması, ayrıca bilim, kültür, sanat ve eğitim için önemli hayır işleri gerçekleştirmiş olması kuşkusuz olumlu noktalar olarak değerlendirilebilir, popülaritesinin kaynakları olarak anlaşılabilir.
Ne var ki bir gazeteci hatta bir yurttaş, görünenin ötesine bakmak için bir dizi soru sorup buna yanıtlar aradığında farklı bir manzara ile karşılaşabilir:
- Sakıp Sabancının halka ve medyaya yönelik konuşmalarını neden yapmacık bir Kayseri şivesiyle yaptığını merak etmiyor musunuz?
- Bilim, kültür, sanat ve eğitim faaliyetlerinin hangi kesimin bilim, kültür, sanat ve eğitim ihtiyaçlarına yanıt verme gayreti içinde olduğunu hiç düşündünüz mü? (Mesela elini sallayan lise mezunu Sabancı Üniversitesine girebiliyor mu?)
- Bu alandaki yani charity denilen (İnsan eksenli Philanthropy ile karıştırmayalım) hayır faaliyetlerinin vergiden düşmek için kullanıldığını aklınıza getirdiniz mi hiç?
Bir TV yayınına göre kişisel serveti 5 milyar dolar civarında olan bir iş adamının ölümü kaçınılmaz olarak züğürtlerin çenesini yoracaktır. Ama biraz meraklı isek, bu devasa servetin çalışarak, yani alınteri ile sağlanmadığını herhalde biliyoruz.
Türkiyedeki büyük iş adamlarının geçmişlerine bakıldığında, savaş döneminde karaborsacılık ya da el koyma gibi pek de hoş olmayan zenginlik kaynaklarıyla karşılaşıyoruz.
Bu konular medyada pek gündeme getirilmiyor. (Kimileri hiç getirilmiyor, diyor...). Bir öğrencim Sabancı Holdinge bağlı onlarca işyerinden üçünde halen grev sürdüğünü, ama egemen medyanın bunu haber yapmaya bile tenezzül etmediğini söyledi. Bir başka öğrencim, Sabancı, Başbakanla son görüşmesinde, Aman Tayyip Bey şu grevler olmasa... demiş olduğunu aktardı.
Bu ağam muhabbeti de can sıkıcı... Akıllarınca Anadolu sempatikliği yapacaklar. Oysa ki 1923 kanunları Ağa, Bey, Şeyh gibi sıfatların kullanımını yasakladı.
Bizim medyanın üzerinde durmadığı bir başka olay da Sakıp Sabancının kardeşini neden ve kime kurban verdiği... Tansu Çillerin Başbakanlığı döneminde Kürt meselesine Bask modeli öneren Sabancı, Alparslan Türkeşin Ağam çizmeyi aşıyorsun tehdidinin ardından faili meşhur bir şekilde kardeşini işyerinde kaybetmişti.
Amerikan mafya filmlerinde birine bir mesaj verilecekse, o kişinin kardeşinin değil mesela sevdiği atın kellesi, söz konusu kişinin kapısının önüne atılır. Bask modelinden sonra doğrudan siyasi ve hassas konulara girmemeyi tercih etmek zorunda kalan Sabancının cenazesinin devlet eliyle ve töreniyle düzenlenmesi de manidar.
Sanayici, tüccar, bilim (?) adamı telefonlara koşuşup mikrofonların karşısına geçiverdi hemen: Rahmetli beni çok severdi! Yurtseverdi, çok hoşgörülüydü, bir keresinde bana demişti ki...
Hele biri, bir iktisat profesörü, yurtdışında imiş, hemen telefona sarılıp bir haber kanalına bağlanıp acil taziyelerini iletti. Bir yarış ki sormayın... Hepsi de ilkokul tahrir ödevi düzeyinde.
Akla gelebilecek her türlü olumlu ve övücü sıfatı kullanan Türk egemen medyası, Sabancının ölümcül bombardımanı ile sınıf farklılıklarını kaldırmayı denerken, yurttaşlara tek yanlı bilgi verdi.
Övgüde ve sövgüde bir türlü dengeyi tutturamayan medya, hakiki Sakıp Sabancıyı değil, iş adamlarının, sanayiinin, burjuvazinin kafasındaki ve gönlündeki Sabancıyı yansıttı.
Bir öğrencim, egemen medyanın üç gün boyunca Sabancı Holdingin basın ve halkla ilişkiler bürosunca yönlendirilmiş olabileceğinden kuşkulandığını söyledi. Bir diğeri, Cenazeyi bile Sabancı markasının prestijini güçlendirmek için kullandılar dedi.
Sonuç olarak Sakıp Sabancının hakiki ölümü her ölüm kadar doğal ve trajikti. Sabancının medyatik ölümü ise sadece trajikti.