Sol gözü oyulmuştu. Kulağı kesilmişti. Vücudunda dipçik izleri vardı. Özellikle alnına dipçiklerle vurulmuştu. Bu, insan beyninin algılayamadığı bir vahşettir diyor Meas Reşit Reşonun eniştesi. Ü.Ö. Gündem gazetesi 7 Temmuz tarihli sayısında Reşonun son halini gösteren bir fotoğrafını başsayfadan verdi. Kulakçılar devrede manşeti ile çıkan haberde son dönemde yapılan operasyonlarda 1990lı yılların kirli savaş yöntemlerine başvuruluyor ifadelerine yer verildi. Bir sonraki gün, Şırnakın Gabar Dağındaki çatışmada yaşamını yitiren Reşit Reşonun ablası ile eniştesinin açıklamaları yer aldı. Midya Reşit Reşo, kardeşinin yaralı yakalandığını, vahşi işkenceyle katledildiğini, olayın aydınlatılması için savcılığa suç duyurusunda bulunacağını belirtiyor.
Peki nerede Ebu Garib fotoğrafları karşısında insanlıktan, hak hukuktan dem vuran burjuvalar? Her türlü vahşetin, işkencenin, şerrin, pisliğin başlıca odağı ve başta gelen ihracatçısı ABDyi şaşkınlıkla karşılayan, kimi CHPli, AKPli milletvekillerinde görüldüğü gibi esef bildiren açıklamalara konu eden sermaye uşakları neredeler? Ebu Garibteki vahşet karşısında tepki vermemek insanlığı yitirmekti. Ya yaralı bir gerillayı, kafasını dipçikleyerek, gözlerini oyarak, kulaklarını, dudaklarını keserek vahşice katletmek karşısında çıt çıkarmamak ne oluyor? Iraktaki, Filistindeki, Afganistandaki işgallere, işkencelere, katliamlara seyirci kalanların, dahası bizzat destek verip ortak olan sermaye uşaklarının, kendi adlarına ve sınıfsal çıkarları gereğince, bizzat el üstünde tuttukları ordusu-polisi tarafından yapılan vahşete ses çıkrmasını beklemek safdillik olur. AKPsinden CHPsine, Vakitçilerinden Cumhuriyetçilerine, sendika ağalarından kendilerini STÖ-STK olarak adlandıran liberal oluşumlara kadar kirli savaşın tüm cephe gerisi susacak tabii ki. Tıpkı JİTEMci cellat Abdülkadir Ayganın itirafları sırasında olduğu gibi...
Türkiyedeki sermaye sınıfı, onların çanak yalayıcıları, geçmişin Ermeni soykırımı gibi lekelerini büyük bir onursuzlukla savunageldiler. Nazi faşizminin Sovyetler başta olmak üzere dünya halklarına karşı başlattığı kıyımda Nazi hayranlığı yaptılar, uzun bir süre zımnen de olsa Hitleri desteklediler. Yarım yüzyıldır yeryüzünü faşist darbelerle, özel harp örgütlenmeleriyle, Susurluk çeteleriyle, 90lardan beridir de doğrudan savaşlarla hallaç pamuğu gibi atan NATOya dahil olmak için hiç vakit yitirmediler. Kabul edilmek için emekçi çocuklarını dünyanın ta öbür ucuna ölmeye-öldürmeye gönderdiler. Yıllardır Ortadoğuda İsrail siyonizmiyle, Amerikan haydutlarıyla dirsek dirseğe iş görüyorlar. Afganistan yıkımında, Irakın işgalinde, şimdilerde ise son NATO Zirvesi uuml;zerinden görüleceği gibi BOP yağmasında, ABD emperyalizmine yapmayacakları hizmet, uşaklıkta düşmeyecekleri çukur olmadığını sayısız kez gösterdiler.
Türk devletinin Kürt halkına karşı tutumu ise, en kör gözlerin bile görebileceği denli açıktır. Şeyh Sait isyanında, Koçgiride, Dersimde en kirli, en vahşi yöntemler kullanıldı. 80 yıldan beridir inkar, imha, asimilasyon, aşağılama gibi kirli yöntemlerin kullanımından vazgeçilmedi. 80lerin Diyarbakırında ya da 90lı yıllar boyunca uyguladığı vahşet, Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın sadece en uç biçimini oluşturuyor. Bu savaş hiç kesintiye uğramadı. İmralı ihanetinden sonra belki yoğunluğu bir parça düşürüldü, ama son 5-6 yıl boyunca da tüm hızıyla sürüyor.
Güncel gerçekleri İmralıdaki tersyüz etme prizmasından geçirerek yansıtan Kürt liberal-reformizmine rağmen, özgürlük düşlerini yitirmemiş her Kürt işçi ve emekçisi bunun bilincindedir. Tarihi ve bunca çıplak gerçeği gene de unutup görmezden gelenler ise Reşonun fotoğrafına bir kez daha baksınlar. İmralı prizmasından tersyüz olarak çıkan aldatıcı görüntüler dağılacaktır.
Elbette kaderini Türk devletinin icazetine bağlayan, bugün artık liberal-reformcu bir çizgide buluşan Kürt üst sınıflarının siyasal temsilcilerinin, yaşananları doğru okumasını bekleyemeyiz. Kongra-Gel ve DEHAP şahsında görülebileceği gibi onlar, gözlerini tasfiyeci prizmadan ayıramamaktadırlar. O yüzden Kürt halkının tüm duyarlılığına, tüm karşıt tepkisine rağmen Amerikan emperyalizminin Iraktaki haydutluğunu zımnen onaylamakta bir beis görmediler. Türk devletine yaranmak için atılan her onursuz adım, kullanılan her pespaye söylem, üstüne bir fazlası konularak emperyal savaş tamtamlarının başladığı zamanlarda ABDye yaranmak için kullanıldı. Daha beter utançlardan, Kürt halkının duyarlılığı sayesinde emperyalist savaş karşıtı eylemlere katılmak zorunda kaldıkları için kurtulabildiler.
Fakat NATO Zirvesi sürecinde görüldü ki değişen hiçbir şey yok. Karşı konulamaz bir imparatorluk olan (ama her ne hikmetse Iraktan ötesine geçemeyen, dün zaferini ilan ederken bugün batak içinde debelenen, savaş için sıraladığı tüm gerekçelerin yalandan ibaret olduğunu itiraf eden) ABD ile, onun tüm adamdan saymama tutumlarına rağmen iyi geçinmek gerektiği fikri, İmralıcılarda tüm gücünü koruyor. O yüzden NATO Zirvesi karşıtı mücadelede görünmemeyi tercih ettiler.
Türk egemenleri de NATO Zirvesinden önce reformizmin ağzına bir parmak bal çalmayı ihmal etmediler. Kürtçe dil kursu, TRTnin yarım saatlik Kültürel zenginliklerimiz yayını, DEPlilerin tahliyesi üzerinden estirilen şovenist rüzgar ve sermaye çevrelerinden gelen tehdit yüklü açıklamalar, bu balın ne denli zehirli ve acı olduğunu gösteriyor. Ama liberal-reformist Kürt önderliği için bu bile bir sorun teşkil etmiyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle fiilen kazandığı ve kullanabildiği kimi hakların kötürümleştirilmesinden başka bir anlam taşımayan demokratikleşme adımları, tam da Kürt reformizminden beklendiği gibi Türk devletinden, AB ve Amerikan emperyalizminden beklenticiliği yaymanın araçlarına dönüştürüldü.
Kongra-Gelin ateşkesi bozmasını da, diğer yandan aynı reformist cepheden savaş karşıtlığının, kirli savaş devletinden barış dilenciliğinin kabarmasını da bütün bu olgularla birlikte değerlendirmek gereklidir. Emperyalist-kapitalizmi demokratik uygarlık ilan edip, emperyalist sömürgecilerden dilenmenin bir yolu olarak silahlı savaş yürütmek gerçek özgürlük mücadelesinden ne denli uzaksa; emperyalizmin halkları köleleştirme projelerine, bunun askeri örgütlenmesine sessiz kalıp, öte yandan Kürt halkındaki mücadele dinamiklerini denetim altında tutmak için savaş karşıtlığına soyunmak da o denli ikiyüzlücedir.
Meas Reşit Reşonun fotoğrafı, kirli savaş devletinin olduğu kadar, Kürt işçi ve emekçilerinin diğer uluslardan sınıf kardeşleriyle omuz omuza verip hem ulusal hem sınıfsal kurtuluş mücadelesine yönelmesinden alıkoyanların, Kürt halkını bu devletle barıştırmaya çalışanların maskelerini de bir kez daha indiriyor. Kürt halkı AB çözümü, demokratikleşme, kültürel haklar mücadelesi, demokratik uygarlık-demokratik cumhuriyet, ABDnin statükoları yıkarak Kürtlerin önünü açması vb. gibi safsatalardan oluşan perdenin altında ne olduğunu er geç görecektir. Yeter ki İmralının gerçekleri tersyüz eden prizmasından bir an önce yakasını kurtarsın... O zaman gerçek özgürlüğün, halkların kardeşliğine dayalı gerçek kalıcı barışın devrimci sosalizm mücadelesinin zaferinden geçtiğini bir kez daha bilince çıkaracaktır.